Prof.Dr. Fatih BAŞBUĞ
Türkiye Cumhuriyeti tarihini okurken, Büyük önder Mustafa Kemal’in askeri dehası, üstün kültürel öngörüsü ve çok az liderde görülen kurucu iradenin fikir ve ideolojik babası olma özelliklerini anlıyoruz. Neden askeri dehadır? Çünkü 57 yıllık hayatında sekiz büyük savaşta göğüs göğüse çarpışmış, iki büyük isyanı bastırmakla görevlendirilmiş ve bu isyanları başarıyla bastırmıştır. Savaşlardaki başarısıyla Devletin en üstün askeri rütbesi olan “Mareşal” unvanıyla ödüllendirilmiştir (1921). Modern Türk ordusunun kazandığı en büyük zafer hepimizin bildiği Türk’ün makus talihinin döndüğü İstiklal Savaşı’dır. 1921 yılında yani bundan 104 yıl önce Mehmet Akif Ersoy’un Mecazımürsel sanatının en güzel örneklerinden biri olan ve herkeste farklı duygular uyandıran “Çatma kurban olayım çehreni ey nazlı Hilal” sözüyle, özünde Türk bayrağına, genelinde Türk milletine yaptığı gönderme, bugün bile her okunduğunda tüyleri diken diken eden bir söz sanatı değil midir? Eğer eserlerine ödenen bedel itibariyle yaşayan en büyük sanatçıya ödenen ücretle dünyanın en büyüğü konumunda bulunan ünlü bayrak ressamı Amerikalı Jasper Johns, Türk olsaydı, bu dizeleri gördükten sonra, özgürlük mücadelesinin tek gerçeği olan bayrağı kim bilir nasıl tasvir ederdi? Diyerek cumhuriyet dönemine uzanalım.
Cumhuriyetin Osmanlıdan devir aldığı kamusal devlet düzeni, 1789’da Fransa’da başlayarak bütün Avrupa’yı etkisine alan monarşik düzen karşıtlığının Türk milletine yansımasıdır. Sarayın ihtişamına karşılık olarak halkın yaşam biçiminde ciddi anlamda boşluklar bulunmaktadır. Bu boşlukların en büyüklerinden birisi de kültür ve sanat alanında saray dışına taşırılamayan etkinliklerdir. İşte Cumhuriyetin en güzel kazanımlarından biri olan halkın kendi iradesini bulması, başlarda devlet desteğiyle, sonrasında da bireysel çabalarla sanat ortamını hareketlendirmiştir. Yüzölçümü bakımından Türkiye’nin yarısında da küçük olan Almanya veya üçte ikisi büyüklüğünde olan Fransa’nın tanınmış sanatçılarına baktığımızda, neden Türkiye’de de bu denli sanatçılar yetişemedi sorusunu sormadan edemiyoruz? Bugün Dürer’in dünyanın en büyük müzelerinde eserleri varsa, 15 veya 16. Yüzyıl Osmanlısından itibaren Türk ressam yetiştiremediğimizin sorusu, 100 yıllık Türkiye’mizin de cevaplaması gereken sorulardan biridir. Bu soruyu soran ve en güzel şekliyle cevaplayan kişi yine Ulu önderdir. Ne diyor 13 Şubat 1923’te? “Bulunmamız gereken seviyeye bu kadar uzak kalışımızın mühim sebeplerinden biri, sanata ve sanatkârlara lâyık olduğu derecede önem verilmemiş olmasıdır.” Diyor. Bu durumu eksiklik olarak görmekle kalmıyor, bulunduğumuz konumda oluşumuzun sebeplerinden biri olduğunun altını çiziyor.
23 Nisan 1920 ile tesadüflere dayanmayan, geçmiş tecrübelerle üzerinde durulan ve aydınlanmanın halkla birlikte olacağı kanaatinin oluştuğu, yeni devlet sistemi olan millet egemenliğine dayalı cumhuriyet yönetim şekline geçilmiştir.
Cumhuriyetle birlikte 13 Ekim 1923 yılında Ankara’nın başkent oluşunun en büyük sebepleri arasında olma özelliği, İstiklal Mücadelesi’nin merkezi konumunda ve en büyük desteği veren şehir olmasının da payı büyüktür. Ankara, coğrafi konumuyla merkezi ve kalbi konumundadır. Bu nedenle İstanbul özelinde düzenlenen geleneksel çapta büyük sergiler, Ankara’ya alınmıştır. Adına bir dönem Cumhuriyet Sergileri denilerek, cumhuriyetin kazanımları halka anlatılmıştır.
Osmanlı döneminde Balyan ailesinin yedi ferdinin mimarlık yaptığı, Aronco’nun, Azaryan’ın, Aznavuryan’ın yanına Mimar Kemalettin’i, Mimar Vedat’ı yerleştirerek, milli ve geleneksel formlara dönüş yaşanmasının önü açılmıştır. Bu mimarlarımızla birlikte, Cumhuriyet dönemi kamusal binalarımız, farklı biçime ve daha milli bir geleneğe ulaşmıştır. Resim alanında, sanat galerileri, müzeler açılmış, günümüz Devlet Resim ve Heykel Müzeleri’nin koleksiyonları oluşturulmuştur. Atatürk çoğunlukla açılan ulusal çapta önemi bulunan sergilere gitmiş, buralardan eserler satın alınmış, diğer devlet kurumlarının da almasını tavsiye etmiştir. Devlet Koleksiyonumuzun birçoğu bu döneme rast gelmektedir.
Eğitim alanında yapılacak reform hareketleriyle birlikte, bunun tüm meslek alanlarına yansıyacağı ve daha başarılı olacağı inancıyla, Millet Mektepleri açılmıştır. Bu okullarda insani yaşama dair her alanda bilgi verilmiştir. 1933 Üniversite Reformu ile eğitim, yüksek öğrenime dönüştürülerek daha kapsayıcı hale getirilmiştir. Darülfununun yerini Üniversite almıştır. Halkevleri, Türk Ocakları açılmış, bu kurumlarda halkın kültürel düzeyi yükseltilmiş, seferberlik faaliyetleri yürütülmüştür.
Milli kültür, milli sanat kavramlarının ilk olarak dillendirildiği bu devlet politikasında, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu gibi başına milleti tanımlayıcı ifade konulması, görülen lüzum üzerine özellikle getirilmiştir. Bütün söylemlerde, millilik vurgusu yapan Atatürk, Osmanlı son döneminde yürütülen faaliyetleri eleştirmiş, alınan bütün kararlarda din vurgusu üzerinden konum alan kararları değiştirme yoluna giderek, aydınlanmanın bilimsel normlar çerçevesinde ilerlemesi gerekliliğinin altını çizmiştir. Batılı anlamda üretilen resimleri desteklemiş, üslup açısından sanatçılara karışmamış, ancak konuların daha gerçekçi yapılması gerektiğini sanatçılara bizzat aktarmıştır. Yani Hitler’in sanatçıyı kullandığı üslubundan dolayı alaya alır vaziyeti, Atatürk Türkiye’sinin anekdotları arasında bulunmamaktadır. Sanatçıya yüksek önem veren Cumhuriyet politikası, gücünü ve desteğini alan halktan alan ve tekrar ona geri götüren bir hizmet ve birlikte yükseliş mücadelesi evresini Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşamıştır. Yurt Gezileri ile ressamlar, Anadolu’ya açılmış, kendi halk kültürünü yakından görmüş ve eserlerinde bunları yansıtmışlardır.
Cumhuriyet aynı zamanda yüksek kültürdür. Atatürk bunu Ankara’da 10. Yıl nutkunda vurgulamıştır. “Yurttaşlarım! Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir.” Bu yüksek kültüre ulaşmak için gerekli olan sistemi, TBMM’nin dördüncü toplanma yılında “vatanın önemli merkezlerine modern kitaplıklar, konservatuarlar, müzeler, güzel sanatlar galeri kurmak” olarak aktarmıştır. Bu parçaların büyük çoğunluğunun ilk adımları Cumhuriyetle birlikte atılmış, halen kurumsal düzenleri işleyen yapılar olarak devam etmektedirler. Tabi burada şunu belirtmekte yarar vardır. Günümüzde de bu yapılara ek, Türkiye’nin bütün şehirlerinde kütüphaneler, galeriler, üniversiteler, müzeler, müzik okulları kurulmuş veya kurulmaya devam etmektedir.
Kurucu irade sanatı sadece estetik bir yansıma olarak görmemiş, yükselişin anahtarı olarak görmüş bu nedenle büyük önem vermiş ve desteklemiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında devlet talebi ile yabancı heykeltıraşlara yaptırılan büyük anıtlarla, ulusal bilinç güçlendirilmeye çalışılmıştır. Bu anıtlarda temel konu, milli mücadele yıllarıdır. Avusturyalı Krippel, İtalyan Canonica, döneme damga vurmuş eserleriyle günümüzdeki cumhuriyet kaynakları olarak önemli görselleri bize kazandırmışlardır. Canonica bir anekdotunda, Kompozisyon hazırlarken Atatürk’le olan sohbetlerinden bahsetmiştir. Bu sohbetlerde, Atatürk’ün ne kadar yüksek bilgi ve kültür düzeyine sahip bir lider olduğundan ve onunla sohbet etmenin ayrı bir duygu uyandırdığından söz etmiştir. Çalışma bittiğinde Atatürk kendisine “keşke biraz daha sürseydi bu sohbetleri özleyeceğim” dediğini aktarmıştır. Sonuç olarak, Yüksek kültüre ulaşmada güzel sanatlar eğitiminin ve öneminin Cumhuriyetin ilk yıllarında büyük bir azimle benimsendiğini, milli ve gelenekli bir sanat üretme yönünde sanatçıların teşvik edildiğini, kurumsal yapının bu alanı bir strateji olarak benimsediğini söyleyebiliriz. Antlaşmalar yapmış, cephelerde savaşmış, istiklal mücadelesi vermiş, işgal altında uzun yıllar kalmış bir milletin güzel sanatlar simidine büyük bir hızla sarılma süreci, kolay olmamıştır. Nedenleri ve sonuçları ayrı bir tartışma ve araştırma konusudur.
————————————–
Kaynak:
https://www.akademikakil.com/cumhuriyet-ve-sanat-uzerine-notlar/fatihbasbug/
