Âsâr-ı Müfîde Kütüphânesi

Osmanlı İmparatorluğu’nun son on yılı sadece cephelerde değil, kültür ve medeniyet sahalarında da yaşama hamleleriyle dolu bir zaman dilimi olmuştur. Cephede savaştığımız düşmanın memleketin dâhilinde tarih boyunca birikmiş sanat, ilim ve mimârî eserleriyle meşgul olması, hatta bunları yurtdışına kaçırmaları konusu o devirlerde münevverlerimizi en fazla düşündüren hususlardan birisi olmuştur. Nitekim yurt dışına kaçırılan eserlerin miktarı ve yabancıların bu uğurda ortaya koyduğu mücadele bize bu faaliyetlerin devletin inkırazıyla beraber olduğunu ve Osmanlı’nın, son zamanlarında içine düştüğü buhrandan her bakımdan faydalanılmak istendiğini düşündürmektedir.

Devlet-i Âliye’de, bu hususun fark edilmesinden sonra yavaş yavaş bazı kıpırdanmalar kendini göstermeye başlamıştır. İstanbul Arkeoloji Müzesi, Sanâyi-i Nefîse Mektebi, Evkâf-ı İslâmiye Müzesi (İslam Eserleri Müzesi) gibi kuruluşlar bir bakıma açılan bu derin yaraya merhem bulmak kabilindendir. 1915-1917 yılları arasında devlet bünyesinde yayın yapan Âsâr-ı Müfîde Kütüphanesi de kaybolmaya yüz tutmuş veya yayınlanmasına imkân bulunamamış eserlerin neşri konusunda gerçekleşen faaliyetlerden birisidir.

“Faydalı eserler” anlamına gelen Âsâr-ı Müfîde, Birinci Dünya Savaşı sürerken, devrin Maârif Nâzırı Şükrü Bey’in önderliğinde toplanan bir grubun çalışmalarıyla yayınlanan eserleri ifade eder. Maksat savaş şartları yüzünden zora giren neşir konusunda nisbî de olsa bir ferahlık sağlamaktır. Bu grubun içinde Cenab Şahâbeddin, Süleyman Nazif, İbnülemin Mahmud Kemal, İsmail Hakkı ve Osman Kemal gibi münevverler yer alır.

Eserlerin seçiminde oldukça titiz davranılmış, bilhassa mevcudu bulunmayan ve sağda solda dağınık bir halde kaderini bekleyen kitapların neşrine çalışılmıştır. Bu kütüphaneye bazen ikinci üçüncü dereceden eserler gelse bile öncelikli olarak ebedî ve ilmî bakımdan değerli eserlerin neşredilmesine dikkat edilmiştir. Tabii kütüphaneye gelen eserlerin içinde ebedî bakımdan zayıf veya ilmi açıdan pek bir değer ifade etmeyen metinler de vardır. İbnülemin bahsi geçen bu durumla ilgili şöyle bir anekdot nakleder:

“Merhûm Süleyman Nazif, Cenab Şehabeddin ve diğer iki arkadaşla ‘Âsâr-ı Müfîde Kütüphanesi’ni teşkîl ettiğimiz hengâmde beyaz bıyıklı bir zat, matbaaya gelüp Şâkir [Efendi] merhumun oğlu olduğunu, tab’ olunmak içün babasının dîvânını getirdiğini söylemiş ve tedkîk edilmek üzere bırakmış idi. Arkadaşlar, daha mühimleri varken bunun tab’ını muvafık görmediklerinden mahduma iâde kılınmıştı, şimdi mevcûd mudur, mefkûd mudur bilmiyorum” (İnal 2013: 2227).

