Fârâbî’de Kent ve Felsefî Düşüncenin Gelişimi Üzerine

Dr. Fazıl KARAHAN[*]

Özet

Kent ve millet insanların bilinç temelinde ortaklaşa geliştirdikleri yapılardır. Her bilinçli eylemin mutlaka bir gayesi vardır. Gayesi olan her eylem bir çıkarı gözetir. İnsan için en yüksek çıkar nihai mutluluktur. Nihai mutluluğu elde etmenin yolu teorik, iradî, ahlâkî ve pratik erdemleri elde etmekten geçer. Bu erdemlerin kazanıldığı ölçüde mutluluk olur. İnsan iradesi var olanlara yönelerek Mantık, Metot, Matematik, Doğa, İlâhiyat ve İnsan hakkında eğitim, öğretim, araştırma ve düşünme yoluyla salt bilgi edinerek olgunlaştığı gibi; İffet, zenginlik gibi değerler ve kültür dünyası türünden salt iradi varlıklar ortaya koyarak da olgunlaşır. Bu ikincilerin nitelikleri zamana, millete, mekâna göre değişir. Bunları Beşeri bilimler veya Fârâbî’nin deyimiyle İnsan ilmi, Siyasi ilim, Medenî bilimler araştırır. Milletler, kentler ve insanlar için ortak olan en güzel, en iyi, en faydalı, en faziletli olanı keşfetmeyi sağlayan kuvvet düşünme kuvvetidir. Güzel, İyi, faydalı ve faziletli olanı belirleyen ise gayedir. İnsanın bu hayatı ve ahiret hayatı olmak üzere iki hayatı vardır. Erdemli kent, sakinlerinin varlıklarının devamları, geçimleri ve korunmaları için en mükemmelini her iki dünya için başarabildiği şehirdir. Kentlerdeki yönetim ve organizasyon buna göre düzenlenmelidir. Felsefî düşüncenin gelişimiyle kentlerin gelişimi birbirini destekler. Bu tarih boyunca böyle olmuştur. Eğitim, öğretim, araştırma ile nazari, fikri, amelî ve ahlâkî erdemlerde yetkinleşmek kentler ve felsefenin idealidir. Siyaset ilmi ve bütün ilimlerde “En Yüksek İyi” en yüksek gaye olarak seçilmediği sürece, gerçek hikmetle gerçek siyaset yapılmadığı sürece, yaşamlar buna göre düzenlenmediği sürece insanlar, kentler ve milletler gerçek huzura, barışa ve gerçek mutluluğa ulaşamayacaklardır. Ancak geçici mutluluklarla avunacaklar ve geçici hevesler uğruna hayatlarını harcayacaklar, savaşıp duracaklardır.

Anahtar Kelimeler: Kent, Akıl, Gaye, Amel (Uygulama), Mutluluk

ON THE DEVELOPMENT OF THE URBAN AND PHILOSOPHICAL

THOUGHT IN AL-FARABI

Abstract

City and nation are the structures developed jointly by people on the basis of conscience. Every conscious action does have a purpose. Every action which has a purpose tends to get a benefit. The highest benefit for human is ultimate happiness. The way to achieve ultimate happiness passes through achieving theoretical, volitional, moral and practical virtues. Happiness is earned to the extent to these virtues achieved. As human will matures by focusing on the existent and by getting absolute knowledge about Logic, Method, Mathematics, Nature, Theology and Human through education, research and thinking; it also matures by producing virtues such as chastity and richness and pure volitional beings such as cultural world. The qualifications of the second varies according to time, nation and space. Social sciences or, as Al Farabi says, Human science, Political science, Civil Sciences study on these. The power which is common to nations, cities and people, which enables to explore the most beautiful, the best, the most useful, the most virtuous is the power of thinking. The thing which determines the beautiful, the good, the useful and the virtuous is purpose. Human has two lives that are the present life and the Hereafter. The Virtuous city is the city whose residents manage to get the best, the perfect to maintain their lives, their livelihood and their protection for both worlds. Management and organization in cities should be arranged accordingly. Development of philosophical thought and urban development reinforce each other. This has been the case throughout history. Education, training, research and to become competent in theoretical, intellectual, practical and moral virtues are the ideals of philosophy and cities. Unless “Highest Good” is selected as the highest purpose in Political science and in all sciences, unless real politics is made by real wisdom, unless lives are regulated accordingly, people, cities and nations will never be able to achieve the true peace and happiness. They will console themselves only with temporary happiness, spend their lives for the sake of temporary enthusiasm and fight forever.

Key words: city, mind, purpose, deed ( practice), happiness

Bir millet veya Kent çıkar temeli üzerine kurulur. Bu çıkar maddi, manevî; dünyevî, uhrevî; doğal, sunî vb. olabilir. Millet veya kentin çıkar ortaklığı temelinde oluşması ile doğal olarak oluşan bir milletin veya kentin ortak çıkarlarının gözetilmesi gibi çeşitli tartışmalar öne sürülebilirse de, neticede insan çıkarsız düşünülemez. Doğası gereği çıkar temelinde eylemde bulunan bir varlık olduğu için, oluşturduğu millet ve kent de doğası gereği çıkar üzerine temellenir. İnsan için, ortaklık kurmak, millet olmak, kent kurmak bilinçle gerçekleştirilen faaliyetler olduğundan, burada zorunlu olarak çıkardan bahsedilir (Karahan, 2013:607). Her bilinçli eylemde mutlaka bir çıkar söz konusudur. Maddi veya manevî, bir çıkar gözetmeksizin gerçekleştirilen eylemin bilinçli olduğu söylenemez. Çünkü böyle bir eylemin gayesi yoktur. Bilinç ise gayesiz düşünülemez. Ne yaptığını bilmek, aynı zamanda niçin yaptığını bilmektir. Gaye ve çıkarı bilinçle gerçekleştirmek, insani varlığın ayrımıdır, yani insanı hayvanlardan ve diğer varlıklardan ayıran vasıftır.

Akıl sahibi insanın çıkarı mutlulukta temellenir. İnsan mutluluğu bu dünyada, öteki dünyada veya her ikisinde arzular. Milletler ve kent insanlarının mutluluğu elde etmelerinin yolu dört çeşit erdemden geçer. Bunlar: nazari (teorik), fikrî (iradî), ahlâkî (mizaç ve karakter) ve amelî (pratik sanat) erdemlerdir. Bu erdemlerin elde edilmeleri ölçüsünde mutluluk hâsıl olur (Fârâbî, 2004: 21).

Nazarî erdemlerden kasıt Mantık, Metot, Matematik, Doğa, İlâhiyat ve İnsan hakkında eğitim, öğretim, araştırma ve düşünme yoluyla salt bilgi edinme şeklinde gerçekleşen olgunlaşmadır (Fârâbî, 2004: 21-34; Fârâbî, 2005: 183; Taylan, 1994: 160, 164). Nazarî ilimler varlıkların ne oldukları, neyle ve nasıl oldukları, neden (hangi failden dolayı) var oldukları, niçin var oldukları hakkında bilgi veren ilimlerdir (Fârâbî, 2004: 23-24, 32). Bu ilimleri elde ettikleri ölçüde milletler ve kentler nazari erdemlerde yetkinleşirler ve bu türe bağlı olarak mutluluğu yakalarlar.

Fikrî erdemlerden kasıt irade ve düşünme gücüyle oluşan erdemlerdir. İnsanda sadece bilme ve kavrama yetisi değil bu bilme ve kavrama gücüyle birlikte bir de irade gücü vardır. İradî olarak ortaya konan her şeyin temelinde önce bilme ve kavrama vardır. İrade ve düşünme kuvveti nazari bilgide (bilme ve kavramada) rol oynadığı gibi, bilme ve kavramayı temele alarak bir gaye ve maksadı elde etmek üzere vasıtaları araştırarak keşifte bulunur ve yeni şeyler üretir. Gaye ve vasıtalar iyi, kötü veya iyi zannedilen şeyler olabilir. En faziletli gayeye ulaşmak için en iyi vasıtaları kullanarak irade ve düşünme kuvvetinin yararlı olanı keşfetmesi ve üretmesi durumunda fikrî erdemde yetkinleşir. Aksi durumda bu bir fikri erdem değildir (Fârâbî, 2004: 34-38). Milletler ve kentler fikri erdemleri elde ettikleri ölçüde bu bağlamda mutluluğu elde ederler.

Fikri erdemler ikiye ayrılır: 1. Zihin dışında fiili olarak var olanlara zorunlu olarak bağlı olan düşünme ve irade kuvvetiyle ortaya çıkan erdemler; 2. Zihin dışındafiili olarak var olmayıp salt irade ve düşünmeyle ortaya konan erdemler (Fârâbî, 2004: 34-36). Birincisinde düşünme ve iradeyle ortaya konanlar zorunlu olarak zihin dışında fiili var olanlara, onlarla birlikte bulunan nitelikler ve kurallara bağlı olarak oluştukları için bunlara Tabiat ve İlâhiyat bilimleri diyebiliriz. Fiili olarak var olanlar üzerinde düşünme ve iradeyle ortaya konanlar varlıklara bağlı oldukları için kuralları onlarla birlikte bulunur. Tabiat ve İlâhiyat bilimlerinde varlıklarının yasaları kendilerindedir ve onlar düşünme ve iradeyle keşfedilir (Fârâbî, 2004: 34-37).

Tabiat bilimleri tabiattaki cisimleri, varlığı, cisimlerin arazlarını inceler, tabii cisimlerin maddeleri, suretleri, yapıcıları (fail), gayeleri (kendilerinin ne için var oldukları), yani cisimlerin başlangıçları ve arazlarının başlangıçları hakkında bilgi verir (Fârâbî, 1990: 111, 117). Tabiat bilimleri 8 bölümde araştırma yapar: 1. Tabiî cisimlerin ortak başlangıçlarını araştırmak. 2. Basit cisimlerin var olup olmadıklarını varsa hangi cisimler oldukları, kaç tane oldukları, ne olduklarını ve kısımlarının neler olduklarını araştırmak. 3. Tabiî cisimlerin oluş ve dağılışlarının nasıl olduklarını araştırmak. 4. Bileşik cisimlerde değil de sadece elementlerin arazları ve dışarıdan tesir almalarının başlangıçlarını araştırmak. 5. Elementlerden oluşan cisimlerin parçalarının birbirine benzerlik ve farklılıklarını, cisimlerde ortak olan şeyleri veya onlarda bulunmayan parçaları araştırmak. 6. Madenleri ve özelliklerini araştırmak. 7. Bitkileri araştırmak. 8. Hayvan ve ruhu araştırmak. (Fârâbî, 1990: 117, 120). İlâhiyat ilmi Tabiat ötesini, Metafizik varlıkları araştır, burada da tabii varlıkları araştırırken kullandığı metotları kullanır, ilk öncülleri, öğretim ilkelerini ve ispatları kullanır. Metafizik varlıkların ne olduklarını, neyle ve nasıl olduklarını, neden (hangi failden dolayı) var olduklarını, niçin var olduklarını araştırır. İlâhiyat ilmi üçe ayrılır. 1. Var olmaları bakımından varlıkları ve kendilerinde meydana gelen halleri araştırmak 2. Nazari bilimlerdeki burhanların başlangıçlarını, ilkelerini araştırmak; Mantık, Matematik, vb. özel bir varlığı incelemek için bilinmesi gerekenleri araştırmak. Mantık ve matematik talimi ilimlerin ve tabiat bilimlerinin başlangıçlarını inceler ve bu konulardaki hataları düzeltir. 3. Cisim olmayan ve cisimlerde bulunmayan varlıkları araştırır. Onların var olup olmadıklarını çokluklarını, sonlu veya sonsuz olduklarını, mertebelerini, ispatlarla ortaya koyar. Buradan İlk Olan, ezelî, ebedî ve Mutlak Varlık’a ulaşır: O’nun varlığını, birliğini, gerçekliğini, her şeye varlık verdiğini, sıfatlarını, mükemmelliğini araştırır (Fârâbî, 1990: 121, 124; 2004: 32-33).

İkincisinde düşünme ve iradeyle ortaya konanlar, zihin dışında fiili olarak var olmayıp, salt iradeyle oluştukları için, nitelikleri ve kuralları iradeyle birlikte bulunurlar. Salt irade ile ortaya konanlar iradenin değişmesiyle değişirler. İffet, zenginlik gibi değerler ve kültür dünyası bu türden salt irade ile ortaya konan varlıklardır. Salt iradi olarak ortaya konanların nitelikleri zamana, millete, mekâna göre değişir. Salt iradeyle ortaya konan varlıkların nitelikleri zaman bakımdan bir saatte, bir günde, bir ayda, bir yılda, on yılda, bir asırda veya asırlar içinde değişebilir. Millet ve mekân bakımından, belli bir bölgedeki, kentteki, yerdeki belli bir millete, gruba, aileye ve insana bağlı olarak dolayısıyla, bölgeden bölgeye, kentten kente, milletten millete, gruptan gruba, aileden aileye, insandan insana değişebilir. Salt irade ve düşünmeyle ortaya çıkanlar oldukları gibi değil, bu değişen nitelikleriyle bilinirler (Fârâbî, 2004: 34-37). Salt irade ve düşünmeyle var oldukları için bunları araştıran bilimlere Beşeri bilimler veya Fârâbî’nin deyimiyle İnsan ilmi, Siyasi ilim (Fârâbî, 2004: 33), Medenî bilimler (Fârâbî, 1990: 125) gibi adlar verilebilir.

İnsan ilmi insanın varlığa geliş amacını, kazanması gereken yetkinliğin ne olduğunu ve nasıl olduğunu; yetkinliği elde etmesini sağlayan, yararlı olan şeyleri araştırır. İyilikler, erdemler ve güzel davranışların; kötülükler, erdemsizlikler ve kötü davranışların ne olduklarını, nasıl olduklarını, neden ve ne için olduklarını araştırır. Siyaset ilmi kent insanlarının her birinin siyasi toplum vasıtasıyla özel tabiî yaratılışlarının elverdiği ölçüde mutluluğu elde etmesini sağlayan şeyleri araştırır (Fârâbî, 1999a: 65). Medenî ilim salt iradeyle yapılan işler ve hareketlerin çeşitlerini, meydana gelmelerine sebep olan meleke, ahlâk, karakter ve huyları; gayelerini; insanlarda nasıl var olmaları, hangi tertip, düzen ve yönde bulunmaları gerektiğini araştırır. Bunlardan hangilerinin gerçek mutluluğa, hangilerinin gerçek sanılan mutluluğa götürdüklerini ayırt eder. Zenginlik, şeref, hazlar gibi şeyler amaç edinildiğinde bunların bu dünyadaki hayat için söz konusu yetkinlik ve mutluluk olduklarını; oysa asıl yetkinlik ve mutluluğun bu hayattan sonraki hayatta mümkün olduğunu bu yüzden, gerçek mutluluğu kazandıran şeylerin iyilikler, güzellikler ve erdemler olduklarını diğerlerinin kötülük, çirkinlik ve eksiklik olduklarını ortaya koyar. Medenî bilim sadece bunları ortaya koymakla kalmaz, aynı zamanda erdemli fiiller ve hayat tarzlarının kentler ve milleler arasında bir tertip ve düzen içinde ortak olarak gerçekleştirilmesi gerektiğini gösterir. Bunun da bir yönetim, organizasyon ve önderlikle mümkün olacağını ortaya koyar. Erdemli fiiller, hayat tarzları, özellikler, yetiler ve huyların kentler ve milletler arasında ortak olarak gerçekleşmeleri ve kalıcılıklarının sağlanması ancak bir organizasyon, düzen, tertip, yönetim ve önderlikle mümkün olabilir. Medenî ilim bu bakımdan en yetkin önderlik, hükümdarlık, yönetim ve organizasyonun kanunlarını, ilkelerini, şartlarını ve şekillerini araştırır. İşte bu Siyaset Felsefesidir (Fârâbî, 1990: 124-132; 1999b: 92-97 Keşif ve yeni bir şey ortaya koyma düşünme kuvveti tarafından bir gaye ve maksadı gerçekleştirmek üzere yapılır. Düşünme kuvveti en faziletli gayeyle en iyi ve en güzel vasıtaları kullanarak en faydalı olanı keşfederse en yüksek fikri erdeme ulaşır (Fârâbî, 2004: 34-38).

Tabiat ve İlâhiyat alanında kurallar zihin dışındaki fiili varlıklara bağlı olarak belirlenir. Düşünme kuvveti en faziletli gayeyle en iyi ve en güzel vasıtaları kullanarak en faydalı olanı keşfetme ve o alanda fikri erdemlerde yetkinleşme imkânı elde eder. Fakat özellikle salt iradî olarak ortaya konan millet ve kente, gruba, aileye, insana ve zamana göre değişen değerler alanında düşünme kuvveti en faziletli gayeyi, bunun için en iyi ve en güzel vasıtaların ne olduğunu, en faydalı olanı kime ve neye göre, nasıl belirleyecek. Bu salt iradi değerlerin kuralları neye göre, hangi millete, hangi kente, hangi aileye, hangi gruba, hangi insana, hangi zamana, hangi kültüre, hangi dine ve hangi siyasete göre, hangi yöntem ve sanatla belirlenecektir? Milletler, kentler ve insanlar için ortak olan en güzel, en iyi, en faydalı, en faziletli olanı keşfetmeyi sağlayan kuvvet düşünme kuvvetidir. Güzel, İyi, faydalı ve faziletli olanı belirleyen ise gayedir. Gerçekten en erdemli bir gaye için yapılan şey en güzel, en iyi, en faydalı ve en faziletli olandır. Bu açıdan milletler, kentler ve insanlar için ortak olan en güzel, en iyi, en faydalı, en faziletli olanı keşfetmeyi sağlayan düşünme erdemi Siyasi Erdemdir. Ortak erdemlerin gayeleri ne kadar yetkin; kalıcılıkları ne kadar uzun olursa; ne kadar çok insan, grup, kent ve millet için geçerli (yaygın) ve düşünme kuvveti ne kadar yetkin ise kanun koyma o kadar yetkin olur (Fârâbî, 2004: 38-40).

Ortak erdemlerin gayeleri, düşünme kuvveti ve kanunları ne kadar yetkin olursa olsun bunlar ahlâkî bir erdeme sahip olmaksızın gerçekleşemez ve uygulanamazlar. Çünkü kendisi veya başkaları için iyi olanı isteyen kimse fikrî bakımdan değil, ahlâkî karakter ve filleri bakımından iyi ve erdemli olan kimsedir. Öyle ki ahlâkî karakter ve filler fikrî kuvvete, en yararlı, en güzel olanın keşfedildiğine delalet eder. Ahlâkî erdem fikri erdemle uyumludur, birbirlerini desteklerler. Bu insan, grup, kent ve milletler için aynı şekilde geçerli bir durumdur. Nazari erdem erdemlerin kavranmalarına, Fikrî erdem ayırt edilmelerine, Ameli erdem uygulanmalarına delalet eder. Bu yüzden nazari erdem Ahlâki erdemlerin kavranmalarını, fikri erdem ayırt edilmelerini Amelî erdem uygulanmalarını, gerçekleşmelerini gösterir. Bu dördü birlikte gerçekleşir ve birbirlerini geliştirirler (Fârâbî, 2004: 38-44; 1999: 72-78). Nazarî, fikrî, ahlâkî ve amelî erdemlerde tabiata bağlı yönler bulunduğu gibi iradî yönler de vardır ve bunlar birbirleriyle ilişkilidirler. Amelî akıl, şeyleri tecrübe ve his ile uzun süre müşahedelerle gelişen; tercih edilmesi ve kaçınılması gereken şeyler noktasında insan için mümkün olan ilk öncülleri elde etme kuvvetidir. Amelî hikmet ise mutluluk ve mutluluğu elde etmek için gerekli olan şeylerde, iyi şerefli ve faziletli bir amaç için yapılan şeyde en mükemmeli en iyiyi ortaya çıkarma kuvvetidir (Fârâbî: 2005b: 76-77). Amelî akıl yapabilme potansiyeli, Amelî hikmet ise yapabilmedir. Amelî hikmet çok çeşitlidir. Aileyle, siyasetle, evle, kentle, mutluluğu elde etmek isteyen insanın ilgilendiği her şeyle ilgili amelî hikmetten bahsedilebilir. Amelî hikmetler sadece beşeri şeylerin elde edildiği hikmetler olarak görüldüklerinde asla en yetkin olgunluğu, mutluluğu ve erdemi vermeyeceklerdir, hatta bu durumda onlara hikmet bile denemez. Hikmet, en son sebebin bilgisi olduğu ve insanın var olmasının en son gayesi en yüksek mutluluk olduğu için, insana gerçek mutluluğu bildiren şeydir. Hikmet bütün varlıkların, sebepleri bulunan varlıkların yakın ve uzak sebeplerini bildirir. Hikmet insana gerçek mutluluğu, ameli hikmet ise mutluluğu elde etmek için yapılması gereken şeyleri verir. Hikmet en son gayeyi, amelî hikmet ise kendisiyle bu gayeye ulaşılan şeyi verir. (Fârâbî: 2005b: 74-83).

Her insan gerçek anlamda kendisini bir töz kılan nihai mükemmelliğe bu erdemlerde yetkinliğe ulaştığı ölçüde erişir. Bu erdemlerde yetkinleşme, nihai mükemmelliği ve en yüksek mutluluğu yakalama noktasında her insan farklı kuvvetlerde melekelere ve güçlere, dolayısıyla derecelere sahip olduğu gibi; tek başına bir kişinin, başkalarının yardımı olmaksızın bu erdemlerde yetkinleşmesi, mükemmellikleri elde etmesi de mümkün değildir. Her insan yaratılışında gerçekleştirmesi gereken şeylerle ilgili olarak başka insan veya insanlarla ilişki kurmak durumundadır. Her insan kendini devam ettirebilmek ve yetkinleşebilmek için birçok şeye muhtaç bir yaratılışla dünyaya gelir. Her insan özel bir ihtiyacını karşılamak, erdemlerde yetkinleşmek ve mükemmelliği yakalamak için başka insanlarla komşuluk etmeye, birlikte bulunmaya, yardımlaşmaya muhtaçtır. Bu yüzden insan zorunlu olarak ahlâkî, toplumsal ve siyasal bir varlık olarak ortaya çıkar.Ahlâk ve siyasi ilim buradan doğar (Fârâbî, 2004: 31-32; 1999a: 63-64; 1997: 99- 100). İnsanlar için sosyal varlık olmak bir zorunluluktur. Tek bir kişi yalnız başına muhtaç olduğu gıdayı bile elde etmekten acizdir. Kendisini koruyabilmek için de

kendi cinslerinden yardım istemeye muhtaçtır. İnsan diğer hayvanlardan aklî erdemleriyle ayrılır ve öne çıkar, yoksa insan yaşayamaz. Tanrının insanlar aracılığıyla dünyayı imar ve yeryüzünde halife seçmesi de insanın bu aklî ve iradî eylemleri ile birlikte oluşturduğu sosyal yapısıyla açıklanabilir. Umrân ve medinenin anlamı da budur (İbn Haldun:100-103). İnsanların, çeşitli sayılarda, farklı büyüklüklerde, farklı yetkinlik ve derecede veya eksik ve kusurlu gruplar, insanî toplumlar kurarak dünyanın oturulabilir kısmında bir araya gelmeleri evler, köyler, kentler kurmaları, milletler oluşturmaları bu yüzdendir (Fârâbî, 1997: 100). Bu, insanların ilk buluştuğu Müzdelifeden, Arefe’nin arkasındaki Na’man’dan; ilk yaptığı evden; ilk kurduğu farz edilen El-Firdevs köyünden, Rey kentinden (Taberî, 1991:172, 174, 211, 222) ve o zamanlardan günümüze kadar bütün buluşulan yerler, kurulan evler, köyler ve kentlere kadar geçerli bir durumdur. İşte umrân ilmi veya medenî ilmin konusu budur.

Milletlerde ve kentlerde yetkinlik sayı (nüfus), nüfus içindeki gruplaşma, mekân, mamurluk, hükümdarlık bakımlarından ve bütün bunlarda gaye bakımından, nazarî, fikrî, ahlâkî ve amelî ortak erdemlerde ulaştıkları seviyeye göre belirlenir. İnsanların bütün ihtiyaçlarının karşılanması ve yardımlaşma noktasında en yetkin millet ve en yetkin kent şu özellikleri taşır: 1. Sayı bakımından en çok insanı içinde barındırır. 2. Grup bakımından en çok meslek gruplarını, en çok etnik grupları, en çok kavimleri kapsar. 3. En büyük ve en güzel mekâna, iklim ve coğrafyaya sahip olur. 4. En yüksek mutluluğu gaye edinerek nazarî, fikrî, ahlâkî ve amelî ortak erdemlerde yetkinleşerek mamurlaşır, yönetim ve organizasyonda bulunur. Görülüyor ki milletleşme ve kentleşme ile düşünme kuvveti ve hikmet (felsefe) arasında ayrılmaz bir ilişki söz konusu. Bu ikisi birlikte gelişir ve yetkinleşir.

İnsanların bütün ihtiyaçlarını karşılamak ve yardımlaşarak en yüksek mutluluğa ulaşmak gayesiyle nazarî, fikrî, ahlâkî ve amelî ortak erdemlerde yetkinleşecekleri en yetkin millet ve en yetkin kenti oluşturmaları ideal olan, olması gereken, gaye olarak belirlenen kent ve millet tanımı veya tasarımıdır. Nitekim felsefe tarihinin büyük filozoflarının, meselâ Platon’un İyi ideası (Eflatun, 1980: 201-202), Fârâbî’nin Saadet-ul Kusva (Fârâbî, 1997; 1990; 1999b; Ulutan, 1999), Kant’ın Summum Bonum (en yüksek iyi) (Kant, 2001: 169-178) temelinde benzer tanımlara ve açıklamalara imza attıkları görülür.

Bütün bunlarla birlikte ideal olan, olması gereken, gaye olarak belirlenen kent ve millet tanımı veya tasarımının gerçekleşmesinin önünde tabiî ve iradî engeller bulunmaktadır. Bu da doğal bir durumdur. Çünkü böyle olmasaydı yetkinleşme ve mükemmelleşmeden bahsedilemezdi. Tabiî engeller Tabiattan ve insan tabiatından kaynaklanan engellerdir: mekân, zaman, coğrafya, iklim ve bedeni vasıflar gibi. İradî engeller insanların arzu, istek ve gaye farklılıklarından kaynaklanan engellerdir. Burada şunu ifade etmek gerekir ki mükemmel kent ve milletin oluşmasındaki engeller tabiî engellerden ziyade iradî engellerdir.

Tabiî engeller bakımından bütün insanları tek bir eve sığdırmak, tek bir kentte toplamak, tek bir coğrafyada ve iklimde yaşatmak, tek bir ırk veya renge indirmek, hele aynı süreçlerden geçirmek mümkün değildir. Üstelik böyle bir çaba içine girmek de doğru olmayacağı gibi zulüm olacaktır. Oysa iradî bakımdan insanlar aynı gayeye yönlendirilerek tek bir kent ve milletmiş gibi, bütün dünyayı bir kent ve bütün insanları bir millet gibi görmeleri sağlanabilir. İşte bu gaye ancak yukarıda belirtilen en yüksek mutluluğa ulaşma gayesidir. İnsanlar hakikati aramada birleşirler ve bunun için doğru akıl yürütme yöntemlerini kullanırlar ise hedef birliğine sahip olurlar. Ayrılık, nefret ve düşmanlığı değil, birleşme, hoşgörü, sevgi ve barışı geliştirirler (Karahan 2012: 164-180). Hakikati kavradıktan sora en yüksek mutluluğa ulaşmak için insanlar, kentler ve milletler kenetlenerek, yardımlaşarak tek bir kent gibi, tek bir millet gibi olurlar. Hayatlarını, kentlerini, kanunlarını ve düzenlerini buna göre kurarlar. Bu ise gerçek hikmet ve gerçek felsefe ile mümkün olur.

Kent tanımı ve tasarımı çeşitli açılardan ve çeşitli şekillerde yapılabilir. Günümüzde her ne kadar şekil, boyut, görünüm fonksiyon; zaman, mekân, gelişmişlik düzeyi, nüfus, geleneksel tavırlar, ülkelerin bakış açıları dolayısıyla herkesin kabul ettiği bir uluslararası kent tanımı olmasa da fizikî, ekonomik ve sosyal nitelikli kentleri köylerden ayıran tanımlara girişildiği görülür. İdari sınır, nüfus, kentsel fonksiyonlar kriter alınarak tanımlamalar yapılmaktadır (Aliağaoğlu ve Uğur, 2010: 1-4) Alman sosyoloğu Toennies’in cemaat ve cemiyete bağlı, Cemaatlerin ırk, etnik köken ve kültüre bağlı samimi ilişkiler geliştirmeleri, cemiyetlerin yüzeysel ve menfaatlere dayalı, hür iradenin öne çıktığı ilişkiler geliştirdiğine dair (Aliağaoğlu ve Uğur, 2010: 5) esasen İbn Haldun’un bedevi toplum ve umrân arasında bahsettiği (Arslan, 1997: 117-118) içerikten alınma tanımlardan da bahsedilebilir.

Milletlerde ve kentler için şekil, boyut, zaman, mekân, gelişmişlik düzeyi, sayı (nüfus), nüfus içindeki gruplaşma, geleneksel tavırlar, mamurluk, ülkelerin bakışı, hükümdarlık ve yönetim gibi etkenlerden biri, birkaçı veya tamamı göz önünde bulundurularak yapılacak bütün tanımlamalar “Gaye” etkeni dâhil edilmediğinde daima eksik kalacak hatta tanım olmaktan uzak kalacaktır. Mükemmel kent ve millet tanımı da mutlaka “En Yüksek Gaye”yi içine alan bir tanım olacaktır.

Kent, şehir (Farsça), balık (Türkçe- balçıktan, çamurdan yapılmış evlerden oluşan anlamında), medine (Arapça); Batı dillerinde Latince yurttaşlık veya yurttaşların oluşturduğu birlik anlamındaki civitas kelimesinden türetilen city (İngilizce), citta (İtalyanca), cite (Fransızca), cuidad (İspanyolca), stad (Almanca) (Aliağaoğlu ve Uğur, 2010: 1) kelimeleriyle veya ev, home, el-menzil kelimeleriyle kastedilen sadece meskenler, mekânlar veya onların yapıldıkları, madde veya yerler değildir. İster yerin altında, ister üstünde, ister tahtadan, ister çamurdan, ister yünden, ister kıldan, ister betondan, ister başka şeyden olsun insanları barındıran meskenler ve meskenlerin barındırdığı insanlar kastedilir (Fârâbî, 2005b: 61). Ev (aile) belirli ortaklıklardan oluşur. Anne-baba, çocuklar, hizmetçiler, mal-mülk ortaklıkların unsurlarıdır. Bu ortaklıklar için bir yönetici ortak işlerin yapılmalarını, amaçları tek bir amaçta birleştirerek gerçekleşmesini, iyi şeylerin tam olarak yapılması için karşılıklı yardımlaşmayı düzenleyecek biri gerekir. Tıpkı insan bedenindeki her uzuv belli fiilleri yapmada öne çıktığı ve yardımlaşarak bir bütünü oluşturduğu gibi evdeki insanların her birisi, şehir ve evlerin her birisi de farklı erdemlerde öne çıktıkları farklılıklarıyla karşılıklı yardımlaşarak bir bütünü evi veya şehri oluşturur. Bedendeki organların amaçları farklı olmakla birlikte tek bir amaçla bütünü oluşturdukları gibi şehirlerde farklı evlerden, organlardan oluştukları halde tek bir amaçta birleşerek bütünü oluştururlar. İşte nasıl ki bir bütün olarak insanın fillerinin, davranışlarının, yaptıklarının doğruluk, iyilik, güzellik, erdem olduğunu belirleyen gayesi ise, kent ve milletler de gayelerine göre belirlenirler. İnsanı yöneten akıl ve irade olduğu gibi evler ve kentleri yöneten irade ve akıl sahibi yöneticiler vardır. İnsandaki organlar sağlıklı sağlıksız olabileceği, hastalanabileceği, iyileşebileceği, korunabileceği, geliştirilebileceği gibi kentler de sağlıklı organlara sahip olabilir, hastalanabilir, iyileşebilir ve gelişebilirler (Fârâbî, 2005b: 62-64).

İnsanın bu hayatı ve ahiret hayatı olmak üzere iki hayatı vardır. Erdemli kent sakinlerinin varlıklarının devamları, geçimleri ve hayatlarının korunması için en mükemmel olanı her iki dünya için başarabilen şehirdir. Kentlerdeki yönetim ve organizasyon buna göre düzenlenmelidir (Fârâbî, 2005b: 65-67). İnsan için bütün erdemlerin başı olan, erdemleri belirleyen, koruyan ve geliştiren hikmet (felsefe) kentler için de aynı şekilde geçerlidir. Felsefî düşüncenin gelişimiyle kentlerin gelişimi birbirini destekler. Bu tarih boyunca böyle olduğu gibi gelecekte de böyle olacaktır. Eğitim, öğretim, araştırma ile nazari, fikri, amelî ve ahlâkî erdemlerde yetkinleşmek kentler ve felsefenin idealidir. İnsan ilmi, medeni ilim, siyaset ilmi veya umrân ilmi ve bütün ilimlerde “En Yüksek İyi” en yüksek gaye olarak seçilmediği sürece, gerçek hikmetle gerçek siyaset yapılmadığı sürece, yaşamlar buna göre düzenlenmediği sürece insanlar, kentler ve milletler gerçek huzura, barışa ve gerçek mutluluğa ulaşamayacaklardır. Ancak geçici mutluluklarla avunacaklar ve geçici hevesler uğruna hayatlarını harcayacaklar, savaşıp duracaklardır.

Kaynaklar

ALİAĞAOĞLU, Alpaslan-UĞUR, Abdullah (2010) Şehir Coğrafyası, Nobel Yayın, Ankara

ARSLAN, Ahmet (1997), İbn-i Haldun, Vadi Yayınları, Ankara

FÂRÂBÎ. (2004) Tahsîlu’s-Sa’ade (Mutluluğun Kazanma), Fârâbî’nin Üç Eseri, Çev. Hüseyin Atay, Morpa Kültür Yayınları, İstanbul

FÂRÂBÎ. (1999a) Tahsîlu’s-Sa’âda (Mutluluğun Kazanılması), çev. Ahmet Arslan, Vadi Yayınları, Ankara

FÂRÂBÎ. (2005) Tenbîh Alâ Sebîli’s-Sa’âde, Fârâbî’nin İki Eseri, Çev. Hanifi Özcan, M. Ü. İlâhiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul

FÂRÂBÎ. (2005b) Fusûl’l-Medenî, Fârâbî’nin İki Eseri, Çev. Hanifi Özcan, M. Ü. İlâhiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul

FÂRÂBÎ. (1990) İhsâ’ul-Ulûm (İlimlerin Sayımı), çev. Ahmet Ateş, M.E.B. Yayınları, İstanbul

FÂRÂBÎ. (1999b) İlimlerin Sayımı, çev. Ahmet Arslan, Vadi Yayınları, Ankara

FÂRÂBÎ. (1997) El-Medînetü’l-Fâzıla (İdeâl Devlet), çev. Ahmet Arslan, Vadi Yayınları, 2. Basım, Ankara

İBN HALDUN (1990) Mukaddime, çev. Zakir Kadirî Ugan, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, cilt I, İstanbul

TAYLAN, Necip. (1994) İslâm Düşüncesinde Din Felsefeleri, M. Ü. İlâhiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul

KARAHAN, Fazıl. (May 2013) Millet ve Milliyyet (Felsefî Bir Çözümleme), The Journal of Academic Social Science Studies Jasss, Doi number: http://dx.doi.org/10.9761/JASSS1563Volume 6 Issue 5, p. 597-615

KARAHAN, Fazıl (2012/1) “İnsanî Varlığın Hakikat Arayışı” Felsefe Dünyası, sayı 55, ss. 164-180, Türk Felsefe Derneği Yayını, Ankara

EFLATUN. (1980) Devlet, çev. Sabahattin Eyüboğlu ve M. Ali Cimcoz, Remzi Kitabevi, İstanbul:

KANT, İmmanuel. (2001) Pratik Usun Eleştirisi, Çev. İsmet Zeki Eyuboğlu, 5. Baskı, Say Yayınları, İstanbul

ULUTAN, Burhan. (1999) Fârâbî Felsefesi, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul

————————————————————————————— 

 

[*] Yrd. Doç. Dr., Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü

 

  

 

Kaynak :

tabula rasa felsefe&teoloji,

(Print) Yıl: 9 Sayı: 27 Eylül-Aralık 2009

(Online) Yıl: 1 Sayı: 1 Eylül-Aralık 2014

 

Yazar
Fazıl KARAHAN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen