Bilim Din ve Türkçülük

“Bilim Din ve Türkçülük” İskender Öksüz Hocanın “Panama” yayınları “Araştırma İnceleme” dizisi arasında çıkan kitabının adı. Kitap:

Bilim ve Din

Bilim Çevresi, Bilim Eğitimi

Bilim ve Teknoloji

Demokrasi

Bilim ve Türkçülük

Olmak üzere beş bölümden oluşuyor.

Kitabın giriş bölümünde “Bilim nedir?” diye bir başlık açıp, izahatlar da bulunuyor. “İlim tahsil edilir. Yani meyve gibi, tahıl gibi toplanır; bilgi koleksiyonudur.”  Derken “Batıda da, Doğuda da felsefenin nerede bitip nerede başladığı tam belli değildir” demektedir. Buradan anlaşılıyor ki zaman zaman “doğuda da, Batıda da” felsefe ve bilim birbirine karıştırılmaktadır, belki de birbirlerine müdahale de edebilmektedir anlamı çıkarılabilir (tabi bu benim şahsi görüşüm). “Bilimin temel gayesi olayları tahmin etmektir.” “İncelediği şeyin başlangıç anındaki şartlarını alıp, onun gelecekteki hâlini tahmin etmek.” Diyor ve “Sosyalist bilimi, Kapitalist bilimi, İslam veya Hıristiyan bilimi olmaz. Fakat bilim bunların her birinin tarihini, kültürünü, sosyolojisini inceleyebilir” dedikten sonra: “Sosyalistlerin, kapitalistlerin, Müslüman veya Hıristiyanların yaptığı bilim” olabileceğini belirtip, bunların arasındaki farkın “metot değil inceleme konusu, çözülecek problemi seçişlerindeki fark” olduğunu belirtiyor.

BİLİM ve DİN: bu bölüm dikkatle ve her satırın altı çizilerek okunmalı, kısa kısa notlar alınmalıdır. “Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Marifetname’si (1757) ve Ahmet Midhat Efendi’nin Draper çevirisi herhangi bir muhalefetle karşılaşmamıştır. 213 yıl boyunca kitabındaki evrim üzerine çıt çıkmayan İbrahim Hakkı’nın 1970 yılında sansürlendiğini ve Marifetname’deki ilgili pasajların o yılki baskıdan çıkarıldığını görüyoruz.” Dedikten sonra “Niçin?” diye bir soru sorup cevabını bir bilim adamına yakışır şekilde veriyor. “Çünkü bu tarihten itibaren Türkiye’deki Dinbazlar arasında Hristiyaniyat diyebileceğimiz bir Batı kopyacılığı başladı. Evrim orada nasıl tenkit ediliyorsa burada da aynı iddia ve ifadelerle tenkit edildi.” Diyor. İlginç değil mi? Belki Marifetname’deki bölümlerin çıkarılışın duymayanlarımız çoğunluktadır. Ama dini tekeline alan zevatlar istedikleri kitaplardaki, istedikleri bölümlere müdahale edebiliyorlar. Dini kendi tekellerinde görenler kendilerine göre bir din uydurduklarının belki de fakında değillerdir, belki de bilerek yapıyorlardır. “Bilim ve Din” bölümünde “Türkiye’de Bilimin Hali” başlığı altında anlatılanlar dikkat çekici. Ayrıca “İdraki kör eden ideoloji: Neo Haricilik” başlığı altın incelenen konular, “Tekfircilik” başlığında incelene konular günümüzde karşılaştığımız kör döğüşü anlatıyor ve izahatlar da bulunuyor.

“Kendisi bilim üretememiş insanın üreteceği bilim, güzel sesli Ermeni komşusunun ezan okuması gibidir. Köyde müezzin vefat edince ezan okuyabilecek ses ve musiki yeteneğine sahip Ermeni’ye köylüler rica etmişler. O önce, nasıl olur dese de sonunda kıramayıp kabul etmiş ama ezanın her cümlesinin sonuna “derler” ekleyerek okumuş: “Allahu ekber… derler. Eşhedü en la ilahe illallah… derler…”. Şimdi düşününüz eğitimin bundan daha güzel tenkidi olur mu?

“Bilim ve Din” bölümünde “bilim”, “dil” ve “Türkçe” konuları işlenirken kendi hayat hikâyesi ile karşılaşıyoruz. Merhum Oktay Sinanoğlu ile geçen yıllar okumaya değer. Meğer İskender Hoca, Oktay Sinanoğlu’nun rahleyi tedrisatından geçmiş. Oktay Sinanoğlu ile Amerika ve Türkiye’de Özellikle ODTÜ’de geçen yıllar ve ODTÜ’de Merhum Alpaslan TÜRKEŞ’e verdirilen konferans çok önemli.

“BİLİM ve TEKNOLOJİ” bölümünde matbaanın Türkiye’ye geç gelişinin sebepleri anlatılırken: “Matbaa orta çağı sona erdirmiştir. Matbaayı geç almamız geri kalmamıza yol açmıştır.” Söylemine hoca: “Hiç de öyle değil” diye cevap veriyor. İlber Ortaylı Hocadan aktardığı; “müşterisiz meta zayidir” sözü matbaanın niçin geç geldiğinin sebebini ne de güzel açıklamaktadır.

Bu bölümde Mısır’da “İskenderiye Kütüphanesi”nin yakılışını ve kimin yaktığını ama hala bunu Müslümanlar yaktı( Özellikle Hz. Ömer) yaygarasını, yalanını dile getiriyor. Bu bölümde ayrıca” yazar- okuyucu”, “internetin önemi”, “demokrasi” vb alt başlıklarda işlenen konularda sanki bam telimize dokunmuş gibi. “Takva en iyi korunma aracıdır. Takva yoksa diğer bütün korunma araçları boşunadır. Takva yoksa her trafik ışığının altına bir trafik polisi dikmek zorunda kalırsınız. Sonra da polisi denetlemek için bir polis daha…” ( Nasıl bugün trafik keşmekeşliğinin altında yatan keşmekeşlik veya diğer olumsuzluklar “takva” eksikliğinden olmasın).

DEMOKRASİ: İskender Hoca, “demokrasi” dediği bu bölümde demokrasiyi, “Girişi var, çıkışı yok: İstakoz sepeti demokrasi” diye hicveder gibi. “Demokraside iktidar yolu duble değilse o demokrasi değil, istakoz sepetidir.” Der. Siyasi partilerde, derneklerde muhalif gurupları nasıl harcadıklarını anlatır. “Soğuk harp yıllarında SSCB’nin” basını nasıl ele geçirdiğini, basının hatta TRT’de dâhil nasıl değerlerle alay eden yazılar yazıldığın, yayınlar yapıldığını anlatır. “Türkiye’de hâkimiyet kuran tek taraflı basının kadroları da kendilerini kopyalayarak ürettiler. Tek hücreli mikroplar gibi.” Diyerek basını yönetenleri “tek hücreli mikroplara” benzetir. Hatta “SSCB’nin çöküşünden sonra de bu ekolün hâkimiyeti sürdü. ABD ve AB için bunlar milliyetçi unsurlara kıyasla daha rahat anlaşabilecekleri zihniyetlerdi. AB ve ABD, onlara bir adım yaklaşınca eski sosyalist ihtilalciler iki adım attı ve önemli bir kısmı metamorfoz geçirip bu sefer “liberal” olarak kariyerlerine devam ettiler.” Sözüne bizde bir ilave yapalım ve bugün bir kısmı “İslamcı” kılığında hayatiyetlerini devam ettirdiklerini belirtelim.

“Iowa Üniversitesi’nde yabancı öğrenciler için tamamen ABD Dış İşleri Bakanlığı’nca fonlanan parasız yatılı bir yazarlık okulu vardır ve 135 ülkeden 1400’ün üstünde yazar adayı yetiştirmiştir. Bu okulun iftihar ettiği mezunlardan birisi bizim Orhan Pamuk’tur”. Sözleri çok şey anlatıyor olsa gerekir.

Demokrasi bölümünün bir yerinde dedem “Bilge Kağan, “Türk Milleti, üstte gök basmadıysa, altta yer delinmediyse senin ilini( yani devletini ), töreni kim artadı? Buyurur; Hazreti Ömer de “Adalet mülkün( yani devletin) temelidir! Der.” Diye bir benzerlik kurar.

Demokrasi bölümünün ilerleyen kısımlarında “Bilinmeyen Türkeş: Parti içi demokrasi” başlığını taşır ki mutlaka sindire sindire okunmalı, anlatılmalı, kör gözlerin içine demokrasi nasıl olurmuş gösterilmeli derim.

BİLİM ve TÜRKÇÜLÜK:

Bu bölümde önce “gen ”in ne olduğu hakkında geniş bir izahat yapılmış. Bu izahat sonunda “milletin ”genetik bir şey olmadığı aksine milliyetçiliğin “genetik” olduğunu bilimsel yollarla anlatılmış. “Millet, memetiktir. Mentaldir, şuurdur. Buna karşılık milliyetçilik, yani insanları birbirine bağlayan güç, millet meminin bağlayıcı gücü genlerimize kazılıdır. Genetiktir. Fıtratımızdır.” diye belirtir. Türkiye’de oynana oyunlara dikkat çekmek için; özellikle Türkçe’den başka dilin ikinci dil olarak okutulması için yapılan faaliyetlere dikkat çekerek: “2006’da bir Amerikan şirketinin Fransız kolu, kullandığı bilgisayar yazılımının ve o yazılıma ait kullanma kılavuzunun sadece İngilizce dilinde olmasından ötürü 500 bin Euro, artı, bunun düzeltilmediği her gün için de ayrıca 20 bin Euro para cezasına çarptırıldı.”bilgisini verirken bizim ülkemizde yabancıların özellikle Fransızların ikinci dil için baskı yapmaya çalışmasına dikkat çekiliyor. Kendileri sadece bilgisayar yazılımına tahammül edemezken bize dayattıkları ne ola? “Milletimiz, aziz milletimiz, bu millet” gibi söylemlerin Türk kelimesini kullanmamak için yaptıkları bir oyun olduğu vurgusu dikkat çekiliyor. Ayrıca “İbrahim Milleti” veya “ Milleti İbrahim’e” diye geçen Kura-i bir kavrama dikkat çekerek: “Aslında “milletimiz”, dinbazların bir fikir ahlaksızlığıdır. Bu söylemde “millet”in eski anlamını, bir dini cemaati kasteden halini kullanıyorlar: Müslüman Milleti, Ortodoks Milleti, Yahudi Milleti vs. gibi… İbrahim’in Milleti” Kuran’da geçer ve o ayetlerdeki “millet” kelimenin daha da eski anlamında kullanılmaktadır: Din anlamında. İbrahim’in Milleti, İbrahim’in dini, Haniflik demektir. Bugünkü anlamda millet değil. Bunu bilmezler mi? Bilirler. Halk bilmez diye kullanırlar ve bu basbayağı aldatmaktır. Nifaktır.” Diye belirtir. Türk Milliyetçiliğini ırkçılıkla şuçlayabilmek için “kavim” kelimesinin karşılığı olarak millet kelimesinin kullanılmasına da dikkat çekerek: “Esasen bedevi cemiyetinin temeli sop’a(kavim) dayanır. Her çadır bir aileyi; çadırlar topluluğu(hayy) ise, sop’u meydana getirir. Akraba bağlarıyla birbirlerine bağlı kavimlerin bir araya gelmesi de kabile’yi teşkil eder.” İzahatı bize “Osmanlıcılık” adı altında yapılanın kabilecilikten başka bir şey olmadığını çağrıştırıyor. Kendi ifadeleriyle “ırkçılık” yapıyorlar ama insanımızın konudan uzak oluşundan istifade ederek Türk’ten intikam alıyorlar diyesim geliyor. Türk Milliyetçiliğinin fikir babalarında Ziya Gökalp’in “ırk atlarda olur” dediğini duymamışlar gibi davranıyorlar. Bu bölümde ayrıca “Türk müsün? Müslüman mısın?” gibi mide bulandıran söylemlere, “Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük” gibi akımlara da temas edilip doyurucu bilgiler veriliyor. “Türkçülüğün” bir ideoloji olmadığını belirtmesi de güzel bir yaklaşım.

Bilmem daha fazla söz söylemeye gerek var mı? Aslında altını çizdiğimiz yerleri alacak olsak sayfalar dolusu yazmamız gerekir. Ama biz altını çizdiğimiz yerlerin de özetinin özetini yaparak “BİLİM, DİN VE TÜRKÇÜLÜK” kitabı hakkında bir şeyler yazmaya çalıştık. Ama asıl okuduğunuz zaman kitabın önemini kavrarsınız. Bizden söylemesi.

Musa SERİN

Yazar
Musa SERİN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen