Sanırım, Diyanet İşleri Başkanlığı/Başkanı hakkında en çok yazı yazanlardan biriyim. Şöyle geriye dönüp bir baktım; yazılarımın ve eleştirilerimin tamamına yakını selef Başkan Erbaş, birkaçı da ondan önceki Görmez dönemine ait. Düzenli okuyucularım bilirler ki öyle üstün körü, fevri eleştiriler yapmam. Her yazımın, her eleştirimin bir dayanağı, bir belgesi vardır.
Mesela Görmez Hoca zamanında Diyanet takvimlerinde 31 Aralık “Mekke’nin Fethi” olarak gösteriliyordu. İbnü’l Esir’in 12 ciltlik İslam Tarihi ve bizzat Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayınladığı İslam Ansiklopedisi’nden belgeleyerek yazdım ve o zamanki Yayın Dairesi Başkanı aracılığı ile bana teşekkür ederek 2016 yılından itibaren 11 Ocak olarak değiştirdiler.
Ali Erbaş dönemi ise kanaatimce Diyanet İşleri Başkanlığı için kayıp yıllar olarak geçmiş olmalı. Çünkü, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki 633 Sayılı Kanun’un Birinci Maddesi açıktır:
T.C. Anayasası Madde 136: “Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşüncelerin dışında kalarak ve milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanunda gösterilen görevleri yerine getirir”
Diyanet İşleri Başkanlığının kuruluş ve görevleri hakkındaki 633 Sayılı Kanun, Madde 1:
“İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din hususunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek”
Ne yazık ki Diyanet İşleri Başkanlığı Ali Erbaş döneminde “Bütün siyasi görüş ve düşüncelerin dışında” kalmamış, kalamamış, aynı zamanda AKP Genel Başkanı olan Cumhurbaşkanı’nın emir eri gibi davranmış, 633 Sayılı Kanun’la belirtilen kuruluş amacı ve görevlerinden uzaklaşıp siyasi bir figür görünümü vermekten kaçınmamıştır. Hal böyle olunca onun döneminde Cuma hutbeleri hep tartışılmış, oluşan tepkiler yüzünden camilere gitmeyenler çoğalmıştır.
En çok eleştiri alan konu, milli bayram ve zafer günlerine rastlayan hutbelerde Atatürk adının geçmemesidir. Ayrıca sürekli Gazze’den söz edilirken aynı zulmü gören ve nerede ise 80 yıla yakın bir zaman diliminde esaret hayatı yaşayıp soykırıma uğratılan Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin durumu hiç dile getirilmemiş, bazen zoraki olarak geçiştirilmiştir.
Hatta bazı hutbelerde Atatürk’ün “azim ve kararlılığı”, “cesareti” gibi pek çok özelliği anlatılmış ama her nedense adı verilmemiştir. Bir yazımda Diyanet’in bu tutumunu, şarkı sözünde geçtiği gibi “Seni sevdiğimi haykırmak var ya/Yüreğim söylüyor dilim varmıyor” olarak ifade etmiştim. 18 Mart, 23 Nisan, 19 Mayıs, 29 Ekim, 30 Ağustos tarihlerine rastlayan hutbelerde gündeme yer verilmişken yerine ve konusuna göre mesela “Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk”, “Cumhuriyetimizin ve Diyanet İşleri Başkanlığımızın kurucusu Atatürk”, “Atatürk ve silah arkadaşları” gibi ifadelerle başlayan cümleler kurulsa Kıyamet mi kopar, din mi elden giderdi?
Milli bayramlar ve Atatürk’ün ölüm yıldönümü olan 10 Kasım tarihlerinde Anıtkabir’de törenler düzenlenmekte, Devlet protokolü hazır bulunmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlarına da protokolün ön sıralarında yer verilmiş olmasına rağmen Anıtkabir’e gitmemektedirler. Özellikle Erbaş bu konuda çok katı bir tutum sergilemiş, inat edercesine aynı gün bir Atatürk düşmanını ziyaret ederek tepki toplamıştır. İstanbul Müftülüğü sırasında Atatürk’ü de anarak dua eden yeni Diyanet İşleri Başkanı bu konuda da olması gerekeni yapıp Anıtkabir’de dua etmelidir.
Dinimiz ayrışmayı değil birlik olmayı, fitne ve fesadı değil dostluğu esas aldığına göre dinden soğutulup kaybedilen cemaati kazanmak için Diyanet İşleri Başkanı’na büyük görev düşmektedir.
İslamiyet lüks ve israfı haram kılmasına rağmen Erbaş döneminde Diyanet İşleri Başkanlığı, Erbaş’ın kendisi, ailesi ve çocukları bu konuda sık sık gündeme gelip tepki toplamışlardır.
Dolayısıyla -çok acı ama- hiçbir dönemde duyup şahit olmadığımız, “Onlar Müslümansa ben değilim”, “Onların dininden değilim”, “Camiye gitmem, namazımı evde kılarım” ifadelerini duymaya başladık
Fazla detaya gerek yok; kamuoyu olup bitenlerin farkında olup yeni başkan Prof. Dr. Safi Arpaguş’un gelmesiyle genel bir rahatlama olduğu açıktır.
Nitekim yeni Başkan’ın gelir gelmez 6 korumayı 2’ye indirmesi, önceden çok konuşulan “Zırhlı Mercedes” “Bilmem kaç Audi” gibi lüks makam araçlarını terk ederek garajda bekleyen yerli TOGG otomobile binmeye başlaması lüks, israf ve şatafat devrinin biteceğine işaret olarak görülmüştür. İnşaallah öyle devam eder.
Yeni Başkan ve Yeni Dönemin en belirgin özelliklerinden biri de cübbelerdeki şaşaalı işlemelerle düğmelerin kaldırılması olmuştur. Kamuoyunu rahatlatan bir başka yenilik de makam odasına, Atatürk’ün, TBMM’nin açılış günü yapılan duaya ellerini açıp katılırken çekilen resminin konmasıdır. Bence o resmin bulunması gereken en uygun yer Diyanet İşleri makamıdır. Çünkü Atatürk Diyanet’i kurmasaydı çevremizdeki Müslüman ülkelerin durumuna düşer, tıpkı Osmanlı’nın son dönemlerindeki gibi hurafeci anlayış devlete hâkim olurdu. Son yıllarda giderek yaygınlaşan o günlere dönüşe yol açacak taviz ve anlayışların da sona ermesi, devleti yönetenlerin bu konuda gerekli tedbirleri alması en büyük dileğimizdir. Bu konuda elbette Diyanet İşleri Başkanlığı’na da büyük görev düşmekte, giderek yaygınlaşan hurafeci görüşlere karşı asli görevini yerine getirerek milletimizi aydınlatması gerekmektedir.
Ancak…
Ancak sosyal medya fenomenleri boş durmuyor. Bu yazıyı tasarlarken önüme düşen bir paylaşım, Prof. Dr. Safi Arpaguş’a atfen şu ifadelere yer veriyordu:
“Laiklik kafirliktir. Laiklik İslam’a aykırı. Laiklik devlet ve toplum yönetiminde hiçbir dini yönetimi, emri, hükmü, kanunu, yasayı kabul etmez. Laikler, laikçiler kafirdir, namazları kılınmaz!”
İmlası da çok bozuktu, “La havle” diyerek düzeltmeye çalıştım ve her zaman yaptığım gibi araştırmaya koyuldum. Çünkü Laikliğin, laik olmanın ne demek olduğunu bilmesi gereken bir akademisyenin böyle cahilce laf etmesi mümkün değildir. Google Amca’ya müracaat edince, “CUMHUR İTTİFAKI/Hacı Mehmet Çiçekler” ve Sayın Cumhurbaşkanı’nın adını da kullanan başka bir hesapla “recepermis005” adlı bir başka hesapta aynı ifadelerin yer aldığını gördüm. Bu yazıyı yazarken tekrar bakınca ikinci hesabı göremedim. Bu ifadelerin nerede, nasıl, ne zaman söylendiğine dair bir kaynak da belirtilmemişti. Anlaşılan birisi paylaşmış, öbürleri kopyalamış.
Tekrar ediyorum, ben Sayın Diyanet İşleri Başkanı gibi ilahiyatçı bir akademisyenin böyle saçma, ilim ve din dışı ifadeler kullandığına, kullanacağına ihtimal vermiyorum. Onun için o hesapları inceleterek gerçek ya da sahte/fake hesaplar olsa da fark etmez; hukuki işlem başlatması gerekir.
“Din ve devlet işlerinin ayrılığını esas alan siyasî-hukukî ilke.” Diyanet Vakfınca yayınlanan İslam Ansiklopedisi’nde laikliğin tanımı böyle verilmiş. Sözlüklerde verilen anlam da bundan farklı değil. O halde laiklik nasıl “kafirlik” olabiliyor? İddialı bir ifade olacak ama bunu iddia edenlerin dininden, inancından şüphe ederim.
Siyasi kargaşa, iç ve dış olaylar, ekonomik zorluklar, pahalılık derken millet zaten pek çok sıkıntı ile boğuşuyor. Diyanet İşleri Başkanlığı bir önceki dönemde yapılan hatalardan ders alarak yeni tartışmalara, başka sıkıntılara yol açacak tutumlardan kaçınmalıdır. Hac görevleri, Din İşleri Yüksek Kurulu’na üye atamaları, yurt dışı görevlerde siyasi tercihlerin yapılıyor olması gibi pek çok konuda haksızlıklar olduğuna dair söylentiler var. Bunlar Diyanet gibi bir kuruma hiç ama hiç yakışmıyor.
Halil Konakçı gibi saatli bomba misali orada burada patlayıp duran imam ve vaizler zaptı rap altına alınmalı, gerekirse işten el çektirilmeli, kadrolu görevlilerin yanında vaaz yetkisi verilen eski imamlar ve ilahiyatçılar da ikaz edilerek yalnızca İslamiyet’i anlatmaları, aksi taktirde bir cezası olacağı kesin bir dille ifade edilmelidir.
Bu vesile ile yeni Diyanet İşleri Başkanı’na, yeni ve beyaz bir sayfa açılması dileğiyle hayırlı olsun dileklerimi iletiyorum.