Batı Ve Türk İmgesi

Türkler, bin yıl önce Roma’nın köleci sisteminin devam ettiği coğrafyaya bir mızrak gibi saplanmış ve sistemi yerle bir etmiştir. Yoksa kendini Romanın temsilcisi zanneden “barbar” Cermen kavimleri gibi bu kölecilik sistemine intisap etmemiştir. Ve bu durum Batı’nın canını çok sıkmaktadır.

“Bunlar(!), bizde olduğu gibi, büyük ve güzel evler inşa edemezler; hayvan gibi, başlarının üstünde bir damla yetinirler… Yağma ve savaşa hazır olan vahşi ve yağmacı göçebelerdir…” Luther’in bunlar dediği toplum yecücdür; yani “Tanrı’nın öfkeli kırbacı, yakıp yıkan şeytanın uşağı (Türklerdir)” Bu satırlar Osmanlı’nın Macaristan’ı zaptettiği zaman diliminde kaleme alınmıştır.

Protestan Luther’in yukarıdaki satırlarını dini fanatizm çerçevesinde değerlendirebilirsiniz. Fakat Aydınlanma’nın büyük düşünürü ve bugünlerde “otonomi” düşüncesine sık sık atıfta bulunulan Kant da Luter’de aşağı kalır sözler sarfetmez; tabi onun Avrupa’da “ırkçılık” düşüncesinin babası olduğunu bilmezseniz şaşırabilirsiniz. Kant’a göre Türkler’de akıldışılık egemendir; ölçülülerdir ama çirkin insanlardır.

Bu iki düşünürün dehşetengiz görüşleriyle yazımıza başlamamız, bizim katı bir batı karşıtlığını yöntem olarak benimsediğimizin delili sayılmamalı. Biz sadece yaşadığımız zeminde, açık bir şekilde ötekileştirilmiş bir toplumun nasıl oluşturulduğunu ortaya koymaya çalışıyoruz. Yoksa” Doğu da Allah’ındır Batı da” hükmü ilahisini bilmeyenlerden değiliz. Lakin zemin bilgisine de sahip olmamız gerekiyor ve bu zemin en azından beş yüz yıllık süreç içinde batı tarafından oluşturulmuş durumda.

***

Batı: Grek-Latin-Kilise diyarıdır. Bu tanım kimilerince toptancı bir bakış açısını içermektedir. Fakat özellikle Batı merkezci tarih tezi –aydınlanma ve sekülerleşme (ne de ezber değil mi?) sürecinin Türkçeye aktarıldığı biçimin ötesinde- bu teslis üzerine inşa edilmesi, bizzat Avrupalı fikir ehlinin marifetidir. Kaldı ki, kurduğunuz binanın zemini aynı zamanda inşanın şeklini de belirler. Bugün batı tarihini oluşturan topografya bu yüzden Grek-Latin-Kilise düşüncesidir. Ve bu zeminin insan inşası kölecilik müktesebatını zorunlu kılar.

Fakat ortada bir sorun daha vardır: Batı’yı oluşturan toplumların –mesela Almanlar, Fransızlar ve Angıllar gibi- çoğunluğu aşağıda değineceğimiz “Orta Asya”/ya da Stepler üzerinden göç edip Avrupayı talan eden topluluklardır iptidada. Ve Roma’nın gözünde barbardılar. Germen boylarından olan Franklar’ın beyi olan Balyoz Charles Martel’in İslam ordularını durdurması bir dönüm noktası oldu. Martel’in torunu Şarlman’ın Kutsal Roma-Cermen imparatoru olması ile Batı tarihi yeni bir evreye girdi: Şarlman birleşik Avrupa idealinin Roma Kilisesi tarafından kutsanan ilk imparatorudur. Ve Grek-Latin-Kilise topografyası üzerine inşa edilen Avrupa binasının ilk taşları işte Germen boyuna mensup bu Frank tarafından konulmuştur.

Bu noktaya gelmişken “Avrupa’nın” kimlik arayışlarına girmemiz gerekir. Modern zamanların başlangıcından itibaren kendini şarkiyatçılık olarak gösteren ve dahi Avrupa’nın “benlik tasavvurunun ihtiyaç duyduğu ‘ötekiyi’ sağlayan”(1) bilme şeklinin aslında ta Heredotes’in iskit (barbar) kavramı kadar eski olduğunu belirtelim. Grek mutografyasının belirlenimi altında yazılmış “tarih” anlayışı Batı’da bugüne kadar doksa olmuştur ve dahi Yunan, Roma ve sonra kilise bu doksa üzerinden diğer toplumları okumuştur. Dolayısıyla bu topografya bugün batıdan dünyaya ihraç edilmeye çalışılan “çok kültürlülük” kavramını dahi mevzuat yığını altında bir söylem olarak kalmasına neden olmaktadır.

