Çin’den Avrupa’ya Tarihte Siyaseten Kılık Kıyafet Reformu

Milâttan Önce 307 yılındayız. Çin henüz siyasî birliğini kuramamıştır ve irili ufaklı pek çok beylik kendi aralarındaki sürtüşmelerle birbirlerini yıpratmaktadırlar. Bu dönemde Çin’in kuzeyinde bin kadar beylik hüküm sürmektedir. Çin’in kuzeyindeki en şöhretli krallık olan Chao Beyliğinin başı kuzeydeki Hunlarla derttedir. Chao Beyliği hem komşuları olan beyliklerle hem de Hun akınlarıyla boğuşmak zorundadır. Chao Beyliğinin kralı Wu-Ling kendi sarayında bir toplantı yaparak Hunların savaş yöntemlerini benimseme kararı aldığını saray nazırlarına bildirir. Askerî birliklerini Hun birlikleri gibi yeniden düzenleyecek, Hunlardaki gibi okçu süvariler yetiştirecektir. Kısacası reform yapmak peşindedir. Fakat bunun gerçekleşebilmesi için Hun kıyafetlerinin de benimsenmesi gerekmektedir, çünkü geleneksel Çin kıyafetleri okçu süvari birliklerine uygun düşmemektedir. Entari biçimindeki upuzun ipekli kıyafetlerle Chou subayları manevra kabiliyetlerinden yoksun kalmaktadırlar. Hun bozkırlarındaki dikenli arazi yüzünden ipek kumaşlar çalılara takılmakta, hemen yırtılmaktadır. Chao Beyliğinin kralı Wu-Ling söz konusu reforma gidilmediği takdirde Hun tarzı düzenli ordu kurulamayacağında ısrarlıdır. Generallerin ve saray vezirlerinin pek çoğu reforma sıcak bakarlar, gelgelelim Konfüçyüs mektebinin rahipleri atalarımızın giyim kuşam tarzından vazgeçilemez itirazında bulunurlar. Oysaki kralın maksadı atalara veya geleneklere ihanet göstermek değil, Chao Beyliğini ayakta tutabilmektir. Rahiplerin direnişi kırılamayınca Wu-Ling sert önlemlere başvurarak gözdağı vermek amacıyla birkaç rahibi idam ettirir. Yeniliğe açık mektebi temsil eden rahiplerle uzlaşır. Peşi sıra kılık kıyafet reformu uygulamaya sokulur. Başlangıçta yalnızca kral, saray görevlileri, nazırlar ve generaller dâhil, ordu birlikleri Hun tarzı kıyafetler giyinecektir. Halk serbesttir. Çok geçmeden bir modaya dönüşür ve Chao Beyliğinin ahalisi de gönüllü olarak Hun tarzında giyinmeye alışırlar. Bu kıyafet dayanıklıdır, at binmeyi ve hareket etmeyi kolaylaştırır, zarif ayakkabılar çıkartılarak Hun çizmeleri ayaklara geçirilir, deri ceket ve pantolon tercih edilir. Böylece ordunun savaşma gücü yükselir. [Kaynak: Bahaeddin Ögel: Eski Çin’de Silah ve Ordu Reformu, sayfa 67-71; Eski Çin’de Ordu ve Elbise Reformu, sayfa 73-75; Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi, Cilt 1, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2022.]

Milâttan Sonra 1346 yılındayız. Fransız ordusuyla İngiliz ordusu arasında şiddetli bir muharebe patlak vermiştir. Britanya adasından gelmiş olan İngiltere kralı Edward birtakım sebeplerle Fransa toprağında ilerlemektedir. Fransız ordusu çok daha kalabalıktır fakat Kral Edward’ın ordusunda yüz metreden etkili olabilen ve hatta Fransız şövalyelerinin giydikleri zırhları bile delebilen uzun yaylar vardır, bu uzun yaylar, söylemeye gerek yok ki uzun menzilli atış yapabilen gelişkin yaylardır. Fransız kurmayları bu yayları önceden fark etmişlerdir ama kibir derecesindeki özgüvenleri nedeniyle tedbir almaya lüzum görmemişlerdir. Dönemin bir manastır gözlemcisi şöyle diyor: “Fransa ordusunun sıradan askerleri dar gömlekler giyiyorlardı, gömlekleri o kadar kısaydı ki her eğildiklerinde mahrem yerleri görünüyordu. Öte yandan soylular da abartılı derecede şatafatlı, gösterişli, süslü püslü zırh yelekler giyiyorlardı. Bu kadar müstehcenlik ve kibirden rahatsız olan Tanrı, Fransız ordusunu yerle yeksan etmek için kendi silahı olarak İngiltere kralını kullanmaya karar verdi.” Sonuçta tabii ki Fransız ordusu perişan oluyor ve Fransa kralı Philip ağır bir yenilgiyi tadıyor. [Kaynak: John Julius Norwich (Çeviren: Süleyman Genç): Galya’dan De Gaulle’e Fransa Tarihi, sayfa 117; Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2022.]

İbn Haldun, Mukaddime’sinin birinci cildinde, mağlûp toplumlar galip toplumların kıyafetlerine, gelenek ve göreneklerine tâbi olmaya düşkündürler saptamasında bulunuyor. Bunun sebebi, insan, kendisine galebe çalan kişide bir kemâl (olgunluk, üstünlük) bulunduğuna hükmeder; yenik milletler kendilerini galip milletlere benzetmeye mecbur hissederler; kılık kıyafette, savaş yöntemlerinde ve diğer hususlarda kendilerinden güçlü olan milletlere uyarlar. [Kaynak: İbn Haldun, Mukaddime Birinci Cilt, sayfa 465-466, (Hazırlayan: Süleyman Uludağ); Dergâh Yayınları, İstanbul 1982.] Her ne kadar İbn Haldun galip milletlere benzemenin asimilasyona yol açacağını söylese de her zaman böyle olmadığı görülmektedir. Hitit kavmi savaşçılık yönünden güçlü fakat kültür yönünden zayıf bir şekilde Anadolu’ya geldiğinde kendisinden önce buraya gelmiş veya burada türemiş olan kavimlerin gelenek ve göreneklerini benimseyerek onları hâkimiyetleri altına alabilmiştir. Burada elbette karşılıklı benzeşme söz konusudur. Türkistan Türkleri parlak bir geçmişin ardından kendi muhitlerine kapanarak çevrelerindeki değişmelere ve gelişmelere yüz çevirmişler, zararlı bir özgüvenle hareket ederek donuklaşmışlar ve neticede Ruslara yenik düşmüşlerdir. Batı Türkleri (Osmanlılar) ise yetersiz de olsa Batıdaki gelişmeleri fark ederek yeniden diriliş çabasına girişmişler ve modern cumhuriyetlerini kurarak galip milletlere tutsak düşmeyen yegâne Türk ülkesi konumuna yerleşmişlerdir.

Ruslar başlangıçta knezliklere (beyliklere, prensliklere) ayrışmış geri bir toplum idi. Türk-Tatar hâkimiyeti Ruslara siyasî ve askerî cepheden teşkilâtlanmayı, bürokrasiyi, devlet geleneğini öğretmiştir. Rus çarı İvan Grozni ülke genelinde birtakım reformlara girişerek hem Avrupa hem de Osmanlı askerî teşkilâtını örnek almış, ordusunu silbaştan yapılandırmış ve bu sayede en büyük rakibi Kazan Hanlığını mağlûp edebilmiştir. [Kaynak: Atilla Bağcı, Rus Kahramanlık Destanlarında Türk Kültürünün İzleri, sayfa 53-56; Doğu Kütüphanesi, İstanbul 2025.] Görüldüğü üzere Rusların kendilerini Türk-Tatarlara benzetmeleri olumsuz sonuç vermemiş, Rusların asimilasyonuna sebep olmamış, tam tersine pek çok Tatar beylerinin Ruslaşmasına yol açmıştır. En başa dönecek olursak, Çin’in kuzeyindeki Chao Beyliğinin gelenekçi kanadı giyim kuşam değişmesine şiddetle karşıydı, açık bir şekilde ipekli kıyafetleri âdeta kutsal sayıyordu, oysaki kuzeydeki bozkırlı komşularının tehdidi altında yaşayan Chao Beyliği için reform gerekliydi ve kaçınılmazdı. Chao Beyliği reformu başardığında Hunlara ciddi bir rakip olmuştur. Roma İmparatorluğu kavimler göçüyle benzer bir süreç yaşayacak, zora düşecek, kurtuluş çareleri ararken kendi ordusunu Cermen ve Hun tarzında yeniden yapılandıracaktır. Reformlar umumiyetle kılık kıyafet değişmesinin de önünü açıyor. Bu sadece moda değil, aynı zamanda zarurettir. (Romalıların kıyafetlerini burada gözlerinizin önüne getiriniz; yalnızca soylular değil, savaşçılar da Yunan tarzında entari giyiyorlardı; yerleşik Romalılar ceket ve pantolonu konar-göçer Hunlardan ve Cermenlerden öğrenmişlerdir.)

Modernleşme çağında Osmanlı ordusunun yeniçeri veya akıncı kıyafetiyle (ve silahlarıyla) savaşması beklenemezdi. Türkistan bu hususta yaya kalmış, ortaçağ görüntüsünden kurtulamamıştır. Bunun sonucunda Doğu Türkistan Çin’e, Batı Türkistan ise Rusya’ya boyun eğmiştir. Bunun tam tersine, Üçüncü Selim’den İkinci Mahmud’a Osmanlı modernleşme gayretleri boşa gitmemiş, bütün aksamalara ve yanlışlıklara rağmen Türkiye Türkleri ayakta kalmayı başarabilmiştir. Kazan Hanlığının 1552 yılında düştüğünü burada hatırlayalım. Kazan Hanlığının düşmesiyle güçlü bir duvar yıkılacak, Sibirya ve Türkistan ülkelerinin yolu Ruslara büsbütün açılacaktır. Osmanlı Devleti yeni çağın dayattığı koşullara 1839’da Tanzimat’ın ilânıyla cevap vermiştir. Çok tartışılan bu süreç eksiğiyle gediğiyle de olsa Türkiye Cumhuriyeti’ni doğuracaktır. Mustafa Kemal Atatürk’ün baş döndürücü hamleleri Türk milletini çağdaş milletler arasına sokmuştur. 1839 Tanzimat’ın ilânı tarihini sembolik mâhiyette esas tutarsak, Batı Türkistan Türkleri 150 yıl kadar gecikmeyle, Sovyetler Birliği’nin Gorbaçov zamanında, doksanlı yılların başında dağılmasıyla hürriyetlerine kavuşabilmişlerdir. Buradan anlıyoruz ki kılık kıyafet değişmesi yalnızca şekilcilikten ibaret bir hâdise değildir. Bunun sosyolojik, psikolojik ve siyasî neticeleri olabilmektedir.

Chao Beyliğinin kralı Wu-Ling sarayındaki devlet ricâline şöyle demektedir: “Benden önceki krallar, sınırlarını genişletmek için, kendi zamanlarında yaptıkları değişikliklerden yararlanmışlardır. Eski krallar, gelenek ve göreneklerin yetersizliklerinden dolayı ezilmiş olan nesillerine hizmet etmek yolu ile yükselmişlerdir. Ben, Hunların giyinişlerini kabul etmek istiyorum. Bunu yapmaktan hiç çekinmiyorum. Fakat korkuyorum ki herkes benimle alay edecektir. Böylece akılsızların neşesi, aklıselim sahibi olan kimseleri rahatsız edebilir. Düşünmeyen budalaların gülmeleri, ileriyi gören akıl sahiplerini kederlendirebilir. Eğer bu çağda, beni izleyecek kimseler bulunabilirse Hun elbiseleri ile Hunların silahlarını kullanarak pek çok zafer elde edebiliriz. İsterlerse herkes benimle alay etsin. Hun toprakları benim elime geçecektir.” [Kaynak: Bahaeddin Ögel: Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi, Cilt 1, sayfa 70, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2022.]

Chao Beyliğinin kralı Wu-Ling ile alay edilmesi gibi İkinci Mahmud’a gâvur padişah dendiğini hatırlayabiliriz. Oysaki bugün hepimiz İkinci Mahmud gibi pantolon giyiyoruz. Kansu eyaleti bir zamanlar Çin değil, Hun toprağı idi. Fakat Wu-Ling gibi aklı başında Çin kralları yüzyıllar öncesinde Kansu’yu, yüzyıllar sonrasında ise Doğu Türkistan’ı ele geçirebilmişlerdir. Hun topraklarına göz diken Çin kralları gibi, Rus çarları da Türk-Tatar yurtlarına göz dikmişler ve kendi hesaplarınca büyük ölçüde başarılı da olmuşlardır. Bunu yaşadıkları çağların koşullarına uyum sağlayarak başardıkları ortadadır. Türkiye’nin diğer Türk yurtlarından daha başarılı olmasının sebebi de yine budur. Çağın dayattığı şartlara körlemesine direnmenin felâkete yol açacağını ve rüzgâra karşı durulamayacağını Kırım’ı kurtarma çabasındaki Cafer Seydahmet bakınız nasıl izah ediyor: “Büyük bir kaya karşısında ne kadar mükemmel çelik kazmalı bir adam olursa olsun, her zaman âciz ve zayıftır. Kayayı yerinden oynatamaz. Lâkin yağmurlar, zaman rüzgârları ve binbir sebep o kayayı dağıtır, onu küçük bir darbe ile yıkar devirir. Milletlerin siyasî hayatlarını yükseklere çıkaran, onu zincirleyen birçok tarihî ve ruhî sebeplerdir. Birkaç adamlar değil, her millet kendisi kendi tarihini açar veya kapatır.” [Kaynak: Komisyonca hazırlanmış “Millet Cevherleri” adlı kitabın Cafer Seydahmet başlıklı bölümü içinde, sayfa 121, Qırımdevoquvedneşir 2012.]

Metin Savaş

Yazar
Metin SAVAŞ

Metin Savaş, 1965 yılında Balıkesir’de, kalabalık ve nispeten varlıklı, klasik bir taşra ailesinin içinde doğdu. Lise eğitimini Vefa Lisesindeyken yarıda bırakarak çalışma hayatına atılmak zorunda kaldı. Babasının iş dünyas�... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen