Çoban…

Sözlükler koyun ve keçi sürülerini otlatan kimse olarak tanımlıyor ama bu tanımı etinden, sütünden, gücünden ve yumurtasından yararlanılan ve sürü hâlinde bakımı, güdülmesi, otlatılması gereken bütün evcil hayvanları kapsayacak şeklinde geniş tutmak gerekiyor.

Bu nedenle çobanlık mesleğini öğretmenlik, mühendislik, doktorluk gibi farklı branşları ve uzmanlık alanları olan kadim bir meslek olarak tanımlamak gerekir. Günümüzde çoban bulmak zor olsa da eskiden koyun çobanı, kuzu çobanı, keçi çobanı, oğlak çobanı, sığır çobanı, dana çobanı, deve çobanı, yılkı çobanı, kaz çobanı olmak isteyenler, uzmanlıklarına ve deneyimlerine bakılarak tutulur ve çoban durmak isteyenler de bunu bilerek talip olurlardı. Ataların “acemi ağa acemi çoban tutar” sözü bu hususu anlatırdı.

Aralarında Akkoyunlular, Karakoyunlular, Karakeçililer, Sarıkeçililer, Alayuntlular gibi adlarını besledikleri evcil hayvanlardan alan devletlere, boylara veya aşiretlere sahip olan Türklerin nazarında çobanların elbette tartışmaya yer vermeyecek oranda yeri ve değeri vardı. Sayıları beş yüz, bin, belki de daha fazla olan sürüleri hesaba katarak ataların yeteneksiz ve niteliksiz kimseler için “beş koyunu güdemez” şeklinde çobanlık üzerinden kıyaslama yapması boşuna değildi.

İpek Yolu denilen Doğu-Batı ticaret yolunu uzun asırlar boyunca ellerinde ve kontrollerinde tutan Türklerin bugünkü “tır filolarına” benzeyen kervanları; uzun yola, çöle ve ağır yüke dayanıklı çift hörgüçlü Türkistan develerinden oluşurdu. Bu develerin ve onların güvenli bir şekilde menzile ulaşımını sağlayan yiğitlerin bindiği atların üretimini yapanlar ve güdenler; kendi dönemlerinde bugünkü tırları, trenleri ve kargo uçaklarını imal edenler ve bakımını yapanlarla benzer statüdeydiler.

Evcilleştirdiği hayvanlarla yaşadığı toprakların ekonomisine, sosyal hayatına ve siyasetine yön veren ve hayvanlarına daha iyi otlaklar bulma ihtiyacına dayanan konar-göçerliği bir yaşam tarzı olarak binyıllar boyunca sürdüren Türkler arasında çobanlık, mitolojiden başlayarak hayatın pek çok alanında izleri sürülebilen saygın, kutsal ve değerli bir meslek olarak karşımıza çıkmaktadır.

Türk destan geleneğinin anıtsal eseri Dede Korkut’ta çobanlığın ve çobanların oldukça önemli bir yeri vardır. Dede Korkut Kitabı’nda yer alan on iki boydan ikisinde çobanlar önemli bir yer tutar. “Basat Tepegözü Öldürdüğü Boy”da Sarı Çoban, nefsine uyarak Oğuz’un başına büyük belalar getirirken; “Salur Kazan’ın Evinin Yağmalandığı Boy”da Karaça Çoban, Salur Kazan ile düşman üzerine yürümüş, büyük kahramanlıklar göstermiştir.

Çobanlığı değerli gören anlayış, dinî alanda da kendine yer bulmuştur. “Her mesleğin bir piri vardır” kabulüyle İslami dönemde diğer Müslüman toplumlarla birlikte Türkler arasında da Hz. Nuh veya Hz. Musa’nın “çobanların piri” olduğuna inanılmıştır. Nitekim İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in “Allah’ın gösterdiği her peygamber mutlaka koyun gütmüş, çobanlık etmiştir. Ben de Mekke’de koyun güderdim” demesi, menkıbeleriyle efsaneleşen Veysel Karani’nin deve çobanı olması, Türklerin öteden beri sürdürdüğü çobanlığa dayalı hayat tarzlarını yücelten referanslar olmuştur.

Çobanlığa değer veren bu örnekler, tarikatlarda da yer bulmuştur. Mesela Vefai şeyhi olarak bilinen ve Yedinci İmam Musa Kazım soyundan geldiğine inanılan Şeyh Çoban’ın Sivas’ta türbesi ve camisi, Mazgirt’te türbesi ve Alevi Ocağı, Hasankeyf’te zaviyesi vardır. Sığır çobanlığı yaptığı için kendisine bu adın verildiği rivayet edilmektedir.

Bu kutsallık ve saygınlıkla yola düşen çobanlar, binyıllardır dağların, yaylaların, otlakların, yazının yabanın hâkimi olmuşlardır. Kimse kurtla kuşla, börtü böcekle, ağaçla bitkiyle onlar kadar içli dışlı değildir. Sözün özü çoban, doğal hayatın dostu, doğayla kültürü buluşturan bilge kişidir. Öyle olmasaydı binlerce gizemi şifayı, lezzeti barındıran “çobançantası”, “çobanpüskülü”, “çobandağarcığı” veya “çobançökerten” gibi onlarca yabansı bitki, çoban adında buluşup dertlerimize deva olabilir miydi?

Bugün de çobanların bu özelliği hatıralarda ve hafızalarda olduğu için, doğayı örselemeden kültürle buluşturan ve birer doğallık referansı olan “çoban böreği”, “çoban kavurması”, “çoban pilavı”, “çoban salatası” gibi lezzetler, çoban adının sihriyle ve güven duygusuyla mutfaklarımızda yerini almıştır.

Çobanlar sadece güttükleri sürülerin değil; yolcuların, yolunu kaybetmişlerin de kimsesi olmuşlardır. Ataların “çobanın gönlü olursa tekeden köremez çıkarır” sözü böyle durumlarda imdada yetişmiştir. Rivayet edilir ki Bozok Yaylasında koyun güden Çapar Ömer Ağa, yaşlı yolcuyla azığını paylaştığı, köremez yapıp yedirdiği için Hızır’ın “Allah yozuna yoz katsın” duasını almış ve Yozgat adı ve meşhur Çapanoğlu sülalesi böylece ortaya çıkmıştır.

“Çobanaldatan” kuşuyla çobanlığın eğlenceli; ataların “çobansız sürüyü kurt kapar” sözüne yansıyan güvencenin kaynağı olan “çoban köpeği”yle hırsıza veya kurda karşı alınan tedbirin sadakatli ve vefalı yanına tanık oluruz.

Çoban, köpeğiyle kurduğu bu dostluk ve iletişimi sürüdeki her bir hayvanla da kurmuştur. Ataların “ay ayakta çoban yatakta; ay yatakta çoban ayakta” ve Mevlâna’nın “çoban uyudu mu kurt emin olur” sözü gereğince boynundaki “bağcak” sayesinde sürüye kurt geldiğini ürkerek çobana haber veren koyun ile boynuna takılan tıngırdak sayesinde tehlikeyi ve sürünün bulunduğu yeri bildiren keçinin çobanla kader birliği vardır.

Döl döküm zamanı dağda bayırda doğan kuzular, oğlaklar çobanın kucağında veya eşeğindeki heybede kurda kuşa yem olmadan güvenle evlere ulaşır. Sürüyü ve yeni doğanları kurttan kuştan korumak çobanın asli işidir. “Çoban kurt olursa koyunun hâli nice olur” sözü ise Dedem Korkut’un anlattığı Sarı Çoban gibilerin ihanet veya sapkınlığına gönderme yapıyor olmalıdır.

Çobanın aşkını anlatan kavalın sesine uyarak günlerce yaladığı tuza rağmen dereden su içmeden geçen kara koyunun efsaneleşen davranışıyla bütünleşen dereden koyun atlatma ritüeli belki de bize çobanlığın Peygamber mesleği oluşunu yeniden hatırlatmak istiyordur.

Çobanlar, kentliler için kırsalın sembolüdür. Kentten köye, dağlara ve yaylalara bakanlar önce onları görür. Resimler, şiirler, romanlar, filmler kırsalı anlatırken söze onlarla başlar. Çoban; kavalı, kepeneği, eşeği, köpeği ve değneği ile yaban hayatının görünen yüzü gibidir. Faruk Nafiz Çamlıbel bizi doğaya “Çoban Çeşmesi” üzerinden çağırırken; Kemalettin Kamu “Bingöl Çobanları”na Yakup Kadri’nin “Yaban” penceresinden bakmamızı ister. Belki de satrançtaki kolay mata “çoban matı” denilmesinde de bu “modernist-romantik” bakışın izi vardır.

Çobanlık her ne kadar kadim, mitolojik ve dinî referanslara sahip ve kırsalda yaşayanlar için vazgeçilmez olsa da, sanayileşme dönemindeki kentli hayat kurgusu içinde “herkesin aklı bir olsa koyuna çoban bulunmaz” gibi sözlere de yansıdığı gibi yabanıl ve biraz da değersiz görülmüştür. Annelerin “benim kızımı ne mühendisler ne doktorlar istedi” sözleri yanında ataların “çobana verme kızı ya koyun güttürür ya kuzu” sözü çobanlığın aynı zamanda bütün aileyi içine alan meşakkatli bir meslek olduğuna işaret eder.

Sayıları gittikçe azalan, hatta ithal edilmek durumunda kalınan çobanların günümüzde iyi bir kazancının olduğu söylense de geçmişte kıt kanaat geçindikleri ataların “çam sakızı çoban armağanı” veya “çoban kulübesinde padişah rüyası görmek” gibi sözlerinden anlaşılıyor. Çobanlığı küçümsemeye yönelik tavır ve sözlerde, sanayi toplumunun kentli algısı kadar kırsalın çobanlığın ne onduran ne öldüren bir “zor zanaat” oluşuna yönelik yaşanmışlıklarının da etkisi olmalıdır.

Sanayileşme çağında köyden kente göç, hem köyleri hem de evcil hayvan sürülerini küçülttü. Eskiden pek çok köyde sekiz-on sürü varken, zamanla sürüsüz köyler ortaya çıktı. Çobanların ve onların çırakları olan çelteklerin çoğu işsiz kaldı ve kente göçtü. Belki de sinema dünyasında Züğürt Ağa filmi veya ataların “borçsuz çoban yoksul beyden iyidir” sözü böyle bir hüzünlü sosyal dönüşümün hikâyesidir.

Türk dili, Venüs gezegenine akşam gün batımından sonra göründüğünde Akşam Yıldızı; sabah gün doğumundan önce göründüğünde ise Sabah Yıldızı, Tan Yıldızı veya Seher Yıldızı adını vermiştir. Venüs’ün akşamı çağıran hüznüne değil de sabahı müjdeleyen ümidine ve “hem köy koyunu olacaksın hem örüm yayılacaksın” atasözüne yansıyan çobanların tan vakti sürülerinin başında bulunmalarına gönderme yaparak Çoban Yıldızı demiştir.

Türklerde bir bayrağın bir de çobanın yıldızı vardır; bunun için gönderde dalgalanan bayrakla dağda ateşi yanan çobanı varlığının sembolü olarak görür.

Keşke çobanlığı “tarihin ve hayatın içinde bir meslek” olarak nesnel bir dille anlatan film, dizi, belgesel, tiyatro, opera, bale, müzik, resim gibi eserler ortaya koyan sanatçılar, yönetmenler, yapımcılar olsa…

[i] Prof.Dr., Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Öğretim Üyesi.

Yazar
M Öcal OĞUZ

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen