Dinî mühendislikler neden başarısız oldu? Rusya örneği

Tam boy görmek için tıklayın.

Prof. Dr. Hilmi DEMİR[i]

Dinî mühendislik terimini Karl Popper’in “toplum mühendisliği” teriminden ödünç aldığımı belirtmeliyim. Karl Popper 1945’te yayımlandığı Açık Toplum ve Düşmanları kitabında “toplum mühendisliği” terimini toplumu kafadaki bir ideal modele göre biçimlendirmeye dönük müdahalecilik olarak tanımlar.  Popper’e göre bu anlayış, toplumu istediğimiz gibi yontulacak bir kereste, istediğimiz gibi yoğurulabileceğimiz bir oyun hamuru olarak görür.

Şu hâlde “dinî mühendislik” de toplumun bir kereste gibi şekil verilerek dinselleştirebileceğine ya da dinsizleştirilebileceğine ilişkin ütopyacı bir toplumsal vizyonunu ifade eder. Özellikle ütopyacı kurtuluş ideolojileri toplumu olduğundan farklı bir hale getirilebileceklerine inanırlar. Buna ister altın nesil ister asr-ı saadet ister sınıfsız toplum deyin çok da fark etmez aslında hepsi toplumu baştan aşağı aydınlatabileceklerini ve saflaştırabileceklerini savunurlar. Toplumsal rıza üretmeden ya da bir toplum sözleşmesi yapmadan bir grubun kendi ideallerini topluma dayatmasıdır bu.

Bunun için de bazen zora, bazen devrime bazen de ele geçirdikleri devlet gücüne başvururlar bazen de önce devrim sonra devlet gücü devreye girer. İran ve Sovyetler Birliği bu açıdan ilginç iki örneği oluşturur.

Toplumu dönüştürme iddiası taşıyan başka ideolojiler de vardır. Tarihte mesihçi ya da devrimci diyebileceğimiz birçok ideoloji totaliter yöntemlerle toplumun tek tip bir kalıba girebileceğine inanmıştır. Ama sonuçta ister yukarıdan aşağıya ister aşağıdan yukarıya olsun toplumların homojen, tek tip bir kalıba sokulabileceğine inan tüm girişimler başarısız olmuştur. Özellikle de inanç ya da inançsızlık söz konusu olduğunda bu başarısızlık daha da öne çıkmıştır.

İki ütopyacı toplum mühendisliğinin nasıl başarısız olduğunu hikâyesine odaklanalım. Önce Rusya…

Tanrısız toplum ütopyası

Çarlık dönemi Rusya’sında, 1721’den 1917’ye kadar, Rus Ortodoks Kilisesi’nin çarların hizmetçisi olduğuna inanılırdı, dinî bir tekel vardı. Bu tekel 1917 Devrimi’nden sonra inananlara karşı din karşıtı bir kampanyaya dönüştürülerek bambaşka bir mecraya evirildi. Tüm dinlerin ortadan kaldırılması, kökünün kazınarak yok edilmesi ve onun yerine materyalist bir dünya görüşüyle desteklenen ateizmin getirilmesi, devrim sonrası devletin resmî ideolojisi oldu. Okullarda din öğretimi tamamen yasaklandı.[1] Üç yıl sonra bu yasak üçten fazla çocuğun bulunduğu tüm özel gruplara şamil kılındı. Böylece eğitim, materyalist anlayışlara dayalı olarak din dışı hale geldi.

1925’te temel işlevi topluma dinlerin neden tehlikeli ve bilimsel olarak hatalı olduğunu anlatmak ve din karşıtı yürüyüşler düzenleyerek inancı baltalamak olan Militan Ateistler Birliği kuruldu. Bu yapı, Sovyet rejiminin desteği ve finansmanıyla, 1937 yılına kadar Sovyet toplumunu tamamen dinsizleştirmeyi amaçlayan ateist bir haçlı seferi başlattı.

Devlet gücüyle dinsizleştirme projesi 1939 yılına kadar çok sert biçimde uygulandı. Din adamları idam edildi, kamusal ve özel alanda her türlü dinî ibadet yasaklandı. Çocuklar ve gençler karma yurtlarda aynı odalarda, aynı banyoları ve tuvaletleri kullanmak zorunda kaldı. Amaç sınıfsız ve cinsiyetsiz bir toplum yaratmaktı.[2]

Din karşıtı politikada değişiklik

Tüm devlet gücünü sınırsızca kullanmalarına rağmen 1939-45 yılları arasında Sovyet hükümetinin din karşıtı politikasında çarpıcı bir değişiklik meydana geldi. Yapılan değerlendirmelerde hâlâ insanların hatta aydınların bile geleneksel inançları terk etmedikleri anlaşıldı. Doğrudan baskı modeli ­bir kenara atıldı ve yerini, daha incelikli, gösterişli uzlaşma modeli aldı. Din karşıtı propaganda biraz yumuşatıldı. Kilise ve rahiplere uygulanan fahiş vergiler makul seviyelere indirildi. Ancak bu uzlaşma hiçbir zaman Sovyet hükümetinin Rus ulusunu “bilimsel ­ateist” yapma planından vazgeçtiği anlamına gelmiyordu.

Mavi Arya Paragraf Arası

1953 yılının sonuna doğru aniden sistematik bir din karşıtı kampanya yeniden alevlendi. Dinin bilim ve komünizmle uzlaşmazlığı üzerine yüzlerce konferans verildi. Sovyetler Birliği döneminde Komünist Parti’nin resmî yayın organı olan Pravda gazetesindeki şu ifadeler bu politikanın bir örneğidir. “Bilim gözlem ve deneye dayanır­, her şey kontrol edilir ve kanıtlanır; ama dinin temeli kutsal kitaplarda ileri sürülenlerin doğruluğuna körü körüne inanılır; komünizme dinden daha düşmanca bir şey yoktur.” [3]

1960’a gelindiğinde ateist propaganda bir kez daha etkilisini göstermeye başladı. Din üzerinde daha sıkı bir devlet kontrol uygulandı; öyle ki İslam, zenginleştiği yerde yeraltına sürüldü.

Ateizmi dayatmak için devletin tüm sert ve yumuşak güçleri kullanılmasına rağmen inanç ve dinleri toplumdan söküp atmak mümkün olmuyordu. Komsomolskaya Pravda gazetesinde 1965 çıkan bir makale şöyle diyordu: “Bugün ülkemizdeki pek çok inananın kiliseyi ve dini terk ettiği düşüncesiyle bir kez daha kendimizi kandırıyoruz. Bu kendini kandırmaktır. Sovyetler Birliği topraklarının büyük bölümünde kilisenin ve tarikatın hizmetkarlarının bulunmadığı doğrudur. Ama hâlâ inananlar var… Bir cemaatin kapatılması, inananları ateist yapmaz. Tam tersine insanları dine daha çok çeker ve daha da çok kalplerini bulandırır.”[4]

1970’ler yeniden canlanma

1970’lere gelindiğinde din karşıtı propagandanın etkisizliği daha fazla görülmeye başlandı. Dinî topluluklar kısmen yeniden canlanmaya başladı. Üstelik, toplumdan dinleri söküp atma derdindeki devlet, vicdan özgürlüğü, ifade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğünü de iyice ihmal etmiş sivil haklar konusunda da çizgiyi de aşmaya başlamıştı. Devletin dine son vermeye çalışırken vatandaşlarını hiçe sayması, birçok Sovyet vatandaşının din karşıtı kampanyayı toptan sorgulamasına neden oldu. 1979’da Sovyetler Birliği’ndeki Merkez Komite Sekreterliği halkın din karşıtı propaganda veya ateist eğitim müfredatlarından hiç etkilenmediğini fark etti. Dinî törenlere katılan veya yasa dışı dinî okullara ve kamplara katılan Sovyet çocuklarının sayısı git gide artıyordu. Sekreterlik, toplum mühendisliğini sorgulamak yerine bunu ateist propagandanın kalitesindeki zayıflığa bağladı.

Mihail Gorbaçov’un görev süresinin ilk on sekiz ayında hiçbir şey değişmedi. Gorbaçov halefi Leonid Brejnev’in benimsediği dolaylı politikaları uygulamaya devam etti. 1986’nın sonlarında Gorbaçov’un glasnost (açıklık) ve peresteroyka (yeniden yapılanma) açılımlarının doğrudan bir sonucu olarak Orta Asya’da isyanlar patlak vermeye başladı. Devlet başlangıçta bu kişilerin milliyetçi mi yoksa dindar mı olduğundan emin olamadı. Çünkü etnik Ruslar, Rus karşıtı duyarlılığın yüksek olduğu bölgelerde birçok yetkilinin yerini almıştı. Devlet, kökenleri konusundaki belirsizliğine rağmen, Sovyetler Birliği’nin devrilmesini isteyen gerici güçleri isyanları kışkırtmakla suçlamak için hızla harekete geçti. Rejim, kontrolün yeniden sağlanması için hızlı ve sert tepkiler gösterdi. Ayaklanmaların ardından yaşanan şiddetli baskılara karşılık veren Müslüman halklar sessiz kalmayacaklarını kanıtladılar. İsyancılarla çatışmalar o kadar tırmandı ki, bazı yetkililer, onları sakinleştirmek için, var olan tüm yasadışı camilerin yasallaştırılması da dahil olmak üzere çeşitli tavizler verilmesini önerdi.[5] Gorbaçov bu önerileri reddetti ve yumuşama yerine Kruşçev’in baskıcı politikalarına dönülmesini teklif eden Yegor Ligaçov’in önerilerinin uygulanmasına izin verdi. Bu İslam karşıtı kampanya, 1987’nin sonlarına kadar devam etti ancak artan zulme rağmen İslam, hükümetin görmezden gelemeyeceği şekillerde popülerlik kazandı ve halk arasında uygulanmaya başlandı.[6]

Mia Paragraf Arası

1987’de Gorbaçov, SSCB’deki siyasi ve kültürel yaşamın demokratikleşmesine yönelik planları tereddütle bile olsa açıklamak zorunda kaldı. O dönemde din mahkûmlarının üçte birini serbest bıraktı ve az sayıda dinî örgütü kayıt altına almaya başladı. Değişim yavaş yavaş başladı. Örneğin Gorbaçov Paskalya ayininin bazı bölümlerinin yapılmasına izin verdi.

Pravda gazetesi, Vicdan Özgürlüğü ve Dinî Örgütler Hakkında yeni yasanın yayınlandığı 1990 yılında, SSCB’deki cami sayısının 1985-1990 arası iki katına çıkarak tüm zamanların en yüksek rakamı olan 751’e ulaştığını yazdı. İslami örgüt kayıtlarının sayısı 1985’te 392 iken 1990’da 1.103’e çıktı. İslam, Sovyetler Birliği’nde Rus ve Gürcü Ortodoks Kiliselerinden sonra en hızlı büyüyen üçüncü din haline gelmişti.

Rusya’da Tanrı’nın dönüşü

1990 yasası, Rusya’nın dinî baskıya kapıyı kapatma ­ve yeni bir dinî özgürlük çağını başlatma arzusunu ifade ediyordu.  Rusya’da neredeyse bir gecede dinde olağanüstü bir canlanma yaşadı. İslam, Budizm ve eski geleneksel dinler toprağın altından fışkırmış gibi yeniden canlanmaya başladı. Katolik, Baptist, Metodist, Lüteriyen dahil olmak üzere Hıristiyan kiliselerinin yanı sıra Hare Krishna, ­Birleşme Kilisesi, Scientology Kilisesi gibi geleneksel olmayan gruplar da yerini almaya başladı.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte Rusya yeni dinî canlanmayı milli bir kimliğin inşası için seferber etmeyi tercih etti. Zira Rusya Federasyonu, daha önce komünizm tarafından doldurulan ideolojik bir boşlukla karşı karşıya kaldı. Artık Rusya’ya hem resmî bir din hem de yeni bir kimlik gerekiyordu. Putin döneminde, özellikle Ukrayna’daki Turuncu Devrim’den (Kasım 2004 – Ocak 2005) sonra, Batı’nın cazibesine karşı Rus kimliğini yeniden inşa etme ihtiyacı duyuldu. Rus Ortodoks Kilisesi, bu ulusal markalaşmanın önemli bir bileşeni oldu. Rusya eski Sovyetler Birliği’nin alanı içinde etki kazanmanın bir yolu olarak Rus Ortodoks Kilisesi’nin yumuşak gücünden faydalanabileceğini keşfetti. Bir kez daha toplum mühendisliğine soyunan Rusya, bu sefer de devlet eliyle Ortodoks kimliği bir kimlik olarak inşa etmeye başladı.

Yeni Rus milliyetçiliği ve din

2008 yılına gelindiğindeyse, Rusların din ile ilişkisinde yeni bir sayfa açıldı.

Dmitry Medvedev’in başkanlığında, “2008 Ulusal Güvenlik Stratejisi’ belgesiyle yabancı kültürlerin ve dinlerin “maneviyatı” olumsuz etkileme tehdidine değinildi. Burada maneviyat ile kastedilen Ortodoks inançlardı.  Moskova Patriği Kiril kültürel ve manevi çekirdeği “Kutsal Rus” kavramı ile doldurmaya çalışıyordu. Kutsal Rus, “uzaktaki bölgelerdeki” dağınık cemaat yapısı ve “yakın yurtdışındaki” “kanonik toprakları” içerecek şekilde Moskova Ortodoks Kilisesi’nin dolayısıyla da Rusya’nın hegemonik bir çevre inşa etme aracıydı.[7]

“Kutsal Rus” üç faktör tarafından birleştirilen bir diasporadan oluşuyordu: Ortodoks Hıristiyan inancı, Rus dili ve ortak bir tarihsel bellek. İşte Ukrayna tam da üç faktörü içerdiği ve dolayısıyla bu çevrenin merkezinde yer aldığı için de önemliydi. Ukrayna’nın NATO’ya dahil edilmesine karşı çıkılmasının bir gerekçesi de bu yeni Rus milliyetçiliğidir ve din unsuru da milliyetçiliğin olmazsa olmaz bir parçası olarak yeniden devreye sokuldu, bugüne kadar da geldi.

Daha önce komünist ülkeler üzerine dinî-politik araştırma yapmakla ünlü olan Keston Enstitüsü’nün işaret ettiği gibi, bugün Rusya’da hiçbir büyük olay, cübbeli Ortodoks rahiplerin varlıklarını göstermeden gerçekleşmez. Çeçenya’ya giden askerlerin kutsanmasından tutun da Aziz Matta’yı vergi müfettişlerinin koruyucu azizi olarak adlandırmasına kadar her şey kutsanır. Hatta Ortodoks yetkililer, Moskova’da Ortodoks şapellerinin de yer alacağı bildirilen yeni bir havaalanının temellerinin atılmasını bile kutsamışlardır.[8]

Artık Rusya’da Ortodoksluk kamusal alanda her yerdedir. Putin dinin meşruiyet gücünü keşfetmiş gibidir. Fakat dinîn siyasete bu kadar yaslanması ve resmî bir kimlik inşası olarak kullanılmaya başlanması toplumu dindarlaştırmış mıdır? Bu sorunun cevabı oldukça ilginçtir.

Rusya dinden uzaklaşıyor

Yaklaşık 70 yıllık dinle mücadelenin yapamadığını şimdi Putin’in dini siyasal alana taşıması mı yaptı dersiniz? Bu soruya ne tamamen hayır ne de evet mümkün. Çünkü amaç ister dinsizleştirme ister dindarlaştırma olsun, toplum mühendisliği aslında her yerde ters tepiyor gibi.

PEW Araştırma Merkezi’nin sunduğu bilgilere göre Rusya’da inanç konusunda ciddi bir artış yaşanmış. 1991 ile 2008 yılları arasında kendilerini Ortodoks Hıristiyan olarak tanımlayan Rus yetişkinlerin payı %31’den %72’ye çıkmış. Aynı dönemde Rusya’nın herhangi bir dine mensup olmayan nüfusunun oranı da yüzde 61’den yüzde 18’e düşmüş.[9] Buna karşılık bir süre sonra bu yükseliş tersine dönmeye başlamış. Rusların 2017’da %60 olan Ortodoks nüfusu %57’ye, %7 olan Müslüman nüfusu da %5’e düşmüş.[10]

Ateistler Sovyetler Birliği’nde dinî inanca karşı 70 yıl boyunca savaş açtılar. Komünist Parti kiliseleri, camileri ve tapınakları yok etti; dinî liderleri idam etti; okulları ve medyayı din karşıtı propagandayla doldurdu ve ateist ritüeller, tebliğciler ve dünyevi kurtuluş vaadiyle tamamlanan, “bilimsel ateizm” adı verilen bir inanç sistemini ortaya çıkardı. Ancak sonuçta, devlet eliyle dinsizleştirme mühendisliği başarısız oldu.

Akabinde Ortodoksluğu devletin resmi dinî haline getirdiler. Ama görünen o ki, o da işe yaramadı. Fakat bu düşüşü sadece Ortodoksluğun sırtını devlete yaslamasına bağlamak çok doğru olmaz zira aslında diğer dinlerde de genel bir düşüş var. Bu elbette ateizmin yükselişte olduğu anlamına da gelmiyor. Tüm dünyada olduğu gibi kurumsal dinlere genel bir tepki var. İnsanlar dinlerin inşa ettikleri devasa kurumları insanlık sorunlarını çözme noktasında zayıf ve yetersiz buluyorlar. Ama yine de devlet eliyle din mühendisliği başlı başına bir başarısızlık hikâyesi gibi duruyor karşımızda.

[1] The Russian Orthodox Church in imperial Russia 1721–1917, Cambridge University Press: 2008, Edited by Michael Angold.

[2] Burcu ÖZDEMİR, Sovyetler Birliği’nde Din Karşıtı Mücadele Ve Komsomol, Tarih İncelemeleri Dergisi, 2020 Cilt: 35 – Sayı: 1, ss. 179 -196.

[3] N. S. Timasheff, The Anti-Religious Campaign in the Soviet Union, The Review of Politics , Jul., 1955, Vol. 17, No. 3 (Jul., 1955), s. 332.

[4] Barry Childers, The Plurality of Soviet Religious “Policy”, Department of History (Yüksek Lisans Tezi) Florida State University, 2012.

[5] John Anderson, Soviet religious policy under Brezhnev and after, Religion in Communist Lands

11, 1983 – sayı: 1, ss. 25-30.

[6] Mehrdad Haghayegh’s Islam and politics in Central Asia, New York: St. Martin’s Press, 1996, s. 57.

[7] Kristina Stoeckl (2022) Russia’s Spiritual Security Doctrine as a Challenge to European Comprehensive Security Approaches, The Review of Faith & International Affairs,, Volume 20, 2022 – Issue 4, ss. 37-44.

[8] John Garrard, Carol Garrard, Russian Orthodoxy Resurgent: Faith and Power in the New Russia, Princeton University Press, 2008.

[9] https://www.pewresearch.org/religion/2014/02/10/russians-return-to-religion-but-not-to-church/.

[10] https://ria.ru/20230801/rpts-1887457963.html.

———————————————

Kaynak:

https://fikirturu.com/toplum/dini-muhendislikler-neden-basarisiz-oldu/

[i] Prof. Dr. Hilmi Demir, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) Orta Asya ve Orta Doğu Araştırma Enstitüsü Direktörü, Radikalleşme, Selefilik, İslami Hareketler Uzmanı.

Yazar
Hilmi DEMİR

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen