Ayıp…

Sözlükler, toplumun benimseyip sürdürdüğü töre, gelenek, görenek ve ahlak kurallarına aykırı olup hoş karşılanmayan, utanılacak durum veya davranış, kusur, noksan, eksiklik defo, hata, suç, günah olarak tanımlıyor.

İmam Şafii’nin “arkadaşının ayıbını gizlice söylersen nasihat etmiş, aleni söylersen ifşa etmiş olursun” sözünde veya “dost dostun ayıbını yüzüne söyler” atasözünde olduğu gibi ayıplama kurumunun en belirgin rolü, “fakirlik ayıp değil, tembellik ayıp” veya “bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp” sözleriyle kişiyi utandırarak iyiye yönlendirmektir. Öte yandan ataların “ayıpsız dost arayan dostsuz kalır” sözü de küçük kusurlar için ayıplamada aşırıya gitmemeyi öğütler.

Toplum düzeninin korunmasında daha çok bir utandırma kurumu olarak rol üstlenen ayıplama; hafiften ağıra, hoş görülebilir olandan ceza gerektirene uzanan bir normlar dünyasıdır. Mesela “bir dirhem et bin ayıp örter”, “kelin ayıbını takke örter” gibi beğenme odaklı nasihatleri veya “terzinin işi kötü, ayıbını örten ütü” gibi çok fazla “ayıp kaçmayan” işler için yapılan tatlı sert eleştiriler, yaptırım veya cezalandırma gerektirmeyen ayıplara yöneliktir.

Buna karşılık toplumun “bu kadarı da fazla” isyanının ve bunu dışa vuruş biçiminin ifadesi olan “ayıp ayıp” ikilemesinin sözlü hukukta “suç ve ceza” şeklinde bir karşılığı vardır. Eğer böyle olmasa salt kollukla ve kanunla geçmişi bin yıllara dayanan kültürel bir toplum olmak ve sürdürülebilir bir düzene sahip olmak mümkün değildir.

Savunmasıza yönelik “cinayet” veya “şiddet” -başta çocuklar olmak üzere- “taciz ve “tecavüz”, çocukluk çağında komşu bahçelerinden yemiş çalma boyutunu aşan “hırsızlık” veya “kul hakkı” gibi suç ve günahların işlenmemesi, işlenmesi durumunda cezalandırması, ilk dayanağını kamu vicdanından ve töre hukukunun ayıplama kurumundan alır. Eğer bu konularda sözlü hukukun ayıplama kurumu zayıflamış veya ortadan kalkmışsa, yazılı hukukun bu sorunla başa çıkması sanıldığı kadar kolay olmayacaktır.

Geleneksel toplumda ayıp, eskilerin “adab-ı muaşeret” dediği “görgü” kuralları ile sınırlı değildir. Toplumun uygunsuz davranışları olan birileri için söylediği “ahlaksız”, “hadsiz”, “rezil”, “arsız”, “hırsız”, “edepsiz”, ““terbiyesiz”, “yüzsüz”, “sahtekâr”, “yalancı” gibi olumsuzlayıcı nitelemelerin muhatapları üzerindeki utandırıcı etkisi ayıplamanın sözel hukuk normu olarak varlığını, gücünü ve işlerliğini gösterir.

Temel işlevi “utandırma” yoluyla toplumsal düzene destek olmak olan ayıplama kurumu, “ar damarı çatlayanlar” olarak nitelenen kişiler açısından törel hukukun yaptırımı en zayıf alanı olarak görülürken; “yüzü kızaranlar” için “el içine çıkamama” gibi ağır sonuçlar doğurabilir.

Karısını döven ve uyarılara rağmen bunu alışkanlık hâline getirene bir ayıplama yöntemi olarak yolda selam vermeme, kahvehane, meclis, oda gibi ortak sohbet alanlarına almama Türk kültürünün geçmişte güçlü bir şekilde uyguladığı tutumlardandır. Yaren sohbetleri, Barana meclisleri, Sıra geceleri gibi sohbet toplantıları veya Alevi cemleri; sohbete çağırmama, meclise almama veya “düşkünlük” gibi sonuçları olan “ayıplama” kurumları olarak etkin oldukları dönemlerde toplum düzenine önemli katkılar sağlamışlardır.

Ayıplama, tekrarlanan suçlarda yaptırımı olan bir sosyal kurum olarak da karşımıza çıkabilir.  Hatalı mal üreten veya satan esnafın pabucunun dama atılması, eşeğe ters bindirilen, üstü başı yırtılan suçlunun alnına kara çalınıp çarşı pazar dolaştırılması, bu esnada “tü sana” denilerek yüzüne tükürülmesi ayıplamanın geçmişteki hukuk uygulamalarına yansımalarıdır. Böyle bir duruma düşen kişi utançtan yerin dibine girmiyorsa “tükürükte boğulması” ihtimal dâhilindedir.

Şurası da unutulmamalıdır ki yazılı hukukun cezayı derecelendirirken kullandığı “uyarma”, “kınama”, “yüz kızartıcı suç” veya “ayıplı mal” düzenlemelerinin ilham ve ihtiyaç kaynakları arasında törel hukukun ihtar ve ikaz anlamı taşıyan “sorması ayıp olmasın” diye başlayan uyarılarına muhatabın güven telkin etmek için kullandığı “ayıpsın” şeklinde verdiği kaçamak cevaplar üzerinden kazanılmış deneyimlerin de etkisi vardır.

Türk töresi öteden beri aile üzerinden kurduğu toplum düzeninin korunması açısından ayıplama kurumunu “tabu” ve “cinsel yasak” alanlarında güçlü tutmuştur. Mesela birine uygunsuz herhangi bir söz ve davranışı için “ayıp ettin” denildiğinde yaptığını savunan kişinin cevap olarak “ayıp yorganın altında” demesi, toplumun cinsellik konusundaki utanma duygusunu ve ayıplama kurumunun bu alandaki gücünü gösterir.  Nitekim gusül abdesti alındığı çağrışımı nedeniyle geleneksel toplumda genç evlilerin banyo yaptıklarını ailenin diğer fertlerinden ve çevrelerinden gizlemeleri bu utangaçlığın biraz da abartılı sonuçlarından biridir.

Cinsellik çağrışımı nedeniyle Türk toplumunda karşı cinse yönelik beğeni ve sevgi ifadesi de çok kolay gösterilemezdi. Reşat Nuri’nin Çalıkuşu romanındaki “sevmek ayıp mı” sorusu ile Nazım Hikmet’in “Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da/Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil” mısraları, kültürdeki bu tutumun edebiyata; Ajda Pekkan ve Aşkın Nur Yengi’nin “Ayıpsın” şarkısı müziğe yansıması olarak görülebilir.

Aşk, sevda, cinsellik konularında bile bu tür utandırmalara sahip olan ayıplama kurumunun “deveyi hamuduyla yutan” para ve mal hırsızları ile başkasının üretimine, emeğine el koyan her cinsten bilgi hırsızlarına, intihalcilere karşı da aynı kararlılığı göstermesi doğaldır. Eğer ataların ayıplamak için söylediği “devletin malı deniz yemeyen domuz” sözü haklılık ifadesi olarak görülürse “ayıptır söylemesi” ama “tuz kokmuş”, “toplumun çivisi çıkmış” demektir.

Ayıplama, ahenkli ve uyumlu bir toplumda yazılı hukuku ve kamusal alanı besleyen, kamuoyu oluşturan önemli bir sözlü hukuk normudur ve tabir yerindeyse “ok gibi doğru” veya “sütten çıkmış ak kaşık” gibi temiz olanların elinde ve dilinde etkilidir. Hz. Ali’nin “ayıbın aynısı sende varken başkasını ayıplama” ve Cenap Şahabettin’in “kusurumuz ne kadar çoksa o kadar kusur ararız” sözlerinin işaret ettiği gibi ataların “tencere dibin kara seninki benden kara” sözüne denk düşen kişilerin elinde ve dilinde ayıplama, toplumu düzenleyen geleneksel normlar ve değer yargıları arasında yer alamaz.

“Ayıptır” dan “ayıp ayıp”a uzanan etki gücüyle ve değer yargılarıyla ayıplama kurumunun çöktüğü, bütün sorumluluğun kolluk kuvvetlerine bırakıldığı bir toplumda geçmişten alınıp geleceğe aktarılacak bir kültürel birikimden de söz edilemez.

[i] Prof.Dr., Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Halk Bilimi Bölümü Öğretim Üyesi, UNESCO Türkiye Millî Komisyonu Başkanı.

Yazar
Oğuz ÖCAL

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen