CHP, Atatürk ve Kürt Meselesi: Tarihsel ve İdeolojik Dönüşüm

CHP, Türk siyasî tarihinde pek iktidar olamasa da en çok tartışılan partilerin başında gelir. Bunun çeşitli sebepleri vardır. CHP’yi kuran kadronun aynı zamanda Millî Mücadeleyi yürütmesi, yeni bir devlet kurması, Cumhuriyet başta olmak üzere yeni devletin ve toplumun inşa edici inkılaplarını gerçekleştirmiş olması gelir. Aynı zamanda Cumhuriyetin sonraki dönemlerinde de Türk siyasetinde doğrudan ve dolaylı olarak etki etmiş olması vardır.

Atatürk’ün iradesiyle kurulmuş olan CHP, modern bir Türk devleti ve Türk milleti inşasıyla İslamcı muhafazakâr ideoloji mensuplarının, Kürtçü grup ve örgütlerin ötekileştirdiği ve düşmanlaştırdığı bir partidir. Özellikle Cumhuriyeti İslam karşıtı rejim konumuna oturtulması bu konuda dikkat çekicidir. Laiklik üzerinden bir İslam düşmanlığı söyleminin başat olarak CHP aleyhine işletildiği bilinir. Millî bir Türk devleti kurulması da bölücü Kürtçü yapıların CHP üzerinden yıkıcı bir muhalif zeminin oluşmasına imkân yaratmıştır. Bu sebeple sol, Türk toplumunun çoğunluğunda pek makbul görülmemiştir. Oysa, CHP’nin sola kayışı çok sonralarıdır. Yani Cumhuriyeti kuran ve İnkılapları gerçekleştiren Atatürk CHP’si ile sonrakisi arasında ilişki isimden ibarettir. Ayrıca DP gibi Türk siyasetinde merkez sağı oluşturan partilerin de CHP’den neşet etmiş olması bu açıdan anlamlıdır.

Her partinin bir ideolojisi vardır. Kimi liberaldir, kimi İslamcıdır, kimi muhafazakardır, kimi milliyetçidir, kimi sosyal demokrat kimi de sosyalisttir. CHP, bugün gelinen noktada Türk siyasî hayatında sosyalisttir ve sosyal demokrat bir ideolojik çizgidedir. Uluslararası Sosyalist Enternasyonalizme üyedir ve bugünkü CHP genel başkanı bu örgütün de başkan yardımcısıdır. Sosyalist Enternasyonal, çoğunlukla sosyal demokrat siyasî partilerden oluşan ve amacı da demokratik sosyalizmi kurmak olan uluslararası bir siyasî örgütüdür.

Oysa, CHP’nin kuruluş ideolojisi inkılapçı Türk milliyetçiliğine dayanır. 1965 genel seçimleri öncesinde 29 Temmuz 1965’te Genel Başkan İsmet İnönü, gazeteci Abdi İpekçi’ye verdiği mülakatta CHP’nin çizgisinin “ortanın solu” olduğunu ilk kez dillendirmiştir. İnönü, “CHP bünyesi itibarı ile devletçi bir partidir ve bu sıfatla elbette ortanın solunda bir anlayıştadır” demiştir. İsmet İnönü’nün son dönemlerinde CHP için “ortanın solunda” derken Ecevit döneminde sosyalist bir çizgidedir. Erdal İnönü döneminde PKK’lılara parti açılır. CHP bünyesinde PKK’nın siyasî kanadı ilk defa TBMM’ne girer ve PKK’nın kitleselleşme süreci başlar. Deniz Baykal döneminde ideolojik açıdan Atatürk çizgisine bir yönelim olur ve ulusalcı bir çizgi benimser. Kılıçdaroğlu döneminde CHP ideolojik yörüngesini kaybeder ve son noktada sağa açılan bir parti haline gelir.

CHP Atatürk’ün Partisi mi?

CHP’liler tarafından düzenlenen Meclis ve basın toplantılarında ya da parti kongrelerinde, sıklıkla CHP’nin Atatürk’ün partisi olduğu vurgulanmaktadır. Hemen her iktidar eleştirisi, Atatürk’e atıfla temellendirilmektedir. Bu durum, partinin kendi politik söylem ve eylemleriyle oluşturmakta zorlandığı ideolojik ve ahlaki meşruiyeti Atatürk’ün adı üzerinden sağlamaya çalıştığı şeklinde yorumlanabilir. CHP’nin sabit, değişmeyen bir seçmen tabanına sahip olması, toplumdaki genel bağlılık düzeyinin zamanla azaldığının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Parti, Atatürk’ün ideolojik çizgisinden uzaklaşmış olmasına rağmen, onun ismini söylemlerinde sıklıkla bir meşrulaştırma aracı olarak kullanmaktadır. Bu durum, zaman zaman “Atatürk istismarı” şeklinde kamuoyunda eleştirilmektedir. CHP’nin toplumda ve devlet bürokrasisinde etkinlik sağlamak adına Atatürk üzerinden şekillenen söylemleri araçsallaştırdığı da sıkça dile getirilen bir başka eleştiridir.

Bu çerçevede temel bir yargı şu şekilde ifade edilebilir: Bugünkü CHP, ideolojik ve politik anlamda Atatürk’ün partisi değildir. Atatürk’ün vefatından kısa bir süre sonra, onun siyasî mirasına karşı örtük bir reddiyenin oluştuğu söylenebilir. Cumhuriyet’in kurucu ideolojisinin temel taşlarından biri olan Türk milliyetçiliğinin terk edilmesi, partinin ideolojik olarak başka bir çizgiye yöneldiğinin göstergesidir.

Bu tezi somutlaştırmak adına iki örnek verilebilir. Birincisi, İnönü döneminde, Atatürk’ün yoğun entelektüel emeğiyle şekillendirdiği Orta Asya kökenli Türk kimliği ve tarihine dayanan kültür politikası terk edilmiş; onun yerine, Yunan-Latin kaynaklı hümanist bir kültür anlayışı benimsenmiştir. Türk tarihi, ders kitaplarında diğer halkların tarihiyle benzer ölçüde yer bulur hâle gelmiştir. İkincisi, 1944 yılında Türk milliyetçiliğinin tehdit unsuru olarak görülüp resmî bir politika haline getirilmesi, Atatürk’ün millî devlet modelinin kültürel ve toplumsal boyutlarının tasfiye sürecinde önemli bir eşik olmuştur.

İsmet İnönü döneminde Atatürk politikalarından yaşanan radikal sapma, Türk devletinin millî yönelimi açısından da önemli bir kırılma noktasıdır. 1960’lı yıllarda Bülent Ecevit ile birlikte partinin açıkça sol bir çizgiye yönelmesi, günümüze kadar süren “Atatürk’süz CHP” anlayışının temelini oluşturmuştur. (Deniz Baykal döneminde kısa süreli bir yön değişikliği yaşansa da bu durum partinin genel ideolojik seyrini kökten değiştirmemiştir.) Kemal Kılıçdaroğlu liderliğinde ise CHP yönetimi, Türk kimliği, Atatürk ve Cumhuriyet kavramlarına eleştirel yaklaşan çevrelere ve PKK çizgisinde yer alan bazı aydın ve siyasetçilere geniş bir alan açmıştır. Bu ideolojik duruş, Özgür Özel döneminde de belirgin biçimde sürdürülmektedir.

Atatürk’ün CHP’si, kurucusunun vefatından kısa bir süre sonra sona ermiştir. Türk kimliğinin Latin-Yunan kimliğiyle ikame edilmesi, Türk tarihinin ders kitaplarından büyük ölçüde çıkarılması gibi gelişmeler, Atatürk’ün temel politikalarından ciddi sapmalar olarak değerlendirilmektedir. Her ne kadar İsmet İnönü’nün Millî Mücadele’deki rolü nedeniyle bir tür süreklilik izlenimi yaratılmış olsa da, sonraki dönemlerde partinin ideolojik ekseni büyük ölçüde değişmiştir. Bugün CHP’nin sürekli Atatürk vurgusu yaparak bu ismi gündelik siyasî tartışmaların merkezine yerleştirmesi, onun toplumsal itibarı üzerinde de aşındırıcı bir etki yaratmaktadır.

Atatürk, toplumun geniş kesimlerinin ortak değerlerinden biri hâline gelmiş; Türk kimliğinin sembolik figürü olarak yerini sağlamlaştırmıştır. Ancak, marjinal İslamcı ve ayrılıkçı Kürtçü gruplar tarafından hedef alınmakta, bu saldırılar ise paradoksal biçimde onun sembolik gücünü daha da pekiştirmektedir. Öte yandan, Atatürk’ün günlük siyasî tartışmaların nesnesi hâline getirilmesi, onun etki alanının daralmasına ve toplum nezdindeki saygının zedelenmesine neden olabilmektedir. CHP’nin iktidarı eleştirirken Atatürk’ü bir kıyas unsuru olarak kullanması da bu bağlamda dikkatle ele alınması gereken bir yaklaşımdır.

CHP Kürtçü mü?

8 Kasım 2023 tarihinde Özgür Özel, Kemal Kılıçdaroğlu’nun yerine Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanlığı görevine gelmiştir. Ancak, Özel’in kurultay konuşmasında ortaya koyduğu söylemler, onun da Atatürk’ün ideolojik çizgisine uzak bir perspektife sahip olduğunu göstermiştir. Kurultayda, PKK ile ilişkili olduğu kamuoyunda sıkça dile getirilen bir partinin genel başkanına selam gönderilmiş, Kürtlerin diğer vatandaşlara kıyasla daha az eşit haklara sahip olduğu iddia edilmiş, Kürt kimliğine sahip yöneticilerin sadece bu kimlikleri nedeniyle görevden alındığı ve partilerinin kapatıldığı öne sürülmüştür. Bu tür söylemler, Atatürk’ün milletleşme projesiyle bağdaşmayan, farklı bir ideolojik çizgiye işaret etmektedir. Atatürk’ün kurduğu ulus-devletin temelleriyle çelişen bu yaklaşım, onun mirasıyla bir zihniyet ortaklığından söz etmeyi zorlaştırmaktadır. Devletin üniter yapısını hedef alan yapılarla işbirliği yapılması, Atatürkçü çizgiden ciddi bir sapmayı yansıtır.

CHP’nin ideolojik dönüşümü, kullandığı söylem ve kavramlar üzerinden de izlenebilmektedir. Deniz Baykal döneminde, etnik temelli sorunlara yaklaşımda “millet”, “millî kimlik”, “Türklük” ve “millî devlet” gibi kavramlar hâkimken; Kemal Kılıçdaroğlu döneminde bu dil yerini, daha çok etnisite merkezli ve Kürtçü söylemler içeren bir yaklaşıma bırakmıştır. Özgür Özel döneminde ise bu dönüşüm daha belirgin hale gelmiş; millî devlet anlayışıyla uyuşmayan, etnik kimlik temelli bir söylem yapısı öne çıkmıştır. Bu açıklamalar içerisinde özellikle dikkat çeken husus, Türkiye’nin millî ve üniter yapısına ilişkin ifadeleridir. “Kürt, Türk, Çerkez, Laz bütün etnik gruplar”, “Kürt vatandaşlar”, “Kürtleri devletin sahibi yapacağız”, “Kürtler eşit yurttaş olacak”, “Kürt sorununu biz çözeriz” gibi ifadeler, birey temelli yurttaşlık anlayışından ziyade, grup hakları ve etnik kimlik merkezli bir söyleme dayanmaktadır. Bu dil, PKK ideolojisinin etkilerini taşıyan bir çerçeveyle örtüşmektedir.

“Eşit yurttaşlık” kavramı, terör örgütü PKK’nın lideri Abdullah Öcalan’ın siyasî tezlerinde önemli bir yere sahiptir. Bu kavram, Türkiye’nin üniter yapısına alternatif olarak, Türkler ve Kürtlerin kurucu halklar olarak kabul edildiği federatif bir devlet anlayışına dayanmaktadır. Bu çerçevede, çoklu resmî dil, iki-ulus tezi gibi uygulamalar öngörülmektedir. Oysa Atatürk’ün inşa ettiği yurttaşlık anlayışı, birey temellidir ve tüm vatandaşları etnik, dini veya mezhepsel farklılık gözetmeksizin eşit kabul eden evrensel hukuk ilkelerine dayanmaktadır. Grup haklarını önceleyen “eşit yurttaşlık” yaklaşımı, millî yurttaşlık modeline alternatif bir formülasyondur ve doğrudan etnik temelli ayrıştırıcı bir yurttaşlık tasavvurunu yansıtır. Bu yaklaşımın yaygınlaşması, Türk yurttaşlığı, Kürt yurttaşlığı, Laz yurttaşlığı gibi kimlik temelli alt yurttaşlık türlerinin ortaya çıkmasına zemin hazırlayabilir.

Cumhuriyet Halk Partisi, kuruluşunun 100. yılını geride bırakmış olmasına rağmen, bu tarihî anı ne parti içinde ne de toplum nezdinde anlamlı bir şekilde kutlamıştır. Ne coşkulu bir anma, ne de sembolik bir kutlama düzenlenmiştir. Bu ilgisizlik, partinin Cumhuriyet Halk Fırkası ile olan ideolojik ve duygusal bağlarının büyük ölçüde zayıfladığını göstermektedir. Artık kamuoyunda da CHP’nin Atatürk’ün partisi olduğu yönündeki beklentiler azalmış görünmektedir. Parti, ideolojik çizgisi, söylemleri ve ittifak politikaları itibarıyla farklı bir yapıya dönüşmüştür. Son yıllarda PKK çizgisindeki partilerle işbirliği yapılması, bu partilere mensup şahısların milletvekili yapılması ve parti yönetiminde önemli pozisyonlara getirilmesi bu dönüşümün açık göstergeleridir. Ayrıca son dönemde muhafazakâr ve İslamcı söylemlere yönelik açılımlar da gözlemlenmektedir.

Kolektif kimliklerin inşası ve bunların siyasette araçsallaştırılması, Atatürk’ün Türk ulus-devleti kurma vizyonuyla çelişen pratiklerdir. Türkiye’nin ikinci büyük partisini yöneten bir siyasetçinin, millî birlik ve bütünlük anlayışına aykırı söylemleri, bu kişinin Türkiye’yi yönetmeye ne derece ehil olduğuna ilişkin ciddi soru işaretleri doğurmaktadır. Türkiye’yi yönetmeye talip olan kişi ve partilerden beklenen, Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu değerlerine en azından saygı göstermeleridir.

Özgür Özel’in kullandığı “Atatürk milliyetçiliği” kavramı da siyaset bilimi ve sosyoloji açısından kavramsal bir geçerlilik taşımamaktadır. Literatürde kişiye özgü milliyetçilik biçimleri yer almaz; örneğin “Washington milliyetçiliği”, “Lenin milliyetçiliği” ya da “Bismarck milliyetçiliği” gibi terimler bulunmamaktadır. Aynı şekilde, milliyetçilik kavramı bir şahsa değil, millete özgü bir ideolojik duruşu ifade eder. Atatürk, Türk milliyetçiliğini hem siyasî hem de toplumsal düzlemde uygulamış bir liderdir. Türk milliyetçiliğine karşı olan çevreler, Atatürk’ün bu yönünü görmezden gelmek yerine, onu “kişisel bir milliyetçilik” çerçevesine indirgemeye çalışmaktadır. Oysa Türk milliyetçiliğinin somut sonucu, “Türk milleti” ve “Türkiye Cumhuriyeti devleti”dir.

Bir ülkede bazı bireylerin diğerlerinden hukuken üstün olduğu bir durum söz konusuysa, bu eşitsizliği gidermek amacıyla “eşit yurttaşlık” söylemi gündeme gelir. Türkiye’de uygulamada farklılıklar yaşansa da anayasal düzeyde tüm vatandaşlar, etnik kökeni, dini inancı, cinsiyeti, cinsel yönelimi, felsefi veya siyasî görüşü ne olursa olsun “Türk yurttaşı” kabul edilmektedir. Buradaki yurttaşlık anlayışı birey temellidir ve hukukî eşitlik ilkesine dayanır.

Ancak bölücü çevrelerin savunduğu “eşit yurttaşlık” kavramı birey temelli değil, etnik temelli bir anlayışı yansıtmaktadır. Özellikle PKK ve ona yakın entelektüel çevrelerin öne çıkardığı bu yaklaşım, yurttaşlığı kolektif kimlikler üzerinden tanımlamakta, etnik gruplara dayalı hak taleplerini ön plana çıkarmaktadır. Bu anlayış, Atatürk’ün inşa ettiği Türk ulus-devleti modeliyle çelişmektedir. Atatürk’ün millet kavrayışı, farklı etnik ve kültürel kimlikleri kapsayan, ancak siyasî ve hukukî düzlemde ortak bir “Türk milleti” kimliğinde birleştiren bir anlayışa dayanır. Kolektif kimliklerin siyasallaştırılması ve etnik temelli yurttaşlık talepleri ise bu modeli zayıflatmakta ve toplumsal bütünlüğü tehdit etmektedir.

CHP’nin günümüzdeki ideolojik ve politik yönelimi, Atatürk’ün kurduğu partiden önemli ölçüde farklılaşmıştır. Bu nedenle, CHP’nin artık Atatürk’ün partisi olmadığı yönündeki görüşler, önemli ölçüde karşılık bulmaktadır. Parti, birçok politikasıyla Atatürk’ün kurduğu millî devlet ve Türk kimliği temelli yapıyı dönüştürme sürecinin bir parçası haline gelmiştir.

Bu bağlamda, sığınmacı politikasına yönelik yaklaşımı, Arapça tabelaların kaldırılmasına yönelik karşı duruşu, Türkiye Cumhuriyeti’ni hedef alan Şeyh Said İsyanı gibi tarihsel olaylara yönelik sahiplenici söylemleri, PKK ile yürütülen müzakerelere koşulsuz destek vermesi ve “Kürt sorunu”na dair PKK çizgisine yakın tutumu dikkat çekicidir. Ayrıca, HDP/DEM ile yürütülen açık işbirliği, bu ideolojik sapmanın kurumsal bir nitelik kazandığını göstermektedir.

Sonuç

Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni bir millî devlet olarak kurmuş ve modern anlamda bir “Türk milleti” inşa etme sürecini başlatmıştır. Anayasa’da yer alan “Türk Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” ifadesi, etnik kimliğin ötesinde bir yurttaşlık tanımını ifade eder. Bu tanım, farklı etnik, dini ve mezhepsel kimlikleri reddetmeden, siyasî ve hukukî düzlemde ortak bir kimlikte birleşmeyi amaçlar. Türk kimliği bu çerçevede bireysel eşitlik temelinde, anayasal güvenceye dayanan kapsayıcı bir yurttaşlık modeli sunar. Devletin egemenliği de bu ortak kimlik üzerinden tanımlanır.

Bununla birlikte, güncel siyasette “Atatürk’ün partisi” söylemi sıkça dile getirilse de bu ifade, zamanla siyasî polemiklerin aracı haline gelmiştir. Atatürk’ün ismi ve mirası, çeşitli siyasî tartışmalarda araçsallaştırılmakta, tarihsel bağlamından kopartılmaktadır. Gelinen noktada, CHP’nin kurucusuyla olan tarihsel, ideolojik ve siyasî bağlarının büyük ölçüde zayıfladığı görülmektedir. Bu durum, bazı çevreler tarafından “Atatürk’ün CHP’si 10 Kasım 1938’de sona erdi” şeklinde ifade edilmektedir.

Yazar
İkbal VURUCU

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen