Yani ABD, bahsi geçen saldırıları, İran’a yapılması muhtemel bir müdahaleyi meşrulaştıracak bir gerekçe olarak kullanmaya çalışmaktadır. İşin garip yanı ise El Maliki’nin saldırıya dair kanıtları açıklayarak dünyaya duyurduğu basın toplantısında oluşturulmaya çalışılan algının Irak’ın işgali öncesinde Saddam Hüseyin’in elinde kimyasal silahlar bulunduğunu iddialarıyla oluşan algıyı anımsatmasıdır. Nitekim Washington yönetiminin İran karşıtı cepheyi inşa ederken Irak’ın işgali öncesinde tesis ettiği ittifaklara benzer ittifaklar kurmaya çalıştığı da bilinmektedir.
*****
Doğacan BAŞARAN
4 Eylül Cumartesi günü Suudi Arabistan’ın milli petrol şirketi Aramco’nun Bekik ve Haris’teki tesislerine 18 Silahlı İnsansız Hava Aracı (SİHA) ve 7 seyir füzesiyle düzenlenen saldırılar, İran’ı hedef tahtasına oturtmuş ve Tahran-Riyad hattındaki gerilimin hızla yükselmesine sebebiyet vermiştir. Her ne kadar saldırıyı, Yemen’de Suudi Arabistan liderliğindeki koalisyonla savaşan Husiler üstlenmişse de hem Washington hem de Riyad, saldırının arkasında İran’ın olduğunu iddia ederek Tahran yönetimini suçlamıştır. Suudi Arabistan’dan yapılan açıklamada saldırıda kullanılan SİHA’ların İran yapımı olduğu belirtilmiş ve Suudi Arabistan Savunma Bakanlığı Sözcüsü Turki El-Maliki şu açıklamada bulunmuştur:[1]
“Aramco’ya yönelik saldırıda İran yapımı Delta-wing tipi SİHA’lar kullanıldı. Saldırı kuzeyden güneye yapıldı ve kesinlikle İran tarafından desteklendi. İran, Yemen’deki vekilleri yoluyla Suudi Arabistan’daki sivillere düzenlenen saldırıların arkasında bulunuyor. Şirketin Bekik ve Haris tesislerine yönelik saldırılar, yine İran’ın arkasında olduğu önceki saldırıların devamı niteliğinde.”
Görüldüğü üzere Suudi Arabistan yönetimi, saldırılar hasebiyle doğrudan İran’ı suçlamaktadır. Tahran’dan gelen açıklamalarda ise ABD Başkanı Donald Trump’ın İran’a uyguladığı “Azami Baskı Politikası”na atıfta bulunularak “Azami Yalan Politikası” ifadesi kullanılmış ve saldırılarla İran’ın ilişkili olduğu iddiaları reddedilmiştir. Bununla birlikte saldırıyla ilgili konuşan İranlı yetkililerin saldırıyı kınamadıkları ve hatta zımni olarak destekledikleri de görülmüştür. Örneğin İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Aramco’nun tesislerine yapılan saldırılarla ilgili olarak Suudi Arabistan’ın öncülük ettiği koalisyon güçlerinin Yemen’deki saldırılarına atıfta bulunarak şunları söylemiştir:[2]
“Hastane, okul ya da Sana’da bir pazar yerini vurmadılar ki rahatsız olasınız. Sizi uyarmak ve size ders vermek için bir sanayi merkezini vurdular.”
Ruhani’nin açıklamasından da anlaşılacağı gibi İran, Suudi Arabistan’a yapılan saldırının arkasında olduğu iddialarını redderken; saldırıya sıcak baktığını ve Husilerin bu eylemine örtülü olarak da olsa destek verdiğini ortaya koymuştur. Zaten İran’ın Yemen’deki vekilinin Husiler olduğu da bilinmektedir. Dolayısıyla saldırı, Husiler tarafından gerçekleştirilmiş olsa bile arkasında İran’ın bulunduğunu söylemek mümkündür. Ancak Amerikalı yetkililerin yaptığı açıklamalar, söz konusu saldırının Husilerin bulunduğu Yemen’den değil de İran’ın güneybatısından gerçekleştiğini iddia etmektedir.[3] Dahası saldırıların İran kaynaklı olduğunu öne süren Washington yönetimi, Arap Dünyası’ndaki en mühim müttefikini hedef alan bu saldırının “savaş sebebi” olduğunu da dillendirmiştir. Üstelik bu saldırıların “savaş sebebi” olduğu yönündeki söylem, Amerikan diplomasisinin başındaki isim olan ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo tarafından da şu sözlerle ifade edilmiştir:[4]
“Saldırıya uğrayan Suudilerdi, saldırı onların topraklarına yapıldı, bu doğrudan onları hedef alan bir savaş nedeniydi.”
Yani ABD, bahsi geçen saldırıları, İran’a yapılması muhtemel bir müdahaleyi meşrulaştıracak bir gerekçe olarak kullanmaya çalışmaktadır. İşin garip yanı ise El Maliki’nin saldırıya dair kanıtları açıklayarak dünyaya duyurduğu basın toplantısında oluşturulmaya çalışılan algının Irak’ın işgali öncesinde Saddam Hüseyin’in elinde kimyasal silahlar bulunduğunu iddialarıyla oluşan algıyı anımsatmasıdır. Nitekim Washington yönetiminin İran karşıtı cepheyi inşa ederken Irak’ın işgali öncesinde tesis ettiği ittifaklara benzer ittifaklar kurmaya çalıştığı da bilinmektedir.
Bu kapsamda Irak’ın işgali öncesinde Almanya ve Fransa gibi Kıta Avrupası’nın başat aktörlerinin desteğini alamayan ABD’nin İngiltere’yle birlikte hareket ettiği hatırlanmalıdır. Günümüzde de benzer bir durum söz konusudur. Brexit süreciyle Avrupa ittifakından uzaklaşarak Atlantikçi bir dış politika inşa etmeye çalışan İngiltere’nin İran’la yaşadığı “Tanker Krizi” hafızalardaki tazeliğini korumaktadır. Bener bir şekilde Irak’ın işgali öncesinde ABD’nin en önemli destekçilerinin Körfez ülkeleri olduğu düşünüldüğünde ise son dönemde Tahran-Riyad hattında tırmanan gerilim anlam kazanmaktadır.
Gelinen aşamada akıllara takılan soru ise İran karşıtı cephe inşa edilirken Trump’ın İran’ın vurulmasından yana olan Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’u niçin görevden aldığıdır. Zira Bolton’un görevden alınması, pek çok uzman tarafından Washington-Tahran arasındaki ilişkilerde yeni bir detant döneminin başlayacağı şeklinde yorumlanmış ve iki ülkenin tekrar müzakere masasına oturabileceği düşünülmüştür. Lakin Bolton’un görevden alınmasına rağmen İran’ın Dini Rehberi Ayetullah Ali Hamaney, ABD’nin tövbe ederek nükleer anlaşmaya geri dönmesi gerektiğini belirterek mevcut şartlarda ABD’yle diplomatik görüşmelerin gerçekleşmeyeceğini ifade etmiştir. Öte yandan ABD yönetimi de 24 Eylül 2019 tarihinde New York’ta başlayacak BM Genel Kurulu’na katılması beklenen İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in önüne vize engeli koymuştur. Bu nedenle de İran delegasyonunun söz konusu toplantıya katılıp katılamayacağı meselesi de belirsizliğini korumaktadır. Dolayısıyla Bolton’un görevden alınması, sanıldığı gibi ABD’nin İran politikasında bir yumuşamaya neden olmamış ve İran’a yönelik baskı politikası devam etmiştir. Hatta Trump, 18 Eylül 2019 tarihinde İran’a uygulanan yaptırımların önemli ölçüde arttırılmasını içeren bir talimat verdiğini de belirtmiştir. Tüm bu tablo ise Washington-Tahran hattındaki gerilimin daha da tırmanacağına işaret etmektedir.
Sonuç olarak ABD, Irak’ın işgali öncesinde inşa ettiği ittifak ilişkisini, “İran Karşıtı Cephe”nin kurulması ve kemikleştirilmesi için de tesis etmeye çalışmaktadır. Bolton’un görevden alınmasına rağmen Trump’ın İran politikasında ciddi değişikliklerin yaşanmayacağı anlaşılmaktadır. İran’a yönelik müdahaleyi meşrulaştıracak gerekçe arayan ABD’nin Aramco’nun tesislerine yönelik saldırılara ilişkin sert tutumunun nedeni de budur. Zira Suudi Arabistan, ABD’nin İran’a karşı uyguladığı stratejinin en önemli mihenk taşı konumundadır. Bu nedenle de Aramco Saldırıları, İran’a yönelik müdahaleyi meşrulaştıracak bir argüman olarak kullanılmaya çalışılmaktadır.
Kaynaklar:
[1] “S. Arabistan: Aramco’ya Yönelik Saldırıda Iran Yapımı SİHA’lar Kullanildi”, Bloomberg HT, https://www.bloomberght.com/s-arabistan-aramco-ya-yonelik-saldirida-iran-yapimi-siha-lar-kullanildi-2233268, (Erişim Tarihi: 19.09.2019).
[2] “Ruhani’den Saudi Aramco Yorumu: Size Ders Vermek Için Vurdular”, Anadolu Ajansı, https://www.aa.com.tr/tr/dunya/ruhaniden-saudi-aramco-yorumu-size-ders-vermek-icin-vurdular/1587163, (Erişim Tarihi: 19.09.2019).
[3] “ABD Kaynakları: Suudi Tesislerine Saldırı İran’ın Güneybatısından Yapıldı”, Deutche Welle, https://bit.ly/2kFd8z7, (Erişim Tarihi: 19.09.2019).
[4] “Pompeo, Aramco Saldırısını ‘Savaş Nedeni’ Olarak Nitelendirdi”, NTV, https://www.ntv.com.tr/dunya/pompeo-aramco-saldirisini-savas-nedeni-olarak-nitelendirdi,jBe7C-ii4U2-Fsvu4iVFhg, (Erişim Tarihi: 19.09.2019).
———————————————
Kaynak:
https://ankasam.org/aramco-krizi-irana-yonelik-mudahalenin-habercisi-mi/s