“Dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da Allah’ın
ayetlerindendir. Şüphesiz ki bunda bilenler için
ibretler vardır.” (Rum Suresi, Ayet 22)
Allah’ın bu açık hükmüne rağmen Arap soyuna ve Arap diline kutsal gözüyle bakanlar, “Ahiret dili Arapçadır”, “Çocuklarınıza orada çağırılabilecekleri isimler verin” gibi daha pek çok saçma ifadeler kullanıp insanları suç/günah işlemiş gibi göstermeye çalışanlar aslında Allah’ın bu hükmüne karşı bir davranış içinde olduklarını bilmiyor olabilirler mi?
Bu mümkün değil ama, İslamiyet’i hakkı ile anlatmaktan aciz olanlar işi teferruata dökerek zaten din cahili olanları kandırmaya çalışıyor ve ne yazık ki bunda da başarılı oluyorlar. Değilse dinden beslenen bazı yapılarla siyasi oluşumlar kendilerine taraftar/mürit bulmakta zorlanırlardı.
Hazreti Muhammed’in elçilikle görevlendirilip davet etmeye başladığı günler…
İşi çok zor, tepkilerin ardı arkası kesilmiyor. Mekke’nin gözü kara ve heybetlilerinden biri olan
Hattab Oğlu Ömer elinde kılıç Allah elçisini öldürmek üzere yola çıkıyor. Yolda öğreniyor ki meğer kendi kız kardeşi Fatıma ve eniştesi Zeyd Oğlu Said’de Müslüman olmuşlar, evlerinde de Kur’an okunmaktadır. Bir hışımla yönünü oraya çevirir ama evde okunmakta olan Kur’an-ı Kerim ayetlerinde geçen ifadelerden etkilenerek Müslüman olmaya karar verir.
İslam Peygamber’inin bulunduğu yere götürdüklerinde orada gözcülük yapan Habbab’ın, durumu anlayınca sevinç içinde söylediklerine dikkat eder misiniz?
“Allah’ın Elçisi Muhammed’in duası kabul oldu Ya Ömer! Peygamberimiz dün gece, ‘Ey Allah’ım! Ömer bin Hattab veya Ömer bin Haşim’den hangisini daha çok seviyorsan onunla İslam’ı kuvvetlendir’ diye dua etmişti, duası kabul oldu.”
Ömer bin Hattab, Ömer bin Haşim; Hattab’ın Oğlu Ömer, Haşim’in oğlu Ömer… Yani ikisi de Ömer, ikisi de o ana kadar inanmamış; kafir!
Artık Hazreti Ömer olarak bilinecek olan Ömer bin Hattab Müslüman oluyor ama inanmamakta
ısrar ettiği için Ebu Cehil sıfatı verilen Ömer bin Haşim inkâr etmeye devam ediyor. İkisinin adı da
Ömer. Hadi bakalım çıkın işin içinden; hangisi İslami hangisi değil?
İslamiyet’in ilk yıllarında bunun gibi pek çok örnek var. Onun için “Şu isim Müslüman adı, bu isim değil” gibi bir söz ve bunun insanlara dayatılması doğru değildir, saçmadır. Dolayısıyla çocuklarımıza, torunlarımıza Türkçe isimler vermemiz gerekir. Baş tarafa aldığım ayet meali zaten düşünmesini bilenlere bunda hiçbir sakınca olmadığını anlatıyor.
Kaldı ki, “İslami isim”, “Kur’an’da geçiyor” diye verilen bazı isimlerin durumu da bir salgın gibi ortalığa yayılan ve ayıp, edep demeden farklı anlamlara gelen İngilizce ibarelerin yer aldığı
tişörtleri, gömlekleri giyenlerden farksız. Örneği çok da kısa olduğu için Mutaffifin Suresi 10. Ayet mealine bakalım:
“Veylun yevmeizinil mukezzibin! “
“Kur’an’da geçiyor” diye kız çocuklarına isim olarak verilen Kezban/Keziban işte bu “mukezzibin” kelimesidir ve “Yalan söyleyen” demek olup hiçbir İslami/dini tarafı yoktur.
Saka Türklerine gidecek olursak Tomris, Alp Er Tunga, Hun Türklerinden Mete, Teoman, Almıla, Atilla, Uygur Türklerinden Kutluk, Kül Çur, Göktürklerden Bilge, Kültigin, Tonyukuk, Selçuklu Türklerinden Tuğrul, Çağrı, Alparslan, Osmanlı Türklerinden Ertuğrul, Kazak Türklerinden.
Anar, Aygül, Özbek Türklerinden Bahadur, Yulduz, Güldeste, Kırgız Türklerinde Bars, Aybike,
Azerbaycan Türklerinde Elçin, Anar, Elnara…
Bu ve benzeri isimlerin kime zararı var? Yaratan Allah, renklere ve dillere ayıran Allah olduğuna, söylenti ve rivayet de değil, doğrudan Kur’an-ı Kerim’de yeri olduğuna göre milletin zihnini bulandırmak kimin haddine? Ne yazık ki, günümüzdeki hurafecilerin Selçuklu ve Osmanlı dönemlerindeki temsilcilerinin dayatması ile insanlar arasında Arapça isim koyma furyası başlayıp günümüze kadar gelmiştir.
Bunu belgelemek için Türk Tarih Kurumu tarafından 1972 yılında yayınlanan “Malazgirt Armağanı” isimli kitabın 224. Sayfasına göz atalım. Malazgirt Savaşı’na katılan kumandan isimlerine bakar mısınız?
Gevher – Ayin, Afşin, Sunduk Bey, Tarang-oğlu, Sav-Tegin.
Bunlar kesin olarak kumanda kademesinde bulunan isimler ve hepsi de Türk, hepsi de Türk ismi.
Bir de komutanlar arasında oldukları tahmin edilen ya da haklarında bazı bilgiler olanlar var: Ay-Tegin, Dilmaçoğlu Mehmet, Kutalmışoğlu Süleyman, Artuk, Tutak, Danişmend, Saltuk, Mengücük, Çavlı, Çavuldur, Atsız, Porsuk.
Onların da hepsi Türk ve Türk ismi taşıyorlar. Bunlar arasında Arap ya da Kürt ismi taşıyan bir komutan ya da bir kahramanın bulunmaması, ayrıca Malazgirt Zaferi’nin başlı başına bir Türk zaferi olduğunun ispatı olup zorlama ile oraya buraya çekiştirerek şanlı Türk zaferine ortak aramanın anlamı da gereği de yoktur.
Ne yazık ki Selçuklu ve Osmanlı Türkleri daha sonra ve birtakım grupların etkisiyle Arapça
Farsça isimler koymaya başladılar: Keyhusrev, Keykubat, Abdülaziz; Abdülhamid isimleri gibi…
Yazımızın başlığında da ifade ettiğimiz gibi isimler dinlere ve inançlara göre değil soylara göredir. Dileyen Arapların kullandığı isimleri de alabilir ama mesela Araplar Ayşe değil “Aişe”, Fatma değil “Fatime”, Osman değil “Usmen” derler. Keza Farslar/İranlılar Gül değil “Gul” derler ama biz o isimleri kendimize benzetmiş, kendimizce söylemişizdir.
Maksat dine/İslamiyet’e hizmet etmekse isimlerde olduğu gibi burada da soy farkı, soy üstünlüğü yoktur. Peygamberimiz üstünlüğün renklerde, dillerde, soylarda değil takvada yani Allah’tan sakınmakta, doğrulukta, güzellikte, ahlakta olduğunu açıklamıştır. Tarih şahittir ki bu düsturlara en iyi uyanlar da Türk oğlu Türkler olmuştur.
Kaldı ki Türklerin İslamiyet’ten önce de doğru yolda oldukları, bazı milletler gibi putlara, ateşe, aya, güneşe ve başka tabiat kuvvetlerine tapmadıkları açıktır.
Bu konuyu ayrıca ve etraflıca ele alabiliriz…
Gelecek Yazı: TÜRK MİLLETİ İSLAMİYET’TEN ÖNCE DE SONRA DA AZİZ BİR MİLLETTİR
28 Ağustos 2025
Osman OKTAY