Çile çok değerli bir kavram.
Bizi yetkinleştiren, bilge kılan, Hakk’a vasıl eden kanatlarımız çileler.
“Yol” bilmek, konuğa da konakçıya da lâzım. Misâfir “seferdeki adam” demek ve aramızda misâfir olmayan yok… Hancısı da yolcusu da yolculuktan sıyrılamıyor.
Yolcuyuz ve yolda ne olduğunu bilmiyoruz! Yol hepimiz için bir defalık.
Yol bâzen edep, bâzen zillet, bâzen nimet… Bâzen unutmak, bâzen unutamamak, bazen öğrenmek, bazen ham bilgiden irfana intikal… Bâzen taklit; ama dâimâ hedefi tahkik, kendini bulma, kendini gerçekleştirme, kendini Hakk etme!
Bunların tamamı çile!
*
Ancak çok defâ biz nefsimizin dileklerinin olmayışından doğan kahırlanmaları çile sanırız.
Oysa çilede bir bilinç hâli bulunsa gerek. İlâhî maksadı tanıya tanıya Hakk’da durma irâdesi esnâsındaki meşakkatler çile sayılmalı.
Yoksa olayların nefsimizin dileklerine aykırı seyrinden kaynaklanan üzüntüler çileden sayılır mı?..
Yani gayr-i meşrû işlerin yorgunluk ve yıpratıcı mesâîlerine mukabil, Yunuslayın bir dervişin nefsinin ümüğüne basa basa yürüyüşü bir mi?
Sırât-ı Müstakîm’i anlamak ileri bir merhale!
…
Tefrik ve temyiz etmek, yâni farkındalık ve doğruyu seçebilirlik, kalb-i selim üzerinde işleyen akl-ı selimin işi! Tefrik ve temyizi mutlaka fikr-i tâkip izlemeli ki, “adalet üzere istikamet” tutturulabilsin… İlkenin sürdürülmesi, muhakeme hastalığınız varsa gerçekleşme hattını yitirir… Fikr-i tâkip hayâtî değerde!
Onun için kalbi hastalıklardan kurtulmuş, menfaatlerden uzak kâmilden yol soruluyor…
Kâmil, duyuşu ve düşünüşüyle, irâde ve kararlarıyla kâmil!
Yol sormak, kâmili kendimize “vekil” kılmak değil!
Yolculukta vekâlet yok!
Kimse bizim yerimize doğamaz ve ölemez!
Dâmat veyâ gelin olamaz!
Kimse bizim yerimize anlayamaz, inanamaz…
Kalbinizi ve aklınızı emânete bırakıp yolculuğa çıkamazsınız!
“Yol”da giyilen kostümler, takılan maskeler, alınıp satılan unvanlar… “keyfiyete dahil” olamadıkça “yolcu”ya değer katmıyor, bilakis yük oluyor…
…
“İmam elinde meyyit…” iddiâsının içine bir bakın, bomboştur. Anlamsızdır!
İmkansızdır!
Dışardan gelen hiçbir telkin sana değer katmaz! Sen yeniden anlamaya mecbursun. Hakk kelâmı dahî bu işleyişe tâbî…
Asıl özne sensin!
Vekil kılmak; ancak kendinde, nefsin yerine vicdânına tâbî oluşta mümkün…
…
O yükler, makyajlar çocuk oyunlarında tebessümle karşılansa da, yolun sonunu görmeye muktedir yetişkinlerde acınası ömür israfları… Ego karanlığında yolun yitirilme sebepleri…
Yani, önümüzdeki seçenekler arasında bir yığın şişkin benliğin yaşadığı “ego bozgunları”nı, “kalp kırıklığı” yahut “mahzun gönül” sanıp, şeytaniyete zincirlenivermek de var!..
*
“İlişip yapışma(alâk)” özelliğimiz, sâdece ilk yaratılış ânına has bir değer, varoluş cevheri olmamalı… Sanki biz hep o ilişip yapışan özdeğerle varlığa/hayata devamdayız…
Görmek bir ilişip yapışma, işitmek öyle, koklamak, düşünmek, hayal kurmak, özlemek… İnsana o noktadan bakarsak hayatımızın bütününde, her yönelişimizde bir ilişme değeri bulunduğunu tesbit ederiz… Önemli olan “ilişmelerimiz”in ardındaki niyetler herhalde.
Çile dediklerimizde ruhun kapasitesinin sınırlarını zorlamak var! Çilede, ihtimal verilmeyen yeni ilişkiler, yepyeni nisbetlerin keşfi var… Nisbet, nasip! Nisbetleme, ilişip yapışma hamlesi…
Bir nisbetler ağının içine doğuyoruz ve o “ağı” sahipleniyoruz. Zaman zaman kudret eli bizi bambaşka nisbetler sistemine savurduğunda, buna “çile” deyip önce mız mız etsek bile, o nisbetler dünyasına da kolaylıkla ilişip yapışıyor ve yeniden bir “sahiplenme” düzeninde sabitlenme çabasına düşüyoruz… Bir hiçten bir hiçe seyirdeyken ilişip yapışacak herhangi bir tutamak bulmaya görelim.
İlişme hamlelerimizde canhıraş bir varlıkta kalabilme gayreti taşısak, o gayret takdire değer de olsa, bakıyorsunuz insan yani “ünsiyet eden” âdemoğlu dokunduğu, tutunduğu her yeri sahiplenmeye de kalkışmış… Mülkiyet bir yanılsama dahî olsa, o aldanışı da bile bile…
Tabiî ardından mülk edinme dâvâlarının sonu gelmez kavgalarına gün doğuveriyor.
Böyle bakmayı akıl edince deee…
Ziya Paşa durup durup rahmet istiyor:
Ziyâ! Değmez humârı, keyfine meyhâne-i dehrin!
Bu işretgâh’ta ben çok durmadım, ammâ neler gördüm…