Abdulkadir BAŞ
Aylardan Ağustos, günlerden Cuma
Gün doğmadan evvel iklîm-i Rum’a
Bozkurtlar ordusu geçti hücuma
Yeni bir şevk ile gürledi gökler
Ya Allah… Bismillah… Allahuekber
NYG
“Malazgirt zaferi ile Anadolu’nun kapıları Türklere açıldı”. Bu sözü hepiniz hatırlayacaksınız. Daha ilkokuldan itibaren Malazgirt kelimesi ile adeta iç içe geçmiş, bir kalıptır bu söz. Oysa bu söz, bizden bazı gerçeklerin; bizim gönlümüzü hoş ederek gizlenmesi için kurulan bir perdedir. Çünkü Anadolu’nun kapıları Türklere sadece Malazgirt zaferi ile açılmamıştır. Eğer büyük bir meydan muharebesi ile açılması şart ise 1048 Pasinler Savaşı’nda Türk ve Doğu Roma orduları Erzurum’da karşı karşıya gelerek büyük bir meydan muharebesi yapmış ve Doğu Roma Ordu Komutanı bu savaşta Türklere esir düşmüş ve savaş bizim galibiyetimizle sonuçlanmıştır. [i] Ya da Anadolu’nun kapılarının açılışı için daha eski tarih aranacaksa Türkler Hun akınlarıyla, Avarlarla, Sibirlerle, Turukkularla, Kimmerlerle, Saka-İskitlerle ve İskitler’in Karadeniz’e yerleşen kolu olan Amazon Türkleri ile Malazgirt’ten bin yıl öncesinden Anadolu’nun kapıları zaten Türklere açılmıştı. Bütün bunlar Malazgirt zaferinin önemsiz olduğu anlamına gelmez. Ya da Malazgirt’in büyüklüğünden bir şey götürmez. Ancak burada bize giydirilmek istenilen gömlek; “siz daha önce burada yoktunuz, siz Anadolu’ya ilk defa 1071’de geldiniz” demekten başka bir anlam taşımaz.
En etkili reklam en az sözle ve sık tekrarla yapılandır, ülkemizde neyazıkki batının vermeye çalıştığı mesaj (reklam) hedef kitleye ulaşmıştır. Üzerinde hiç tartışılmadan, konuşulmadan basmakalıp ifadelerle; Türkler sanki ilk defa 1071’de gelmiş gibi bir kanaat oluşturulmuştur. Gerçek araştırmacı ilim adamlarını tenzih ederek ifade etmeliyim ki; üzerine vazife olanların odalarından çıkmadan, kendilerinden önce yazılanların kopyalanıp yapıştırıldığı bir tarih anlayışı ile Türk Tarihi yazılamaz. Üniversitelerin dünya sıralamasındaki başarıları, yayınlanan makalelerin sayısı, Türk akademisinin aşağı yukarı durumunu göstermektedir. Osman Turan, Nihal Atsız, Faruk Sümer, Fuat Köprülü, Ali Sevim, Mükrimin Halil Yınanç, Yılmaz Öztuna, Mustafa Kafalı vd neslinden sonra Türk tarihçiliği atalet çağına girmiş gözüküyor. Neyseki arada istisna olarak, cesur yürekli kalbi Türk Tarih Şuuruyla yanan ilim adamları çıkıyor da yerli ve milli tarih araştırmaları ile gönlümüze su serpiliyor, bu kıymetli araştırmacı hocalarımıza da teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Türkiye’de akademisyen olmayan araştırmacılara kapılar genelde kapalı, kapıları açabilenler de imkân ve şerait ölçüsünde çalışmakta.
Anadolunun Türkleştirilmesi ve İslamlaştırılmasında temel sebep; büyük nüfus tazyikidir. Türklerin akın akın Anadolu’ya girmelerinin temel sebebi; kendilerinin de yaşadıkları yerlerden daha emniyetli bir yurt arayışına bağlı , geniş otlaklar, akarsular, verimli araziler bulmak ve düşman baskılarından kendilerini korumak için güvende olacakları yurtlara göçmek için ayrılmış olmalarıdır.
Türkler için ya Anadolu’da yaşamak veya ölmekten başka bir çare kalmamıştı; zira dönecek bir yerleri yoktu bu sebeple Türkler vatanlarını ve İslamiyeti kurtarmak için hem öldüler hem de bu sayede yaşamak hakkını kazandılar.
1018 yılında Çağrı Bey’in Anadolu seferi ile başlayan Türklere ebedi yurt bulma arayışı , Malazgirt zaferi ile neticeye ulaşmıştır. Anatolia, Alparslan’ın bizlere Anadolu olarak emanet ettiği ebedi vatanımız olmuştur. Selçuklu, beylikler, Osmanlı çağlarından sonra Türkiye Cumhuriyeti olarak, aynı istikamet üzere şanlı fatihlerin emaneti üzerinde yaşıyoruz, nereden nasıl geldigimizi unutmadan, gidecek başka bir yerimiz olmadığını bilmenin şuuruyla, vatanımın en küçük çakıl taşını dahi mübarek bilerek, şuhedaya layık evlat olmalıyız.
Çağrı beyle başlayan Anadolu seferi ile Oğuz Türkleri ya Anadolu’da kendilerine yurt bulacak ya da orada öleceklerdi.
Eleşkirt, Ahlat ve Aras dolaylarına 60.000 hanelik Mugen Türkmeni; Pasin Ovasına ve Karadeniz boylarına Azad Musa baskanlığında 60.000 hanelik başka bir Türkmen kolu;
Denizli dolaylarına 200.000 çadırlık; Kütahya çevresine 30.000 çadırlık; Kastamonu yöresine de 100.000 çadırlık ve Karadeniz kıyılarına da 40.000 çadırlık Oğuz Çepni Boyu olmak üzere aşağı yukarı 3 milyona yakın Oğuz Türkü, Anadolu kapılarından yeni yurtlarına giriyorlardı. Kaybedecek hiçbir şeyi olmayan, fakat kazanacak çok şeylerin başında özel bir yurt, ebedi vatan Anadolu olan bu gözü pek insanlar için yeni bir ölüm kalım savaşı başlıyordu. İslam tarihçisi Zekeriya Kasev’nin vermiş olduğu bu rakamlar yüzde yüz doğru ise; böyle yaman bir nüfus kopuşunun önünde köhnemiş Bizans’ın duramamış olması haklı görülebilecek derecede önemlidir. Anadolu’ya yapılan bu büyük göçün taşıdığı insanın içinde, sırf kendisine ve hayvanlarına yerleşip yaşama imkânı sağlayacak bir yer arayanlar olduğu gibi, yeni toprakların Hristiyan unsurlarını Müslümanlığa kazanmayı amaç edinen İslam misyonerleri yani derviş, şeyh ve ahiler ile bu toprakları siyasi amaçlalarla fethedip yeni devletler kurmak isteyen gaziler de vardı.[1]
Birçok aydınlar, hatta tarihçilere göre 1071 Malazgirt Savaşı ile Anadolu’da yeni bir devlet kurulmuştur. Yahut bu tarih, Anadolu Türkleri tarihinin başlangıç noktasıdır. Bu (da) tamamiyle yanlış ve hissi bir iddiadır. Çünkü
- A) Malazgirt Zaferi’ni, 1040’ta Horasan’da kurulup kısa zamanda İran, Irak ve Azerbaycan’ı almış bulunan Selçuk devleti kazanmıştır.
- B) Malazgirt zaferi ile kurulmuş hiçbir bağımsız devlet yoktur.
- C) Anadolu Selçukluları denilen devlet 1077’de kurulmuştur.
- D) Anadolu Selçukluları da bağımsız olmayıp orta çağ Türk devlet sistemine göre Horasan‘daki Büyük Selçuklu devletine bağlı idi.
- E) Anadolu Selçuklu devleti ancak, 1157’de Büyük Selçuklu devleti dağıldıktan sonra bağımsız olmuş, ülkenin öteki bütün doğu bölümleri ise Harzemşahlar elinde kalmıştır.[2]
Malazgirt meydan muharebesi, Rum Selçuk Devleti’nin kurulmasına sebep olan vakadan ibaret değildir. Tesiri itibari ile vatanın temeli, o muzafferiyettir. Bu itibarla bizce kudsiyetinin hududu olmayan bir hadisedir. [3]
Malazgirt Zaferinin tesiri ve sebep olduğu neticeler kendisinden daha çok konuşulmuş ve adından söz ettirmiştir. Bu savaş Doğu Romanın aldığı en büyük mağlubiyet değildir, ya da Doğu Roma bu savaşın hemen akabinde yıkılmamıştır, hatta Anadolu bu savaşla birlikte tamamen Türk olmamıştır. Anadolu’nun Türkleşmesi yaklaşık dört asır daha devam edecektir. Malazgirt’in büyük bir bozgun olduğu da İslam tarihçilerinden ziyade Batılı tarihçilerin zikrettiği bir ifadedir. Çünkü Malazgirt Savaşından sonra Doğu Romada iktidara gelen yönetim meşruiyetini sağlamlaştırmak ve kendilerini kurtarıcı olarak göstermek için, mağlubiyetin sebebi olarak Diogen’in şahsını hedef almışlar, yaptıkları saray darbesini haklı çıkarmak için mağlupları ötekileştirerek, ilerde oluşabilecek olumsuzluklara karşı önlem almışlardır.
Mustafa Alican bu konuda: Malazgirt‘in çok büyük bir bozgun ve Anadolu’nun kaybı demek olduğu fikri, Bizans Devleti’nin siyasetinin en tabi bir icabıdır. Zira devrik imparator Diogen’in şahsı ve başarısızlıkları etrafından yeni imparatorların bir devri sabık yaratması gerekmekteydi; Diogene ve onun mağlubiyetinin; bir günah keçisi olarak ilan edilmesi, Bizans’ın yeni muktedirlerinin iktidarda olmalarının asıl sebebiydi. Malazgirt’in olağanüstülüğü askeri başarısından, stratejik taktiklerden yahut elde edilen ganimetlerden kaynaklanmıyordu. Malazgirt‘le beraber bir coğrafyanın “vatan olarak “telakki edilmesinin ilk adımı müşahhaslaşıyordu”diyerek bu algının batılılar tarafından oluşturulmasına açıklık getirilmiştir.
Önceki yazılarımda da belirttiğim gibi Malazgirt Türklerin Anadolu’ya ilk gelişi değildir, ya da Anadolu Türk tarihi Malazgirt zaferi ile başlamaz, ancak Anadolu Türk İslam tarihinin başlangıcı, avasım ve sugur birlikleri ile Selçuklu keşif seferlerini ayrı tutarsak ,1071’dir diyebiliriz. Malazgirt’ten itibaren Anadolu mayası tutmuş ve bu topraklar son durağımız, ebedi yurdumuz, vatanımız olmuştur.
1018 yılında başlayan Selçukluların Anadolu keşif seferleri, Caniklere kadar ilerlemiş, 1048’de Doğu Roma karşısında ilk ciddi sınavını başarıyla vermişti. Horasan‘dan gelen konar-göçer Türk-Oğuz kitlelerine vatan açmak amacıyla başlanan keşif seferleri, Erzurum’da Türk ve Doğu Roma ordularının karşı karşıya gelmesine kadar birbirlerini tanıma-tartma amacına uygun olarak devam etmiştir. 1048 yılında Erzurum Hasankale – Pasinler muharebesi ile Türkler cephede ilk zaferlerini elde etmişlerdir. Bu savaş Türklerin ilk hazırlıklı, düzenli seferi olmuş ve Türkler Trabzon’a kadar akınlar yapmıştır. 1064’te Alparslan’ın, Selçuklu tahtına oturmasıyla Selçuklunun batı seferi sistemli hale gelmiş, hanedan şehzadelerinin, zaman zaman da Sultan Alparslan’ın katıldığı bu seferler Anadolu’nun yurt olması için, kesintisiz devam etmiştir.
Dandanakan savaşını izleyen yıllarda, Türkmenlerin batı yönüne hareketi ile, Diyarbakır, Cizre, Mısır yörelerine birikmeleri üzerine bütün bu bölgelerin emir ve hakimlerinin sultan Tuğrul’a şikâyette bulunmaları sonunda Tuğrul Bey ulaklarla buyruk göndermek suretiyle, İslam memleketlerini işgal ile akınlara tabi tutan bu zinde Türkmenleri, Roma topraklarına sevke muvaffak olmuştur. [4]
Malazgirt Savaşı öncesi Anadolu’da yapılan mühim fetihlere baktığımızda, 1048’de Erzurum, 57’de Malatya, 1059’da Sivas, 1064’te Kars ve Anı, 67-68-69’da Kayseri, Konya, Niksar, Karaman, Amuriye, ve Honaz dikkat çekmektedir. [5] Üzerinden dokuz buçuk asırdan fazla zaman geçmesine rağmen Malazgirt Savaşı ile ilgili tartışmalar halen devam etmektedir. Bu savaş Doğru Roma için sonun başlangıcı olurken, Türkler için de yükselişin ilk basamağı sayılabilir. Savaş sadece iki millet arasında cereyan etmemiş, sebep olduğu Haçlı Seferleri ile dinler ve kültürlerin de karşı karşıya gelmesine, etkileşimine, sonuçları bugüne de yansıyan ötekileştirmeye de yol açmıştır.
Malazgirt Zafer’nin en bariz neticesi 1071 sonrası Türkiye Selçukluları, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti ile pek çok Anadolu Türk Beyliği’ne vatan olacak ve bugünden sonsuza dek vatan kalacak olan Türkiye topraklarının iskanı ve fetihe açılmış olmasıdır. Bu topraklar Doğu Roma için Hristiyanlık güneşinin doğduğu yer olan Anadolu’dur, kutsal Romanın son kalesidir. Büyük fetihle Doğu Romanın siyasi istikbali sallanmaya başlamıştır. Bu sebeple tehlikenin daha da büyümesine fırsat vermeden Türkleri geldikleri Asya bozkırlarına geri göndermenin yolları aranmaya başlanmış ve haçlı kimliği ortak paydasında buluşularak büyük bir ittifaka zemin hazırlanmaya çalışılmıştır. Haçlı seferlerinin temelinde yatan gerçek; Türk korkusuna dayanmaktadır, bütün Avrupa parçalanmışlığını, farklılıklarını bir tarafa bırakarak ortak düşman olan Türklere karşı tek vücut olmuş, zihinlerde bugüne kadar yaşayan Türk korkusu, Türk nefreti Avrupa’yı bir arada tutmuştur. Malazgirt zaferine kadar Anadolu’nun en son noktasında biriken Türkmen kitleleri, zafer sonrası çağlayanlar gibi coşkuyla Anadolu’nun dört bir yanına akmışmıştır.
Malazgirt zaferi öncesi Doğu Roma imparatorluğu sınırları dört yandan kuşatılmış ve anarşi ortamı hâkim olmuştur. Karadeniz’in kuzeyinden Balkanlar’a Peçenekler ve Uz tehdidi, Balkanlar’da Bulgar tehdidi, İtalya Yarımadası’nda Normanların tehdidi, Doğu Roma’yı Anadolu’yu elde tutmaya zorlamıştır. Doğu Roma thema sistemi bozularak, Anadolu garnizonları askerden arındırılmış, feodal beyler halka zulm etmeye başlamış, Ermenilere sürgün ve dini baskılar artmış durumdaydı. Maliye ve ordu sistemi X. Konstantin Ducas döneminde çökmüş, imparatorluğun otoritesi iyice sarsılmıştı ve Türk akınlarına açık hale gelmişti.
1- Anadolu Türkmenlerinin Tarihi
Malazgirt Meydan Muharebesinin (1071) ardından Türklerin zaferleri sonucunda İç Anadolu topraklarının büyük kısmında hâkimiyet Türkmenlerin eline geçti. Türkmen fütuhatı, bir ba-kımdan, Selçuklular tarafından birleştirilen farklı Türkmen kabilelerinin Bizans Anadolusuna etnik göçünü de temsil etti. Fakat kısa süre sonra Anadolu’nun Müslüman bölgeleri, birçok bağımsız ve yarı bağımsız Türk devletine ayrıldı.[6]
Selçuk İmparatorluğu’nun kuruluşu, doğurduğu iki büyük netice itibari ile Cihan tarihinin büyük dönüm noktalarından birini teşkil eder. İslam aleminin iç ve dış tehlikeler karşısında, ciddi bir buhrana maruz kalarak çökmekten kurtulması ve yeni bir hayat kazanması bu hadisenin doğrudan doğruya birinci, Anadolu’nun fethi ve Türkleşmesi de dolayısı ile ikinci büyük neticedir.[7]
Türkiye Selçukluları devleti, İran’da (Horasan) 1040 yılında kurulan Selçuklu imparatorluğundan 35 yıl sonra, 1075’te teşekkül etmiştir. Bu hadise 1071 Malazgirt zaferine müteakip, büyük bir Türk nüfusunun Anadolu’ya göçmesiyle mümkün olmuştur. Anadolu’ya Çağrı beyle 1018’de başlayan ve 1040 yılına kadar devam eden Oğuz akınları bir keşif hareketinden ileri bir tarihi ehemmiyet arz etmez. Lakin imparatorluğun kuruluşundan Malazgirt muharebesine kadar süren 30 yıllık gaza ve savaşlar, Anadolu’da Bizans mukavemetini kırmak ve burada yerleşme imkanlarını hazırlamak bakımından büyük bir mana taşır.[8]
Horasan‘a gelmeden önce başlayan yurt bulma ve kalabalık Türkmen kitlelerinin beslenme meselesi yanında İslam emirliklerine yapılan akınlar, Selçuklu imparatorluğunu zor durumda bırakıyordu. Bu sebeple Tuğrul Bey’le başlayıp devam eden Anadolu akınları hem İslam ülkelerinin tepkisini dindiriyor, hem Doğu Romaya karşı büyük bir ordu millet hazırlanıyor, hem de Türkmenler için açılan yeni yurt iskân ediliyordu.
Malazgirt zaferi Türk tarihinin en büyük zaferlerinden birisidir. Anadolu’da Türkler’le Rumlar arasında aşağı yukarı iki asır süren ölüm-dirim vuruşmasında 1048’deki Pasinler meydan savaşından sonra yapılan ikinci büyük meydan savasıdır. Bunun ehemmiyetini artıran ve Malazgirt’i büyüten sebeplerden birisi, zaferin 100.000’e karşı 40.000 kisiyle kazanılması; ikincisi, Bizans ordusundaki Türklerin büyük bir mili şuurla Alp Arslan tarafına geçmesi, üçüncüsü de bunun Türk-İslâm dünyasıyla Batı -Hristiyan dünyası arasında prestij ve şeref mücadelesi şeklini almasıdır.[9]
1071 Malazgirt zaferinden sonra Türk kuvvetleri başlarındaki kumandanları ile batı istikametinde bütün Anadoluyu kat ederek, adalar denizine ve Marmara sahiline ulaşmışlardı. Anadolu fethedilmiş olmakla beraber bazı müstahkem kalelerin fetih henüz tamamlanmamıştı. Bu münasebetle Selçuklu ailesinden Kutalmışoğlu Süleyman başkanlığında Artuk Bey, Mengücek Bey, Saltuk Bey, Danişmend bey, Bozan bey, Tutak bey, Karatekin bey ve Çubuk bey gibi birçok Türkmen beyinin vazife aldıkları bilinmektedir.[10]
Hamedanlı Yahudi asıllı Reşidüddin Fazlullah’ın Camiut Tevarih adlı eserin de Malazgirt Savaşı’na katılan kumandanlar arasında Danişmend Ahmet Gazi, Emir Çavlu ve Emir Çavuldur da yer almaktadır. 24 Ağustos Çarşamba günü, Sultan yanındaki beylerle Bizans ordusunu seyrederek sahip olduğumuz bu kadar askerle, bu kalabalık orduyla nasıl vuruşabiliriz dedi? Melik Danişment Gazi; bugün geri dönelim, iki gün silahlarımızı hazırlayalım, elbiselerimizi temizleyelim, cuma sabahı ezandan sonra muzaffer orduyla savaş yerine gidelim, bütün İslam alemi cuma namazında bizim için dua ederken, tekbir getirelim, küffara saldıralım”dedi. Danışmanın görüşünü beğenip geri döndüler cuma namazından sonra tekbirlerle harekete geçtiler.[11]
Osman Turan bu anlatılanlar da Melik Ahmet Danişmend Gazi yerine sultanın Buharalı imamı Muhammet bin Abdülmelikle. bu konuşmayı yaptığını bildiriyor.[12]
1071 Malazgirt zaferinden sonra Türkler’in Anadolu topraklar1-na dogudan batıya doğru yerleştikleri, tarihi kaynaklarda açıkça belirtilmektedir. Bu topraklarda oturan gayr-i müslim ahâlinin bir bölümünün daha önceki yıllarda Bizans’ın baskıcı politikası sebebiyle kismen de olsa oturduğu topraklar terk ettikleri bilinmektedir. İşte, Türkler’in fetihleri de, bu ahâlinin diğer bir kisim toprakları terk etmelerine sebep olmuştur. Bunlardan boşalan yerlere ise zaman zaman vukûbulan göçlerle gelen Türk nüfus yerleşmiştir. Gerçi bu, hemen bir anda olup bitmiş bir hâdise degildir. Ortalama iki ilâ üç yüzyıl boyunca süregelen göçler, değişik olaylar sebebiyle bazen artmış, bazen de durmuştur. Bu gelen Türkler, yerleştikleri sehir veya köylerde, çoğunluğunu “gayr-i müslim” Hıristiyanların oluşturduğu halkla karışarak, onlarla bir arada yasamaya baslamışlardır.[13]
Bu fatihler Anadolu’da kalici olduklarını ispat edercesine Türkmenleri ve diğer Müslüman unsurları hızla iskâna tabi tutmuştur.
Bu gelişmeleri yakından takip eden Bizans, karşı atağa geçmeyi denese de artık bunu önleyememiştir. Mesela Bizanslı komutan İsaac Comnenus’un Anadolu harekâti başarısızlıkla sonuçlanmış ve kendisi dahi esir edilmiştir. Ünlü Selçuklu Komutani Artuk Bey zaferden sonra 100.000 den fazla Türkmeni İzmit’ten Üsküdar’a kadar iskân etmiştir.
Artuk Bey Yukarı Kızılırmak ve Yeşilırmak havzalarını, Saltuk Bey Erzurum bölgesini, Mengücek Gazi, Erzincan, Kemah, Kölonya (Şebinkarahisar) ve Divriği çevresini, Ebu’l-Kasim Erzurum-Çoruh mıntıkasını, Dânismend Gazi (Ahmed Bey) ve arkadaşları Çavuldur Çaka,17 Tursun, Kara Dogan, Osmancık, İltekin ve Karatekin Iç Anadolu dolaylarını fethettiler. Dânismend Gazi, Niksar’ı merkez edinerek Karadeniz sahillerine kadar ulaştı. Sivas, Tokat, Amasya ve Kayseri havalisini fethetti. Kutalmışoğlu Süleyman Şah önce Güney Anadoluyu fethe başladı. Tarsus, Adana, Misis, Aynzarba ve Antalyayı aldı.[14]
Malazgirt muharebesinin sebepleri ana başlıklarla şu şekildedir:
- Türk boylarının Anadoluya gelerek Doğu Anadolu’da hakimiyet kurmaları ve Doğu Roma İmparatorluğu’nun bu kitleden rahatsız olarak Türk tehlikesini Anadolu’dan tamamen söküp atmak istemesi.
- Sultan Alparslan’ın bu bölgede yılmış olan Türkmen kitlelerine bir yurt tayin etme isteği.
- Doğu Romanın Anadolu’da bitme noktasına gelen otoritesini yeniden tesis etme arzusu.
- Müslüman Araplara karşı büyük ölçüde topraklarını kaybeden Doğu Roma’nın bu toprakları yeniden ele geçirme isteği.
- Orta Doğu coğrafyasında iki büyük güç haline gelen Selçuklu ile Doğu Romanın güç kavgası.
- İmparator Romen Diogen’in böyle büyük bir harbe hazırlıksız halde bulunan Selçuklu ordusuna ağır bir yenilgi aldırıp İran’ı ele geçirmek ve Bağdat halifeliğini ortadan kaldırmak istemesi.
- Doğu Romanın Türk tehlikesini, daha da büyümeden kökünden bitirmek istemesi.[15]
1067’de imparator olan Romen Diogen, Doğu Anadolu’da otoritesini korumak üzere sefere çıktı. Türk birliklerini Halep’e kadar çekilmeye zorladı. Ve bu arada pek çok kaleyi yeniden ele geçirip tekrar başkentine döndü, onun geri dönmesi ile Afşin, Sanduk, Ahmet Şah, Türkman, Dernekoğlu Mehmet gibi Türk kumandanları Doğu Anadolu’da yarım kalan akınlarına devam ettiler. Türk ve Doğru Roma kuvvetlerinin karşılıklı mücadeleleri farklı cephelerde 1068-1070 arası devam etti. Sultan Alparslan’ın Mısır seferine çıkmasını fırsat bilen Doğu Roma için bir umut ışığı doğmuştu. İmparator, Türkleri Mısır seferine çıktıklarında zor duruma düşürmek ve Türk tehlikesinden tamamen kurtulmak düşüncesine kapılmıştı. [16]
Sultan Alparslan, Büveyhoğulları üzerine büyük bir orduyla sefere çıkmıştı. Halep’te iken doğru mu ordusunun üzerine doğru geldiğini öğrenince, Mısır Seferinde ki orduyu ikiye ayırarak emir Aytekin ve Halep emiri Mahmudu Mısır Seferi ile görevlendirilerek kendisi ordunun geri kalanıyla Anadoluya döndü.[17]
Sultan Alparslan Mısır seferine çıktığında, Doğu Roma ordusu ile bir meydan savaşı yapmayı düşünmüyordu. Hedefi Büveyhoğullarıydı, ancak Roman Diogen’in elçilerinin getirdiği meydan okuyucu tekliflerin altında kalmak istemeyerek Mısır seferine çıkan orduyu ikiye bölüp, Halep ve iktalardan katılan süvarilerle Anadolu seferine yaklaşık 35.000 kişilik bir kuvvetle yönelebildi.
Ahmet bin Mahmud’un Selçukname adlı eserinde durum şöyle anlatılmaktadır. Roman’ın elçisi gelip orada sultana vasıl oldu, elçiye sultanın huzuruna girmesi için izin verdiler, elçi sultanın önüne mektubu koyup okudu. Muradının müslümanların ülkesi üzerine gelip karışıklık çıkarmak olduğunu bildiler, istediği neyse tercüman ağzından anladılar, Romanos mektupta “ bizden aldığın ve ülkelerin içine kattığın Membiç ve Malazgirt‘i yine bize veresin, Aklını başına toplayasın ve sulh için verilen malı bize gönderesin, asker ile üzerine varıp sana ve ülkene çok işler yapacağım…” demişti. Alparslan bu sözleri işitip öfkeyle başını salladı ve kızdı ve hiddetinden duramaz ve yerine oturamazdı. Sultan Alparslan elçinin mektubuna cevap yazıp tırnak “işte biz hazırız, geleceği var ise gelsin ve bizden alacağı var ise alsın” dedi. Sultan Alparslan Halep’te Fırat’a vasıl oldu. Sonra asker Fırat’ı yüzüp geçerken çok at, katır, yük hayvanları, develer ve ağırlıklar mahvoldu. Bizans elçisi sultanın askerlerinin yorgunluğu, azlığı ve güçsüzlüğü öğrendi ve Fırat’ı geçer iken sayısız gereç ve hayvanlarının yok olduğunu bildi. Bütün bu öğrendiklerini Roman’a bildirdi. Roman’ın Alparslan üzerine yürümek için niyeti bir iken bin oldu.[18]
Türk ordusunun hafif zırhlı süvarilerden oluşması, uygulanan hilal taktiğinin hızla başarıya ulaşmasını sağladı. Selçuklu ordusunda Anadolu’da önemli akınlara ve fetihlere katılarak Roma ordusunu yakından tanıma fırsatı bulmuş tecrübeli komutanların varlığı savaşın seyrinde olumlu etki yapmıştır. Bu komutanlar başta Afşin Bey olmak üzere Saltuk, Ahmet Şah, Savtekin, Gevherayin, Artuk, Dilmaçoğlu Mehmet ve Aytekin beylerle Şehzadelerden Kutalmışoğlu Süleyman ve Mansur örnek verilebilir.[19]
Sultan Alparslan 1068’de çıktığı ikinci Kafkas seferinin ardından Anadoluya akınlar ve seferler için Sanduk, Azerbaycan umumi Valisi Şehzade Yakuti, Kutalmışoğlu Süleyman ve kardeşi Mansur ile eniştesi Erbasan’ı vazifelendirdi[20]E rbasan, daha sonra Sultan Alparslan’a isyan ederek 1070 yılında sultanın çıktığı Anadolu seferini fırsat bilerek, emrindeki Yabgulu Türkmenleri ile Alparslan’dan kaçarak Anadolu’ya girdiler[21].Erbasana karşı Roman Diyojen, Sivasa Manuel Kommenos’u sefere gönderdi, Kommenos Erbasana yenildiği halde, Sultan Alparslandan kaçan eniştesi Erbasanı, Roma ile birlikte olmaya ikna ederek başkente götürdü. Roma ordusunda, Türklere karşı savaşmaya razı etti. Erbasanı teslim almak için takip eden Afşin Bey Romen Diogen’den red cevabı alarak eli boş döndü.[22]
Roma ordusunun mevcudu ile ilgili kaynaklarda afaki rakamlar ileri sürülmekle birlikte kaynakların ittifak ettikleri; Diogen’in ordusunu Türk ordusunun iki katından daha kalabalık olduğudur. Bu kadar kalabalık bir ordunun sevk ve idaresi, piyade ağırlıklı olması ve pek çok milletten meydana gelmesi, muhabereyi de güçleştirmiştir. Roma ordusundaki generallerin siyasi hesapları da orduda kargaşaya ve bölünmelere sebep olmuş, birbirlerine hasım olan generaller, zorda kalanlara yardım etmeyip geri çekilmiştir. Roma ordusundaki paralı askerlerden Peçenek ve Kumanlar Türk ordusu saflarına katılmış, içerden dağılan Roma ordusunda mağlubiyete tesir etmiştir.
Alp Arslan, kaynaklara göre, biri daha Hoy’da ordu ileri gelenlerine, digeri savaşa başlamadan biraz önce bütün ordusuna iki nutuk irad etmistir. O, birinci nutkunda «kendisiyle beraber kalan (kumandan) lara», çok sabırlı olduğunu, emrindeki gâzilerle tehlikeli bir ise giriştiğini, muzaffer olursa bunun Tanrı’dan olacağını, ölürse oğlu Melik Şah’ı dinlemelerini, ona itaat etmelerini ve yerine geçirmelerini söyledi. Ayni zamanda bir nevi «Siyasi vasiyetname» olan bu nutuktan büyüklüğünü takdir ettigi tehlike karşısında Alp Arslan’ın Çelik azmini ve sebatını vuzuhla müşahede ediyoruz.
Nutukta dikkati çeken ikinci vasıf, Alp Arslan’ın yapacağı savaşa vermek istediği manadır: Ona göre, bu savaş yalnız askerî, siyasi veya milli bir savaş degildir; aynı zamanda dini bir savaştır.
Savaşın bu mahiyeti ikinci nutkunda daha vazih olarak kendini gösterecektir. Şu hâlde ona göre, bu savaşla yalnız Selçuklu Devleti de-gil, İslam dini de müdafaa edilmiş olacaktır. Sünni islâm dünyasının başı olan Halife’nin de bunu böyle telâkki ettigi, Alp Arslanın gönderdiği bir mektuptan anlaşılmaktadır. Filhakika Halife bu mektubunda Sultan’a cesaret veriyor, onu teşvik ediyor; Cuma namazında zaferi için dua etmelerini her tarafa emrettiğini bildiriyordu.
Savaştan sonra, İslâmın mânevi merkezi Bağdat’ta ve diğer şehirlerde büyük genlikler yapılması, Malazgirt Meydan Muharebesi’nin bütün İslamlar tarafından ne kadar benimsendiğini göstermektedir.[23]
Savaşın şiddetli bir anında, Bizans imparatoru, Türklerin eskiden beri uyguladığı bozkurt savaş taktiği gereğince savunma savaşı yapa yapa ve yavaş yavaş sanki kaçar gibi çekilmekte olan Selçuklu atlı kuvvetlerini izlemeye başladı. Engel oldukça ağır kayıplar verdi.[24]
Türk ordusunun uyguladığı hilal taktiği ile kapana kısılan Doğu Roma ordusunun kanatlarla irtibatı kesilince, mağlubiyet Diogen için kaçınılmaz oldu. Nihayet Alparslan’ın 1064 ve 1070 tarihlerinde düzenlediği iki seferin neticesinde Hani de dahil olmak üzere Malazgirt ve Erciş gibi büyük şehirlerin feth edilmesi ile beraber Ermenistan’daki doğu Roma otoritesinin tamamen bittiğini söyleyebiliriz.[25]
İmparator Diyojen, Sultan Alparslan’ın eniştesi Erbasan‘ın kendisine sığınmasını ve ortasıyla kendisine ilhak etmesinin de verdiği moralle Sivasa kadar geldi. İmparator burada Ermeni prensler tarafından gayet iyi karşılanmasına rağmen Ermenilerin Rumlara karşı fena hareket etmiş olduklarını ileri sürerek, şehrin yağma edilmesini emretti. Birçok Ermeni de katledildi. Bu hareket Ermenilerin, Diyojen ordusuna tepki göstermelerine sebep oldu. Roma ordusunun pek çok milletten ve aşırı kalabalık olması haberleşmeyi, emir kontayı, hızlı hareket etmeyi, ikmali, iaşeyi olumsuz etkiliyordu Türk ordusunun sayıca az olması ve hafif Süvari olması, daha çabuk hareket kabiliyeti sağlıyor, vurkaç saldırılarını başarılı kılıyordu. Roma ordusundaki Türkler sultana haber göndererek kendisini ile beraber olduklarını, onun yanında muharebe edeceklerini bildirmişlerdi. 25 Ağustos akşamı, Roma Ordusu Ordugahı dönme harekâtına başlar başlamaz, Türkler meydana çıktı. Türk Süvarisi her taraftan Bizanslılara hücum etti ve onları ok yağmuruna tuttu. Bizans ordusu bu vaziyette oldukça hırpalanmış olarak ordugaha döndü. Türkler gece karanlığından faydalanarak ordugaha saldırıp, Bizanslıların istirahat etmelerine mani oldular. Ordugahta bulunan Türk asıllı birlikler ile temas kurarak, geceden faydalanıp Türk ordusuna katılmalarını temin ettiler. Ertesi sabah Bizans ordusundaki Peçenek ve Oğuzların Selçuk Ordusuna katıldıkları görüldü. Bütün geceyi uykusuz geçiren Bizans ordusunun maneviyatı, Ordu’nun bir kısmının karşı tarafa geçmesi ile biraz daha zedelendi dipnot[26]
Malazgirt zaferi ile tamamen bozulan Roma ordusu, Anadolu’nun orta ve doğu sınırı Türklere bırakmak zorunda kalmış, Horasan’dan beri kendilerine kalıcı yurt arayan Türkler Anadolu’nun sahipleri olmuşlardı. Zaferinden sonra Anadoludan ayrılan Sultan Alparslan, seferde yanında olan beylerine Anadolu’yu tamamen fet etmeleri emrini vermiş ve kimin nereye yönelmesi gerektiğini komutanlarına isim isim bildirmiştir. Başlayan bu yeni fetih hareketi, Anadolu’da beylikler döneminin kuruluşu olmuştur. Malazgirt öncesi Anadoluya defalarca akınlar yapan, Romanın müstahkem mevkilerini yıpratıp birçok kale ve yerleşim yerini ele geçiren beyler artık kendi idarelerindeki tebaya kök salacakları, yurt açmak için mücadeleye başlamışlardır.
Bu akınlar sırasında Anadolu’da yer yer beylikler kuruldu ve Anadolu sahasında müthiş bir kültürel değişim başladı. Anadolu sahasına yapılan bu akınlarda, Danişmend Gazi, Kutalmışoğlu Süleyman ve Emir Kapar gibi önemli komutanların isimleri öne çıkmıştır. Malazgirt zaferinden kısa bir süre sonra Anadolu’da Saltuklular, Mengücekliler, Danişmendliler, Artuklular ve İnaloğulları gibi Türk beylikleri boy göstermiş, bu beylikler zaten askeri yönden neredeyse tüm gücünü kaybetmiş olan doğru ama İmparatorluğu’nun siyasi ve askeri yönden yıpratılarak, Türklerin Anadoluya yerleşmesinde büyük rol oynamışlardır. Anadolu sahasında birinci beylikler dönemi olarak geçen bu süreç Moğol istilasına kadar devam etmiştir.[27]
Selçuklular zuhur etmemiş ve Malazgirt Zaferi elde edilmemiş olsaydı Müslüman kavimleri ve islâm medeniyeti de öylece daha on birinci asırda sahneden çekilirdi. Neticede bu medeniyet, XVI. asra kadar üstünlük ve hayatiyet bahseden Anadolu’nun Türkleşmesi ile üç kıta üzerinde dünya nizamına amil olan Osmanlı imparatorluğunun kurulmasına imkân veren hadiselerin şümulu iyice muhakeme edilirse Malazgirt Zaferi’nin cihanşümul manası ve tarihte nasıl bir dönüm noktası teşkil ettiği daha kolay anlasilir. Malazgirt Zaferi’nin, islâm ve Hristiyan dünyalarının kaderine tesir eden bu ehemmiyetinden sonra, ilk büyük netice, hiç şüphesiz, Anadolu’nun Fethi ve Türkleşmesi Halifelik ordularının asırlarca mücadelelerine rağmen Bizanslılardan koparamadıkları bir ülkenin şimdi de İslamın hamisi Türklerin ve göçebe Oguzlar tarafından süratle fetih ve iskân iki âlem icin hakikaten hayati ehemmiyeti haizdir. İslam’ın ilk fetihleriyle sadece kanatları koparılan, fakat X. asırda tekrar kanatlanıp taarruza geçen Bizans Anadolu’nun fethi ile bel kemiğini kaybederek artık tedrici bir ölüme mahkûm edilmiş oldu. Nitekim Malazgirt’ten sonra Bizans’ın mukavemeti kalmadığı için, Türkler yirmi yıl zarfında çadırlarını Boğazlar, Marmara ve Adalar denizi sahillerinde dikmeye muvaffak oldular. Müslüman Selçuklular Anadolu’yu açarken, onların gayrimüslim ırkdaşları “Peçenek” Uz (Oğuz) Türkleri de Balkanlara ini-yordu. Böylece Türklerin dünyaya bu üçüncü taşma devresinde Bizans İmparatorluğu Asya’da ve Avrupa’ da tam bir Türk kıskacı içine girmiş bulunuyordu. Öyle ki Frenkler Haçlı Seferleri ile Türkler üzerine büyük akınlar yapmamış olsaydı İstanbul’un Fethi, Balkanlara geçmek ve Avrupa’da birleşmek ilk Selçuk yayılışında mümkün olacaktı.[28]
Hillenbrand Malazgirt zaferinden sonra Selçuklu sultanlarının İslam’ın yeryüzündeki temsilcileri haline geldiğini, Malazgirt zaferinin getirdiği prestijin sultanların saltanatını bütün İslam dünyası üzerinde meşrulaştırmak için muazzam imkanlar sunduğunu yazmaktadır. Holdon’a göre Roma ordusunun yenilmesi ve imparatorun esir alınması, Doğu Roma İmparatorluğu’nun yenilmezliğini ve o dönemdeki gücünün çürümeye başladığını gösterdi.[29]
Bu savaşla Doğu’daki toprakların artık Doğu Roma tarafından korunamayacağı anlaşıldı. Ordu tamamen bozulmuş ve moral değerleri yıkılmıştı. Diojen iktidarda olduğu kısa süre içinde sürekli seferde ve ordu toparlamakla meşgulken, rakiplerinin bitmek bilmeyen “Bizans saray entrikaları” onun hayatına maloldu. Sultan Alparslan da yapılan savaşta, yenilmesine rağmen saygınlığına gölge düşünülmemiş, Türklerin misafiri olarak özenle ağırlanmıştır. Ancak kendi akrabaları ve emrindeki kumandanlarının başkentteki askeri bürokrasisi ve siyaset cambazlarının kurbanı olmuştu. Doğu’yu gözden çıkaran Doğu Roma Malazgirt mağlubiyeti ile batıdaki sınırlarını da koruyamaz hale gelmiş, güney İtalya’daki topraklarını da kaybetmişti, Normanların Bari’yi almasıyla 1071’de İtalya’da Roma İmparatorluğu hakimiyeti de sona erdi.
Sultan Alparslan’ın şehadeti
Hamdullah Müstevfi Kazvininin Zikri Padişahı Selçukiyan – Tarihi Güzide adlı eserinde Sultan Alparslan’ın şehadeti şu şekilde anlatılır:
İran ülkesinin tamamı Sultânın hâkimiyeti altında girince Mâ-verâü’n-nehr’i de ele geçirmek istedi. Han ile savaşmak üzere hareket etti. Ceyhûn’dan geçti ve nehrin kıyısındaki Berzem Kalesi’ni aldi. Kale kûtvâli Yûsuf’ u esir edip huzuruna getirdiler. Sultân ona ahvâli sordu. Yûsuf, küstahça cevap veriyordu. Onu öldürmelerini (siyâset) buyurdu. Yûsuf, bir bıçak çıkardı ve Sultana saldırdı.
Cândârlar ona doğru kostular. Sultân bıçağa karsi ok atıcılığına (endâzi) güveniyordu. Candarların onu yakalamasına engel oldu.
Ona üs ok attı. Üçü de isabet etmedi. Yûsuf, Sultana yaklaştı ve bıçakladı. Ârz Sa’dü’d-devle, Sultanı korumak için kendini onun önüne attı. Yûsuf, onu da bıçakladı. Orada bulunanlar dağılıp kaçtılar. Kûtvâl Yûsuf elinde bıçakla öylece gidiyor, kaçıyordu.
Câmi*-i Ferrâs bir çekiç/tokmak ile onun başına vurdu.Yûsuf düştü ve o sekilde öldü. Bu hâdise dört yüz altmış bes senesi Rebi’ü’l-evvelinde (Kasim-Aralik 1072) meydana geldi. Ondan sonra mücrimin huzura getirilmesi sırasında elinin bağlanması âdet ve gelenek oldu.[30]
Türkler İslam dünyasını iç ve dış buhranlardan kurtardığı gibi, haçlılara karşı müdafaayı da yine kendileri yapmıştır. Selçukluların siyasi yönden olduğu kadar inanç babında da İslam medeniyetine katkısı olmuştur.[31]
11. asırda İslam devletleri başına buyruk hareket ederek birlikten yoksundu.[32]
Selçuklular ise bu başına buyrukluğu ortadan kaldırarak, İslam’da yeniden birliktelik sağlayacaktır türklerin İslam’ı kabul etmesinden sonra İslam medeniyetini altın çağını yaşatacak olan İbni Sina, Farabi, Biruni gibi âlimler Türk coğrafyasında yetişmiştir.[33]
Malazgirt Savaşı’nın gerçekleşeceği günün özellikle Cuma’ya denk getirilmesi ile Abbasi halifesi Kaim bir Emrullah bütün İslam beldelerine cuma hutbesinde okunmak üzere bir dua metni yazdırmış ve cuma saatinde milyonlarca Müslüman Türk ordusunun galip gelmesi için dua etmiştir.
Malazgirt’ten sonra Doğu Roma’nın mukavemeti kalmadığı için, Türkler 20 yıl zarfında çadırlarını Boğazlara, Marmara ve adalar denizi sahillerine dikmeye muvaffak oldular. Müslüman Selçuklular Anadoluyu açarken onların gayrimüslim ırkdaşları Peçenek ,Oğur Türkleri de Balkanlara iniyorlardı. Bizans imparatorluğu Asya’da ve Avrupa’da tam bir Türk kıskacı içine girmiş bulunuyordu. Frenkler haçlı seferleri ile Türkler üzerine büyük akınlar yapmamış olsaydı, İstanbul’un fethi, Balkanlara geçmek ve Avrupa’da birleşmek ilk Selçuklu yayılışıyla mümkün olacaktı.[34]
Malazgirt zaferinin Hristiyan dünyası üzerinde icra eylediği aksiler 25 yıl sonra Türklere karşı sel gibi akan haçlı seferlerini meydana getirdi.
11. yüzyılın ilk yarısında Horasan bölgesinde, Gazneli Karahanlı ve Samani devletleri arasında hakimiyet mücadelelerinde farklı roller üstlendikten sonra 1040 yılında vuku bulan Dandanakan Savaşı ile Gazneliler hezimete uğratarak bağımsız bir siyasi yapı haline gelen Tuğrul Bey liderliğindeki Sünni İslam anlayışına sahip Selçuklular, kısa süre içerisinde Sünni İslam dünyası için bir umut kaynağına dönüşmüşlerdi. Selçuklular bütün enerjilerini Sünni Abbasi halifeliğini etkisiz hale getirme gayreti içindeki Şii siyasetle ve Fatimilerle mücadeleye yönelttiler.[35]
Yaklaşık üç asır müslümanların ve Horasan‘dan gelen Türkmenlerin sınırlarında bir tampon bölge kurmasına fiili olarak razı olan Doğu Roma, daha önce Malazgirt Seferi’nde olduğu ciddiyette bir harekata kalkışmamıştı. ordu komutanları ve feodal reislerin, bağlı tekfurlukların askeri gücü ile zaman zaman müslümanların üzerine yürüyen imparatorluk, Selçuklu liderliğinde bir tedbir alınmazsa Romanın başına büyük gaileler açacağından tedirgin olduğu Türkleri işin başındayken yok etmek istiyordu. 1068’de imparator olan general Roman Diyojen ilk iş olarak orduya çekidüzen verip, doğu seferine çıkması bu sebeptendi. Çünkü Türklerin doğurduğu kaygı, başkentte hissediliyordu. Her yıl çıkılan Seferlerle Diogen, kısmi başarı sağlıyor, Türkmenler adeta birden yok olup sonra tekrar ortaya çıkıyordu. Yapılan seferler pansuman niteliğinde oluyor, Roma imparatorluğu için çanlar çalıyordu. 1071 yılında, tarihin şahit olduğu en büyük ordulardan birini hazırlayan imparator, kendinden emin bir şekilde Türkleri Horasan‘a kadar sürmenin hesabını yapıyordu. Yanındaki generallere Türk illerinin taksimatını yapıyor, Sultan Alparslan’ı küçümseyici ifadelerle elçiler göndererek savaşsız bir şekilde topraklarının terk edilmesini istiyordu.
Ortodoks kilisesinde dile getirilen kehanetlerde, Konstantinopolis’in tanrısal sorularının aşılamayacağı ve dünyayı Hristiyanlaştırmak gibi kutsal bir misyon ile kendi siyasi paradigmasını evrenselleştirme gayreti içerisinde olan Bizans’ın, idarecilerinin başarıları ile yaygınlaşan bu kutsal efsanelerin İstanbul’a yüklenen kutsallaştırma çabasının bir yansımasıydı.[36]
Malazgirt’te alınan mağlubiyet Doğu Roma’ya yüklenen bu misyonun yıkılmasına, kutsal şehir İstanbul’un aşılmaz surlarının da bir gün aşılabileceği düşüncesinin doğmasına vesile oldu.
İmparator Agustinius ile tanrı devleti olarak addedilen ekümenlik politikalarıyla Bizans kilisesinin evrensellik iddiasını savunan, Kudüs’ten gelen kutsal haçı muhafaza eden, tanrı tarafından seçildiğine inanılan imparator kutsal kabul ediliyor, onun başkentinin de tanrı tarafından korunduğuna inanılıyordu. Avarlardan itibaren sürekli kuşatma geçiren şehrin surları asla aşılamamıştı, buna göre Tanrı Roma’yı koruyordu. Malazgirt’te alınan yenilgi ile Konstantinopolis’in ekümenlik iddiası yıkılmıştır.
Anadolu, batının zihin dünyasında önemli bir yer tutar. Övünç kaynağı olan pek çok medeniyet, kendi varlığını anlamlandırdığı pek çok büyük adam bu toprakların bir ürünüdür. Lidya, Efes gibi Hristiyanlaşmanın dahi saklayamadığı eski kültür varlıkları bu topraklar üzerinde serpilip filizlenmiştir. Malazgirt bunların yok olabileceğine dair bir korkuyu batı dünyasına zerk eden ilk adımdır.[37]
Malazgirt Savaşı öncesinde Sultan Tuğrul ve Alparslan dönemlerinde gerek töre gereği, yurttaşlarına yurt bulmak, gerek İslam beldelerinin yağmalanması önlemek, gerekse gaza anlayışı çerçevesinde Selçuklu Devleti’nin izlediği Anadolu politikası gereği görevlendirilen Türkmen beyleri Selçuklu hacipleri ve emirleri komutasında gerçekleştirilen akınlar neticesinde yarımadaya büyük bir Türk nüfusu göç ederek, taksim ettirilerek, bölgede pek çok şehir fethedilmiş, sonunda Anadolu’da Türk varlığı 1071 öncesi Doğu Roma imparatorluğuna kabul ettirilmiştir.[38]
Kazanılan zaferle anlaşma karşılaştırıldığı zaman, şartların ne kadar hafif olduğu derhal dikkati çekmektedir.
Sonra hemen hemen bütün şartların yerine getirilebilmesi imparatorun tekrar tahtına oturabilmesine bağlıdır. Alp Arslan neden bu kadar hafif şartlarla bir anlaşma yapmıştır? Bunun sebeplerini kısmen Bizans İmparatorunun hareket ve konuşmalarıyla Selçuklu
Hükümdarı üzerinde uyandırmağa muvaffak olduğu itimatta, kısmen de Bizans İmparatorluğunu vasal bir devlet haline getirmenin Alp Arslanın gururunu tatmin etmesinde aramak lazımdır. Yoksa savaş neticesinde askeri teşkilattan hemen hemen mahrum hale gelen Bizans’ı ortadan kaldırmak mümkün olduğundan, İmparatora çok daha ağır şartlar kabul ettirmek Alp Arslan için pek kolay bir iş olurdu. Öyle görünüyor ki, Romanos Diogenes’in şahsında sadık bir vasal ve müttefik bulduğuna kanaat getiren Selçuklu Hükümdarı, Bizans İmparatorluğunu fazla ezmek istememiştir.[39]
Malazgirt zaferine müteakip imparator Roman Diojen’in tahttan düşürülmesi üzerine, Bizanslılarla yapılan anlaşma bozulunca, Alparslan Anadolu’nun fethine emir vermiştir ve Artuk beyi gönderilen kuvvetlerin başkomutanlığına tayin etmiştir.[40]
Sultan Alparslan, Romen Diyojen‘in gözlerine mil çekilip ölümcül yaralar alması ve kısa süre sonra ölmesi üzerine çok hiddetlenmiş “bugünden sonra Rumlarla mevcut usul sona ermiştir, bundan böyle aslan yavruları olarak, yeryüzünde gece gündüz kartal gibi uçunuz, ve Rumlara merhamet etmeyiniz” emri ile hem düşen imparator hakkında merhamet ve teessürünü, hem de Anadolu’nun fethini ilan etmiştir.[41]
Romanı tarihçi İoannes Zonaras’ın ifadesiyle Anadolu’nun fethinin hukuki dayanağı şöyle gelişti;” Sultan Alparslan’ın özgür bıraktığı tutsağının kendi memleketlileri tarafından acımasızca, acıklı bir ölüme mahkum kılındığını ve onunla yapılan barış anlaşmasının geçersiz kaldığını öğrenen Sultan çok üzüldü ve ordusuna Rum ülkelerini istila etmelerini buyururdu.” diyerek hukuki zeminde uluslararası hukukta taraflardan biri imza koyduğu anlaşmanın gereğini yerine getirmezse, muhatabına her türlü tasarrufta bulunma hakkı doğar. Urfalı Mateos, Bryenios, Zanaros ve Ebu Faraç sayesinde Sultan Alparslan’ın bu hakkı gereğince emir ve beylerine Anadolu’yu fethetme emri verdiği öğrenilmiştir.[42]
Selçuklular Anadoluyu açmakla göçebelerin birbirini püskürtmeleri ve nüfus baskısı ile yersiz ve muztar kalan Oğuz kavminin en büyük kısmına yurt buluyor, veya devlet ile Türkmenler bu muazzam işi birlikte başarıyorlardı. Bu Türkleşme, Bizans’a karşı İslamiyet’i emniyete almakla kalmamış, onun müstakbel kuvveti burada doğmuş ve yeni ufuklar da bu ülkede açılmıştır.[43]
İbrahim Kafesoğlu’na göre Selçuklu devleti için ilk fırsatta zaptı zaruri iki bölge vardı, biri Fatimi halifesinin ülkesi olan Mısır, diğeri Bizans hakimiyetindeki Anadolu. Birincisi Şiilik propagandasının merkezi idi. Anadolu ise Romanın telakkileri icabı başlıca faaliyet noktasını din uğuruna savaş teşkil eden Selçuklu fetühatına açık bir saha vasfı taşıyordu.Uzak Bozkırdaki yurtlarından bir daha dönmemek üzere gelerek, Selçuklu hizmetine giren, bu devletin şuurlu iskan ve idaresi altında Bizans sınırında yığılan, cengaverlikleri İslamiyetin gaza ve cihat umdeleriyle iyice gelişmiş Türkmen kütlelerinin, üstelik yayla iklimi ve bol otlakları ile kendi yaşayışlarına son derece elverişli hayat şartlarına haiz Anadoluya sahip olmak istemeleri kadar tabii bir şey olamazdı. İlk bakışta intizamsız, çapulcu çeteler tarafından maksatsızca yapılmış gibi görünen bu akınlar, hakikatte başıboş icra edilmediği gibi esas gaye de, sadece zengin ganimet elde etmek değildi. Sultandan emir alan Türkmenlerin, hücum noktaları gayet iyi tertiplenmiş, gidecekleri şehir ve kasabalar, uğrak mahalleri tespit edilmişti.[44]
Zaferin Sonuçları
Roma İmparatorluğu’nun devamı olan doğu romanın itibari yerle bir oldu. Doğu romanın doğusunun savunması olduğu ortaya çıktı.
Doğru ama için yıkılış sürecinin başlangıcıdır.
Avrupa’da Hristiyanların, Müslüman Türklere karşı birleşerek haçlı seferlerini başlatmalarına sebep oldu.[45]
Anadolu coğrafyası Türkler için vatan olarak iskana açıldı. Zafer’den sonraki 15-20 yılda Anadolu en doğudan en batıya, baştan sona Türk hakimiyetine girerek pek çok beylik kuruldu. Sultan Alparslan’ın Diogenle yaptığı sulh anlaşması Doğu Roma imparatorluğu tarafından kabul edilmeyince, Alparslan kendisine yapılan saygısızlığı ve hakareti affetmeyerek Anadolu’nun tamamen feth edilmesini, kumandanlarına beylerine emretmiş ve onlara ikta vererek kimin nereye gideceğini işaret etmiştir.
Malazgirt Savaşı, ardından gelecek bir çok mücadelenin de adının konulduğu savaştır. Türkler bu savaşla Anadoluyu vatan kılmak için fetihlere başlamış ve sonraki süreçte vatanlaştırmıştır. Türk ruhunun vatan arayışı Malazgirt zaferi neticesinde Anadolu’da son bulmuştur. Osman Turan bu zaferi manevi kuvvetlerin maddeye karşı üstünlüğü olarak görür. Atsız tarihimizin en şanlı zaferi olarak nitelendirdiği Malazgirt’i Bizans’a karşı kazanılan zaferlerin en şanlısı olarak görür ve imha meydan savaşlarının en güzel örneği olarak niteler.[46]
Malazgirt Savaşı’nın hem batının parantez içinde Avrupa) hem de Doğu’nun parantez içinde İslam dünyası) yeni ve yakın çağlardaki biçimlenişi, doğal olarak da modern dönemlere uzanan evrimin de göz ardı edilemeyen bir kurucu olma vasfına sahip olduğu söylenebilir.[47]
Tarihçi Peter Charanish’in dediği gibi Malazgirt Savaşı küçük Asya’nın ve uzun vadede yüzyıllar boyunca da yakın doğunun kaderini belirleyecektir.
Bu hadise Türk gücü ve İslam imanının, birleşmesiyle ortaya çıkan tali kuvveti, doğuda bulunan İslam ülkelerine hâkim olma yolunda harcayıp, halkı Müslüman olmayan batı ülkelerine yöneltmek hareketinin de ilk kuvvetli adamı olmuştur.[48]
1071 tarihine, İslam dünyasındaki bölünmüş siyasi birliğin en azından kurumsal anlamda tesis edildiği tarih olarak görmek mümkündür. Bu tarihten sonra Müslümanlar, İslam aleminin yeni askeri gücü olan selçuklular eliyle, doğu Roma’ya karşı Anadolu’da ilerlemeye başlamıştır. Malazgirt savaşından dört yıl sonra, 1075 yılında İznik’te Türkiye Selçuklu devleti kurulmuştur. Selçuklular, Suriye ve doğu Akdeniz sahil şeridi üzerinden kutsal topraklara ve Mısır coğrafyasına uzanan bir egemenlik alanı oluşturarak, İslam coğrafyasının yegane temsilcisi haline gelirken, Hazreti Peygamber’in Müjdesine nail olabilmek için, İstanbul’un hemen yanındaki ildeki alarak Türkiye Selçukluları’nın temelini atmışlardır, dolayısı ileyarım adanın Türkleşmesi ve İslamlaşmasını Malazgirt Zaferinin sonuçlarından biri olarak görmek gerekir.[49]
Avrupa’da büyük bir endişeye sebebiyet verdiği anlaşılan Malazgirt savaşından sonra 1074’te Papa VII. Gregoire bütün Hristiyanları Türk ve Müslümanlar ile mücadeleye ve Doğu Roma İmparatorluğu’na yardım etmeye çağırmıştır.[50] Dolayısıyla Doğu Romanın yıkılışını belki birkaç asır daha öteleyen haçlı seferlerini de, Malazgirt Savaşı’nın bir sonucu olarak görmek gerekir.[51]
Malazgirt Zaferinin Roma için en ağır neticesi, o zamana kadar Anadolu’yu Türk akınlarına karşı savunan müdafaa sisteminin yıkılması ve ordunun dağılmasıdır.[52]
Hilmi Ziya Ülgen Malazgirt’in önemini şöyle ifade ediyor “Türk milleti tarih boyunca vatan kuracağı yeri aradı. Dil, gelenek ve yasa birliği sınırları vicdanlarda çizilmiş bir yurtla tamamlanmalıdır. Çine Hint’te Avrupa’ya akınlar bu yurdu aramak içindi. Türk boyları bunu batıya ve büyük denizlere açılan kapıda, Türkiye’de buldular. Malazgirt bu kapıyı bu yurdu bulduğu için büyüktür.”[53]
Alparslan 26 Ağustos 1071’de kazandığı Malazgirt zaferi ile Küçük Asya’da Türk hakimiyetinin temel taşını atmış ve Bizans’ın akibetini tayin etmiş oldu.[54]
Muzaffer kumandan bütün imkanlarını kullanarak hazırladığı ordu darmadağın edildiğinden, zaferi izleyen yıllarda Türk akıncı kuvvetleri kendilerine karşı belirli hiçbir direnişle karşılaşmadan Anadolu içlerine akarak, kısa bir zamanda adalar bölgesi ve Marmara kıyılarına değin kolayca ilerlediler.[55]
Türk kuvvetleri bu kez bir istila amacıyla hareket etmeyip feth ettikleri şehir ve kasabalara yerleşerek Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasını sağlamışlardır. Sultan Alparslan’ın Türk milletine en büyük armağanı, bugün üzerinde yaşadığımız bu yurdun baştan başa fethedilerek, bu ülkede bağımsız bir devlet haline gelip, dünya siyasetinde önemli roller oynamamızı sağlamış olmasıdır.[56]
26 Ağustos 1071 Malazgirt zaferi nasıl ki Anadoluyu yeni bir yurt yapan başlangıçsa ,1176’da ikinci Kılıç Arslan’ın Roma imparatoru Manuel Kemmenos’a karşı kazandığı Çivril yakınlarındaki Karamukbeli zaferi de Türklerin bu topraklarda kalıcı olduğunu, Roman’ın artık kaybettiklerini geri alamayacağını kabul ettiğinin ilanı olmuştur.
Selçuklu devletinin kurulması ile Malazgirt zaferi arasında geçen 30 yıllık bir devir esnasında Türkmenler daimi bir akış halinde Anadolu hudutlarına girmiş, bu ülkenin şark ve orta kısımlarına yayılmışlar ise de bu memleketi henüz kendileri için emin bir yurt saymıyorlardı, fakat Malazgirt zaferinden sonra Bizans’ın artık bir ordusu ve mukavemeti kalmadığı için Türkmenlerin Anadolu’ya muhaceret artık sel haline almıştı. İslam ülkelerinde yurt bulamayan Türkler artık bu yeni vatanına koşuyorlardı.[57]
[1] Kemal Vehbi Gül, Anadolu’nun Türkleştirilmesi ve İslamlaştırılması, Akçağ, Ankara, 2012, sayfa 65
[2] Nihal Atsız, Türk Tarihinde Meseleler, Ötüken, 2015, İstanbul, Sayfa 72
[3] Yahya Kemal Beyatlı, Aziz İstanbul, Y.K Ensitüsü, 1964 , Sayfa 14
[4] Ali Sevim, Malazgirt Meydan Savaşı ve Sonuçları, Malazgirt Armağanı, TTK Yayınları, 1993, Ankara, sayfa 218
[5] Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, Sayfa 20
[6] Rüstem Şükürov, Türk Bizans İlişkileri ve Anadolu’nun Türkleşmesi, Kübak, İstanbul, 2016, syf 9
[7]Osman Turan, Türkiye Selçukluları Hk. Resmi Vesikalar,TTK Yay, Ankara, 2014, sayfa XI
[8] Osman Turan, Selçuklular ve İslamiyet, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1999, sayfa 48
[9] Nihal Atsız,Türk Tarihinde Meseleler,Ötüken, 2015, İstanbul, Sayfa 74
[10] Mustafa Kafalı, Anadolu’nun Fethi ve Türkleşmesi, Berikan yayınları, 2015, Ankara, Sayfa 30
[11] İslam Kaynaklarına göre Malazgirt Savaşı, Faruk Sümer, Ali Sevim, TTK, 2018, Ankara, sayfa 62
[12] Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, Ötüken, 2017, sayfa 207
[13] Mehmet Şeker, Anadolunun Türkleşmesi ve Kültürel Hayat, Ötüken, İstanbul, 2020, syf 71
[14] Ali Hatalmış, Anadolu’nun Türkleşme ve İslamlaşma Tarihi, Ötüken, 2020, İstanbul, Syf. 138
[15] Malazgirt Meydan Muharebesi (26 Ağustos 1071) Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1971, Sayfa 48
[16] Ali Sevim, Anadolunun Fethi, Selçuklular Dönemi, TTK Yayınları, Ankara, 2020, Sayfa 46
[17] Ali Sevim, age Syf 66
[18] Erdoğan Merçil, Ahmed Bin Mahmud Selçukname, Bilge,2018, İstanbul, Syf. 99
[19] Kemal Üstün, Malazgirt Meydan Savaşında Yer Alan Selçuklu Komutanları, Milli Mecmua, Sayı 4, 2018, Sayfa 35
[20] Ali Sevim Anadolunun, Türkleşmesi Sayfa 47
[21] Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, Sayfa 172
[22] Mustafa Alican, Malazgirt Kıyametin İlk Günü, Kronik Yayınları, 2017, İstanbul, Sayfa. 67-68
[23] Mehmet Altan köymen, Selçuklu devri Türk tarihi, Türk tarih kurumu, 2013, sayfa 269,
[24] Yaşar Bedirhan, Orta Çağı Tarihi, Eğitim Yayınları, Konya, 2018, Sayfa 186
[25] Mustafa Ketteoğlu, Öncesi Ve Sonrasındaki Gelişmelerle Malazgirt Meydan Muharebesi, Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü Yayınlanmamış Doktora Tezi, 2021 Sayfa Altı
[26] Feridun Dirimtekin, Selçukluların Anadolu yerleşmesi, Malazgirt armağanı, TTK yayınları, 1993, Sayfa 245
[27] Nejat Kaymaz, Malazgirt Savaşı ile Anadolunun Fethi ve Türkleşmesine Dair, Malazgirt Armağanı, TK Yayınları, Ankara, 1993, Sayfa 259
Oğuz ünal,1071, Ötüken, İstanbul, 2020, Sayfa 491
[28] Osman Turan, Makaleler,Kurtuba,Ankara,2010,, suf 631
[29] Murat Aktaş, Tarihin Akışını Değiştiren Savaş Malazgirt,IJSHAS,Ekim 2022,Sayı 57,Syf 1310
[30] Erkan Göksu, Hamdullah Müstevfii Kazvini Tarihi Güzide, Zikri Padişahı Selçukiyan, Bilge Kültür,2015, İstanbul, Syf. 38
[31] Osman Turan, TCHMT, Ötüken, İstanbul, 2009, Syf. 205
[32] Claude Chane, Osmanlı’dan Önce Anadolu’da Türkler, E Yayınları, İstanbul, 1973, Syf. 33
[33] Mazlum Şahin Demir,11.Asırda Değişen Anadolu’da Türkler, Malazgirt Savaşı, Akademik Tar Düş. Der, Cilt:4, Sayı:11, Mayıs 2017, Syf. 246
[34] Osman Turan, Büyük Malazgirt Zaferi ve Anadoluda Türk Destanı, Milli Mecmua, Sayı Dört, Ağustos 2018, Sayfa 19,
[35] Mustafa Alican, İslam Tarihinin Dönüm Noktası Malazgirt Zaferi, Milli Mecmua, Sayı Dört, Ağustos 2018, Sayfa 23
[36] Mustafa Alican, Kıyametin İlk Günü Malazgirt, Chronic Yayınları, 2017, Sayfa 41
[37] Doğukan Oruç, Kendisinden Büyük Olarak Malazgirt Muharebesi, Milli Mecbur, Sayı 4,2018, Sayfa 51
[38] Kemal Üstün, Malazgirt Meydan Savaşı’nda Yer Alan Selçuklu Komutanları, Milli Mma Sayı Dört Sayfa 35
[39] Mehmet Altan Köymen, Selçuklu Devri Türk Tarihi, TTK, 2013 ,Ankara, Syf 277
[40] Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, Üçgenleş Riyad, 2001, İstanbul, Sayfa 148
[41] Osman Turan, Selçuklular Tarihi Ve Türk İslam Medeniyeti, Ötüken, 2005, İstanbul, Sayfayı 186
[42] İbrahim Tellioğlu, Feth Edilenlerin Gözüyle Anadolu’nun Fethi, Bilge Kültür, 2020, İstanbul, Sayfa 93
[43]Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, Ötüken, 2017, İstanbul, Sayfa 22:24
[44] İbrahim Kafesoğlu,Selçuklular ve Selçuklu Tarihi Üzerine,Ötüken,2016,İstanbul,syf 210
[45] Murat Aktaş,age,syf 1312
[46] Yasin usta,Milli Mecmua,Satı 4,Ağustos 2018,sayfa 1
[47] Mustafa Ali Can, İslam Tarihinin Dönüm Noktası Malazgirt Zaferi, Milli Mecmua, Sayı 4, Syf. 29
[48] Yaşar Bedirhan, Türkiye Selçuklu devleti tarihi, eğitim yayınları, Konya, 2022, sayfa 62
[49] Mustafa Alican, Malazgirt 1071, kıyametin ilk günü, kronik, 2017, İstanbul, sayfa 196
[50] Mükremin Halil inanç, Türkiye tarihi selçuklular devri, İstanbul Üniversitesi yayınları, 1944, sayfa 80
[51] Osman Turan, makaleler, Kurtuba kitap, Ankara, 2010,631
[52] Abdulkadir yuvalı, Malazgirt muharebesi ve bununla ilgili yerli ve yabancı araştırmalar, Erciyes Üniversitesi SB E dergisi, 1994 sayfa 40
[53] Hilmi ziya Ülgen, Anadolu kültürü üzerine makaleler, doğu batı yayınları, 2017, Sayfa 59
[54] Z.V.Togan, umumi Türk tarihine giriş, İş Bankası Yayınları, 2020, İstanbul, Sayfa 281
[55] Yaşar bedirhan, Malazgirt’ten vatana A.S devleti tarihi, eğitim yayınları, Konya, 2023, Sayfa 82
[56] Ali Sevim, Malazgirt meydan Savaşı, TTK, 1971, Ankara, Sayfa 96
[57] Osman Turan, selçuklular zamanında Türkiye, Ötüken, 2017, İstanbul, Sayfa 67
[i] Yazıda Türklerin karşısında yer alan devlet, Doğu Roma olarak ifade edilmiştir, burada geçen “Bizans” tabiri yararlanılan kaynaklardan yapılan alıntılar sebebiyle aslına bağlı kalınması için kullanılmıştır.