Çok mu dağıttık? Bir hatırlatma yapmama daha izin verin lütfen… Son yıllarda Batı tarafından öteki toplumlara bahşedilen(!) “Avrupa medeniyetinde sizin de payınız var canım” sözünün uğramadığı demesek bile flu bir şekilde anılan tek varlık “Türk” denilen varlıktır. Ne de olsa İslam dairesine girdiklerinden itibaren “ellerini kılıçlarının kabzasından çekmedikleri için” İslam düşüncesinin donmasına sebep olmuşlardır “bu savaşçı ve talancı” “ırk”.

Lakin güneş balçıkla sıvanamaz. En azından çıkar düzleminde hedefine ulaşmak isteyen akıl gerçekle yüzleşmek zorundadır. Mesela İngiliz coğrafyacı Halford J. Mackinder bunlardan biridir. Mackinder 1904’te yazdığı Tarihin Coğrafi Ekseni (The Geographical Pivot of History) isimli makalesinde şöyle demektedir:

 “Haçlı seferleri Asya’nın kalbinden kopup gelen bir başka akına birlikte karşı koyma ihtiyacının bir sonucu olarak Avrupa’daki terakki fikrini kamçılamıştır. Başarısızlıkla sonuçlanmış olsa da Avrupa’yı öylesine derin bir biçimde sarsmış ve birleştirmiştir ki bu dönemi modern tarihin başlangıcı olarak işaretleyebiliriz.” (2)

Avrupa merkezci düşüncenin temsilcilerinden biri de olsa olsa Halford J. Mackinder bu satırlarla Avrupa’daki Türk algısının jeostratejik ve jeopolitik kökenleri açıkça ortaya koymaktadır. Mackinder’ın savı tarihin istikametini belirleyen unsurun Gobi Çölünden Macaristan’a uzanan steplerde etkinlik gösteren Turani kavimler olduğudur. Bu yüzden Orta Asya’nın merkezini teşkil ettiği bu bölgeyi tarihin coğrafi ekseni olarak nitelendirmiştir. Roma döneminden geç Ortaçağ dönemine kadar sürmüş akınlar Avrupa’daki bütün politik yapıyı altüst etmiştir. Avrupa medeniyeti kuzeyde buzul, orman ve bataklık güneyde geçit vermeyen Sahra çölü ve Batıda Atlas Okyanusu ile çevrelenmişken Kuzeydoğu istikametinden gelen Turani kavimler tarafından sıkıştırılmış, adeta çaresizliğe mahkûm edilmiştir. Bununla beraber Birleşik Avrupa fikri de yine Türkler’e karşı ortak hareket etme ihtiyacından doğmuştur.

Herder, Hegel, Marks, Weber  vs. dahi onun Türkçe konuşan tilmizlerinin “doğu durağandır, dolayısıyla tarihi yoktur” dediklerini duyar gibiyim. Fakat durum ortadadır ve insanlığın tarihi Türklersiz okunamaz. Buna rağmen mesela Herder’e göre Türkler “yüzyıllardır Avrupa’da bulunmalarına karşın, Asyalı barbarlar olarak kalmakta direnmişlerdir.” Hegel ise Türkler’i kaba saba diye niteler ve “buluntu bir akla sahiptir” der. Marks da “Bütün Türkler Avrupa’dan uzaklaştırılsa bile ticaret ve uygarlık bundan zarar görmez” diyerek batının bilinçaltını dışa vurur.

Lakin ortada bir sorun vardır ve o da dediğimiz gibi tarih kendini hatırlatır. Türkler, bin yıl önce Roma’nın köleci sisteminin devam ettiği coğrafyaya bir mızrak gibi saplanmış ve sistemi yerle bir etmiştir. Yoksa kendini Romanın temsilcisi zanneden “barbar” Cermen kavimleri gibi bu kölecilik sistemine intisap etmemiştir. Ve bu Batı’nın canını çok sıkmaktadır.

Dipnotlar

1- Lütfü Sunar, Marx ve Weber’de Doğu Toplumları, Ayrıntı Yayınları (2012), syf 45

2 H.J. Mackinder, The Geographical Pivot of History, The Geographical Journal (1904), syf. 431.

Yazar
Hasan Hüseyin ÖZ

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen