Bir de Konuşan Yahya Kemal Var

Uzun yıllar kaldığı Paris’ den İstanbul’a gittiğinden çok farklı bir Yahya Kemal şahsiyetiyle dönmüştü. Etrafında kısa zamanda büyük bir hayranlar grubu oluşmuştu. Onu Paris dönüşü büyük bir sevgiyle kucaklayan Şefik Esat Paris’den arkadaşıydı. Arkadaşına Divanyolu’ndaki konağının kapısını açmış, onu rahat ettirmek için etrafında pervane olmuş, arkadaşının şiirlerini ve kültürünü herkesin tanımasını istemişti. Kıbrıslı Mehmed Paşa’nın torunları olan yakın dostları Tevfik ve Şevket Beyler de o hayranlar halkasındaydı. Kıbrıslızâdelerin Kandilli’deki yalısına da sık sık yatılı misafir olarak dâvet dilecekti.

Yahya Kemal’i devrin genç edebiyatçılarından Yakup Kadri’yle “ Öp elini büyük edebiyat üstâdımızın” diyerek tanıştıran da bu Kıbrıslızâde Tevfik Beydi. Yakup Kadri şaşırmış, Paris’den yeni gelen bu genç adamı bir başka dostu Şefik Esat’ın çok methetmesine rağmen “Tombul vücudu, güzel ama çizgileri kalın başı ve tutuk, donuk haliyle, Paris’den, Quartier Latin’den değil, Osmanlı ülkesinin uzak vilâyetlerinin birinden gelmiş herhangi bir genci andırıyordu.” diyerek hiç mühimsememişti. Yakup Kadri kısa bir zaman sonra hanımların da bulunduğu bir toplantıda küçümsediği o gencin konuşmasını büyük bir şaşkınlıkla dinleyecek, hafızasında yerleşmiş o taşralı genç görüntüsü tamamen silinecekti. Daha sonra hâtıralarında Yahya Kemal’in dinleyenleri büyüleyen konuşmasından “ Polis baskısı altında, etrafı gözcülerle çevrili bir evde miyiz, günün birinde belki yarın, belki yarından sonra o evin sahipleriyle birlikte zindanları, sürgünleri veya darağaçlarını mı boylayacağız? Bu ihtimallerin hiç biri aklımızdan geçmezdi. Nasıl bir terör havası içinde yaşadığımızı unutur giderdik.” Diye bahsedecekti.

Yakup Kadri Yahya Kemal’in vefatından sonra “ BİR SANATÇININ ARKASINDAN- YAHYA KEMAL” adını taşıyan yazısında onun bu vasfı üzerinde durarak üzüntüsünü dile getirmişti: 

“Lâkin şiir okuyan Yahya Kemal’in ardında bir de konuşan Yahya Kemal vardı. Hangisi hangisinden üstündü hâlâ tayin edemiyorum. Ancak kaybına en çok acıdığım insanın bu olduğunu biliyorum. Onun çağdaşları, arkadaşları ve dostları kadar, kendisini takip eden nesillerin ve müritleriyle hayranlarının da yokluğunu en ziyade hissedecekleri eşsiz şahsiyetin bu olacağını sanıyorum. Biz hepimiz birden Yahya Kemal’in şiirlerini – ki çoğu ezberimizdedir- okuyarak teselli bulabiliriz. Fakat kapılarını kendi eliyle açıp kapadığı o geniş edebî ve tarihî kültür hazinesinin, bilgi, düşünce, görüş ve nükte zenginliklerinden kâm alma saadetine bundan böyle nasıl ereceğiz?

Nurullah Ataç da konuşan Yahya Kemal’in tesirinde kalanlardandır. “Yahya Kemal yalnız şiirin değil, ahbap, dost oturmalarında konuşmanın da üstâdıdır. Başkalarına söz bırakmaz, bıraksa da  “Üzme kendini beceremiyorsun’der gibi dalgın bir dinleyişi vardır…”       

Süheyl Ünver Hoca da konuşan Yahya Kemal’in hayranıdır. “Yahya Kemal tarihçi değildi, Yalnız tarihî bahisleri anlatmakla kalmaz, aynı zamanda yaşatırdı, hatta dinleyenleri hadiselerin ta içine sokardı. Kaç defa onunla Fatih’in ordusuna katılıp, İstanbul’un fethi’ne dahi bizleri iştirak ettirdi.”

Peyami Safa da onun sohbetinde bulunmuş, onu hayranlıkla dinlemişti. “Hususi sohbetlerinde çok bulunmuş olanlar, onun büyük Osmanlı seferlerini anlatırken maziyi hal içindeymiş gibi ne samimi bir heyecanla yaşadığını ve yaşattığını görmüşlerdir. Eğer onun o sözleri vaktiyle ses makinesine alınabilmiş olsaydı, bugün Ahmet Refik’ten sonra tamtakır denecek kadar boş kalan tarih edebiyatımız şaheserlere kavuşacaktı.”

Âdile Ayda da 2 Haziran 1947 de şiirlerinden sevip hayran olduğu Yahya Kemal ile görüşmesinden sonra büyük bir şaşkınlık yaşamıştı. İşte Cumhuriyet gazetesi yazarı İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız edebiyatı doçenti Âdile Ayda’nın şaşkınlık ifadesi olan satırları: “Kararlaştırılmış olduğu gibi 11 Ekim1947’de Cumartesi günü saat beşte Beyoğlu’ndaki Büyük Kulüb’e gittiğim zaman içimde sonsuz bir sevinç ve heyecan vardı. Büyük şair beni taltifkâr bir şekilde, tanışmamızdan duyduğu memnuniyeti ifade ederek karşıladı. Kendisine mahcubiyetle teşekkür ettim. Ve salonun bir köşesinde karşılıklı duran iki koltuğa yerleştik. Şair o sırada gazetelerde gördüğüm resimlerinden daha genç ve bu resimlere nazaran zannedildiğinden daha zayıftı. Çok itinalı bir şekilde giyinmişti. Ve işte aramızda ilerideki sahifelerde okunacak mülâkat başladı. Konuşmamız iki buçuk saat sürdü. Ayağa kalktığımız zaman bu malûmat, incelik ve tefekkür abidesi karşısında gözlerim kamaşmış bir halde idim.

Âdile Ayda, Yahya Kemal ile yaptığı mülâkattan bahseden bir başka kitabında ise “Yahya Kemal oturduktan ve hele konuşmaya başladıktan sonra ne şişmanlığı kaldı ne de hantallığı… İçinde binbir mânânın parıldadığı yeşilimsi gözlerinden başka bir şey görmüyor, o konuştukça kuvvetli bir büyünün etkisi haline girdiğimi hissediyordum.” Diye yazmıştı.

Âdile Ayda o gün bir başka şeye de şaşırmıştı. Yahya Kemalin anlatılanların aksine garsonun çayın yanında getirdiği bisküileri çok zarif bir şekilde yiyişine… Çünkü mülâkata giderken arkadaşları onu “Yemek yiyişi çok çirkindir, dudaklarını şapırdatarak yer ve ağzından yemek fışkırır” diye ikaz etmişlerdi. Âdile Ayda “Hayır, öyle bir şey yoktu. Demek dikkat edince oluyormuş” diye yazar. Aslında Yahya Kemal’in bu dikkatinin sebebi karşısında 34 yaşında, çok güzel, aynı zamanda asil tavırlı, çok donanımlı, hayran olduğu İstanbul Türkçesiyle konuşan bir hanımefendinin bulunmasıydı.

Yazar
Hicran GÖZE

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen