Cumhuriyet Döneminde Milliyetçi Düşüncede Dinî Dönüşümler: Ziya Gökalp ve Erol Güngör Ekseninde Bir Değerlendirme

Tam boy görmek için tıklayın.

 

Cumhuriyet Döneminde Milliyetçi Düşüncede Dinî Dönüşümler: Ziya Gökalp ve Erol Güngör Ekseninde Bir Değerlendirme[i]

 

Nimet Balkanlı KESKİN

Öz: Milliyetçilik, millet ikrinin tarihî gelişimine nazaran geç bir dönemde, on sekizinci yüzyılda Batı Avrupa’da ortaya çıkan, fakat siyasi arenada ulus devlet tipinin gelişmesi ile birlikte dünya çapında hızla yayılan, toplumsal, siyasal, coğrai ve kültürel açılardan farklı şartlara sahip toplumlarda farklı şekillerde tezahür eden, milletin sahip olduğu değerleri yüceltme ve onun bekasını devam ettirme amacında olan bir ideolojidir. Milliyetçiliğin, inanç sistemleri olarak ifade edilen dinlerle ilişkisi, hangi inançla temasa geçtiği kadar nasıl bir bağlamda ortaya çıktığı ile de ilgilidir. Bir imparatorluk tecrübesine sahip Osmanlı Devleti’nin ardından Anadolu’da kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’nde milliyetçi düşüncenin dinle kurduğu ilişki/ilişkiler kendine has bir çizgiye sahiptir. Bu çalışma, Cumhuriyet Dönemi’nde milliyetçi düşüncenin dine dair yaklaşımlarında yaşamış olduğu dönüşümleri Ziya Gökalp ve Erol Güngör’ün din görüşleri ekseninde tespit etmeyi amaçlamıştır. Araştırma, milliyetçi düşüncenin dine dair algılama ve yaklaşımlarında hem küresel çapta yaşanan sosyo-politik süreçlerin hem de ülkenin modernleşme tarihinde dine karşı takınılan tavırların etkili olduğu sonucuna ulaşmıştır.

Anahtar kelimeler: Din, Milliyetçi Düşünce, Milliyetçilik, Ziya Gökalp, Erol Güngör.

Giriş

1500’lü yıllardan başlamak üzere Batı toplumları büyük değişim ve dönüşümler geçirmişler, geçirdikleri bu süreçler sadece kendilerinin değil, aynı zamanda dünya tarihinin de önemli kırılma noktalarının oluşmasında etkili olmuştur. Bu kırılma noktası, Fransız İhtilali’dir. Bu ihtilalle birlikte bugün millet denilen kavramın, yine bugünkü “modern” anlamda kullanılan anlamı kazanması süreci başlar.

Bu çalışmanın başlıca amaçları milliyetçiliğin doğuşunu, bilim dünyasında ele alınış şekillerini, Türk milliyetçiliğinin doğuşunu ve cumhuriyet döneminde dinle kurduğu ilişkileri araştırmaktır. Günümüzde birbirinden farklı pek çok şekilde dünyanın birçok yerinde görülen milliyetçilik hareketleri, sosyal bilimler alanında teorisyenleri en çok yanıltan hareketlerden birisi olmuştur denebilir. 1940’lı yıllardan bu yana milliyetçi düşüncenin gerileyeceği ile ilgili pek çok tez ortaya atılmışsa da milliyetçilik her seferinde daha güçlü bir şekilde ortaya çıkmıştır. Kimlikler çağı olarak adlandırılan 21. yüzyılda ise canlılığını hâlâ korumaktadır.

Çalışmada önce milliyetçiliğin doğuşu ve gelişimine, ardından Ziya Gökalp ve Erol Gün- gör’ün din anlayışlarının tespitine yer verilmiştir. Türk milliyetçiliğindeki bu iki önemli ismin görüşlerindeki farklılıklardan hareketle Türkiye’de milliyetçi düşüncedeki din algısının dönüşümü incelenmiştir.

Milliyetçiliğin Tanımı ve Gelişimi

Millet kelimesi köken itibariyle Arapçadır ve ezberden yazmak, dikte ettirmek anlamındaki imlâl kökünden türemiştir. Ezberden yazma ve bir kaynak tarafından dikte edilmiş olması sebebiyle din kelimesinin karşılığı olarak ya da izlenen, gidilen yol anlamında kullanılmış- tır. Ancak, özel olarak Osmanlı Devleti döneminde farklı dinî geleneklere mensup insanları adlandırmada genel bir isim olarak kullanılagelmiştir. Kelimenin bugün taşıdığı anlamı ka- zanması, nation kelimesinin karşılığı olarak Türkçeye geçmesi, Osmanlı Devleti döneminde taşıdığı dinî ıstılahın anlamını yitirmesi, sonuç olarak da kelimenin siyasi ve sosyolojik bir bağlama eklemlenmesi sürecidir (Şentürk, 1988, s. 64-66). Aynı durum Avrupa için de ge- çerlidir. Nation kelimesi, Batı Avrupa’da da uzun bir müddet belli bir bölgesel veya yerel topluluğu ifade etmek için kullanılmıştır (Kılıçbay, 1993, s. 5). Kelimenin, belli kriterler çer- çevesinde ifade edilen bir topluluk anlamını kazanması yaşanacak siyasal ve tarihsel olay- ların ardından gerçekleşecektir. Bu değişime diğer bir örnek ise 1812 tarihli İspanyol Ana- yasası’nda İspanyol milleti ifadesinin hem İspanya’yı hem de Amerika sömürgelerini ifade ediyorken 1898’den itibaren yalnızca bugünkü toprakları ile İspanya’yı kastediyor olmasıdır (Llobera, 1994/2007, s. 212). Bu anlam değişikliği konusunda genellikle yazarlar ve düşü- nürler arasında sorun yoktur, asıl problem yaratan konular milliyetçiliğin tanımı, anlamı, kökeni ve sonuçları hususunda ortaya çıkmaktadır.

Üzerine inşa edildiği millet kavramı içine dâhil edilen unsurlar bağlama göre değişmek- le birlikte, genellikle belirli ve sınırlı bir ortak coğrafya, ortak kültürel değerler, ortak etnik köken, ortak dil, ortak dinî inanış gibi unsurların kimi zaman bir kısmını kimi zaman ise tamamını taşıdığı kabul edilen milletin çıkarlarını ve devamlılığını korumayı ve millî devleti yüceltmeyi hedeleyen ideolojinin adıdır. Umut Özkırımlı ise onu “bilincimize bir şekil ve- ren, dünyayı anlamlandırmamızı sağlayan bir söylem; başka bir deyişle toplu kimliklerimizi belirleyen, günlük konuşmalarımızı, davranış ve tutumlarımızı yönlendiren bir görme ve yorumlama, bir algılama biçimi” olarak tanımlar (Özkırımlı, 1999, s. 12). Kavramın bugün- kü anlamında kullanılmaya başlandığı dönem, sosyal bilimciler tarafından Fransız İhtilali olarak ifade edilir. Avrupa’nın büyük dönüşümlere sahne olduğu bu dönemde milliyetçilik de kendini göstermeye başlar. Yalnız, milliyetçiliğin modern bir kavram olduğunu kabul et- mekle birlikte, insanların ait oldukları sosyal gruplara, yaşadıkları topraklara, yaşattıkları ve gelecek nesillere aktardıkları değerlere olan bağlılıklarının insanlık tarihi ile başlamış olan doğal bir süreç olduğunu ifade eden görüşler de mevcuttur (Özcan, 2005, s. 84).

Türk milliyetçiliğinin ortaya çıkışını ele almadan evvel, milliyetçilik çalışmalarında sıklıkla karşılaşılan bir eğilimden bahsetmek gerekir. Milliyetçilik hakkında söz söyleyen özellikle Avrupa kökenli araştırmacıların pek çoğu, inceledikleri milliyetçilik tipi dâhilinde ulaştıkları sonuçları, evrensel gerçekler ve her bağlama uyarlanabilecek teoriler olarak görmüşlerdir. Bir kısmı da Batı Avrupa dışında başka bir coğrafyaya göz atma ihtiyacı hissetmeksizin genel geçer teorilere ulaştıklarını düşünmüşlerdir. Milliyetçilik üzerine söylenmiş, özellikle Avru- pa çıkışlı kuram ve tespitlerde ciddi epistemolojik sorunlar vardır. Bu sorun, aslında sosyal bilim alanının diğer dallarında da karşılaşılan indirgemecilik sorunudur. Milliyetçilik ve özel- likle Türk milliyetçiliği hakkında önemli eserleri bulunan Erol Güngör, Elie Kedourie’nin “Avrupa’da Milliyetçilik” isimli eserine yazdığı ön sözde bu duruma dair görüşlerini ifade eder. Öncelikle milliyetçiliğin farklı memleketlerde birbirinden farklı manzaralar göstermesinin, onun ideolojik bir dünya görüşünden ziyade sosyal gerçeklere dayanan bir siyasi-sosyal de- ğişim cereyanı olduğunu gösterdiğini belirtir. Her memleket de kendi şartlarına en uygun ve mevcut şartlarla en iyi şekilde uyuşabilen bir düzeni tesis etmek istediğinden, milliyet- çilik de bu amaç doğrultusunda modern ve ileri bir devlet olma çabasının bir başka ismi gibidir. Bu yüzden milliyetçiliğe karşı genel bir müspet ya da menfi tavır takınmak doğru değildir. Ayrıca, Kedourie’nin eserinde ve başka eserlerde de görülen, milliyetçiliği evrensel bir akım olarak kabul ettikten sonra, dünyadaki diğer memleketlerde görülen milliyetçilik- leri bu şablona uydurma çabasını hem güç hem de sosyal bilimsel bakımdan yanlış olarak ifade eder (Kedourie, 1960/1971, s. 7-15).

Türk Milliyetçiliğinin Ortaya Çıkışı

Milliyetçiliğin Türkler arasında ilgi görmeye başlaması Üç Tarz-ı Siyaset’ten Osmanlıcılık ve İslamcılığın gündemden düşmesinden sonradır. Bir imparatorluğun elinde kalan toprakların bütünlüğünü sağlama çabası, Türkçülüğü bir sığınak olarak görmesine sebep olmuştur.

Türk milliyetçiliğini doğuran sebeplerden ilki Avrupa’da popülerleşen Türkoloji çalışmaları olmuştur. Türkçülüğün henüz Türkler arasında konuşulmadığı bir dönemde Avrupa’da Türk- lerin yapmış olduğu günlük eşyalar ve sanat eserlerine karşı bir ilgi vardı. Bu ilgi çerçeve- sinde bir müddet sonra “Türkoloji” ismi verilen bir bilim dalı doğdu. Bu bilim dalı, Türklere ait olan tarihî eserleri topluyor, bu eserler üzerinden Türklerin tarihi hakkında tespitlerde bulunuyordu. Bu tespitler sonucu Türklerin çok eski bir millet oldukları, geniş bir coğrafya- ya yayıldıkları, yüksek medeniyetler vücuda getirdikleri ortaya çıktı. Bu alanla ilgili eserler yazılmaya ve akademik camiada tartışılmaya başlandı (Gökalp, 1970, s. 5). Sanatsal bir ilgi ile başlayan ve akademik bir çabaya dönüşen Türk milletine duyulan ilgi ve Türkoloji bilimi, Türk milliyetçiliğinin doğuşunu hazırlayan faktörlerden birisidir (Akın, 2002, s. 20).

Rusya Türklerinde uyanan millî bilinç ve bunun Osmanlı’ya yansımaları da önemli bir et- ken olmuştur. 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarında Volga, Orta Asya, Azerbaycan ve Kırımlı Müslüman Tatarlar ve Türkler, Osmanlı İmparatorluğu’na yerleşmeye başlamış- lardı (Lewis, 1961/2004, s. 345). Rusya’dan gelen ve eğitimli insanlardan oluşan, Türkoloji hakkında bilgi sahibi olan bu mülteciler, İstanbul aydınlarını bir hayli etkilediler. Özellikle İsmail Gaspıralı, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu ve Ali Hüseyinzade gibi isimler, görüşleri ile İstanbul’da kısa zamanda tanındılar. İsmail Gaspıralı’nın “Dilde, fikirde ve işte birlik” sloganı Türkler arasında büyük bir ilgi görmüştü ve insanlar onun fikirleri etrafında bir araya gel- mişlerdi (Oba, 1995, s. 142).

Türklerin kurdukları dernekleri ve çıkardıkları yayınları da burada zikretmek gerekir. 1908 yılında II. Meşrutiyet Dönemi’nin başlaması ile birlikte Rusya’dan gelen Türk aydınlarının İstanbul’da önayak oldukları dernekleşme faaliyetleri, çıkardıkları gazete ve dergiler, Türkçülük görüşlerinin sadece İstanbul’un aydın kesimi arasında değil, daha geniş bir alanda ta- nınmasını ve bilinmesini sağladı. Yusuf Akçura’nın öncülük ettiği Türk Derneği ve derneğin yayın organı olan Türk Derneği Dergisi, Türk Yurdu Cemiyeti ve onu yayın organı olan Türk Yurdu Dergisi, bu süreçte önemli işlere imza atmışlardır (Oba, 1995, s. 207).

Türkçülüğün gelişiminde değinilmesi gereken bir diğer kurum, Türk Yurdu Cemiyeti ve onun yayın organı olan Türk Yurdu Dergisi’dir. 1911 yılında yine Rusya kökenli Türklerin de araların- da bulunduğu bir grup aydın tarafından kurulan dernek, Türklerin zekâ ve irfanca yükselme- lerini, irade ve teşebbüs sahibi olmalarını sağlamak üzere çalışmak, bu amaçla dergi çıkar- mak ve bir de pratik bir hedef olarak Türk öğrenciler için talebe yurdu yaptırmak amaçlarını güdüyordu. Yusuf Akçura ve Ahmet Ağaoğlu’nun düzenli yazılar yazdıkları dergi Osmanlıcılık düşüncesini eleştiriyor ve Tanzimat zihniyetinin sona ermesi gerektiğini savunuyordu. Diğer dergilerin amaçlayıp da vâkıf olamadıkları “Türk Dünyası” hakkında bilgiler verme konusun- da Türk Yurdu’nun daha başarılı olduğu ifade edilebilir (Arai, 1992/1994, s. 81).

Cumhuriyet Öncesinde Milliyetçilik-Din İlişkisi

İnanç alanında faaliyet gösteren dinler ile ideoloji alanında konumlanan milliyetçilik arasındaki ilişkiler karmaşık bir yapı arz ederler. Bu durum İslamiyet ve Hıristiyanlık gibi semavi dinler kadar, literatürde Uzak Doğu dinleri diye tabir edilen dinlerde ve onların yaşadığı coğrafyalarda kendini gösterir. Din ve milliyetçilik cephelerinde birbirlerini destekleyen ve birbirine zıt düşen unsurlar mevcuttur. Örneğin vatan savunmasının kutsal kabul edilmesi, dinin vatan için mücadele etmeyi teşvik etmesi din ve milliyetçiliğin birbirini desteklediği bir alandır. Aynı dini inancı paylaşan tüm insanları inanç çatısı altında toplamaya çalışan (millî dinler hariç) dinlerin evrenselliği ile sınırları belirli bir toprak parçasında yaşayan in- sanları ortak bazı değerler üzerine inşa edilen bir devlet etrafında bir araya getirmeyi ve devletin çıkarlarını savunmayı amaçlayan milliyetçiliğin ayrıştırıcılığı bir tezattır. Dünya genelinde milliyetçilik ile dinin iç içe geçtiği örnekler de söz konusudur. Mesela Türk-İslam sentezi ismi verilen düşünce, din ve milliyetçiliği bir potada eritmeye çalışır.

Türk milliyetçiliğinin ortaya çıkma evresinde, bağımsızlığını ilan eden Balkan devletlerinde yaşayan Müslüman halkın Anadolu’ya göç etmesi ve göç yolunda yaşadıkları Anadolu’da gayrımüslimlere yönelik tepki oluşmasına sebep oldu ve bu ortam da milliyetçi düşüncenin gelişmesine olanak sağladı. Bu arada artan Türkçülük yanlısı fikirlere İslamcı çevreler tepki gösteriyorlardı. Bu tepkinin en tipik örneğini, Babanzade Ahmet Naim, eserlerinde orta- ya koymuş ve Türkçülük davası gütmenin Müslümanlar arasına tefrika sokmaktan başka bir işe yaramayacağını savunmuştur. Türkçüler açısından hedef Türk milletini yüceltmek ve ona güç kazandırmak idi. Bu amaçlar çerçevesinde Türk Derneği, Genç Kalemler, Türk Yurdu gibi Türklük düşüncesi etrafında toplanmış olan yazarlarca hazırlanan dergilerde Türkçülük meselesi pek çok boyutu ile ele alınmaya çalışılmaktaydı. Yayımlanan makalelerde, dergi- lere gelen reddiyelere verilen cevaplar haricinde din konusunda Türkçülerin düşüncelerini ifade eden eserlerin bulunmadığı görülür (Arai, 1994, s. 148). Bu konudaki eksikliğin far- kında olan bir grup düşünürün aracılığıyla ve Ziya Gökalp’in nezdinde İttihat ve Terakki’nin desteğiyle, Türkçülüğün İslam meseleleri hakkında makaleler neşretmesi maksadıyla 1914 yılında “İslam Mecmuası” yayın hayatına başlar (Arai, 1994, s. 128). İslami meselelere milli- yetçi bir perspektiften bakmaya çalışan dergide yayınlanan makaleler konularına göre sınırlandırıldığında İslam ve terakki, İslam ve çağdaş medeniyet, misyonerlik, ahlak, iktisat, kadın, cihat gibi başlıklar göze çarpar (Aslan, 1996, s. 26). Önemli meselelerden birini teşkil eden İslam ve çağdaş medeniyet konusunda yayımlanan makalelere bakıldığında bunların hepsini Ziya Gökalp’in yazdığı görülür. Zaten dergide düzenli yazan isimler Gökalp’ten başka Şerefeddin Yaltkaya, Halim Sabit, Rızaeddin Fahreddin, Mansurizade Said, Ahmet Besim, Şemseddin Günaltay gibi isimlerdir (Arai, 1994, s. 130).

Dergiye düzenli yazı yazanlardan birisi olan Ziya Gökalp, makalelerinde İslam dinine men- sup insanların ve Müslüman toplumların çağdaş medeniyet ismini verdiği medeniyet ile uyuşabileceğini savunur. Yeni devletin temel niteliğinin milliyetçilik olacağı düşüncesin- den hareketle İslam’ın yerinin ne olacağı hakkında görüş ifade etmeye çalışır. Bu görüşler, o dönem bu dergide yazı yazan isimler ve İttihat ve Terakki Partisi mensupları arasında da taraftar bulmuştur. Öncelikle Gökalp’e göre İslam dini mensubu olmak çağdaş medeniyetin nimetlerinden yararlanmayı engellemez. Bu ikisini birbiriyle kaynaştırmak gerekmektedir. Ayrıca, İslam ile Hıristiyanlık arasında bir mukayese yapar ve İslam’ı, yapısal özellikleri sebe- biyle asri bir devlet içerisinde yaşamaya daha uygun bir din olarak konumlandırır ve bunun aksini, Hıristiyanlığın asri bir devlet içerisinde yaşamasının imkânsızlığını savunur (Aslan, 1996, s. 34). Gökalp, derginin yayında olduğu 1914-1918 yılları arasında İslam hakkında reformist fikirler ifade etmemekte, onun çağdaş medeniyet ismini verdiği medeniyet ile ilişkisinin imkânını savunmaktadır.

Ziya Gökalp “Türkçülüğün Esasları” isimli eserinde, Türkçülük hareketinde İslam’a nasıl yaklaşılacağı hususuna bir bölüm ayırır, ancak bu bölüm sadece iki sayfadır. Burada Gökalp, din kitaplarının, hutbelerin Türkçe olması gerektiğini, ibadetten alınacak hazzın onun dilinin anlaşılmasına bağlı olduğunu savunur. Türkler arasında ilahi ve mevlit gibi eserlerin yaygın olmasını da vatandaşın bu eserlerin dilini anlamasına bağlar ve “… dinî hayatımıza daha büyük bir vecd ve inşirah vermek için gerek –tilavetler müstesna olmak üzere- Kur’an-ı Kerim’in ve gerek ibadet ve ayinlerden sonra okunan bütün dualarla münacatların ve hutbelerin Türkçe okunması lazım gelir.” der (Gökalp, 1970, s. 170-171). Gökalp’in din gibi önemli bir mevzuyu bu kadar kısa bir değerlendirme ile ve sadece din kitapları ile hutbe ve vaazların Türkçe olması konuları bağlamında ele alması, onu, Cumhuriyet Dönemi laik inkılapçılarından ya da dini reformize etmek isteyen din dışı aydınlardan birisi hâline getirir. Fakat o günkü mevcut siyasi atmosferin din ve onun Türkçülükteki yeri hakkında derin analizler yapmaya müsait olmaması kuvvetle muhtemeldir (Güngör, 1993, s. 51). Bu bakımdan onun din ile ilgili görüşlerini tespit edebilmek için başka eserlerini incelemek faydalı olacaktır. Gökalp, 3 Temmuz 1922 tarihinde Küçük Mecmua isimli dergide yayımlanan “Dine Doğru” isimli makalesinde din konusundaki görüşlerinden bahseder. Bu eserin, onun ölümüne (25 Ekim 1924) yakın bir zamana ait olması da fikirlerinin aldığı son şekli gösteriyor olması bakımından önemlidir. Bu eserinde Gökalp, dini hem ahlak üstü hem de estetik (Bediiyat) üstü bir kurum olarak kabul eder. Çocuklukta dinî terbiye almanın hayat boyu kuvvetli bir karakter sahibi olmada vazgeçilmez olduğunu ifade eder (Gökalp, 1922, s. 21-23). Ziya Gökalp’in din hakkındaki görüşlerinde fonksiyonalist akımın ve bu akımın öncüllerinden kabul edilen Emile Durkheim’in et- kisi büyüktür. Bununla birlikte, Durkheim’in sosyal bir gerçeklik olarak ele aldığı din, Gökalp için aynı zamanda inandığı ve kabul ettiği bir sistemdir. Dolayısıyla Gökalp, din hakkında yaptığı tespitlerde zaman zaman çatışmalara düşmüştür (Güngör, 1993, s. 444).

Cumhuriyet öncesi milliyetçi düşünce içerisindeki dinî yaklaşımları incelemeye çalışırken 1919 öncesi ve sonrası şeklinde bir ayrım yapmak aydınlatıcı olabilir. 1919’dan sonraki dö- nemde vatanın düşman işgalinden kurtarılması en öncelikli gündem maddesidir ve bu durum pek çok alanda dağınık ve birden fazla merkezli bir görünüm arz eden ülkenin merkezîleşmesi sürecinin de başlangıcını teşkil eder (Göktürk, 2002, s. 103). Bu merkezîleşme Büyük Millet Meclisi’nin açılması ve yetkileri kendi bünyesinde toplaması ile iyice belirginleşir. Bir yandan halk tarafından ülkenin farklı coğrafyalarında işgale karşı kurulan dernekler ve komiteler bir çatı altında toplanmaya ve ortak propaganda yapmaya başlarken diğer yandan bir direniş hareketi olarak ortaya çıkan Kuvayı Milliye hareketi ve halktan katılımlar vasıtasıyla düzenli ordu kurulmaya çalışılır. Bu süreçlerin gerçekleşmesinde milliyetçi duyguların vermiş olduğu heyecanın pay sahibi olduğu ifade edilebilir. Gerek kurulan dernek ve komiteler gerekse silahlı gruplar, “Türk ve İslam” olan memleketlerinden işgalci güçleri tardetmek maksadında olduklarını ifade etmişlerdir (Göktürk, 2002, s. 105).

Aynı dönemde, ateşkesin ardından İstanbul’da da milliyetçi dernekler ve partiler hızla kurul- muştur. Bu dernekler, Türk nüfusunun ağırlıkta olduğu yerlerin Türklerde kalması için çaba sarf etmişlerdir. İlerleyen zamanlarda itilaf devletlerinin işgaline karşı İstanbul başta olmak üzere pek çok ilde düzenlenen eylemler, bazı yabancı sermayeli işyerlerinde yapılan grevler de yine bu dönemde milliyetçi hassasiyetlerin yüksek bir noktada olduğunu ortaya koyar (Göktürk, 2002, s. 109). İşgal karşıtı mitinglerde yapılan konuşmalar, dönem milliyetçiliğin- de dinin dozunu ortaya koyar niteliktedir. 19 Mayıs 1919 günü Fatih’te düzenlenen miting- de konuşan Halide Edip Adıvar, itilaf devletlerine karşı kullanılmak üzere top ve tüfeklerinin olmadığını ve fakat kuvvetli bir silah olarak Hak ve Allah’ın onlarla olduğunu, tüfek ve top düşse bile Hak ve Allah’ın baki olduğunu ifade etmiştir. Yine aynı mitingde konuşan Ah- med Selahaddin Bey, Allah’a inandıklarını, onun adaletinden emin olduklarını, bu adaletin tecelli edeceğine inandıklarını belirtmiştir. Sözü ondan devralan Meliha Hanım, mitingde bulunanlara kimi zaman Türkler kimi zaman ise İslamlar şeklinde hitap etmiştir (Arıburnu, 1975, s. 13). Bu konuşmalardan anlaşıldığı kadarıyla işgal yüzünden millî hassasiyetlerin bir hayli yükseldiği bu dönemde milliyetçilik, İslami kavramlarla yakın temas hâlindedir ve Türk ve Müslüman kavramları birbirleri yerine kullanılabilecek derecede kaynaşmıştır. İşgale karşı düzenlenen mitinglerin çoğunda bir yahut birden fazla din adamının yer alması da yine halkı mücadelenin kutsiyetine ikna etme amacı gütmektedir. Din adamları yaptıkları konuşmalarda halkı, vatanı savunmanın dindeki yeri ve değeri hakkında bilgilendirmiş ve bilinçlilik hâli yaratmaya çalışmışlardır. 16 Mayıs 1919 günü İzmir’in işgalini telin maksadıyla Denizli’de düzenlenen mitingde konuşan ilçe müftülerinden Ahmed Şükrü Efendi’nin, “kâ- fir” Yunanlar tarafından işgal edilen İzmir’de işgal sona ermeden namaz kılmanın dahi caiz olmadığı şeklindeki konuşması, halkın dinî ve millî duygularına hitap etme amacı taşıyan bir konuşma olması açısından önemlidir (Sarıkoyuncu, 1995, s. 19).

1920 yılında açılan meclisin profiline bakıldığında Tunaya’nın deyimiyle “bir tezatlar meclisi” ortaya çıkmıştır (Tunaya, 1991, s. 239). Bu durum, Millî Mücadele sürecinde her unsurun desteğini alabilmek gayesinden kaynaklanıyordu. Hem millî hâkimiyet prensibini benimsemek ve meclisin üzerinde hiçbir güç olmadığını kabul etmek hem de hilafeti kurtararak monarşik bir devlet yapısını devam ettirmek, kendi içinde bir tezat barındırıyordu, ancak, ifade edildiği üzere bu durum mevcut durumda birlik ve bütünlüğü sağlama amacından kaynaklanıyordu. Bu mecliste din adamları da bulunuyordu ve meclisin açılışı Cuma namazı sonrası dualarla gerçekleştirilmişti. Bütün bu hususlar, cumhuriyet öncesi dönemde milli- yetçilik-din ilişkisinin konjonktürel bir yaklaşıma sahip olduğunu göstermektedir.

Ziya Gökalp’ten Erol Güngör’e Milliyetçi Düşüncede Dinî Dönüşümler

Bir din olan İslamiyet ile bir ideoloji olan milliyetçiliğin ilişkisi, sosyal bilimciler için son üç yüzyılın en karmaşık meselelerinden birisini oluşturur. Fransız İhtilali ile başlayan ve dünyanın pek çok yerine yayılan milliyetçilik düşüncesi için dinler mücadele edilen, kimi ögeleri transfer edilen, bazen de yerine geçilmeye çalışılan sosyal kurumlar olmuşlardır. Dinlerin milliyetçilik ile mücadelelerinde geliştirmiş oldukları reaksiyonlar kimi durumlarda milliyetçi düşünceyi zayıflatsa da çoğunlukla dinler milliyetçilik düşüncesi ile uzlaşmak zorunda kalmışlardır. Bu süreçte milliyetçiliğin bir ideoloji olarak güçlü olmasının yanında, modernleşme süreçleri ile birlikte yaygınlaşmaya başlayan sekûler fikir akımlarının milliyetçi düşünceyi desteklemesi- nin de payı büyüktür. Nihayetinde milliyetçilik-din ilişkisi, sosyal bilimler alanında farklı bağ- lamlarda farklı şekillerde tezahür eden çetrefilli bir ilişki olarak varlığını sürdürmektedir.

Cumhuriyet Dönemi’nde milliyetçilik-din ilişkisinde yaşanan dönüşümler, görüşleri ve tes- pitleri ile bu ilişkiyi Türkiye bağlamında ilk kez kurgulayanlardan birisi olan, bir dönem hem devlet erki hem de aydınlar üzerinde etkisi olmuş Ziya Gökalp’in ve ardından milliyetçi dü- şüncenin fikrî altyapısının kurulmasında önemli bir yeri olan Erol Güngör’ün görüşleri bağ- lamında ele alınmaya çalışılmıştır.

Üç tarz-ı siyasetten Osmanlıcılığa duyulan ilginin Balkan devletlerinin kaybedilmesinden sonra azalmasıyla birlikte İslamcılık gündeme gelmiş, onunla yaklaşık olarak aynı dönem- lerde Türkçülük kimi kesimlerde dile getirilmeye başlanmıştır. Babanzade Ahmet Naim’in, 1911 yılında “İslam’da Dava-yı Kavmiyet” isimli bir makale kaleme alması, daha o zamanlar- da Türkçülük tartışmalarının yankı bulmaya başladığının bir göstergesidir. Bu makaleyi, Gö- kalp’in yönetiminde olan İslam Mecmuası’na cevaben yazdığı bilinmektedir. Her iki kesim de kendi görüşünü savunurken 1923 yılında kurulan yeni devletin mümeyyiz vasılarından birisi milliyetçilik olarak kabul edilince milliyetçiliğin İslam’a aykırı olduğunu savunanların değil, milliyetçiliğin İslam’ın ilkeleri ile örtüştüğünü savunanların görüşleri muteber olmuş- tur. Fakat bir zaman sonra devletin yönetici kesiminin milliyetçiliğin dinî tonunu sekûler bir tonla değiştirmesi süreci başlamış; milliyetçilik, “Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde sekûler milliyetçi yönetici elitlere karşı kendisine ve düşünce ve inancına yaşama imkânı arayan dindarlar için bir sığınak (Karabaşoğlu, 2009, s. 695)” hâline gelmiştir. Erol Güngör de bu durumu, “İslam’ın Bugünkü Meseleleri” isimli eserinde İslamcılık düşüncesinin milliyetçilik patenti altında işlediği şeklinde ifade etmiştir (Güngör, 2000, s. 24).

Ziya Gökalp ve Erol Güngör’ün dinin bir kurum olarak manası konusunda tespitleri birbi- rinden farklıdır. Gökalp çoğu kez dini, toplumda yerine getirmiş olduğu vazifeler açısından değerlendirerek işlevsel bir yaklaşım sergiler. Bu yaklaşım özellikle din konusunda ortaya çıkar. Dini, toplumun manevi ihtiyaçlarından birisi olarak değerlendirmesi, insanın yaşayışına anlam vermesini ve kendisini devlet ve milletine adamasını sağlayan bir çeşit zihniyet olan mefkûre sahibi olmada yardımcı olması bakımından kıymetli görmesi bu açıdan değerlendirildiğinde anlam kazanır. Gökalp, hocası Durkheim’in izinden giderek dini, hayatın sembolik bir ifadesi kabul etmiş, İslamiyet’e özgü dinî tören ve davranışların akılcı bir açık- lamasını ortaya koymaya çalışmıştır (Subaşı, 1999, s. 150).

Gökalp’in gençlik döneminde edinmiş olduğu dinî bilgi ve sahip olduğu tasavvuf insiyakı, dine bir toplum mühendisi tavrı ile yaklaşmasının önüne geçmiştir. Din konusunda Emile Durkheim kadar işlevci, Auguste Comte kadar pozitivist olamamasının temelinde bu hissi- yatın da payı vardır. “Küçük Mecmua” isimli dergide 1922 yılında yayımlanan “Dine Doğru” isimli makalesinde, toplumsal hayatta var olan kıymetler şeması içerisinde en tepeye dinî kıymetleri yerleştirmesi ve kuvvetli bir karaktere sahip olan insanların ancak sağlam bir dinî terbiye sahibi olanlar arasından çıktığını savunması da bu minvaldedir.

Gökalp’i değerlendirmeye çalışırken pozitivizme bir hayli önem atfedilen bir dönem içeri- sinde yaşadığını hesaba katmak gerekir. Tanzimat’ın ilanının ardından artan dergi yayıncı- lığında pozitivizm hakkında kitaplar yazan Avrupalı müelliflerin eserlerinden makalelerin tercüme edilmesi aracılığıyla pozitivizmle tanışan Osmanlı aydınları arasında bu yayınlar bir hayli rağbet görmüştür. Ayrıca kurulan dernekler, Jön Türkler ve ardından İttihat ve Terakki gibi cemiyetler de pozitivizmin yaygınlaşmasında etkili olmuşlardı (Korlaelçi, 1986, s. 201- 215). Gökalp de İttihat ve Terakki mensubu birisi olarak pozitivist düşüncelere sahipti. İnanç krizi yaşadığı bir dönemde intihara kalkışıp kurtarıldığında, o dönemde Diyarbakır’da doktorluk vazifesi yapan ve bir yandan da gençleri İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye yapmaya çalışan ünlü pozitivist Abdullah Cevdet ile tanışması da pozitivizme ilgi duymasını sağladı (Korlaelçi, 1986, s. 348).

Ziya Gökalp’in, İslam birliği hakkında olumlu düşüncelere sahip olmadığı hilafet ve saltanat hakkındaki görüşlerinden çıkarsanabilir. Ancak yine de fikirlerini dönemin şartlarına göre revize etmiştir. Erken dönem eserlerinin birinde, İttihat ve Terakki iktidarı sırasında ve henüz Osmanlıcılık politikasının devlet nezdinde terk edilmemiş olduğu bir dönemde saltanatın ve hilafetin iç içe geçmiş kurumlar olduğunu savunurken 1922 yılında yazmış olduğu bir diğer eserde, saltanatı hilafetten ayırarak ve bu ayrılığı da gerekçelendirmeye çalışarak sal- tanatın ilgası meselesini temelde siyasi sebeplere indirgiyor olması da bu yaklaşımının bir ürünüdür. Gökalp’in saltanatın kaldırılması hakkında olumsuz bir görüş beyan etmesi pek de beklendik bir durum değildir; zira Gökalp’in düşünce serüveninde iktidarla ve hâkim olan görüşle her zaman dirsek teması içinde olduğu bilinmektedir. Bu bakımdan, düşünce çizgisindeki sapmaların belli bir istikrar içinde devam ettiğini söylenebilir.

Ziya Gökalp’in görüşleri içerisinde en çok dikkat çekenlerden birisi de onun örf ve nass ilişkisine dair görüşleridir. Gökalp, “İslam Mecmuası” isimli dergide yayımlamış olduğu makalelerinde, şeriat kurallarının çoğunun nasslara dayanmadığını, nassların da belli bir bağlam çerçevesinde tayin edilmiş kurallar olduklarını ve bu şartlar değişince ilgili nassların geçerliliğinin ortadan kalktığını savunur (Gökalp, 1976, s. 24).

Ziya Gökalp’in formüle etmeye çalıştığı din anlayışı, ölümünün ardından yaşama şansı bulamamıştır. Türkçü-milliyetçi bir çizgi üzerinde konumlandırdığı din anlayışı, içinde bulunulan şartlara uygun bir yaklaşım olması hasebiyle I. Dünya Savaşı ve sonrası döneminde, yeni devletin kurulması sürecine kadar geçerliliğini korumuş, ardından gündemden düşmüştür (Subaşı, 1999, s. 150).

Ziya Gökalp ile işlevsel bir tabana oturan din, tek parti döneminde laiklik ilkesine dayanan uygulamalar sebebiyle hem iktidarın milliyetçilik anlayışında gözden düşmüş hem de Türk- çüler arasında etnik temelli millet tanımlarının revaçta olması sebebiyle bu cenahta önemini yitirmişti. Bu ortamda Anadoluculuk olarak tabir edilen ve İslamcılık-Türkçülük arasında kendisine yol çizmeye çalışan yeni bir hareket ortaya çıktı. Ziya Gökalp’in düşüncelerinin eleştirilmesi ve bu düşüncelere karşı bir anti sentez oluşturma amacı ile yola çıkan Anadoluculuk hareketi, milliyetçiliğin tanımlanmış bir coğrafya içinde gerçek bir nitelik kazanabileceğini savunmuş ve Türk milliyetçiliğini Anadolu toprağı üzerine kurmak gerektiğini ifade etmiştir. Harekette önemli olan isimler arasında onu bir kültür hareketi olarak tanımlayan Hilmi Ziya Ülken, harekete siyasi bir boyut kazandıran Mükrimin Halil Yinanç, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu ve Remzi Oğuz Arık gibi isimler vardır. Anadolu Mecmuası isimli dergi vasıtasıyla düşüncelerini yayan hareket, Anadolu’nun o günkü sorunlarıyla uğraşmak gerektiğini savu- nur, geçmişin dertleri ile dertlenmeyi anlamsız bulur. Anadoluculuk coğrafi değil, hukuki ve siyasi haritasının sınırları içinde vicdani bir dava olarak konur; Malazgirt’ten Sakarya’ya kadar kutsal toprağa canlarını vermiş olanlar ve ruhlarını bu uğurda harcayanların ve bu toprak- larda yaşamış olan veya yaşayanların emaneti olan Anadolu; toprağıyla, ahlakıyla, imanıyla, kaderiyle ve gerçek iradesiyle Anadolu Türk ulusunu oluşturmaktadır (Atabay, 2002, s. 515- 517). “Anadolu Türkleri tarihi denilince milletimizin Anadolu’ya hicret ve istilasından itibaren zamanımıza kadar cereyan eden hadiseler hatıra gelir ve gerek Selçuklu hanedanı ve gerek derebeyler ve gerekse Osmanlı ailesi zamanında genişleme ve fetihlerin hepsini ihtiva eder. Rum ilinde, Mağripte, Mısır’da Yemen’de hülasa Anadolu Türkünün hâkim bulunduğu bütün memleketlerdeki vakıaları kendi içine alır (Yinanç, 1969, s. 18)”. Kurtuluş savaşı döneminde Millî Mücadele ile ortak paydada buluşan Anadolucular, yeni devletin ilkeleri ile anlaşama- mış, gelenekçi ve muhafazakâr bir çizgide görüşlerini devam ettirmişlerdir. Zamanla kendi içerinde laik nitelikli Atatürkçü Anadoluculuk ve muhafazakâr Anadoluculuk olmak üzere iki gruba ayrılmışlar ve farklılaşmışlardır. Anadoluculuk, Atatürk milliyetçiliğine ve o dönem Türkçülerine alternatif bir ara akım olarak kayda geçmiştir (Atabay, 2002, s. 532).

Tek parti döneminde mesafeli yaklaşılan dine dair söylemlere görece bir esneklik tanınmaya başlanmasında, 1945 yılında meclise giren muhalefet partisi Demokrat Parti’nin söylemleri ve Türkiye’de tek parti dönemi icraatlerine dış dünyada getirilen eleştirileri bertaraf etme arzusu etkili oldu. İlk ele alınan konu olan din eğitimi, her ne kadar yoğun bir parti içi muhalefete maruz kalsa da Sovyet rejiminin yükselişe geçişi ve “komünizm tehdidi” tehlikeleri- ne karşı kalkan oluşturma gerekçeleriyle devlet okullarında verilmeye başlandı. Bu kararın alınmasında, milliyetçi ve İslam’a değer verilmesi taraftarı bazı kimselerin Cumhuriyet Halk Partisi’ne katılmaları ve din konusunda esneklik sağlanması için çalışmaları da etkili oldu. Bu dönemde yoğunlaşan laiklik tartışmalarında bu isimler dinî propagandanın ve dinî eğitimin laikliğe aykırı olmadığını savunarak dinin sosyal alanda yeniden tezahür edebilmesinde de pay sahibi olmuş oldular (Gözaydın, 2009, s. 27-29).

1950 yılı genel seçimleri ile iktidara gelen Demokrat Parti döneminde din konusunda esnek davranılmış ve halkın isteği hilafına gerçekleştirilen uygulamaların demokratik olmaktan uzak olduğu ve halk nezdinde benimsenmesinin imkânsız olduğu dile getirilmiştir (Gözay- dın, 2009, s. 32-33). Din alanında yaptıkları icraatlerin halk tarafından desteklenmesi de tez- lerini daha güçlü savunması noktasında iktidarın elini kuvvetlendirmiştir. Yapılan icraatlerle elde edilen dinî özgürlükler, 27 Mayıs 1960 darbesi ve Demokrat Parti’nin kapatılması ile sekteye uğrayınca dile gelebileceği başka bir zamanı beklemeye başlamıştır.

Tek parti döneminde İslamcı düşünce kendisini ifade edebileceği imkânlara ve ortamlara sahip bulunmadığı için, Anadoluculuk hareketinin de verdiği cesaretle, milliyetçilik düşün- cesi altında kendisine yaşam alanı kurmaya çalışmıştı. Bu alanı oluşturmasında İslamcı düşünce mensuplarının 1940’lardan sonra nispeten rahatlama yaşanan ortamında görüşleri- ni dile getirmeye başlamaları etkili olmuştu. Milliyetçiliği savunuyor olduğu hâlde aslında İslamcılık görüşleri ortaya koyan isimler arasında ilk olarak Eşref Edip anılmaya değer bir kimsedir. İsmail Kara, hazırladığı İslamcılık Düşüncesi serisinde, Edip’in Sebîlürreşad dergi- sinde 1949 yılında yayımlanmış olan makalesinden şu cümleleri nakleder: “Milliyeti vücuda getiren unsurların hepsine din karışmıştır. Mimarimizi seyrederken, edebiyatımızı okurken, musikimizi dinlerken, tarihimizi tetkik ederken, ahlakımızda, ırkımızda, âdetlerimizde, kanunlarımızda, ananelerimizde, hâsılı maddi ve manevi bütün hayatımızda din duygusun-dan uzak kalamayız. Itrî’nin tekbirini hissetmiyen, Süleyman Çelebi’nin Mevlûd’undan bir şey anlamıyan, Yunus Emre’nin ilahilerini dinlemiyen adamın Türklüğünden şüphe ederiz. Onun bizden olduğunu kabul etmek için vesikalara muhtacız. Din duygusu, Türkçülüğün dayandığı kuvvetlerin başındadır. Dindar adamın aynı yaşlardaki dinsiz adama her bakımdan üstün olduğuna şüphe var mıdır? (Edip, 1949’dan Akt. Kara, 1994, s. 46)

Ziya Gökalp’in önünü açmış olduğu, milliyetçilik düşüncesi içerisinde dini işlevsel olarak değerlendirme, toplumu bir arada tutma ve onlara iyi birer vatandaş olmaya odaklanmaları hususunda yardımcı olma ve dini içinde bulunulan zamanın şartlarına göre değerlendirme yaklaşımı, cumhuriyet döneminde de sürdü. Atatürk milliyetçiliği ile Türkçüler ayrışmasının yaşandığı süreçte din meselesinin dahli bulunduğunu söylemek güçtür, zira iki hareket de dine karşı olumsuz yargılar besliyor, ona değer atfetmekten uzak bir görüntü sergiliyordu. Bu süreçte iki milliyetçilik türüne de alternatif bir söylem geliştiren ve dine Anadolu kültürünün oluşmasında önemli bir rol yükleyen Anadoluculuk hareketi, İslami düşünceyi gündeme getirmek isteyenlere cesaret vermiş, yol göstermiştir. Siyasi alanda yaşanan önemli bir gelişme olan çok partili rejim ile birlikte dinî politikalar hususunda esnemeler yaşanmaya başlamış, hem muhalefete düşen kesim içerisinde hem de Türkçü hareket içerisinde yer alan bazı kimseler tarafından din konusunda sert bir politika izlemenin hatalı bir yol olduğu savunulmaya başlanmıştır. İşte bu noktada milliyetçi düşünce için, yaşamının sonraki dönemlerini yakından etkileyecek olan bir dönüşüm yaşanmış ve milliyetçi düşünce ile İslamcı düşünce sentez hâlinde gelişerek kendisine varlık alanı açmaya başlamıştır. 1950-1960 arası dönemde kültürel bir hareket olarak gelişen milliyetçi düşünce din meselesine önem göstermiş, İslami hassasiyetleri olan kesim de milliyetçi düşünceyi bu hassasiyetini genişletebileceği bir alan olarak düşünmüştür. Sonuç olarak milliyetçi düşüncenin bir mensubu olan ve milleti yücelt- meyi şiar edinen, milletin tesis olmasında önemli bir harç vazifesi gören dine karşı müspet yaklaşan, onun kültür ve medeniyet ile münasebetlerini dikkate alan, dinî özgürlükleri savunan bir hareket gelişmiştir. Bu hareketin gelişmesinde Erol Güngör’ün payı büyüktür, zira kendi düşünce yapısında ve şahsında mezcettiği, eserleriyle yazılı hâle getirdiği bu çizgi hem kendi döneminde hem de kendisinden sonraki dönemlerde etkili olmuştur.

Güngör, din konusunda Gökalp’ten farklı bir yaklaşıma sahiptir. Güngör, dini, bireyin ha- yatında ya da toplumda yerine getirmiş olduğu işlev açısından değerlendirmekten uzak durmuştur. Onun, dünyevi hiçbir ideolojinin ve felsefenin inançların yerini alamayacağını, bir dinin ancak başka bir dinle yer değiştirebileceğini savunması da bunu göstermektedir. Dinler hem insanların hayatlarında hem de toplum genelinde işlevlere sahiptirler; fakat varlıkları bir işlev yerine getiriyor olmalarından kaynaklanmamaktadır, çünkü o zaman aynı işlevleri yerine getirebilecek başka bir ideoloji rahatlıkla dinin yerini alabilirdi, ancak, bu durum hiçbir ideoloji için geçerli olmamıştır; “dinin yerine geçecek başka bir sistem bulunmuş değildir. Bugüne kadarki tecrübelerimiz dinin ancak bir başka dinle yer değiştirebildiğini gösteriyor (Güngör, 1981, s. 49-50)”. Erol Güngör’ün bu konunun üzerinde ısrarla durması, on dokuzuncu yüzyılın özellikle ikinci yarısında dünya çapında yaygınlık gösteren belli başlı ideolojilerin dinin yerini alacakları düşüncesine bir tepki niteliğindedir. Bu düşünce de bir önceki yüzyılda yaygın olan ve etkileri on dokuzuncu yüzyıl boyunca süren, dinin dönemini tamamlamış bir sosyal müessese olduğu, toplumların modern ve rasyonel düşüncenin kılavuzluğunda yaşayarak dine ihtiyaç duymayan bir noktaya varacaklarını savunan pozitivist ve sosyal tekâmülcü düşüncedir. Güngör açısından din, cevap aradığı sorularla evrensel, karşıladığı ihtiyaçlarla da yeri doldurulamaz olan bir sistemdir.

Erol Güngör’ün din anlayışının şekillenmesinde etkili olan önemli bir faktör doğduğu ve içinde yetişmiş olduğu ortamdır. İyi bir medrese eğitimine sahip olan dedesinden aldığı dinî bilgiler onun ileriki hayatında dine karşı olan tutumlarında pay sahibidir. Gökalp’in de Güngör’ün de gençliklerinde ailelerinden dinî eğitim aldıkları hâlde niçin Gökalp’in daha sonradan dine pozitivist bir şekilde yaklaşarak onu aklîleştirmeye çalıştığı ve Güngör’ün bunu yapmadığı sorusu akla gelebilir. Bu noktada akla gelen makul cevaplar, öğrenilen bilgileri içselleştirme seviyesi ve zamansal farklılıklar şeklinde olmaktadır. Gökalp döneminde, pozitivist bilim anlayışı o dönem aydınları arasında revaçta olduğu, devletin geri kalmış olmasının faturası kimi kesimlerce İslam dinine kesildiği için Gökalp de bu görüşlerden etkilenmiştir. Erol Güngör’ün yaşadığı ve eserlerini verdiği dönemde ise dinin mevcut toplumdaki yerinden memnuniyetsizlik içerisinde bulunan, dinî özgürlükleri kamu nezdinde dillendiren kitleler bulunması, kendi kişisel merakı ve akademisyenlik ilgisi Güngör’ün me- selelere eğilmesini sağlamıştır.

Ziya Gökalp, bilim ile din arasında çelişki olmadığını, dinî bilgisi yeterli olmayan insanların bu konuda hataya düştüklerini ve bu yüzden ikisi arasında bir çelişki olduğunu iddia ettiklerini savunmakta idi. Bu konuda Güngör daha spesifik bilgiler verir, işin özünde onun da bilimle din arasında çatışma olmadığı düşüncesini desteklediğini söylemek mümkündür. İrrasyonel kavramlarla uğraşan, vahiy ve peygamberlik gibi kurumlara sahip olan din kurumunun, doğrulanabilen ya da yanlışlanabilen tezlerle uğraşan bilimle çatışmasının imkânsız olduğunu savunur. Dinin ne kadar yaşayacağını araştırmanın bir sosyal bilimcinin işi olamayacağını söyleyerek toplum mühendisliği yapmaya kalkan sosyal bilimcileri eleştirir. Sağlıklı bir bilimsel bilgi nosyonuna sahip olan bir bilim adamının da dinin toplum hayatından bir gün silineceği şeklinde öngörüde bulunmayacağına dikkat çeker. Ziya Gökalp’in yaşadığı dönemde İslam’da bilim-din ilişkisi hususunda tartışmalar yapılıyordu. Namık Kemal’in, Ernest Renan’a reddiye maksadı ile yazmış olduğu Renan Müdafaanamesi adlı eseri 1910 yılında basılmış ve basılır basılmaz da tükenmiş olup kısa zamanda o dönem için bü- yük bir başarı olan ikinci ve üçüncü baskı aşamasına geçmişti (Kemal, 1962, s. 7). Böyle bir ortamda Gökalp de bilim-din arasındaki ilişkiye dair değerlendirmelerde bulunmuştu. Erol Güngör’ün yaşamış olduğu dönemlerde özellikle kitle hareketleri yoğundu ve ideolojilere yoğun ilgi gösteriliyordu. Bu dönemde aktif faaliyette bulunan hareketler çizgilerini ortaya koyarken kaçınılmaz olarak dinin kendi ideolojileri açısından yerini konumlandıran görüşler de beyan etmişlerdi.

Sonuç

Türkiye, tıpkı diğerlerinde olduğu gibi milliyetçilik hareketleri kendine has özellikler taşıyan bir ülkedir. İmparatorluk geleneğinden gelen, hiçbir zaman bir sömürge ülkesi olmamış ve bağımsızlığını kaybetmemiş bir ülke olarak milliyetçiliği de diğer bölgelerden farklı özel- likler taşır. Türkiye’deki milliyetçilik hareketinde ortaya çıkan farklı yaklaşımlar ise kavramın içini dolduran unsurların çeşitliliğinden kaynaklanır.

Milliyetçi düşünce içerisinde Ziya Gökalp, alanla ilgili ilk çalışmalara imza atmış ve bu düşüncenin ülke gündemine girmesini sağlamış olması bakımından önemli bir isimdir. Din konusunda ortaya koymuş olduğu görüşleri her ne kadar Durkheim’in işlevselci anlayışı ile paralellikler arz etse de onu, yerini başka bir sistemin alamayacağı bir şekilde kurgulaması ve o günün şartları ile uyumlu bir hâle getirerek bir düzen tesis etmeye çalışması, Gökalp’in dine önem atfettiğini gösteren bir işaret olarak yorumlanır.

Erol Güngör de milliyetçi düşünce içerisinde gerek görüşleri gerekse kişiliği ile önemli bir yere sahiptir. Kendi dönemine kadar bir kültür ve ardından bir siyasi hareket olarak ortaya çıkmış olan milliyetçi düşünceye bilimsel bir altyapı hazırlayan kişiler arasında yer alır. Dini, yerini hiçbir sistemin alamayacağı bir kurum olarak kabul etmesi, o döneme kadar hayli tartışılan İslam’ın devletin geri kalmasında payı olduğu görüşünün aksini savunarak bu alanda ortaya konulan fikirlere yeni bir boyut katması, onun dine verdiği önemi göstermektedir. Güngör’ün milliyetçilik anlayışında din, millî kültürün inşasında ve devamlılığında vazife üstlenen temel unsurlardan birisi olması, insana mana kazandırması ve onu sekûler ideolojilerden koruması bakımından yeri doldurulamaz bir sistemdir. Gerek milliyetçilik gerekse din hakkında ufuk açıcı olan görüşlerinin yeterince değerlendirilememiş olması, Türk düşünce yapısı ve akademi dünyası için bir kayıptır.

Milliyetçi düşüncede dinî düşüncenin gelişimi ülkenin siyasal ve toplumsal konjonktürü ile yakından alakalı olmuştur. Ziya Gökalp döneminde toplumu bir arada tutması bakımından millet tanımı kapsamında yer alan, Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte laiklik ilkesine verilen ağır- lık sebebiyle kamusal alanda yaşama şansı tanınmayan dinî düşünce; tek parti dönemin- de ortaya çıkan ara ideolojiler ve iktidar partisinde siyaset yapıp dine sıcak yaklaşan kişiler aracılığıyla yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamış, çok partili rejim dönemi ile din konusunu gündeme getirme amacında olan kesimler kamuda görünür olma imkânını elde etmeye başlamışlardır. Bu süreçte, söylemlerini dile getirebilme noktasında uzun yıllar sıkıntı ya- şayan İslami kesimin bu dönemde en geçerli ideoloji olan milliyetçiliğin söylemlerini kendi söylemleri ile ortak bir paydada buluşturması hem milliyetçilik hem de din açısından önemli bir dönüşümü de gerçekleştirmiştir. Milliyetçi düşünce için din hem bir medeniyet amili hem de korumaya ve yaşamını devam ettirmesine çalıştığı millî kültürün oluşumunda önemli bir vazifeye sahip temel bir kurum olarak savunulmaya başlanmıştır. İslamcı düşüncenin milliyetçi düşünce ile dirsek temasına girmesi ve söylemlerini milliyetçiliğin muhafaza etmeye çalıştığı kavramları da kapsayarak dillendirmesi sayesinde kendisine bir yaşam alanı açabilmiş ve milletler çağı olarak adlandırılan bir yüzyılda daha geniş kitlelere hitap edebilme şansına erişebilmiştir.

Kaynakça

Akın, R. (2002). Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma devri ve Türkçülük hareketi (1908-1918). İstanbul: Der Yayınları. Arai, M. (1992/1994). Jön Türk dönemi Türk milliyetçiliği (Çev. T. Demirel). İstanbul: İletişim Yayınları.

Arıburnu, K. (1975). Millî Mücadele’de İstanbul mitingleri. Ankara: Yeni Desen Matbaası.

Aslan, A. (1996). Yakın Çağ tarihi açısından İslam Mecmuası’nın incelenmesi. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Van.

Atabay, M. (2002). Anadoluculuk. T. Bora & M. Gültekingil (hzl.), Modern Türkiye’de siyasi düşünce: Milliyetçilik içinde (s. 515- 532). İstanbul: İletişim Yayınları.

Gökalp, Z. (1970). Türkçülüğün esasları. İstanbul: Millî Eğitim Basımevi.

Gökalp, Z. (1976). Makaleler I (hzl. Ş. Beysanoğlu). İstanbul: Millî Eğitim Basımevi. Gökalp, Z. (1982). Makaleler VII (hzl. M. A. Çay). Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.

Göktürk, E. D. (2002). 1919-1923 dönemi Türk milliyetçilikleri: İslamcılıktaki muhafazakâr bakiye. T. Bora & M. Gültekingil (hzl.), Modern Türkiye’de siyasi düşünce: Milliyetçilik içinde (s. 103-116). İstanbul: İletişim Yayınları.

Gözaydın, İ. (2009). Diyanet: Türkiye Cumhuriyeti’nde dinin tanzimi. İstanbul: İletişim Yayınları. Güngör, E. (1993). Sosyal meseleler ve aydınlar (hzl. R. Güler & E. Kılınç). İstanbul: Ötüken Neşriyat. Güngör, E. (2000). İslam’ın bugünkü meseleleri. İstanbul: Ötüken Neşriyat.

Kara, İ. (1994). Türkiye’de İslamcılık düşüncesi: Metinler/kişiler (C. III). İstanbul: Pınar Yayınları.

Karabaşoğlu, M. (2009). İslam ve milliyetçilik arasındaki ilişki ve etkileşim. T. Bora & M. Gültekingil (hzl.), Modern Türkiye’de siyasi düşünce: Dönemler ve zihniyetler içinde (s. 690-702). İstanbul: İletişim Yayınları.

Kedourie, E. (1960/1971). Avrupa’da milliyetçilik (Çev. M. H. Timurtaş). Ankara: Millî Eğitim Basımevi. Kemal, N. (1962). Renan müdafaanamesi. İstanbul: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.

Kılıçbay, M. A. (1993). Tarihsel bir inşa olarak ulus. Türkiye Günlüğü Dergisi, 23, s. 5-21. Korlaelçi, M. (1986). Pozitivizmin Türkiye’ye girişi. İstanbul: İnsan Yayınları.

Lewis, B. (1961/2004). Modern Türkiye’nin doğuşu (Çev. M. Kıratlı). Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.

Llobera, J. R. (1994/2007). Modernliğin tanrısı: Batı Avrupa’da milliyetçiliğin gelişimi (Çev. E. Akman & E. Akman). Ankara: Pho- enix Yayınevi.

Oba, A. E. (1995). Türk milliyetçiliğinin doğuşu. Ankara: İmge Kitabevi.

Özcan, A. (2005). Milliyetçilik. Türkiye Diyanet Vakfı İslam ansiklopedisi içinde (C. 30, s. 84-87). İstanbul: İSAM Yayınları.

Özkırımlı, U. (1999). Milliyetçilik kuramları: Eleştirel bir bakış. İstanbul: Sarmal Yayınevi.

Sarıkoyuncu, A. (1995). Millî mücadelede din adamları. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları. Subaşı, N. (1999). Türk aydınının din anlayışı. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Şentürk, R. (1988). Millet. Türkiye Diyanet Vakfı İslam ansiklopedisi içinde (C. 30, s. 64-66). İstanbul: İSAM Yayınları. Tunaya, T. Z. (1991). İslamcılık akımı. İstanbul: Simavi Yayınları.

Yinanç, M. H. (1969). Millî tarihimizin adı. İstanbul: Hareket Yayınları.

[i] III. Türkiye Lisansüstü Çalışmaları Kongresi – Bildiriler Kitabı I

Atıf:

Nimet Balkanlı KESKİN, “Cumhuriyet Döneminde Milliyetçi Düşüncede Dinî Dönüşümler: Ziya Gökalp ve Erol Güngör Ekseninde Bir Değerlendirme”, III. Türkiye Lisansüstü Çalışmaları Kongresi – Bildiriler Kitabı I

Yazar
Nimet Balkanlı KESKİN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen