Bir “Mevlânâ” Hutbesi*
*http://www.yenisafak.com/yazarlar/mahmuderolkilic/mevlnyi-icsellestirmek-zaman-alacaga-benziyor-2034259
Biliyorsunuz toprak, ancak ekilince ve ekilen ne ise ona göre filiz verir. Kültür de böyledir. Nasıl bir kültür ekersen, ona göre insana sahip olursun. Bu topraklarda ekilen İslam kültürü, bin senedir hep âriflerin, velilerin anladığı ve yaşadığı İslam olmuştur. Anadolu insanı, başka yollarla iltifat etmediği için böylesi bilge şahsiyetlere kucak açmıştır. Hal böyle olunca, bu yüce insanlar da Anadolu’yu kendilerine mesken tutmuşlar ve bu müsait insanları aşkla eğitmişlerdir. İnsana, hayvana, bitkiye, velhasıl bütün bir kâinata hep şefkat nazarıyla bakan bu derviş gönüllü insanlar; ‘Yaratılmışı hoş görürüz Yaradan’dan ötürü’ düşüncesiyle hareket etmişlerdir. Mevlânâ Celâleddin Rûmîler, Hacı Bektâş-ı Veliler, Yunus Emreler, Şeyh Şâbân-ı Veliler, Seyyid Hüsâmeddin Uşşakîler, bu muhteşem kervanın sadece bazılarıdır. Bu İslam âlimlerine göre din, bir aşk mektebidir. Aşk ile yapılmazsa, ibadetler bile külfettir. Allah bizleri en mükemmel surette yaratmış ve bize kendi ruhundan üflemiştir. O zaman Allah’ı tanımak, bilmek, imkânsız bir iş değildir. Sadece yapılması gereken, O’nun bize verdiği o ruhu çalışabilir hale getirmektir. Gerisini o ruh yerine getirecektir. Zira Cenab-ı Allah, “Her nerede olursanız olunuz O sizinle beraberdir” ve “Ben sizlere şah damarınızdan daha yakınım” gibi muhtelif ayetlerinde, bir taraftan bizden uzak olmadığını, bize çok yakın olduğunu hatırlatırken diğer taraftan da, “O iman edenler, Allah’a karşı şiddetli bir sevgi duyarlar” âyetiyle kul ile Allah arasındaki ilişkinin ancak sevgi üzerine inşa edilebileceğini bildirir.
Bu sevgi dolu, hoşgörü dolu yüksek İslâm anlayışının en önemli temsilcilerinden birisi de Mevlânâ Celâleddin Rûmî’dir.
“Ben hayatta olduğum müddetçe Yüce Kur’ân’ın bendesiyim. Bundan başka benden bir şey nakledilirse, o sözden de o kişiden de uzağım” diyen Mevlânâ, öncelikle dinin zahirini tahsil etmiş ve yıllarca buna dair ilimleri medresede okutmuş bir din âlimidir.
Daha sonra maneviyatta derinleşmeye başlayınca,yaşadığı halleri şiir yoluyla insanlara aktarmaya devam etmiştir. Bu şiirlerinden oluşan muhteşem eseri Mesnevî, tercüme edildiği bütün dillerde hayranlıkla okunmuş ve hala okunmaya devam etmektedir. Mesnevî’nin esası, Kur’ân’ın özüdür. Bu yüzden her mısrasında hikmet, her beytinde sırlı hakikat, her hikâyesinde ibret vardır. Bir şiirinde söylediği “Aynı dili konuşanlar değil aynı gönlü, aynı duyguları paylaşanlar daha iyi anlaşır” sözüyle, gönüldaş olmanın her şeyden daha önemli olduğuna dikkat çeken Mevlânâ, “Ne arıyorsan osun sen!” sözüyle de ne aradığını bilmeyen insana uyarıda bulunmaktadır.“Biz ayırmaya değil birleştirmeye geldik” derken de ne kadar yapıcı ve birleştirici bir anlayışa sahip olduğunun altını çizer.
Selçuklu ve Osmanlı sultanları hep ona bağlılıklarını dile getirmişlerdir. Onun görüşlerinin özümsendiği yerlerde kavga olmaz, kul hakkına tecavüz edilmez. Allah aşkı, her şeyin önüne geçer. Mevlânâ’nın gayesi, insanı, insan-ı kâmil yapmaktır. Kâmil insan olmak için ne lâzımsa, Mevlânâ da sözlerinde onları işlemiştir. “Hamdım, yandım, piştim!” derken, insanın hamlıktan olgunluğa geçişini, mayalanmış hamurun pişmesine benzetir. İnsanın da irfan teknesinde pişerek eğitilmesi gerekir. Zira ancak böylesi kâmil insanların sayılarının artmasıyla toplumda huzur, barış ve karşılıklı anlayış gelişecektir.
Rabbim bizleri, çocuklarımızı onların sözlerini anlayarak, yollarını izleyerek, onlar gibi kâmil insan olanlardan eylesin! Âmin!
Hutbeme, büyük ârif Hz. Mevlânâ’nın şu sözleriyle son vermek istiyorum: “Bizler birleştirmeye geldik, parçalamaya değil!”
*
“Hiç okunmamış bu hutbe metninin manidar bir hikayesi vardır: 2008 yılında Almanya’da gerçekleştirilen bir toplantıda karşılaştığım ve o dönemde henüz Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı olan kıymetli dostum Prof. Dr. Mehmet Görmez Beyefendi ile sohbet ederken, cuma hutbelerinde umumiyetle ariflerin İslam’ına hiç atıfta bulunmadıklarından, Yunus’tan ve Mevlana’dan bir beyit bile okumadıklarından serzenişte bulunmuş ve ‘İki ay sonra Şeb-i Arus geliyor. Hz. Mevlana’nın vefat yıldönümü münasebetiyle 17 Aralık’a denk gelen bir cuma günü, onun hatırasına bir hutbe okunamaz mı?’ diye sormuştum.
Bunun üzerine kendisi, maalesef uzun yıllardır irfan karşıtı zihniyetin Diyanet’te kök saldığını söyledikten sonra bendenize, eğer hemen böyle bir hutbe metni hazırlarsam bunun denetimden geçerek okunması için elinden geleni yapacağını ama yine de söz veremeyeceğini söylemişti. Kaldığım otel odasında hemen o gece bu metni hazırlamış ve kendisine göndermiştim. Neticede ne kadar çaba gösterdi ise de maalesef bu metni okutmaya gücü yetmedi ve bu hutbe hiçbir zaman okunmadı.”
Mevlânâ’yı içselleştirmek zaman alacağa benziyor