Eski Türkiye’de ve Yeni Türkiye’de Eğitim…

Cumhurbaşkanı Erdoğan sık sık kendilerinden önce Türkiye’de bir şey olmadığını iddia ediyor ve bizim kuşağa -kendi kuşağına, ihtiyarlara-; “Gençlere Eski Türkiye’yi anlatın.” diyor.

Cumhurbaşkanımızın talimatını yerine getireyim ve anlatmaya eğitimden başlayayım…

Eski Türkiye’de Eğitim politikaları belli aralıklarla toplanan, ilgili tüm tarafların ve konunun uzmanlarının katıldığı Eğitim Şuralarında belirlenirdi. Okutulan dersler, eğitim süreleri, tatil dönemleri Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana pek değişmemesine karşılık 2002’den itibaren eğitim politikaları yazboz tahtasına döndü. Değişen her bakan kendine ve etrafındaki bürokratların görüşüne göre eğitimi şekillendirmeye kalktı…

Eski Türkiye’de her köyde bir ilkokul vardı. Yeni Türkiye’de o okulların on beş bini kapatıldı, taşımalı eğitime geçildi. Ufacık çocuklar soğukta, ayazda, sıcakta yollarda rezil oldular. Taşımalı eğitim uygulamaya konurken, eğitimin maliyetini düşüreceği ve kalitesini artıracağı iddia edilmişti. Taşımalı eğitim öngörülen bu faydaları gerçekleştiremediği gibi ciddi sakıncaları ortaya çıktı:

Çocukların oynayacakları zamanı yolda geçirmesine neden olduğu ve çocukları yorduğu için, okuma isteğini azalttı. 4+4+4 sistemi nedeni ile küçük yaştaki çocukların bu yolculukta zorlandı. Çocuklarının yollarda ser sefil olmasına razı olmayan aileler köyden kente göçtü, tarımsal işgücü azaldı, tarımsal üretim düştü. Köyde öğretmen olmaması nedeni ile velilerin çocuklarının okula gönderilip göndermediğini kontrol edilemedi, veliler kız çocuklarını okula göndermemeye başladı. Okullaşma oranı düştü. Yetişkin köylüler öğretmenlerin birikimlerinde yararlanamadı. Bu uygulamanın köyde devlet memuru olarak yalnızca imamı bırakması köylünün imamın söylemini devletin söylemi olarak algıladı. Çoğunda lojman da bulunan on beş bin okulun çok az bir bölümü köyün ortak kullanımına tahsis edildi. Çoğu şu anda ya yıkılmış durumda ya ahır olarak kullanılıyor.

Eski Türkiye’de seçkin eğitimci kadroları olan, sayıları sınırlı tutulan ve gerçekten iyi eğitim veren Fen Liseleri, Anadolu Liseleri vardı. Yeni Türkiye’de Anadolu Liseleri ve Fen Liseleri İmam Hatip Liselerini öne çıkarma hevesine kurban edildi. Sıradan okullara dönüştüler… Eski Türkiye’nin son yıllarında İmam Hatip karşıtlığının İmam Hatip Liselerinden daha büyük mağduru olan teknik öğretim veren orta öğretim kurumları, Yeni Türkiye’de bu kez İmam Hatipleri cazip kılma hevesinin kurbanı oldular… Endüstri Meslek Liseleri Yeni Türkiye’de sürekli kan kaybetti…

İmam hatipler de teknik liseler de “Meslek Lisesi” olarak nitelenmesine karşın imam hatibe 5.  sınıftan itibaren başlanmasına karşılık Teknik Liselere 8. sınıfta başlanıyor. Bir başka anlatımla; her ikisi de meslek lisesi olmasına karşılık imam hatiplerin orta bölümü var da mesleki ve teknik okulların orta bölümü neden yok?

Eskiden meslek liseleri çok kaliteliydi, pek çok şehrin ilk sanayicileri meslek liselerinden yetişirdi. Bugün meslek liseleri temel işlevlerinin çok uzağındadırlar. Endüstri meslek liselerinden doğan boşluğu doldurmak amacıyla ortaya konan MESEM uygulamasının; çocuk işgücü sömürüsüne yol açtığı eğitimciler ve konunun uzmanlarınca ifade ediliyor.

Eski Türkiye’de çeşitli kamu kurumlarına personel yetiştiren Lise seviyesinde okullar vardı… Bildiklerimi sıralayayım; Ziraat Okulu, Maliye Okulu, Tapu Kadastro Meslek Okulu, Adliye Meslek Okulu, Demiryolu Meslek Okulu, PTT Meslek Okulu, Orman Muhafaza Meslek Okulu, Öğretmen Okulu, Tütün Eksperliği Okulu, Ebelik Hemşirelik Okulu, Çırak Okulu vb… Bunların çoğu 2002’den önce kapanmıştı kalanları da Yeni Türkiye’de kapandı…

Yeni Türkiye’de Millî Eğitim Bakanlığı’na imam hatip liselerini öz evlat diğer okullar üvey evlat olarak gören bir anlayış hâkim oldu. İmam hatip okulları arasındaki iş birliği ve istişareleri güçlendirmek amacıyla kurulan İmam Hatip Okulları Platformu’nun başkanlıklarını İl Valileri üstlendi. Üniversite rektörleri, milli eğitim müdürleri, imam hatip ortaokul ve lise müdürleri ile imam hatip mezunlarının kurduğu derneklerin temsilcilerinden oluşan bu platformda imam hatip okullarının geliştirilmesi yolunda projeler üretildi.

Eski Türkiye’de parasız yatılı sınavları vardı. Ülkenin zeki ve çalışkan çocukları devlet okullarında ailesine yük olmadan, devletin gözetim ve denetiminde yatılı olarak okurlardı.  Yeni Türkiye’de zeki ve çalışkan çocuklarının bir bölümü yine yatılı okuyor. Ama devlet okul ve yurtlarında değil, tarikat okul ve yurtlarında beyinleri yıkanarak yetiştiriliyor.

Devletin ekmeğiyle okuyanlar, yalnızca devlete minnet duyarlar, devletine bağlı bireyler olarak yetişirdi. Tarikat-cemaat parasıyla okuyanların bağlılığı devlete değil parasıyla, ilgisiyle okuduğu cemaat veya tarikata oluyor… FETÖ’cü yapılanmanın temel omurgasını bu yapı oluşturuyordu. Ama Yeni Türkiye’de bu çarpıklıktan kurtulmak için bir çabanın olmaması, devleti ele geçirmek isteyen yeni yapılanmaların ortaya çıkma tehlikesini sürekli gündemde tutuyor…

Eski Türkiye’de kaliteli öğretmen yetiştiren okulların (Köy Enstitüsü, Yüksek Öğretmen Okulu, Öğretmen Okulu) kapatılması ve 1976-1978 yıllarında eğitim enstitülerinden 4-5 ayda mezun olanların öğretmen olarak atanması, 1980 sonrasında da mesleğine aşık öğretmenlerin yerini, “puanım burayı tuttu” mantığı ile meslek seçen öğretmenlerin alması nedeniyle öğretmen kalitesi düşmüştü. Yeni Türkiye’de Okullarını başarı ile bitirenler KPSS sınavlarında yüksek puan alan öğretmenler yerine mülakatla torpilliler işe alındığı için öğretmen kalitesi daha da düştü…

Eski Türkiye’nin 1925-1970 yılları arasındaki döneminde Türk Edebiyatı’nın dev isimleri Ahmet Hamdi Tanpınar, Rauf Mutluay, Reşat Nuri Güntekin, Arif Nihat Asya, Cevdet Kudret Solok, , Adnan Binyazar, Ahmet  Kabaklı, Rıfat Ilgaz, Behçet Necatigil, Cahit Külebi,  Eflatun Cem Güney, Orhan Şaik Gökyay, Ahmet Kutsi Tecer, Sabahattin Eyüboğlu gibi yüzlerce ünlü yazar liselerde edebiyat öğretmenliği yapıyordu… Ama günümüzde edebiyat öğretmenleri Ataol Behramoğlu’nun Yunus Gibi şiirinden bir dörtlüğü Yunus Emre’nin diyerek sosyal medya hesabında paylaşabiliyorlar… Bu nedenle Yeni Türkiye’de Türkçe yazma özürlü, kelime dağarcığı sınırlı, şiir, roman okumayan bir gençlikle karşı karşıyayız…

Yeni Türkiye’de; her ilçenin yerini haritada gösterebilen öğrencilerin yerini yaşadığı ilin komşularını sayamayan öğrenciler; fizik ve kimya derslerini laboratuvarda yapan öğrencilerin yerini eline deney tüpü almamış öğrenciler, felsefe okuyan öğrencilerin yerini felsefe ile tanışmamış öğrenciler aldı…

Öğretmenlerin maddi durumu çok geriledi. Annem ilkokul öğretmeniydi. Emekli olduğunda ikramiyesi ile Kayseri’nin merkezi bir semtinde apartman dairesi almıştı. Bugün bir emekli öğretmen emekli ikramiyesi ile bir bırakın daireyi dairenin bir odasını alamaz.  Ortaokuldaki Türkçe öğretmenimin bana hediye ettiği iki roman kitaplığımda duruyor. Aynı öğretmenimin üç edebiyat dergisine (Varlık, Türk Dili, Papirüs) abone olduğunu biliyorum…  Bugün evini geçindirmekte zorlanan öğretmenlerin öğrencilerine kitap hediye etmeleri, edebiyat dergilerine hem de üç dergiye birden abone olmaları mümkün müdür? Pazarlarda limon satan, taksilerde şoförlük yapan, kitap ve süreli yayın alamadıkları için mezun olduktan sonra branşlarında meydana gelen değişimi takip edemeyen öğretmenlerin durumunun, sözleşmeli ve ücretli öğretmenler garabetinin yetkililerin uykusunu kaçırması gerekir ama onlar öyle rahat uyuyorlar ki… Hem de horul, horul…

Denetimsiz okul kantinleri… Uyuşturucu kullanılan ilköğretim okulları… ÖSS sınavında bir soru bile bilemeyen lise mezunları… Üniversiteye giremeyen lise birincileri… Akran zorbalığı… Yapılan protokollerle eğitimin dernek ve vakıflara bırakılması… Edebiyatı çok yapılamasına rağmen kimsenin Osmanlıca öğrenemediği Osmanlıca dersleri… Ülkemiz için çok gerekli olmasına rağmen açılmalarından sonra geliştirilmeleri yolunda hiçbir çaba gösterilmeyen “Sosyal Bilimler Liseleri”, “Güzel Sanatlar Liseleri”…  Zorunlu ve seçmeli din derslerinin sayı ve saati artarken müzik, resim ve beden eğitimi dersleri boş geçmesi…Eğitimin önemli sorunlarından bazıları…

Siyasetçiler attıkları nutuklarda Yeni Türkiye’de üniversitelerin sayısını artırdıklarını, her ile üniversite açtıklarını söylüyorlar. Doğru… Eski Türkiye’deki üniversiteler üniversite idi… Ama ya Yeni Türkiye’de açılan üniversiteler üniversite mi?

Sinemanın, tiyatronun, müzenin, kültür merkezlerinin, resim galerinin bulunmadığı, konferansların, kültürel etkinliklerin düzenlenmediği kentlerde açılan üniversitelere üniversite denebilir mi?

Bir kişi 50-60 bin nüfuslu küçük bir ilde doğup bütün okullarından sonra üniversiteyi burada bitirirse, bir başka deyişle büyük bir köy olan ilinden başka bir yeri görmeden üniversite diploması alırsa, okul arkadaşlarının çoğu da aynı durumda ise, yerel şivesini düzeltmesi, büyük şehirde yaşamanın nimetlerinden yararlanması, ülkeyi ülke insanını tanıması, kendini geliştirmesi mümkün müdür? Böyle birisine üniversite mezunu denilebilir mi?

Üniversitelerin çoğu bir mühür üç beş hoca ile açılan gecekondu üniversiteleri ise, öğretim üyeleri, laboratuvar ve kütüphaneler hem nicelik hem de nitelik açısından yetersizse, çoğu fen fakültelerinde öğrenci yoksa, hukuk fakültesi dekanlıklarına ilahiyatçı veteriner vb branşlardan öğretim üyesi atanıyorsa, yüksek lisans ve doktora tezlerinin önemli bir bölümü intihal ise, bazı akademisyenler bilime, akla, mantığa aykırı açıklamalar yapabiliyor, yazılar yazabiliyorsa, üniversite kadroları şahsa özel açılıyorsa o üniversiteler üniversite midir?

Üniversite sayısındaki çoğalma ve adam kayırmacılığın artması sonucu üniversite hocalarının kalitesindeki düşmesi (YÖK’ün yayınladığı Tezleri inceleyin, lise ödevi seviyesine erişemeyen doktora tezleri göreceksiniz. Tezlerdeki İntihaller de olayın başka bir yönü) üniversitelerimizin en ciddi problemlerinden birisi… 2020 yılı Scopusverilerine göre, 196 rektörden 55’inin hiçbir uluslararası yayını yok. Bu 68 rektörün 44’ü devlet, 24’ü vakıf üniversitesinde. Yayınlarına hiç atıf yapılmayan rektör sayısı da 71. Rektörlerinin durumunun böyle olduğu üniversitelerin dünyada ilk 500’e, ilk 300’e girme ihtimali olabilir mi?

Son yirmi yılda üniversite mezunlarının ülkedeki istihdam problemi yanında adam kayırmacılık nedeniyle mezuniyetleri sonrası iş bulamaması nedeniyle, üniversite sınavını derece ile kazanan, Türkiye’nin en gözde üniversitelerini derece ile bitirenlerin çoğunun yurt dışında çalışmak zorunda kalması Yeni Türkiye’nin yarattığı sorunlardan birisidir.

Biz üniversitede okuduğumuz zaman aldığımız öğrenim kredisi ile biraz zorlansak da ailemizden para istemeden geçinirdik.  Hatta aldığı kredinin bir bölümünü ailelerine gönderen arkadaşlarımız vardı. Bugün böyle bir olay hayal ötesi.

Eskiden bir Milli Eğitim Bakanının çocuğunu özel okula göndermesi düşünülemezdi. Ama bugün İmam Hatip övgüleri dilinden düşmeyen Milli Eğitim Bakanının çocuğunu özel okula gönderdiğini hayretle görüyoruz.

Eğitim adına hiç iyi bir şey yapılmadı mı? Yapıldı ama çok az… Mesela ders kitaplarının devletçe basılıp dağıtılması. Ama onunla ilgili bazı yayınevlerinin ve matbaaların kayırılarak çıkar sağlandığı hususunda yakınmalar var…

Eski Türkiye’de de olan ama Yeni Türkiye’de de devam eden sorunlar var: Kayıt parası,  okullardaki müstahdem yetersizliği, ünite dergisi soygunu, 70-80 öğrencili derslikler, çocukları iyi okullara kaydettirebilmek,  iyi öğretmenlerin sınıflarına aldırabilmek için aracı kılınan hatırlı dostlar, okuldan daha çok zaman geçirilen dershaneler… Orta öğretimde tüm sınavların test temelli hale getirilmesi sonucu, öğrencilerin sözlü ve yazılı ifade yeteneklerinin yok olması, hatta düşünme yetilerinin zayıflaması…

Çözüm mü? Siyasetten arınmış, gerçekten “milli”, planlamaya ve uzman görüşlerine önem veren, akılcı ve gerçekçi hedefler koyan bir eğitim politikası…

Gerçekleşir mi? Eğitimi ideolojik hedeflerine ulaşmak için bir araç olarak gören kafalarla zor…

Bu yalnız işin milli eğitim boyutu.

Özetle, Yeni Türkiye’de eğitim Eski Türkiye’den çok da iyi değil, hatta çoğu bakımdan Eski Türkiye’nin çok çok gerisinde…

Gençler; eğitim politikaları açısından Eski Türkiye ile Yeni Türkiye’yi karşılaştırmaya çalıştım. Ama siz siz olun, anlatılanlara kulak asmayın. Söyleyen kim olursa olsun, her denilene inanmayın. Araştırın, sorgulayın ve gerçeğe kendiniz ulaşın…

Fazlı KÖKSAL

Not: Ben bir eğitimci değilim. Yazdıklarım 17 senelik öğrenciliğim, 23 yıllık veliliğimdeki deneyimlerimi, ailemde ve arkadaş çevremdeki çok sayıdaki eğitimci ile yaptığım sohbetlerden elde ettiğim bilgileri, mesleğimin bana kazandırdığı soran-sorgulayan, araştıran düşünce anlayışımla harmanlanması sonucu ortaya çıkmıştır. Eksiklerim tabii ki vardır… Özellikle eğitimci arkadaşların görüş ve eleştirilerini bekliyorum…

Yazar
Fazlı KÖKSAL

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen