Bizim kuşağın ülkücülerinin çoğu Atsız’ın yarattığı iki roman kahramanından birisine aşıktı. Ya Almıla ya Güntülü… 9 Işığı dolayısıyla onun maddelerinden birisi olan “Ahlakçılığı” benimsemiş olan bizler, kendimizi kız-erkek ilişkisine mesafeli bakmak zorunda hissederdik. Kız arkadaşlarına “bacı” gözü ile bakan-bakmak zorunda olan ülkücüler için aşk olsa olsa ancak karşılıksız olurdu. Gönlümüz düşse de “bacımıza” aşkımızı açıklayamazdık. Dolayısıyla roman kahramanlarına âşık olmak ne kadar saçma görünse de mahalle baskısı olmadan aşkı yaşamanın tek yoluydu… Ben Almıla’ya âşık olanlardandım. Çünkü Bozkurtların Ölümü’nü Ruh Adam’dan çok önce okumuştum. Almıla Bozkurtların Ölümündeki en güçlü kadın kahramandı… Güzel, soylu, yiğit, sevmesini bilen, eğilip bükülmeyen, muhteşem bir Türk kadını…
1970’lerin başında okuduğum dergilerin birinde; Bozkurt muydu, Devlet miydi, Töre miydi tam hatırlamıyorum, başı börklü, saçları örgülü, elinde yayı, sırtında sadağı ile bir karakalem desen yayınlandı. Çizen muhtemelen Garipkafkaslı idi. Belki de Mehmet Başbuğ…. O deseni iyi resim yapan bir arkadaşıma büyüterek çizdirmiş, altına “Almıla’m” yazdırarak yurttaki çelik dolabımın kapağının içine yapıştırmıştım… Güne Almıla’nın resmine baktıktan sonra başlardım…
İlk kızıma ad koyacaktık. Ben “Almıla” olsun istedim. Aile meclisi reddettiği için olmadı… Ama kızına Almıla ismini veren çok arkadaşım oldu. Atsız Türk İsimler Sözlüğüne yalnız Almıla’yı armağan etmedi. Pek çok isim onun romanlarından esinlenerek konuldu çocuklara. Mesela Kürşad ismi Bozkurtların Ölümü yayımlanmadan önce verilen bir isim değildir. Yalnız Almıla ve Kürşad değil Pars, Börü, Kutluk, Kıraç, Arbuz Bozkurtların Ölümü yayınlandıktan sonra verilmeye başlayan isimlerdir. Bozkurtlar Diriliyor’dan sonra Ay Hanım, Kutluk, Tarkan; Deli Kurt yayınlandıktan sonra Gökçen, Çakır; Ruh Adam’dan sonra Güntülü, Aydolu, Nurkan isimlerinin daha yaygın olarak verildiğini görüyoruz…
Almıla’dan başladık söze. Oysa ben Ruh Adam’ın kadın kahramanı Güntülü’yü, Güntülü’nün gerçek hayatta hangi ünlü olduğunu, Selim Pusat’ın -Atsız’ın- ona aşkını, Atsız’a “Geri Dönen Mektup” başlıklı muhteşem şiirini yazdıran aşkının hikayesini aktaracaktım.
Neyse geç kalmış sayılmam. Başlayayım:
Ruh Adam edebiyat eleştirmenlerinin, ödül dağıtan kurum-kuruluş ve makamların görmezden geldiği, hakkı yenmiş bir romandır… Atsız’ı sevmeyenler onun diğer eserlerini yok saydıkları gibi, gerçekten iyi bir roman olan Ruh Adam’ı da yok saymışlardır…
Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun’un Ruh Adam hakkındaki şu değerlendirmesi çok önemlidir: “Ruh Adam, henüz postmodernizm kavramının anılmadığı bir dönemde yazılmış ve bu sebeple Türkiye’de postmodernist romanın bence öncüsü sayılmaya hak kazanmıştır.”
Her ne kadar Ruh Adam’ın internet satış sitelerinde yer alan tanıtım yazısında; “Ruh Adam’ın edebî-ruhî tahlilini yapanların, eserin hakikaten bir roman mı, yoksa yaşanmış bir hayat mı olduğunu kestirmekte hayli tereddüde düşeceklerdir” dense de Atsız’ın hayatını az çok bilenlerin kitabın daha ortalarına gelmeden kitabın baş kahramanı Selim Pusat’ın Nihal Atsız, Ayşe Pusat’ın da eşi Bedriye Atsız olduğunu anlamaktadır… Hatta Atsız’ın bazı yazılarında Selim Pusat takma ismini kullandığını bilenler için bu keşif romanda Selim Pusat ismini ilk rastladıkları anda başlamıştır.
Atsız, Yusuf Hacaloğlu’na yazdığı bir mektupta “Romandaki şahısların hiçbiri muhayyel değil. Yalnız bir iki yerde iki kişi tek şahıs veya bir kişi iki üç şahıs olarak gösterilmiştir. Vakalar da sahihtir” [i] diyerek Ruh Adam’ın biyografik özellikleri ağır basan bir roman olduğunu belirtmiştir.
Atsız’ı en iyi tanıyanlardan birisi olan Altan Deliorman “Ruh Adam’daki Gerçek Kahramanlar” başlıklı makalesinde romandaki gerçek kahramanların çoğunu isim isim açıklamıştır. [ii] Romanın en önemli kişilerinden birisi olan Güntülü ile arkadaşları Aydolu ve Nurkan hariç…
Ruh adam; zamanlar arası geçiş, hayalle gerçeğin bazen iç içe girmesi, Selim Pusat’ın Tanrının huzurunda, peygamberlerin, meleklerin, hakanların olduğu bir mahkemede yargılanması gibi konulardan yararlanan bir anlatım diline sahiptir. Atsız’ın bu romanı ele aldığı tüm sosyal, tarihi ve felsefî meselelere rağmen bir aşk romanıdır. Olgun bir erkeğin kendisinden 25 yaş küçük bir kıza duyduğu, platonik ama tutkulu bir aşk ana temadır Ruh Adam’da…
Ruh Adam, evliyken bir başkasını sevdiği için, ruhu asırlar boyu ızdırap çekmeye mahkûm edilmiş Yüzbaşı Burkay’ı konu alan bir Uygur masalıyla başlar.
Yüzbaşı Burkay’ın hikayesinden sonra Yüzbaşı Selim Pusat anlatılmaya başlanır. Selim Pusat, üç yıl evvel fikren kralcı olduğunu gizlemeye lüzum görmediğinden, arkadaşı Yüzbaşı Şeref’le birlikte harp akademisi son sınıftan atılmıştır. Yargılama sonucu iki yıla mahkûm olmuşlar ve rütbeleri ellerinden alınmıştır. Hapisten çıkmalarından hemen sonra arkadaşı Şeref’in intihar etmesi Selim Pusat’ı yıkmıştır. Yargılama ve tutukluluk sürecinde Selim Pusat’ın eşi Erenköy Kız Lisesi’nin edebiyat öğretmeni Ayşe Pusat bakanlık emrine alınmıştır. Yani cezaların şahsiliği ilkesi rafa kaldırılarak Selim’in eşi de cezalandırılmıştır.
Selim Pusat’ın tahliyesini takiben Ayşe Pusat da Erenköy Kız Lisesindeki eski görevine döner. Haksız yere hapis yatması, en sevdiği arkadaşı Şeref’in intihar etmesi, en fazla desteğe ihtiyaç duyduğu dönemde dost bildiklerinin kendisini yalnız bırakmaları Selim Pusat’ı bunalıma sürükler. Yalnızlığı bir sığınak gibi görür, eşi Ayşe Pusat’la bile diyalog kurmakta zorlanır.
Ayşe Pusat’ın Erenköy Kız Lisesi’nin fen kolunun son sınıfındaki öğrencileri arasında Güntülü, Aydolu, Nurkan isimli genç kızlar; güzellik, terbiye ve bilgileri ile Ayşe Pusat’ın ilgisini çeker. Bu kızlar zamanla Ayşe Pusat’ın daveti üzerine Pusat çiftinin evlerine gidip gelmeye başlarlar. Selim Pusat bu kızlardan Güntülü’nün güzelliğinden, zekasından, edebiyata ve tarihe ilgisinden etkilenmiştir.
Yaşamayı sadece askerlik olarak gören bedbin ve ümitsiz Selim Pusat, bir akşam Çamlı Koru’da meçhulden gelen bir kadın sesinin okuduğu şiiri duyar ve etkilenir…
Birkaç gün sonra Selim Pusat Güntülü’den sevdiği bir şiiri okumasını ister. Gerisini romandan aktarayım:
“Güntülü biraz düşündükten ve eliyle saçlarını o zarif hareketle düzelttikten sonra ahenkli sesi ve düzgün söyleyişiyle bir şiir okumaya başladı:
Sevda gibi bir gizli emel ruhuna sinmiş;
Bir haz ki hayalden bile üstün ve derinmiş.
Gökten gelerek gönlüne rüzgâr gibi inmiş;
Bir sır ki bu, ölsen bile asla açamazsın…
Anlatması imkânsız olan öyle bir an ki,
Hülyadaki ses varlığının gayesi sanki…
Bak emrediyor: Daldığın âlemden uyan ki
Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın…
Şiiri dinlerken, kızın sesinin, karanlıktaki sesin ahengine benzeyen güzelliğinden sarhoş olan Pusat son mısraı dinleyince yıldırımla vurulmuşa döndü ve ızdırabını belli etmek istemeyen bir yaralı gibi bakarak:
– Bu şiir kimin? diye sordu.
Güntülü en tatlı gülümseyişiyle bakıyordu.
– Bilmiyor musunuz?
– Bilsem sorar mıydım?
Genç kızın gülümseyişi dudaklarında söndü:
– Bu şiir sizin değil mi?
Pusat hayretle durarak Güntülü’ye döndü:
– Benim mi? Ne zaman yazmışım?
Kızın gözleri vahşi parıltılarla ışıldamaya başlamıştı. Selim, çok iyi tanıdığı bu parıltılara bakarken, bakıp da unutulmuş bir noktayı çözmek için bir ruh kasırgasında bunalırken, Güntülü, o geceki görünmeyen kadının sesiyle cevap verdi:
– Unuttuğunuza göre bin yıl önce yazmış olacaksınız.
Bin yıl… Selim’in beynindeki karanlık yer aydınlanıyor gibiydi. ‘Ben bin yıldan beri yaşıyor muyum?’ diye düşündü. Bu, korkunç bir şeydi… Yanındaki kız tıpkı bir büyücü gibi onun aklından geçeni anlayarak cevap veriyordu:
– Evet! Bin yıldan beri yaşıyorsunuz. Hatta belki de iki bin yıldan beri! Mete’nin, askerlerini sadakat sınavından geçirmek için sevgililerine, nişanlılarına, eşlerine ok atmalarını emrettiği ve büyük sevgileri dolayısıyla ok atmayanları idam ettirdiği zamandan beri…
Bu sözler ve bu ses Selim’in bütün gücünü, hatta iradesini alıp götürmüştü. Cevap veremiyordu. Düşünemiyordu da…
Ne kadar sürdüğünü kestiremediği duraklaması, genç kızın ‘Yürüyelim efendim!’ demesiyle sona erdi. Yokuş bitmiş, Çamlı Koru’ya girmişlerdi. Çamlı Koru’nun havasından çok Selim üzerindeki tesiri ve hatırası kendine gelmesine yaradı. Tekrar askerleşmişti:
– Hayır! Bu şiir benim değil! dedi.
– O halde belki benimdir…
Bu kız, sanki Selim’e darbe üstüne darbe vurmak için gelmişti. Büsbütün perişan olmamak için alaycı tavrını takınmakta gecikmedi:
– Siz de iki bin yıldan beri yaşıyor musunuz?
– Niçin olmasın?
Pusat, yüzünün kızardığını yanmasından anladı. Kendisiyle eğleniyor muydu? Bir çocukla başa çıkamamak, bir manganın hakkından bir bölükle gelememeye benziyordu.
Fakat bu kadar nazik ve terbiyeli bir kızın çok sevdiği öğretmeninin kocasıyla eğlenmeyeceği şüphesizdi. Öyleyse o garip sözlerle ne demek istemişti? Alacağı cevaptan çok, kızın sesini dinlemek ihtirasıyla sordu:
– İki bin yıl önce acaba ben neydim?
– Herhalde Mete’nin ordusunda bir subaydınız.
– Bu sözlerinizle bana şeref veriyorsunuz. Mete’nin ordusunda subay olmak, olabilmek bir asker için gayelerin son sınırıdır…
………….
– İkimiz de iki bin yıl önce yaşadığımıza göre o zaman da tanışıyor muyduk?
Güntülü aynı esrarlı ses ve aynı büyük ciddiyetle cevap verdi:
– Elbette tanışıyorduk.
– Peki… Ben o zaman da bir subaydım. Ya siz neydiniz?
Güntülü, yırtıcı pars bakışlarını Selim’e dikti. Onu ürperten, hatta çıldırtan bir eda ile, şaşkınlıktan başını döndüren bir soğukkanlılıkla cevap verdi:
– Ok atılamayanlardan biri…
Pusat için bir anda dünya karardı ve ondan sonra olup bitenleri artık hatırlayamadı.”
O günden sonra Selim Pusat’ın Güntülü’ye ilgisi aşka dönüştü. Bu aşkı artık herkes görebiliyordu.
Sıcak bir günde Selim Pusat kendini kötü hissedince
“- Beni galiba güneş çarptı, dedi.
Ayşe gayet durgundu. Selim’in yıllarca düşünse tahmin edemeyeceği bir cevap verdi:
– Seni güneş değil, gün çarptı.
Selim sarsılmıştı. Okuldan çıkalı beri solunda yürüdüğü halde dikkat etmediği birisi, kolundan tutarak çok yavaş bir sesle ilâve etti:
– Sizi gün değil, Güntülü çarptı yüzbaşım!…”
Gerçekten de Selim Pusat’ı Güntülü çarpmıştı. Selim Pusat kendisinden 25 yaş küçük bir lise öğrencisine âşık olmuştu…
Selim Pusat aşkını Güntülü’ye yazdığı şiir-mektup ile iletmek ister. Edebiyat çevrelerinde Atsız’ın yazdığı en güzel aşk şiiri olarak nitelen şiir romanda başlıksızdır…
Ruhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden?
Bilmem, bu yanardağ ne biçim korla tutuştu?
Pervane olan kendini gizler mi alevden;
Sen istedin, ondan bu gönül zorla tutuştu…
Gün senden ışık alsa da bir renge bürünse;
Ay secde edip çehrene yerlerde sürünse;
Her şey silinip kayboluyorken nazarımdan
Yalnız o yeşil gözlerinin nuru görünse…
Ey sen ki kül ettin beni onmaz yakışınla,
Ey sen ki gönüller tutuşur her bakışınla!…
Hançer gibi keskin ve çiçekler gibi ince
Çehren bana uğrunda ölüm hazzı verince
Gönlümdeki azgın devi rüzgarlara attım;
Gözlerle günah işlemenin zevkinin tattım.
Gözler ki birer parçasıdır sende İlah’ın,
Gözler ki senin en katı zulmün ve silahın,
Vur şanlı silahınla gönül mülkü düzelsin;
Sen öldürüyorken de, vururken de güzelsin!
Bir başka füsun fışkırıyor sanki yüzünden,
Bir yüz ki yapılmış dişi kaplanla hüzünden…
Hasret sana ey yirmi yılın taze baharı,
Vaslınla da dinmez yine bağrımdaki ağrı.
Dinmez! Gönülün, tapmanın, aşkın sesidir bu!
Dinmez! Ebedi özleyişin bestesidir bu!
Hasret çekerek uğruna ölmek de kolaydı,
Görmek seni ukbadan eğer mümkün olsaydı.
Dünyayı boğup mahşere döndürse denizler,
Tek bendeki volkanları söndürse denizler…
Hâlâ yaşıyor gizlenerek ruhuma “Kaabil”;
İmkânı bulunsaydı, bütün ömre mukabil
Sırretmeye elden seni bir perde olurdum.
Toprak gibi her çiğnediğin yerde olurdum.
Mehtaplı yüzün Tanrı’yı kıskandırıyordur.
En hisli şiirden de örülmez bu güzellik.
Yaklaşması güç, senden uzaklaşması zordur,
Kalbin işidir, gözle görülmez bu güzellik!
Bu şiir-mektubu Selim Pusat Güntülü’ye gönderir. Güntülü mektubu okuduktan sonra herhangi bir açıklama yapmaksızın iade eder. Bu şiir ilk kez 3 Ağustos 1951 tarihli Orkun’da ‘Geri Gelen Mektup’ başlığı ile ve ‘Bu şiir Atsız’ın intişar etmemiş bir romanından alınmıştır’ notuyla yayınlanmıştır. [iii] Şiir daha sonra Atsız’ın Yolların Sonu isimli şiir kitabında da aynı başlıkla yayınlanır. Ancak okurlar “İntişar etmemiş roman” ile ancak 1972 yılında tanışacaklardır…
Ruh Adam’ın yazımı muhtemelen 1951-1952 yıllarında tamamlanmasına rağmen 1972 yılına kadar neden yayımlanmamıştır? Atsız’ın hayatı ve mücadelesi üzerine kitapları ve incelemeleri bulunan Altan Deliorman Atsız’ın kendi hayat hikâyesinden esintiler taşıyan bu romandaki “yasak aşk” yüzünden eşiyle arasının bozulmasından çekindiği için bu romanı bilerek geciktirdiğini ifade etmiştir.[iv] Yağmur Atsız’ın anılarında Bedriye Atsız’ın Nihal Atsız ile yazmakta olduğu Bozkurtların Ölümü’nün roman kahramanları üzerinde konuşurken “Çalığı öldürürsen gözlerini oyarım.”[v] dediğini belirtmektedir ki, bu cümle bile Bedriye Hanım’ın çekinilecek bir kadın olduğunu göstermektedir.
Romanın daha sonraki bölümünde Selim Pusat’ın Büyük Mahkemede “Yasak Aşk” nedeniyle yargılanması anlatılmaktadır. Ki romanın en beğendiğim bölümüdür…
Güntülü Kim?
Ruh Adam üzerinde inceleme yapanlar romanın kahramanlarının gerçek hayatta kim olduğunu araştırmışlar ve Yüzbaşı Burkay ve Selim Pusat’ın Nihal Atsız; Ayşe Pusat’ın Bedriye Atsız; Tosun’un Yağmur ve Buğra Atsız; Leyla Mutlak’ın Prenses Hanzade; Yek, Selim Key ve Osman Fişer’in, Osman Reşer; Yarbay Tahsin’in Tahsin Bangoğlu ve Tahsin Demiray; Cezmi Oğuz’un Cezmi Türk olduğu konusunda mutabık kalmışlardır…
Atsız’ın Turan Kekevi’ye yazdığı 8 Haziran 1973 tarihli mektupta; “Güntülü ve Aydolu birer gerçektir ve gerçek isimleri de romandaki isimlerine yakındır. O romanda hayal olan pek az şey var.”[vi] demesine rağmen, 24 Ağustos 2019 tarihinde Sayın Semih Ayna “Atsız’a “Şeref’ini” Gömdüren Kadın” başlıklı yazısını yayımlayana kadar Güntülü’nün kimliği ile ilgili bir tahminde bulunmamıştı[vii]. Semih Ayna Misakızafer sitesinde yayımlanan yazısında Güntülü’nün Türkiye ve Avrupa Güzeli Günseli Başar olduğunu öne sürer. İddiasını da şu gerekçelere dayandırır:
Gerek Güntülü gerekse Günseli Başar;
1- Çok güzeldir
2- Yeşil gözlüdür.
3- 1949-50 yıllarında Erenköy Kız Lisesi’nde okumuştur
4- Atsız’dan 25 (27) yaş küçüktür.
5- Soyca tam Türk değildir.[viii]
Ayrıca;
Güntülü ve Günseli isimleri anlam ve söyleyiş açısından benzerliğinin, Atsız’ın Turan Kekevi’ye yazdığı mektuptaki “Güntülü ve Aydolu birer gerçektir ve isimleri de romandaki isimlerine yakındır.” İfadesini doğrulamaktadır.
Günseli Başar’ın ilk evliliğini kendisinden 18 yaş büyük birisi ile yapmasının onun kendinden yaşlı kişilerle ilişkiyi normal gördüğünü göstermektedir.
Tüm bunların yanında romanın başındaki Uygur masalındaki şiirin ilk mısrasındaki “Gün senden ışık alsa da bir renge bürünse” mısrası doğrudan “Günseli” ismini işaret etmektedir. Zira Günseli; günışığı anlamına gelir…
Gerçekten de Semih Ayna Bey’in iddiasını doğrulamak için öne sürdüğü gerekçeler tatmin edicidir.
Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun ile Atsız’ın romancılığı hakkında yapılan bir röportajda Semih Ayna’nın bu iddiası sorulur. O da bütün verilerin Semih Ayna’nın iddiasını doğruladığını belirtir. [ix]
Semih Ayna Bey’in ileri sürdüğü gerekçeler dışında Güntülü’nün Günseli Başar olduğunu doğrulayan başka hususlar da vardır.
Romanda Işık Kızlardan üç kez dünya güzeli, dünya güzelleri diye bahsedilmektedir.[x] Bu tanımlamaların Günseli Başar’ın Türkiye ve Avrupa güzeli olmasına gönderme yapmak amacıyla kullanılmış olması kuvvetle muhtemeldir.
Güntülü tarihe meraklıdır, Türk Tarihi konusunda bilgilidir. Günseli Başar da öyle. Günseli Başar fırsat buldukça, Ön Türk tarihi konusundaki birikimlerini paylaşabilmek için konferanslar vermiştir. Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Süleymaniye Kürsüsü’nde verdiği konferans sonrası Prof. Dr. Turan Yazgan takdirlerini iletmiştir. Günseli Başar Gene R. Matlock’un “Hepiniz Türksünüz “kitabının Türkçe yayınlanmasını, yazarının İstanbul ve Bodrumda konferans vermesini sağlamıştır[xi].
Türk Tarih Kurumu (TTK) tarafından 3 Haziran 2007 tarihinde düzenlenen 30’a yakın Türk, İtalyan, Rus ve Amerikalı bilim adamının katıldığı açılış konuşmasını TTK Başkanı Yusuf Halaçoğlu’nun yaptığı “Etrüskler Türk’tür” konulu sempozyum Günseli Başar’ın öncülüğü ve destekleriyle gerçekleşmiştir.[xii]
Günseli Başar’ın “Etrüskler Türk’tür” konulu sempozyuma öncülük etmesinde Atsız’a duyduğu vefanın ve sevginin izlerini görmek mümkün. Bilindiği üzere Etrüsklerin Türk olduğunu ilk ileri süren Adile Ayda[xiii] “Etrüskler Türk İdiler” isimli bir kitap yazmış ve kitabını da Nihal Atsız’a göndermişti. Nihal Atsız Adile Ayda’ya 2 Eylül 1974 tarihinde yazdığı mektupta şu cümlelere yer veriyordu:
“Mektubunuzu ve kitabınızı (Etrüskler Türk’tür) aldım. Teşekkür ederim…. Delillerinizin kuvvetli olduğuna beni ikna ettiğinizi söyleyim. Kitabın sonundaki mukayeseli resimleri iyi seçmişsiniz. Bu arada, tarih kitaplarında birkaç defa görmüş olduğum, fakat hangi kitaplar olduğunu hatırlayamadığım bir Etrüsk lahdi aklıma geldi. Lahdin üstündeki heykeller, ki tabii ölülere aitti, tip bakımından, bizim Orta Asya Türkleri tipinin aynı idi. Romülüs’ün bir dişi kurt tarafından beslenmesiyle Gök Türklerin dişi kurt tarafından emzirilip büyütülen bir Hun erkeğinden türemiş oldukları hakkındaki mitolojik veya destani rivayet de birbirini tutuyor. Gök Türklerin Batıdaki bir deniz civarından çıkmış oldukları hakkındaki Çin rivayeti (ki, bu Hazar denizi olabilir) akla gelince, acaba Gök Türklerle Etrüskler bir kavmin ikiye bölünmesi ve birinin doğuya, birinin batıya gitmesiyle mi teşekkül etti suali zihnimi kurcalıyor. Ben Etrüsklerin yazısının okunduğunu da sizden öğrendim…….
Sizin ciddi ve metodik mesainiz, günün birinde, Etrüsklerin Türklüğünü, çürütülmez delillerle ortaya koyarsa, ilim dünyasında velvele uyandıracağı gibi, Türklüğe de pek büyük hizmet olacaktır. Eserinizin Fransızcasında, bir Batılı bilginin size: “Teziniz ilgi çekici amma büyük itirazlara uğrayacak” dediğini yazmışsınız. Batılılara Türk kültürünün eskiliğini kabul ettirmek çok güç. Thomsen tarafından çözülünceye kadar, Orkun yazıtlarını bile şuna buna, hatta Ruslara mal etmişlerdi. Sizin de Thomsen gibi kuvvetli delillerle bir neticeye gitmenizi temenni ederim.”[xiv]
Günseli Başar “Etrüskler Türk’tür” konulu sempozyumun düzenlenmesine öncülük ederek Atsız’ın bu temennisine cevap vermek, son isteklerinden birini yerine getirmek istediğini düşünüyorum.
Güntülü’nün Günseli Başar olduğunu doğrulayan bir husus da Atsız’ın “Geri Gelen Mektup”u roman çıkmadan çok önce yayımlanmasıdır. Şiir Günseli Başar Türkiye Güzeli seçilmeden iki ay önce yayımlanmıştır. Şiirdeki son dörtlük anlamlıdır:
Mehtaplı yüzün Tanrı’yı kıskandırıyordur.
En hisli şiirden de örülmez bu güzellik.
Yaklaşması güç, senden uzaklaşması zordur,
Kalbin işidir, gözle görülmez bu güzellik!
Atsız’ın bu dörtlüğü (özellikle son satırı) Günseli’nin yarışmayı kaybetmesi ihtimaline karşı onu teselli etme amaçlı olarak ilave ettiğini düşünüyorum. Atsız sanki “jüri senin güzelliğini görmese de aldırma gerçek güzelliği ancak aşık bir kalp görebilir” demek ister gibidir…
Özetle Güntülü Türkiye ve Avrupa güzeli Günseli Başar’dan başkası değildir…
________________________________________
[i] Yücel Hacaloğlu; Atsız’ın Mektupları, Ötüken, 2013 s.228
[ii] Altan Deliorman, “Ruh Adam‟daki Gerçek Kahramanlar”, Orkun, sayı:18, Ağustos 1999, s. 33
[iii] https://misakizafer.com/2019/08/24/atsiza-serefini-gomduren-kadin/
[iv] Altan Deliorman, agm. s.29
[v] Yağmur Atsız, Ömrümün ilk 65 yılı, Türk Edebiyatı Vakfı 2. Baskı. 2006 s.157
[vi] Yücel Hacaloğlu; Atsız’ın Mektupları, Ötüken, 2013 s.260
[vii] https://misakizafer.com/2019/08/24/atsiza-serefini-gomduren-kadin/
[viii] Ruh Adam’daki Büyük Mahkeme’de Cengiz Han ve Yüzbaşı Şeref Güntülü’yü soyu sopu belli olmamakla suçlar. (Ruh Adam: Berikan Yayınevi, 1997, s. 310, 311) Günseli Başar’ın babası Gürcü’dür.
[ix] Söğüt Dergisinin 3. Sayısı (Mayıs-Haziran 2020)
[x] Bkz. Ruh Adam: Berikan Yayınevi, 1997, s.193, s. 296
[xi] M. Kemal Sallı 26.04.2013 tarihli Önce Vatan Gazetesi. https://www.oncevatan.com.tr/kayip-tarihimiz-ve-gunseli-basar
[xii] https://www.hurriyet.com.tr/gundem/etruskler-yuzde-97-turk-6637440 2/6
[xiii] Adile Ayda: devlet adamı, hukukçu, akademisyen, düşünür ve siyasetçi, Prof. Dr. Sadri Maksudi Arsal’ın kızı, Eski Büyükelçi, Kontenjan Senatörü
[xiv] Yücel Hacaloğlu Atsız’ın Mektupları Ötüken, 2013 İkinci Baskı s.319 Kitabın ilk baskısı 2001 yılında yapılmıştır. Bu Mektup 1988 yılında yayımlanan “Atsız’dan Adile Ayda’ya Mektuplar” kitabında da vardır.