Bu soruya en güzel cevâbı, saygıdeğer Hayâtî İnanç Bey veriyor:
-Başarı, sabah namâzına KALKMAKTIR.
Birçokları, “istediğini elde etmek, çok zengin olmak, ünlü olmak, göz dikilen makamlara gelmek …” gibi yanıtlar verebilir.
***
Filmi, ortasından başlayarak seyretmek yerine, başa dönersek, şunu görürüz:
Üzerinde yaşadığımız Yerküre, 24 saatte bir defa kendi çevresinde ‘dönüyor’ diye öğretiliyorsa da; DÖNDÜRÜLÜYOR. (Kırtasiyeciden alacağınız bir yerküre modelini, masa üzerine koyun bakalım: ‘kendi kendine’ dönecek Mİ? O hafif, küçük nesne bile, elinizle bir itme vermediğinizde, kendi kendine dönmediğine göre, üzerinde yaşadığımız bu Yerküre, dağlarıyla, kayalarıyla, madenleriyle, okyanuslarıyla, bu ağır, kocaman kütle, ‘kendiliğinden’ NASIL dönecekti acaba?)
Dönmese idi; güneşe bakan yüzünde hep gündüz olacaktı, arka tarafında, yâni diğer yarısında hep gece, soğuk olacaktı, bitki, yaşamayacak, hayvan, insan bulunmayacak, hayât olmayacaktı. Güneşe bakan yüzünde, hep, devamlı gündüz olacak, insanda “zaman” kavramı olmayacak, ne vakit dinleneceğini bilmeyecek, can sıkıntısından, ne yapacağını şaşıracaktı. Dünyâ’nın ekseni 23 derece eğik olmayıp da dik olsaydı, mevsimler olmayacaktı. Kuzey yarım küre kışa girerken, güney yarım küre yaza giriyor. İnsanın, üzerinde yaşadığı toprağa öyle özellikler verilmiş ki, içine düşen bir tane, filizleniyor, birçok tane veriyor, hayvanlar ve insanlar onu yiyerek besleniyorlar. Toprağa giren tânenin gelişmesi, filiz vermesi için, su gerek; yağmur geliyor, gök gürültüsü ile, toprağa azot giriyor, güneş ısısı ile bitki gelişiyor. Yanıcı bir gaz olan oksijenle yine yanıcı, parlayıcı hidrojen birleşiyor; ama rastgele birleşmiyor: hidrojenden 2 atom, oksijenden 1 atom bir araya gelerek H2O: hayât kaynağı olan SU meydana geliyor.
Bütün bunlar tesadüfen, sürekli RASTLANTI ile mi meydana geliyor?
Rastlantı saçmalığına verilen en kısa yanıt şudur:
Bir cebinize, üzerinde 1 den 10 a kadar rakamlar yazılı 10 kâğıt parçasını koyun. Sonra, elinizle, bakmadan, tesadüfen önce 1 yazılı olanı alıp diğer cebinize koyun. Sonra, yine bakmadan, görmeksizin, tesadüfen 2 numaralı kâğıdı alıp diğer cebinize koyun. Sonra 3 numaralı kâğıdı, bakmaksızın, rastlantı olarak alıp öteki cebinize koyun. Kâğıtların hepsini, böyle, tesadüfen, sırayla alıp öteki tarafa aktarın.
Böyle sâdece 10 işlemin bile rastlantı yoluyla meydana gelmesi; bilmem KAÇ MİLYARda 1 olabiliyormuş. Halbuki, evrende, şaşmaz bir düzen var: güneşin hangi gün hangi dakikada doğacağı, batacağı bile, tecrübe ile, yaşanmışlıklarla, hesapla BİLİNİYOR. Bu şaşmaz düzen, sürekli olarak, her ân devâm ediyor.
***
Bakmayın siz, Londra’daki Tabiî İlimler Müzesi’ndeki; hayâtın, güneş ışınlarıyla balıklara, oradan kuşa (iskelet benzerlikleri gösterilerek) … devam edip “ape” e gelişine: güneş NEREDEN GELİMİŞ? Güneşi yapan KİM? Kaldı ki, genetiklerin farklı olduğu artık biliniyor, insanın maymundan geldiği nazariyesine Batı’da hâlâ inanan var mı, ayrı konu.
***
Evren’de şaşmaz bir düzen var ve bu Düzeni Koyan, insanlara, Son Elçisi ile bildirmiş:
Felen Tecide liSunnetillâhi tebdîlâ. (Fâtır 43)
Allah’ın Sünnetinde (kanununda, düzeninde, tuttuğu yolda) asla bir değişiklik bulamazsın.
İnne fikhalkis Semâvâti ve’l Arz vekhtilâfil Leyli ve’n Nehâri leÂyâtin liUli’l Elbâb (Âlu ‘İmrân 190)
Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, (dünyanın kendi çevresinde dönerek) gece ve gündüzün ‘birbiri ardınca gelip gitmesinde’ (ve uzayıp kısalmasında) Öz Sâhipleri (aklı selim sâhipleri) için deliller vardır.
(İşte o akıl sâhipleri) ayaktayken, oturarak, yan taraflarına yaslanmış olarak yatarken Allah’ı anarlar, Göklerin ve Yer’in yaradılışı hakkında düşünürler (ve derler ki:) “Ey Rabbimiz Bunu boş yere yaratmadın. Seni tezîh ederiz (her türlü eksiklikten uzak olduğunu fark eder ve ikrâr ederiz). (Âlu ‘İmrân 191)
Vallahu’llezî Erseler Riyâha Fetusîru Sehâben feSuknâhu ile Beledin Meyyitin fe Ahyeynâ bihi’l Arza ba‘de mevtihâ. Kezâliken Nuşûr. (Fâtır 9). Rüzgârları Gönderen; Allah’tır. (Onlar, yağmur yüklü) bulutu kaldırıp yürütür. Derken, Biz onu, toprağı ölü bir bölgeye sevk ederiz. Onunla, Yer’i, ölümünden sonra canlandırırız. İşte (öldükten sonra) dirilip kalkma da böyledir.
…Yer’i de görürsün ki, kupkurudur; fakat Biz ona su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır ve her güzel çiftten (nice) bitki çıkarır. (Hacc, 5)
Ve terel Cibâle tahsebuhâ câmideten ve hiye temurru merres sehâb (Neml, 88) Dağları görürsün de onları donmuş (hareketsiz ve yerlerinde durur) zannedersin. Halbuki onlar, bulutların geçmesi gibi geçip gider.
Bu âyet-i kerimede, Dünyânın Güneş çevresinde dönmekte olduğuna işâret buyurulmaktadır.
Evrende hassas bir DENGE vardır:
Eş Şemsu ve’l Kameru biHusbân… Ella tetgav fi’l Mîzân (er Rahmân 5,8).
Güneş de, Ay da Hesapla üzredir. (bir düzene göre cereyan etmekte)
…Ölçüde hile yapmayın. (er Rahmân 5,8).
Ölçüde, tartıda hile yapmak, bu DENGEye AYKIRIdır.
***
Bize, okullarda “Tabiat kanunları” (Doğa Yasaları) diye okutulan kurallar, gerçekte, bütün Evreni yoktan var etmiş, YARATMIŞ Olan’ın koyduğu kurallardır, dîn terminolojisinde “Sunnutullah” (Allah’ın Sünneti, Evren’i yönetmekte tuttuğu Yol)dır.
Ellezî Khalekal Mevte ve’l Hayâte liyebluvekum Eyyukum Ahsenu ‘Amelen (Mulk, 2)
O, Ölümü ve Hayâtı, davranış bakımından hanginizin daha güzel olacağını imtihan etmek için yarattı.
Bu, yakın hayât, Dünyâ hayâtı, gerçekte bir “imtihan” safhası. İbâdet de, insanın Allah’a karşı görevi:
Ve mâ khalaktu’l Cinne ve’l İnse illâ liya‘abudûni (Zâriyât 56).
Cinleri ve İnsanları, ancak Bana kulluk etsinler, diye yarattım.
***
İnsanın kulluk görevlerinin başında da ibâdet geldiğine göre, namaz ibâdetini VAKTİNDE yerine getirmek için, tatlı uykuyu bırakarak, güneş doğmadan kalkmak, gerçekten BAŞARI değil midir? İnsan, böylece, Evren’le de âhenk hâlinde oluyor. Kutlu Buyruklara uyan, ölçü, tartıda hile yapmayan da Evren’in âhengine uyum sağlamış oluyor. Evren’e uyum, Kutlu Buyruklara, TESLİM (İSLÂM) olmakla gerçekleşiyor.
“Semâvî Dinler” deyimi, iyi niyetle kullanılan, fakat YANLIŞ bir sözdür. Dünyâ yaratıldığından beri, sâdece, bir, tek dîn vardır. Yaradan, insanlığa, her kavme, her nesilde Elçiler, Peygamberler göndermiştir. İnsanlar, sondan önceki iki Peygamber zamanındaki dînin safhasına, o Peygamberlerin adına izâfetle “Mûsevîliké ve “Hristiyanlık” (Christ/Christianity) adını vermişler.
Son Peygamber, Peygamberlerin Mührü Muhammed Aleyhis Selâm, diğer Peygamberlerden farklı olarak İNSANLARIN HEPSİNE gönderilmiştir. İslâmı kabûl etmiş olanlara “ümmet-i icâbet” (cevap vermiş, kabûl etmiş ümmet) denir, henüz İslâm’a girmemiş olan topluluklara da “ümmet-i dâvet” denir, onlar, İslâm’a ÇAĞIRILMAKTADIR.
***
Türk Milleti, İslâm dâvetini kolaylıkla, gönüllü olarak kabûl etmiş, bu dîni candan benimsemiş ve yüzyıllarca temsil etmiştir. Öyle ki; “Türk” kelimesi, “Müslüman” yerine asırlarca kullanılmıştır. Bir Avrupa’lı, Fas veya İsfahan’da bile ihtidâ etse (hidâyete erse) onun için “Türk oldu” denilmiştir.
Bu, çok şerefli geçmiş, bizlere, aynı zamanda sorumluluğumuzu da hatırlatmaktadır. Dünyân’ın geldiği, Protestan normlarının hâkim olduğu durum, hiç de iç açıcı değildir, zengin ülkelerdeki insanlar da rahat, huzurlu, mutlu değildir, her olay, bu Batı uygarlığının iflâsın haykırmaktadır. Her şey bir yana, Batı’da bizzat “insan” kayıptır: İnsanlık haysiyeti TEHLİKEDEDİR:
İnternete girin, “children born out of wedlock” (nikâhsız doğan, gayrımeşru çocuklar)a dokunun. Böyle doğan bebeklerin oranı KORKUNÇTUR ve ARTMAKTADIR:
Batı Avrupa ve İngiltere’de ortalama % 50,
Fransa şampiyon: %60
Kuzey Amerika: %35 (Reagan’a, kürtaja karşı çıktığı için madalya verildi).
Dünya’ya, babası BELİRSİZ olarak gelenlerin oranı, gittikçe artmaktadır (yaşasın hayvanlar kadar özgür olmak!). Yirmi yıla kalmaz, çoğunluk “şunun bunun” çocuklarında olacağı, parlamentolarda “onlar” çoğunlukta olcağı için, “out of date” (zamanı, modası geçmiş) nikâh olayının yasaklanması çok “doğal” olmaz mı?
Hâkim, yaygın Protestan uygarlığının durumu ve geleceği böyle olduğuna göre, kendimize bakalım:
İbni Haldûn’un belirttiği gibi;
bir milletin geçmişi ile geleceği, iki su kadar birbirine benzer.
Kısaca: İnsanlık, farkına varsa da, varmasa da Türkleri beklemektedir.
Biz, bu göreve ne kadar hazırız; bütün mesele, düğüm burada.
*** *** ***
13 Eylül 2025