Xiaoping pragmatikti. “Kedinin rengini tartışmayalım, fare yakalayabiliyor mu, ona bakalım” diyerek kapitalist uygulamaların önünü açıyordu. Buna fikri bir altyapı da hazırlamıştı.
“Sosyalist bir devletin de piyasası olabilir, çünkü asıl olan halkın refahıdır” diyordu.
Bu yönüyle Çin modelinin faydacı olduğunu not etmek gerekir. İdeolojik bir parti tarafından yönetilse de reform ve dönüşüm sürecinde işe yarar olan her şey alınmaya çalışılmıştır. Amaç büyümektir.
Asya Kaplanları mucizesi çalışılmış ve onlar gibi ihracata dayalı bir modelin şart olduğu düşünülmüştür. Bunun sebeplerine daha sonra kısaca değineceğim. Sanıldığı gibi Asya, Çin’e bakıp ihracata yönelmedi. Tam tersi…
*****
Gökhan ŞEN
Ekonomide Çin modeli – 1[i]
Ülkemizin ihracata dayalı yeni bir bakışa sahip olacağının açıklanmasının ardından gündeme Çin modeli de geldi. Tahmin ederim, Çin’in yüksek ihracata, üretime ve dış ticaret fazlasına sahip bir ülke olduğundan hareketle böyle bir örnek verildi.
Öyleyse her zaman olduğu gibi bize de verilere, gerçeklere dayalı şekilde anlatmak ve tartışmak düşer.
***
Çin modeli ya da Doğu Asya tipi kalkınma modeli özünde sanayileşme, bol cari fazla ve ekonomik istikrar için kullanılan bir tanımlama. Durumun göründüğünden daha derin anlamı da var.
90’ların başında ABD’li siyaset bilimci Fukuyama ‘tarihin sonunun’ geldiğini savlıyor ve liberal – kapitalist görüşün ideolojik olarak mutlak üstünlüğü tezini ortaya atıyordu.
Buna göre, artık başka hiçbir ekonomik – felsefi sistemin yaşama şansı kalmamıştı. En azından tezin dünyada anlaşılması böyle oldu.
Bu tarihten 15-20 yıl geriye gidelim. Mao henüz hayatını kaybetmiş ve Çin yeni dünyada kendine yer arıyor. Toplum ideolojik bir yılgınlık içinde. İşçi devrimi başarılı olmuş ancak 2000’lerde nasıl bir ülke olacak kimse bilmiyor.
Sovyetler ve ABD, Çin’i kazanmak/korkutmak için elden geleni yapıyorlar.
İşte böylesi bir dönemde seri reformlarla Çinli lider Deng Xiaoping ülkeyi bambaşka bir yere taşıyor.
20 yılda milli gelir 8 katına çıkıyor. Politik istikrar sağlanıyor.
Şimdi bir adım geriye çekilip durumu değerlendirelim.
İki süper gücün arasında, zorlu bir ideolojik dönemden çıkmış ve modeline hiçbir şans tanınmayan Çin…
Washington Konsensüsü olarak anılan, devletin zayıflatılıp ekonomik gücün serbest piyasaya bırakılmasını salık veren hâkim görüşü alt eden bir Çin…
İşte tek gerçeklik olarak sunulan bu hâkim görüşe karşı galip gelmesidir aslında Çin modelinin başarısı.
Tarihin sonu gelmediği gibi ideolojik zenginlik artmış, çok kutuplu dünyaya geçişi başlatmıştır.
Çin modeli Batı’nın demokratik modeline, serbest piyasa ekonomisine karşı bir alternatif olmuştur.
Bu yüzden Pekin Konensüsü olarak da adlandırılır. Başka bir dünyanın mümkün olduğunun ispatı olarak kabul edilir. Bu modelin hayatta kalabildiğini gören başka ülkelerde de Doğu Asya Tipi Kalkınma Modeli ya da Pekin Konsensüsü fikir düzeyinde tartışılagelmiştir.
***
Elbette ekonomik modeli dendiğinde enflasyon, büyüme, cari denge gibi verilerden çok daha derin bir şey kastederiz.
Ekonomik modelin sosyal tabanı, uygun bir politik iklimi, felsefesi ve kültürü vardır. Ekonomik katmanı diğerlerinden ayırmak mümkün değildir.
Önce kısaca bu modeli ve onun başarılı olmasını sağlayan koşulları inceleyelim.
Xiaoping, ülkenin yönetimini devraldığında Komünist Parti’nin gittiği yoldan tam olarak memnun değildi. Çin’in değişen koşullara ayak uydurması gerektiğinin farkındaydı. Bu sebeple ciddi reformlar yapmak üzere kolları sıvadı.
Henüz Kültür Devrimi’nden çıkmış bir ülkede değil piyasa yönünde reform yapmak, bu fikirleri dillendirmek bile çok kötü sonuçlar üretebilirdi.
Bu yüzden her seferinde deneyip görerek ve aşamalı şekilde takvimi işletti.
Örneğin bir dönüşüm hedefleniyorsa bunu yerelde başlatıp işleyişini gördü. Sonuçlarının ülke çapına yayılabilir olduğunu hem kendi gördükten hem de topluma bellettikten sonra kabul etti.
Bu yönüyle deneysel bir süreçti.
Xiaoping pragmatikti. Kedinin rengini tartışmayalım, fare yakalayabiliyor mu ona bakalım diyerek kapitalist uygulamaların önünü açıyordu. Buna fikri bir altyapı da hazırlamıştı.
Sosyalist bir devletin de piyasası olabilir çünkü asıl olan halkın refahıdır diyordu.
Bu yönüyle Çin modelinin faydacı olduğunu not etmek gerekir. İdeolojik bir parti tarafından yönetilse de reform ve dönüşüm sürecinde işe yarar olan her şey alınmaya çalışılmıştır. Amaç büyümektir.
Asya Kaplanları mucizesi çalışılmış ve onlar gibi ihracata dayalı bir modelin şart olduğu düşünülmüştür. Bunun sebeplerine daha sonra kısaca değineceğim. Sanıldığı gibi Asya, Çin’e bakıp ihracata yönelmedi. Tam tersi…
Sonraki yıllarda Güney Asya’nın Çin modelini incelediği doğrudur. Ancak önce Güney Kore, Hong Kong, Singapur gibi ülkeler ilham kaynağı olmuştur.
Önce hafif sanayiye yatırım yapılması, ihracat fazlası verilmesi ve yaratılan değerle ağır sanayiye geçilmesi planlanmış. Bunun için yüksek teknoloji ve inovasyonun şart olduğu kabul edilmiştir.
Bu teknolojiyi sağlayacak olan yabancı şirketlerdir. Gereken sermayeyi de kamu ve yine yabancı yatırımcılar sağlayacaklardır.
Bu yüzden, Çin’in kalkınması yabancıları uzakta tutarak değil bilakis onları daha fazla davet ve teşvik ederek sağlanmıştır. Sahip oldukları inanılmaz iç pazar ise yabancıların teknoloji paylaşımı gibi konularda mecburen iş birliği sağlamalarını dayatmıştır. 1 milyar kişilik pazar senin ancak teknolojiyi paylaşırsan…
***
Çin modeli deneysel, pragmatik, yüksek teknolojiye ve inovasyona dayalıydı. Yoğun yatırım istiyordu ve amacı dünyaya açılmaktı. Daha fazla ticaret ve üretim de bunun yolu olarak kabullenildi.
Şimdi çok kısaca Çin’in şartlarına değinmemiz gerekiyor. Çünkü bu bizi bir ‘Çin Modeli var mı yok mu?’ konusuna götürecek.
1976 yılında 930 milyon nüfusa sahip bir ülkeniz var. Ülke tamâmiyle tarım toplumu şeklinde kümelenmiş. Kişi başı milli gelir 180 dolar!
Louis Vuitton açıp iç tüketimin canlanmasını mı beklersiniz yoksa önce bir tüketici sınıfı mı yaratırsınız?
Cevap mecburen ikinciye yakın bir yerlerde olmalı.
Çin’in o yıllarda ihraç edecek aslında tek bir ürünü vardı. O da ucuz emeği. Kırdan kente kitleler halinde göç başlayacak ve bu yeni şehirlerin yeni sakinleri ucuz emeklerini pazara süreceklerdi. Çin’in rekabet gücü işçileriydi.
Çin, kırdan kente göçün ve neredeyse bedavaya yakın emekten ustalaşmış insan gücüne geçişin planlamasını yapmıştır.
Sanıyorum bugün Türk işçisinin durumu, kişi başı milli gelirimizin o yıllardaki Çin’den çok yüksek olması ve yüksek kentleşme oranımız bizim en büyük farklarımız. Üstüne bir de iki ülkenin ölçek farkını koymak gerekebilir. O yıllardaki kuralsız çalışma / çalıştırma koşullarını da bugünle kıyaslamak mümkün değil.
***
Görüldüğü üzere başlangıç koşulları kavramı önemli bir konu. Bugün ve o gün arasında ciddi farklar var.
Bu haliyle bakıldığında bir Çin modeli var mı yoksa o günün koşullarına ve sadece o ülkeye özel bir durumdan mı bahsediyoruz? Sanırım ben oyumu ikinciden yana kullanacağım.
Yazının devâmını okumak için lütfen aşağıdaki linke tıklayınız.
———————————-
[i] https://www.bloomberght.com/yorum/gokhan-sen/2293718-ekonomide-cin-modeli-1