Başarısız yönetici sınıf, başarısızlığını örtmek amacıyla halkın muhalif kesimine karşı korku temalı psikolojik yıldırma uygular. Kendilerini destekleyen yandaş bir kitle yaratma amacıyla küçük bir kesime imtiyazlar sağlarken, halkın çoğunun algılarını etkilemek için psikolojik telkinde bulunur.
Prof.Dr. Feyzullah EROĞLU
Yönetim süreci, karşılıklı rızaya dayalı insani ve toplumsal bir süreçtir. Hayvanlar için ‘gütmek’, motorlu araçlar için ‘sürmek’ kavramları kullanılır. ‘Gütmek’ ve ‘sürmek’ kavramlarında, güden ile güdülen, süren ile sürülen arasında karşılıklı rıza yoktur. Kişilerin, hayvanlara ve araçlara yönelik tek taraflı bir sevk ve idaresi söz konusudur.
Yönetim ilişkilerinde, yöneticilerin kullandığı yönetme yetkisinin kaynağı toplumsal rızadır. Aksi takdirde, yöneticiler yönetilen insanları, hayvanlar gibi gütmüş olur. Yönetim eyleminin insani ve toplumsal boyutu ortadan kalkar.
İnsanlar, normal şartlarda onurlu bir biçimde yönetilmek isterler. Toplumsal rızaya dayanmayan yönetim, zulümdür. Zulüm ise maddi ve fizikî işkence olduğu gibi manevi ve psikolojik taciz demektir.
Kur’an’daki İslamiyet’in temel yönetim ilkeleri
Kur’an’da, doğrudan doğruya belirli bir yönetim tarzı tanımlanmaz. İslâmiyet, evrensel bir inanç sistemi olması nedeniyle bütün zamanlar için geçerliliği olan yönetim ilkeleri ortaya koymuştur. Başarılı ve onurlu bir yönetim tarzı geliştirmenin yöntemi, temel ilkelere uymak şartıyla akla ve bilime bırakılmıştır.
İslamiyet’in temel yönetim ilkeleri olarak Kur’an’da, yönetimde adalet (Nisa Suresi/58; Nahl Suresi/90); yöneticilerde liyakat ve ehliyet (Nisa Suresi/58); yönetimde danışma (Şûra Suresi/38; Âli İmran Suresi/159) kavramları ön plana çıkmaktadır. Kur’an’a göre, bu ayetlerde ortaya konulan yönetim ilkeleri, bütün zamanlarda ve kültürlerdeki yönetim faaliyetlerinde kullanılabilir asgari yönetim kurallarıdır.
Halkın onurlu yönetilme hakkı
Kur’an’daki İslamiyet ve insani yönetim deneyimleri, yöneticilerin yönetme yetkisini, yönetilenlere onurlu bir biçimde yönetilmeyi isteme hakkıyla sınırlandırmıştır. Kur’an, yönetilenleri yöneticilerin kendilerini aşağılayacak biçimde davranmalarına izin vermemeleri konusunda açıkça uyarmıştır. ‘Ey imân etmiş kimseler! «Râinâ» (sen çobanımızsın, bizi güt) demeyin; «Unzurnâ» (bizi gözet/yönet) deyin ve kulak verin…’ (Bakara Suresi, 104) (1).
Yöneticilere yakın duran dinci çevrelerde, halkın her durumda yöneticilere olan itaatini sağlamak amacıyla Allah Elçisi’ne atfen ‘hepiniz çobansınız; hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz.’ biçiminde popüler bir hadisten söz edilir. Bir defa, Allah Elçisi’nin, Allah’ın açık hüküm ve buyruklarına tamamen zıt anlamda söz söylemesi beklenemez. Bu ayetle, akıl sahibi ve iman etmiş olan her insanın, ‘sürü’ gibi güdülmeden onurlu bir biçimde yönetilmesi gerektiği ilkesi bir insan hakkı olarak belirlenmiş oluyor.
Allah Elçisi’nin vefatından hemen sonrasında başlayan iktidar kavgaları sırasında, kim yönetici durumunda ise halka karşı bu söylemi kullanmıştır. Yöneticiler, Kur’an’da buyrulan ilkelere tam olarak uymak ve gereken vasıflara sahip olmak gibi bir duyarlılık göstermek yerine, yönetimden hoşnut olmayanları çoğunlukla dinî söylemler üzerinden bastırmak veya ikna etmek yoluna sapmışlardır.
‘Keyfe mâ yeşâ’ yönetim ve psikolojik savaş
Toplumsal sorunların çözümünü sağlayan, insanları huzur ve güvene kavuşturan bütün yönetim uygulamaları, adalet, liyakat, danışma ve ahlak gibi değerlere dayanmaktadır. Yönetimin altın kuralları sayılan bu ilkelere uymayan her yönetim sistemi önünde sonunda başarısız olmuştur.
Kontrol edilemeyen yönetimler, kendi keyif ve arzusuna göre ‘Keyfe Mâ Yeşâ’ denilen ilkesizliğe ve keyfiliğe dayanan tuhaf bir yönetim anlayışına dönüşüyor. Bu yönetim tarzı, yalnızca yönetici sınıfı haksızca zengin etme ve halkın çoğunluğunu çeşitli psikolojik savaş teknikleriyle baskılama konusunda oldukça etkilidir. Psikolojik savaş, klasik savaş ve fizikî güç kaynaklarını kullanmaksızın, hedef kitlenin zihin dünyasını etkili mesajlar yoluyla yönlendirme olgusudur.
Psikolojik savaş ile çarpıtma/manipülasyon, yalan haber üretme, hile yapma, toplumsal mühendislik, asılsız suçlama, karalama, sansür ve aldatma operasyonları gibi etkili mesajlarla hasım ve rakiplerin iradesi eritilerek etkisiz hâle getirilmeye çalışılır (Özdağ, 2017, 195-202). Psikolojik savaş teknikleri, bütün zamanlarda kullanılmıştır. Günümüzde kitle iletişim araçlarının artışı ve popülist siyasetin yaygınlaşmasıyla birlikte ülke içinde halka karşı da çok şiddetli bir biçimde kullanılmaktadır. Güçlü yönetimlerin, bu yöntemi çoğunlukla başka toplumlara, zayıf yönetimlerin ise kendi halkına karşı uyguladığı görülüyor.
Psikolojik savaşın hedefi neden halk oluyor?
Başarısız yönetici sınıf, başarısızlığını örtmek amacıyla halkın muhalif kesimine karşı korku temalı psikolojik yıldırma uygular. Kendilerini destekleyen yandaş bir kitle yaratma amacıyla küçük bir kesime birtakım imtiyazlar sağlarken, halkın çoğunun algılarını etkilemek için psikolojik telkinde bulunur.
Haksızlık ve adaletsizliğe uğradığını düşünerek bunlara tepki gösterenler, çoğunlukla siyasallaşan güvenlik güçleri ve yargının aracılığıyla tahakküm altına alınır. Toplumun genelinde ise kitle iletişim araçlarının yardımıyla tek yönlü bilgi ve haber akışıyla tek yanlı algılar oluşturulur.
Ülke, adalet ve liyakatle yönetilmediği ve toplumsal sorunlar çözülemediği zaman, yönetici sınıf tarafından toplum etkili psikolojik savaş teknikleriyle âdeta güdülmeye çalışılır. Birçok otoriter toplumda, bir taraftan korkutma yoluyla insanlar direnmekten vazgeçmeye zorlanırken, bir taraftan da sürekli ve ısrarlı bir biçimde çarpıtılmış bilgiler yoluyla kitlenin zihninde istenilen anlamın oluşumu sağlanır. Siyasallaşan eğitim ve dinsel hizmetler kanalıyla toplumda belirli bir toplumsal algı kurgulanır ve egemenlerin iktidarı sürdürülmeye çalışılır.
Türkiye’de PKK açılımı üzerinden algı yönetimi
Türkiye Cumhuriyeti, uzun bir süredir etnik ırkçılık yapan PKK terör örgütünün saldırısı altındaydı. Türk Ordusu ve Emniyet Teşkilatı mensupları ile korucuların cansiperane mücadeleleri sonucunda vahşi terör örgütü yurt içinde büyük ölçüde etkisiz hâle getirildi. Aslında, terör artığı ve uzantılarının tamamen yargıya teslim edilerek, böyle bir isyana kalkışmalarına pişman edilmeleri bekleniyordu. Başka bir şeyler oldu; pkk ve uzantıları, sanki hiç yenilmemişler gibi, akıl ve vicdan sahibi insanların asla kabul etmeyeceği şartlarla gündemin tepesine oturtuldu. Türkiye’nin en çok kitap yazan ve küresel terörizm konusunda çalışmaları bulunan entelektüel siyasetçisi Ümit Özdağ ile İBB seçimini büyük oy farkıyla kazanmayı başaran Ekrem İmamoğlu, arka arkaya tutsak edildi. Bu arada, etnik – dinci siyaset ve sözde milliyetçiliğin tuhaf iş birliği ile Türk Milleti’nin acıları üzerinden, süslü ve yaldızlı sözlerle olumlu algılar yaratılma kampanyası başladı.
PKK açılımının, en çok kimin işine yarayacağı konusunda, ilgili ilgisiz birçok yorumlar yapılıyor. Bu tuhaf açılım ile ortada dolaşan kişilerin beden diline bakıldığı zaman, yöneticilerin ve medyanın, Türk milletini inandırmaya çalıştığının aksine, sonuçlar hiç de herkesi mutlu edecek gibi görünmüyor. Söz gelimi, PKK terör örgütü mensubu ve uzantısı olan kişiler, her daim gülümsüyor, sanki yenmiş kişiler gibi kasılıyor, dik yürüyor, dik konuşuyor, hakaret ediyor, bazen de alaycı oluyorlar. Aslında, yurt içinde terör yaratabilecek kapasiteleri kalmadığı hâlde, çoğu zaman neredeyse ‘terörü yine başlatırız edasıyla’ tehditler savuruyorlar. Buna karşılık, terörle mücadele etmiş olan asker, polis ve korucular, terör mağdurları ve bu tuhaf PKK açılımını onur kırıcı bir yolla yürütülmesine itiraz edenler ise kızgın, üzgün, hüzünlü, kaşları çatık ve kaygılı bir görünüm içindeler. Bu beden dili anlatımları bile kendi başına işlerin nereye evrileceğinin görsel işaretleri gibi duruyor.
Bütün Türk milleti Atatürk çizgisinde birleşmelidir
Küresel güçlerin güdümünde ve yönlendirmesi altında, Türk kimliği ve hakimiyeti ağır bir tehdit altında bulunuyor. Türk bağımsızlığının güvencesi olan düşünce akımlarının oldukça dağınık olması nedeniyle büyük bir hayal kırıklığı ve şaşkınlık yaşanıyor. Bu arada, geçmişte Kuvayı millîye/Millî Güçler arasında yer almış olan ‘halkçı’ ve ‘milliyetçi’ güçlerin günümüzdeki bir kısım türevlerinin tutumu, bu açılımın adeta önceden tasarlanmış bir proje olduğu izlenimini veriyor.
Sonuç olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin millî, üniter ve laik yapısının korunması ve kollanması bakımından, Bağımsızlık Savaşına ve devletin ilk kuruluş aşamasına destek veren Atatürk çizgisindeki ‘halkçılar’ ile gerçek ‘milliyetçi’ güçlerin bu etnik ve dinci tuzağı Türk milletine birlikte anlatması ve bozması gerekiyor.
Hakkı YILMAZ (2010): Nüzul Sırasına Göre Tebyînü’l- Kur’an İşte Kur’an, Cilt: 9, s.194, İşaret Yayınları
Ümit ÖZDAĞ (2017): Algı Yönetimi, Propaganda, Psikolojik Savaş, Kripto Yayınları:98, Ankara
———————————————
Kaynak:
https://millidusunce.com/misak/bizi-gutmeyin-liyakatle-yonetin/