Yukarıda zikredilen isimlerin ortak imzalarıyla yayınlanan ve 5 Ramazan 1334 (6 Temmuz 1916) tarihli “Âsâr-ı Müfîde Kütüphânesi” başlığını taşıyan yazıda belirtildiğine göre bu çalışma ile, ecdâdın irfanî değeri olan kıymetli yâdigârlarının ve hâl-i hazırda ortaya konulan eserlerin yangınlar ve ülkemize uğrayan yabancılar tarafından yağma edilmesinin bir nebze olsun önüne geçilmek istenmiştir. Yine söylendiğine göre Matbaa-i Âmire’de ve Mısır’da basılan eserlerin artık mevcudu bulunmamakta, bulunsa bile fiyatlarının yüksek olmasından ötürü temin edilememektedir. “Âsâr-ı Müfîde Kütüphanesi” başlıklı yazıda heyet, bu husus hakkında şunları söylemektedir:

“Âsâr-ı Müfîde mensûb oldukları milletin sâmân-ı ‘irfânını ihtivâ eden birer hazînedir. Bunların ziyâ‘ı, hayât-ı ümmetde tazmîni nâ-kâbil zararlar îkâ‘ eder. Bir tarafdan mütevâlî ve müstavlî harîkler, diğer tarafdan kadr-şinâsân-i ecânibin bezl etdiği nükûd karşısında irâdeleri sarsılan ve mağlûb olan ashâb veya huffâz-ı ketebemizin lâkaydî-i vicdânsûzu yâdigâr-ı eslâfın bir kısmını kütübhâne-i fenâya, bir kısmını da Avrupa ve Amerika’ya taşımakdadır. Öyle bir hâlde ki günün birinde hazâ’in-i ‘irfânımızın büsbütün boşanmasından korkulur.

Kütüb-i gayr-i matbû‘amızın hâl u mukadderâtı bu. Matbû‘ olanlarına gelince: Bunlar meyânında, meselâ, Matba‘a-i ‘Âmire ile Mısır Bulak Matba‘asının vaktiyle fevkalâde iltizâm-ı dikkat ve i‘tinâ ederek tab‘ ve temsîl etmiş olduğu kitâblardan birçoğunun ve en kıymetli ve en değerlilerinin nüsha-i mevcûdesi azala azala tedâriki kesb-i ‘usret ve, yine meselâ, birkaç sene evvel yirmi, otuz guruşla mümkünü’l-tedârik olan bir Nedîm Dîvânı bugün yüzelli, iki yüz guruş raddesine terfî‘-i fi’at etmişdir.”

Bütün bu sebepler yüzünden Âsâr-ı Müfîde Kütüphanesi böylesi bir niyeti gerçekleştirmek üzere teşekkül etmiştir. Beri yandan şöyle bir mesele vardır: Daha evvelden basılan eserler genellikle ikinci üçüncü sınıftan diyebileceğimiz ediplerin eserleridir. Şeyhülislam Yahya, Bâkî gibi şâirlerin divanları ihmal edilirken yayın hususunda Sünbülzâde Vehbî ve Aynî gibi şairlerin eserleri öne çıkarılmaktadır. Bâkî gibi bir şairin divanı taşbaskısıyla çoğaltılmış olsa bile bunlar dahi ortadan kaybolmuş durumdadır. Bu durumda eldeki mevcut şartları zorlayarak böyle bir yayın gerçekleştirilmiştir. Hersekli Ârif Hikmet Bey, Şeyhülislam Yahya, Leskofçalı Gâlib Bey gibi şairlerin divanları bu cümleden sayılabilir. Bu üç değerli şairin divanlarını neşretme görevini İbnülemin Mahmut Kemal üzerine almıştır. Bu neşirlerin, münevver kesim arasında kabul gördüğünü ve zevkle okunduğunu biliyoruz. Bunlardan birisi de Ahmet Hamdi Tanpınar’dır. Tanpınar bu yayınlar arasında çıkan İbnülemin’in divan neşirleri için şöyle der:

“İbnülemin Mahmut Kemal Bey’in ilk eserlerini, bilhassa Âsar-ı Müfide kütüphanesinde çıkan divan mukaddimelerini daha sultanî talebesi iken Antalya’da okumuştum” (Tanpınar 2005: 419).

Devrin şartları göz önünde bulundurulduğunda görülür ki, bu yayınların ortaya çıkması hiç de kolay olmamıştır. Özellikle İbnülemin’in yayına hazırladığı divanlar birçok araştırmanın ve çeşitli gayretlerin semeresi durumundadır. Meselâ Hersekli Ârif Hikmet’in divanı böyle bir çabanın ürünüdür. İbnülemin’in divanın başına koyduğu geniş mukaddimede nakledildiğine göre II. Meşrûtiyet’i müteakip, evvelden “muzır” addedilebilen ve Hersekli tarafından kendisine tevdî edilen divan gün yüzüne çıkarılmış, diğer eserlerinin de ortaya çıkarılması ve yayınlanması için çeşitli teşebbüslerde bulunulmuş ve makaleler yazılmıştır. Ancak,  bu çağrıya hiçbir taraftan karşılık gelmemiştir.

Beri yandan, bu eserleri bastırmak da külliyetli bir meblağı lüzumlu kılıyordu. İbnülemin, madden buna imkân bulamadığı için bu vazifeyi yine yerine getireyemeyecekti. Kendisi de eserlerin neşrinin gerçekleşmemesi sebebiyle, içinde bulunduğu hali şöyle ifade edecekti: “Babamız bize nâmûsdan başka mîrâs bırakmadığıçün bu emr-i hayrın husûlüne imkân bulamadık” (İnal 1334: 77-78).

İşte tam da bu esnada Maârif Nâzırı Şükrü Bey’in yardımı İbnülemin’in ve basılmayı bekleyen eserlerin imdadına yetişmiştir. Şükrü Bey’in himmeti sayesinde Hersekli Ârif Hikmet’in divanı neşredilmiş ve İbnülemin, Şükrü Bey’e, divanı kaybolmaktan kurtaran bu teşebbüsü için teşekkür etmiştir.

Bu hâlin aynısı Leskofçalı Gâlib Bey dîvânı için de geçerlidir. Gâlib’in, öteye beriye dağılmış, mecmualarda ve bazı antolojilerde birkaçına rastlanacak kadar gözden uzak düşmüş şiirlerini ortaya çıkaran da Âsâr-ı Müfîde ve özellikle İbnülemin’in gayretleri olmuştur. Kadir kıymet bilmeyen ellerde mahvolan şiirler, şahsî çıkarlar için değil, ancak vatanın çıkarı için çalışıldığı bir sırada yine Şükrü Bey’in gayretleri neticesinde Âsâr-ı Müfîde bünyesine dâhil edilmiştir. İbnülemin, bu durumu ve Şükrü Bey’in bu hizmetini aşağıdaki sözleriyle ifade eder:

Nâm-ı Gâlib’i ihyâ eden bu himmet, hey’eti de vakf-ı mahmidet eyledi. Vücûdundan kat‘-ı ümîd edilen bir nüsha-i yegânenin –ki birkaç sahîfesi mü’essirînin hatt-ı destiyle muharrerdir- meydâna çıkması bittabi mûcib-i meserret ve meydâna çıkaranlar içün şâyân-ı mefhâretdir” (İnal 1335: 12).

Mâbeyn-i Hümâyûn başkâtibi Ali Fuâd Bey’in oğlu Ali Bey, Leskofçalı Gâlib’in divanını Mucib Bey adlı birinden alarak babası vasıtasıyla Maârif Nâzırı Şükrü Bey’e emanet etmiştir. Böylece, son devirde yaşayan ve eski vadide söylediği şiirleriyle edebiyatçıların bu vadide son üstatlardan biri kabul ettiği Leskofçalı Gâlib Bey’in şiirlerinin kaybolmasının önüne geçilmiştir (İnal 1335: 14).

Âsâr-ı Müfîde Kütüphânesi bünyesinde yayınlanan birçok eser vardır. Abdülhak Hâmid’in, bazıları Süleyman Nazif’in hâşiye ve mukaddimesiyle yayınlanan İlhâm-ı Vatan, Finten, Mektuplar, Târık bin Ziyâd, Tayflar Geçidi, İbni Mûsâ gibi eserleri bu cümledendir. İbnülemin Mahmud Kemal’in mukaddimeleriyle yayınlanan Şeyhülislâm Yahya, Hersekli Ârif Hikmet ve Leskofçalı Gâlib Bey’in divanları da bu yayın faaliyeti içindedir. Beri yandan, Nâmık Kemâl’in Kanije ve Vatan Yâhud Silistre isimli eserleri de bu kütüphane bünyesinde yer almıştır. Âsârı Müfîde Kütüphânesinin yayın grubunda bulunan Cenâb Şahâbeddin’in Avrupa Mektupları eseri de neşredilmiştir.

Birinci Dünya Savaşı gibi devleti çok güç durumda bırakan, memleketi birçok cephede savaşmaya mecbûr eden bir hengâmede Âsârı Müfîde Kütüphânesi adıyla, devrin önde gelen kalem ve kelâm erbâbını bir araya getiren ve edebiyatımızın önemli eserlerini yayınlayan bu teşebbüsün hayırlı bir hizmet olduğu şüphesizdir. Bu neşirler sayesinde kuvvetle muhtemel ki, ecdad yadigârı edebî ürünlerin kaybolmasının önüne geçilmiştir. Yangınların ve yabancıların saldırısı altında yok olmamak için direnen eserlere sahip çıkmak, zamanın zorlu şartları göz önünde bulundurulduğunda büyük ve yerinde bir teşebbüs olmuştur.

Bu neşriyatın eksik kaldığı bazı cihetler vardır. Meselâ Âsâr-ı Müfîde bünyesinde yayınlanan divanlardan Şeyhülislam Yahya Divanı’nın İstanbul’da bulunan birkaç nüsha üzerinden metin tenkidi yapılmış ve kullanılan bu metinlerin neler olduğu belirtilmemiştir. Ancak savaş şartları ve ülkenin içinde bulunduğu durum düşünüldüğünde bunların gayet normal olduğu derhal kabul edilecektir. Neşriyatı gerçekleştiren heyet de zaten mükemmel bir yayın yapıldığını iddia etmez ve şöyle der:

“Her teşebbüsün bidâyetinde birçok nevâkıs bulunmak gayr-ı münkirdir. Âsâr-ı Müfîde Kütübhânesi hey’eti arzû olunan mükemmelliyeti tamâmıyla te’mîn edemediğini i‘tirâf eder. Harb-ı ‘umûmîden mütevellid mesâ’ib ü müşkilâtın haşr u neşr olduğu bir zamân ve mekânda daha ziyâde kemâl göstermek âsân değildi. Ma‘mâfîh hatevât-ı mesâ’imizin bir firâz-ı tekâmülde kat‘-ı mesâfât etmesine müstemirren çalışacağız. Allah’dan tevfîk dileriz.”

Birkaç yıllık bir zaman dilimi içinde yayın faaliyetini sürdüren Âsâr-ı Müfîde Kütüphanesi, bugün belki unutulmuş ve hafızalardan silinmiştir. Ancak, memleketin dâhilde ve hâriçte büyük tehlikelerle karşı karşıya olduğu bir hengâmede böylesine hayırlı bir teşebbüsün başlatılması ve bir süre devam ettirilmesi hiç şüphesiz medeniyetimizin inkıraz demlerinde bile gösterebildiği yaşama hamlelerine dair yerinde ve güzel bir örnektir.

Kaynaklar:

İnal, İbnülemin Mahmut Kemal (1334). Hersekli Ârif Hikmet Divan. İstanbul: Matbaa-i Âmire.

İnal, İbnülemin Mahmut Kemal (1335). Leskofçalı Gâlib Divan. İstanbul: Matbaa-i Âmire.

İnal, İbnülemin Mahmut Kemal (2013). Son Âsır Türk Şairleri, V. (Haz. Ayşegül Çelepoğlu). Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları.

Tanpınar, Ahmet Hamdi (2005). Edebiyat Üzerine Makaleler (Haz: Z. Kerman). İstanbul: Dergâh Yayınları.

Akün, Ömer Faruk (2000). “İbnülemin Mahmud Kemal”. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. 21, 249-262.

Karavelioğlu, Murat A. (2010). İbnülemin’in Divan Neşirleri. Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, 4, İstanbul 2010, 27-58.

Yazar
Yasin ŞEN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen