Uzun bir kuyruk… insanlar, kadınlı erkekli, çoluk çocuk dizilmişler, sınırda vize ücreti ödeyerek Yunanistan’a gidecekler. Ne güzel (!) değil mi? Yunanistan’ın Ankara’daki veya İstanbul’daki konsolosluğuna gidip, form doldurarak vize için başvurmak, vize verilmesini beklemek yok, Sınıra gidiyorsunuz, kapıda bilmem kaç yuro vize ücretini ödüyorsunuz, tamam, Yunanistan’a turist olarak giriveriyorsunuz. Ne güzel (!) ne kolay, değil mi? Onun için olmalı ki, bu büyük kolaylık rağbet görmekte, Yunan hududunda uzun kuyruklar oluşmakta. Diğer bir kolaylık da deniz yolu için emrinize âmâde… Araba vapuru, pardon feribotla adalara geçiveriyorsunuz. Amerikan menşeli TV kanalında Kuşadası’ndan şu kadar yuro, Seferihisar’dan bu kadar yuro ödeyerek adalardan birine geçebileceğiniz ve vize ücretini orada ödeyeceğiniz de muştulanıyor… ama, küçücük bir sorun var: aldığınız vize, adaların hepsine gitmenizi sağlamıyor: sâdece 6 ada için geçiyor, diğer adalara gitmek için, ayrıca ücret ödeyerek vize almanız gerekiyor. Ama, endişeye gerek yok: öyle uzun işlem filân gerekmiyor, ücreti Avrupa parası, yuro olarak ödeyiveriyorsunuz, olup bitiyor. Bütün bu ödemeler, ayrıca orada bulunduğunuz müddetçe yaptığınız masraflar, alacağınız hediyelikler vb. hepsi Yunan’ın bütçesine gidiyormuş, o bütçe, ‘savunma masrafı’ olarak her yıl artan mikdarlarda silâha (kime karşı) ayırıyormuş, hiç mühim değil… Küçücük çocuğa o yaşta kimin sevgisi aşılanıyormuş, o da mühim değil. Böyle tuhaf, çağdışı düşüncelere yer vermek de ne oluyor, güzelim güneşli günlerde, gezilip tozulacak yerler varken. Bu Alman filozofu Fichte, çok geri kafalı, çağdaşı bir adam, öyle olduğu anlaşılıyor: çok iyi Fransızca bildiği hâlde, onu, bu dille konuşurken pek görmezlermiş. Sebebi sorulduğunda, bu geri kafalı düşünür; “düşmanıma bir kelime ile olsa bile, yardım etmek istemem” dermiş. Bize karşı Yunan’ın HİÇBİR düşmanlığı yok ki! İstanbul’u almayı hayâl etmez, sembol durumundaki Ayasofya’nın eski, 572 yıllık hüviyetine kavuşup câmi olmasından çok memnundur, 1821 deki Yunan isyanından dolayı idam edilen Patrik Gregorius’un intikamını almak için Patrikhânenin orta kapısını kilitli tutmaz, hafta sonu gelen çocuklara, o kapının, ancak orada bir Türk devlet başkanının idam edilmesinden sonra açılacağını öğretmezler… Lozan anlaşmasına aykırı olarak, Batı Trakya’daki Türklerin varlığını inkâr etmezler; Batı Trakya’da Türk yok, Müslüman var, demezler (resmen, hükûmet olarak)…
***
İranlı şâir boşuna söylememiş:
Morde ne bâşed kôra der teneş nebved hayât
Morde ân bâşed kôra der dileş nebved şuûr
Ölü; teninde, bedeninde hayat, canlılık olmayan değil,
kalbinde (beyninde, zihninde, rûhunda) bilinç
olmayandır, bilinçsiz kişidir.
Türk şâir ise, doğrudan, bodoslama, ifâde etmektedir:
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
***
Durumun sorumlusu, tabiî, Yunanistan’a gitmek için çocuklarını da yanlarına alarak yola düşenler değil; 232 yıldır; Üçüncü Selîm’in tuttuğu, yanlış olduğu, günümüzde Japon örneğini gördüğümüzde anlaşılan (sâdece teknoloji alınmalıydı, ‘toptan’, her şeyimizle Avrupa’lı olmak şıkkını benimsedi) yolun, yörüngenin, zemînin, yönetimce tutulan, diplomalılarımızca benimsenen ve desteklenen akımdır, ürün, sonuç budur.
***
Peki, NE yapmalıyız?
1.Halkımızda, milletimiz ferdlerinde, bağımsızlıklarına kavuşmuş olan Türk Devletleri ile ilgili sevinç, coşkunluk uyandırıcı etkinlikler yapılmalıdır. Bu konuda, hükûmet resmî işleri yürütürken, işin kültür, turizm yönüyle de ilgilenmelidir.
2.Sivil toplum kuruluşları, başta Türk Ocakları şubeleri olmak üzere, (kurban dolayısıyla bu ilişkileri canlandıranlar sağ olsunlar) bu işe çok değer verip o illere seyâhatler düzenlemeliler.
3.Turizm şirketleri, Batı’ya düzenledikleri gezilerin hiç olmazsa, yarısı kardar, Türk illerine seyâhatleri programlarına almalılar.
4.Kurda (börüye) boynun niçin kalın? demişler; kendi işimi kendim görürüm, demiş. Her ilçede, her şehirde, bilinçli arkadaşlar BİR ARAYA GELİP küçük çapta da olsa seyâhat şirketi veya işletmesi kurmalı, bu küçük kuruluşlar, sür’atle birleşip daha büyük şirket hâline gelmeli. Hedef: Türk illerine, kolay, ucuz seyâhat olmalı. Unutulmamalı: her uzun yürüyüş, sâdece ‘bir adım’la başlar.
Çocuğa, gençliğe, İNSANa yapılan yatırım, en verimli, en büyük yatırımdır. Çocuklarımız, yurt dışına belki de ilk adımını atarken, Yunan’la değil, Türk kardeşleriyle karşılaşmalı, kucaklaşmalıdırlar.
Turizm, seyâhat masraflarının, o paraları bize hiç de dost olmayana değil, (tabiî komşularımızla dostluk içinde yaşamayı isteriz, ama komşumuzun ‘Megale İdea’sını bilmezden gelemeyiz) Türk kardeşlerimize sarf edilmesi, en tabiî, en doğru yol, en güzel iş değil midir?
Türk Devletlerine Gezi Kampanyaları düzenlenmelidir. Türk illeri, kapı komşu durumuna gelmelidir.
Olması GEREKEN budur; miskinlik, hareketsizlik, durumu kabullenmek, mârifet değildir.
***
Diğer bir gaflet örneği;
Bir tv kanalı müjdeliyor: İznik, Papa Leo’yu karşılamağa HAZIRLANIYORMUŞ !!!
Bu haber, bu sunuş, ters taraftan şöyle bir sunuş olsa gerek:
Estergon, Viyana, Belgrad, Sofya, Atina, Mehter Takımı refâkatinde gelecek olan Türkiye Cumhurbaşkanı’nı karşılamağa HAZIRLANIYOR !
İznik, elde dolaşan, dili Aramca olan Hz. ‘İsa Aleyhis Selâm’dan onlarca yıl sonra, (Onun dili olan Aramca da olmayan) Latince, İbranca, Eski Yunanca olarak yazılmış olup, İncil olduğu iddia edilen 72 kitabın içinde, “eh, herhâlde, doğruya en yakını olan bunlar olmalıdır” zannıyla, Markos’a göre, Matta’ya göre, Luka’ya göre, Yuhanna’ya göre, diye 4 tanesinin “İncil olarak kabûl edildiği” Kilise Konseyi’nin bu iş için toplandığı bir şehirdir. (İyi ki, o bina, göl kıyısında idi, ondan hiçbir iz kalmamıştır; yoksa, yine bizim ahmak zihniyetimize restore ettirirler, yeni bir ziyâret yeri yaparlardı) Kendilerine Hristiyan diyenler için çok mühim bir mrkezdir. Papa Leo’nun katılımıyla tören, âyin düzenlenecek olduğu anlaşılıyor.
Gâye, Hedef, bu şehrin, İznik’in, (Hazret-i İsa A.S.ı, onlar gibi, hâşâ, Allah’ın oğlu olarak kabul etmediğimiz için) kâfir diye bildikleri Türkler’in eline düşmüş olmasının UNUTTURULMAMASIDIR, bunun CANLI TUTULMASIDIR, aynen, Kostantinopolis diye bildikleri, çocuklarına 572 yıldan beri öyle öğrettikleri İstanbul’un, kâfir dedikleri Türkler’in eline geçtiği 1453 yılının UNUTTURULMAMASI için, bu yılı Yeniçağ’ın başlangıç yılı kabul ettikleri gibi. Halbuki, Protestanlığın başlangıcı olan, Martin Luther’in, 95 maddelik tezini Wittenberg Katedralinin kapısına çivilediği târih olan 1517, Yeniçağ’ın başlangıcı için ÇOK DAHA UYGUNDUR.
Aynı TV kanalı, “turist gelecek” diye müjdelemekten (!) geri kalmıyor; çocuk aldatır gibi, bu olaylar canlı tutularak, Türkiye’nin altı OYULUYOR, bu, Turizm Zokasıdır!
Gel de aynı mısraı tekrarlama: Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
***
Türk olmak, gerçekten zor!
Dışta; bilinçli, kindâr, inatçı, dost görünüşlü, bu topraklarda bulunuşumuzu kabullenemeyen düşman, İçte; gafil, diploma hamalı, “aydın” denilen, “öyle” zannedilen ve kabûl edilen bilgisiz, bilinçsiz, seri imâlâtı, çağdaş yurttaşlarımız, Ve statüko’yu oluşturan bu gafiller zümresine
RAĞMEN doğru yolu tutma gayretleri …
Türk olmak, gerçekten zor.
*** *** ***
15 Mayıs 2025