Emirdağ’dan Konya’ya…

Yol hatıralarla doluydu.

Yıllar önce Muharrem Ağabey, İbrahim Ağabey ve Rasim Konya’daki Aşıklar Bayramına gidiyorlar. Araba Muharrem Hoca’nın ama Rasim kullanıyor. Ekranda bir kırmızı ışık yanıyor, elektrik aksamında bir arıza var. Çiftelerde gösteririz diyorlar. O ara ışık sönüyor. Bolvadin de, Emirdağ da, Çay da, Akşehir de baktırırız derken Konya’ya varıyorlar. Sanayi çarşısına giriyor Rasim. İbrahim Ağabeye de oto elektrikçi tabelası bakmasını söylüyor. Günlerden Pazar ve dükkanların çoğu kapalı. O sokak bu sokak derken İbrahim Abi “İşte Rasim” diyor bir dükkanı göstererek. Rasim bakıyor, yok. “İşte” diyor tekrar, dikkatlice bakıyor, yine göremiyor. “İbrahim Abi hani nerede oto elektrikçi, ben göremiyorum” deyince İbrahim Abi tabelayı Rasim’in gözüne sokarcasına işaret ediyor; “İşte ya, koca tabelayı gözün görmüyor mu?” Rasim bakıyor tabelaya “Etli ekmek” yazıyor.

Sakarbaşından geçerken Sakarya Şiiri okunurdu;

“İnsan bu su misali kıvrım kıvrım akar ya,

Bir yanda akan benim öbür yanda Sakarya.”

Emirdağ’a yaklaşırken Emirdağ türküleri dinlemek istedik;

“Emirdağı birbirine ulalı,

Altın yüzük parmağında dolalı.”

Ardından bir başka türkü Emirdağ’dan;

“Evinizin önü yoldur,

Yol üstünde karakoldur,

Kurban olam allı gelin,

Gel testini bizden doldur.”

Adaçal tepesi var Emirdağ’da.

Emirdağ şiir yarışması var. Bizim Lütfü Adaçal’ı bir anlatıyor ki ağaçlar, sular, kuşlar… Cennet gibi bir yer. Halbuki dağda bir tek ağaç bile yok. “Tercan’dan bakıp Adaçal’ı nasıl görmüş?” diye oralı biri söylense de Lütfü o yarışmada birinci oluyor.

Aradan zaman geçiyor. Bu sefer Emirdağ’lı bir arkadaş başka bir yarışmada birinci oluyor. Lütfü ye lâf çarptırıyor. Lütfü de cevap veriyor “Ben Emirdağ şiir yarışmasında birinci oldum.”

Şimdi Lütfü bunları okursa uzun uzun cevap verir ama benim dediğim doğru efendim.

Emirdağ girişinde bir yazı var “Gurbetin Başşehri” diye. Çoğu yurt dışında çalışıyor ilçe sakinlerinin. Ali Akbaş Ağabey göç şiirinde anlatmıştı ya;

“Sirkeci`den tren gider,

Ona binen verem gider.

Bir kampana çalar

Analar ağlar

`Oğuuuul oğul`

Çocuklar öksüz

Gelinler dul

Sirkeci`den tren gider

Evim barkım viran gider

Biz hep atla geçtik Tuna`dan

Böyle geçmedik.”

Emirdağ’dan sonra Bolvadin. Sonrası solumuzda uzanan Selamınaleyküm Çayırı. Osmanlı güneye sefere giderken Karahisar’dan, Egeden, İstanbul’dan gelen ordu orada toplanır, sonra hareket edermiş.

Az sonra Çay.

Yol ikiye ayrılıyor. Biri sağa Afyon’a, biri sola Konya’ya.

Sola döndük.

Hava daha aydınlanmadı ama ışıl ışıl dükkanlar var lokum satan. Bir kutu lokum aldık.

Gideceğimiz yerlere Eskişehir’den bir şeyler götürmek lazım ama buraya has bir şey yok. Çibörek de götüremeyiz. Met Helvası var, ondan aldım epey.

Çay’dan Konya’ya doğru döndükten sonra sağımızda Sultan Dağları var. Battal Gazi oralarda epey savaşmış.

Feyzi Halıcı Hocamın da bir şiiri vardı o dağlara;

“Kozağaçta bir gümüş yol,

Arkada Sultan dağları.

Yol boyunca söylediğim,

Türküde, Sultan dağları.

Hıdırlıkta bir çift nazar,

Aşkın destanını yazar,

Akşehirlim kurmuş pazar,

Sergide Sultan dağları.

Ol şahlanıştaki mâna,

Heybet verir kaç sultana,

Bulaşmış elleri kana,

Korkuda Sultan dağları.

Ufkun resme başladığı,

Bulutların dişlediği,

Ak ellerin işlediği,

Hırkada, Sultan dağları.

Allahım bir nice gündür,

Gökler ağlar hüngür hüngür,

At koşturur bir cihangir,

Terkide Sultan dağları.

Akşehir yolumuzun üzerindeydi.  Akşehir’de Nasrettin Hoca’ya uğradık. Daha hava aydınlanmamıştı. O saatte bizden başka kimseler yoktu zaten. Kırşehir’de de gece dokuz civarı Neşet Ertaş’ın mezarını ziyaret etmiştik. Elinde ışıklarla mezarlıkta gezen üç adam idik.

Sonraki durağımız Konya idi. Konya benim için Feyzi Halıcı Ağabey demekti çokça. Zamanı çağrışan güzel’e sesleniyordu;

“Zamanı çağrışan güzel,

Sular bitmez akmağınan,

Güzelliğin mi eksilir,

Bir göz ile bakmağınan.

Sevgidir bedene düşer,

Ataşsız yemek mi pişer,

Gönül ziyade mi yaşar,

Gam yükünü çekmeğinen.

Dostlar durmaz gel ederler,

Bir kapıya kul ederler,

Mutluluğu bal ederler,

Acı soğan, ekmeğinen.

Göğe ersen bir başına,

Değmez damla gözyaşına,

Dönersin mezar taşına,

Gönül evi yıkmağınan.

Yedi dağın bürümceği,

Şekle durur bir çiçeği,

Giyinirsin bin gerçeği,

Gözün yaşı dökmeğinen.”

Yine bir başka şiirinde şunları söylemişti;

“Gönülce düş bir yola,

Bir gönüle kapı aç!

Sen sen ol verme mola,

Senden kurtul sana kaç.

Yolda hafif hafif kar yağıyordu. Kar derken lapa lapa değil de arabanın camına vurup ses getirecek kadar. Bulgur bulgur düşen kar.

Abdurrahim Karakoç Ağabey de kullanmıştı bir şiirinde bulguru;

“Döndü gözlerinde bulgur bulgur yaş,

Sandım can evime döktüler ateş,

Sordum “Memleketin neresi gardaş?”

“Köy” dedi, yutkundu, eğdi başını.”

Feyzi Halıcı Ağabey devam ediyordu şiire;

“Herkes gidici elbet

Değil burda kalıcı

Yol sende, bende nöbet;

Hacı Bektaş yolunda,

Salkım salkım bir ağaç.

Nice buldun alıcı?

İşte Hakk’ın huzuru,

Erinme, çevrene saç!

Gönlünü eyle duru,

Senden kurtul sana kaç!”

Konya’ya Feyzi Halıcı Ağabey’in mezarına uğramalıydı.

Mehmet Ali Kalkan

Yazar
Mehmet Ali KALKAN

Eskişehir'de doğdu. Eskişehir Gazi İlkokulunu, Tunalı Ortaokulunu, Motor Sanat Enstitüsünü ve Çukurova Üniversitesi Mühendislik Bilimleri Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümünü bitirdi (1980). Bir müddet Eskişehir Belediyesinde ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen