Farklı Bir Roman: İNAL BEY

Tam boy görmek için tıklayın.

Türk kitap okuru Avrupalı, ABD’li, Latin Amerikalı, Arap hatta Japon yazarları az çok tanır. Ama Türkiye dışındaki Türk Dünyasının yazarlarını Cengiz Aytmatov biraz da Cengiz Dağcı dışında pek tanımaz. Bu ilgisizlik yalnız okurda değil yayınevlerinde de vardır.

Türk cumhuriyetlerinde yaşayan yazarlar tarafından kaleme alınmış, muhtemelen Türkiye’de ilgiyle okunabilecek çok önemli kitaplar hâlâ Türkçeye çevrilmemiştir. Ünlü Azerbaycanlı Yazar Anar Rızayev “Ben ilk defa Türkiye’ye geldiğimde çok şaşırmıştım; onuncu dereceden bir Rus yazarının eserleri bile Türkçeye çevrilmişti ama Azerbaycan edebiyatının şaheserleri tercüme edilmemişti.” diyerek bu konudaki yanlışımızı ve kendi hayal kırıklığını ortaya koyar.

Türk Cumhuriyetlerinde çok okunan, büyük kısmı Rusça, İngilizce, Macarca, Korece, Çince ve Peştuca gibi dillere çevrilen romanların büyük bir bölümü hâlâ Türkçeye çevrilmemiştir. Türkçe’ye çevrilip basılanların büyük bölümü de tükenmesine rağmen yeni baskıları yapılmamıştır. Çoğu ancak sahaflarda bulunabilmektedir.

Konu yalnız romana has değildir. Diğer edebi türler için de aynı durum söz konusudur. Anıdan çarpıcı bir örnek vereyim: 1921’den 1923’e kadar Mustafa Kemal’in yanında en fazla görülen diplomat Azerbaycan Büyükelçisi İbrahim Abilov’dur.  Hatta Abilov Atatürk için bir misyon şefi değil bir arkadaştır, bir sırdaştır 1923 yılında İzmir’de yapılan 1. İktisat Kongresinde konuşma yaptığı günü akşamında kaldığı otelde öldürülen Abilov’un Türkiye anıları ölümünden sonra Dr. Zarife Dulayeva tarafından “Vatanım Türkiye” adıyla Bakü’de yayımlanmıştır. Ne yazık ki, Kurtuluş Savaşı’nın en yakın tanıklarından birisi olan Abilov tarafından kaleme alınan bu son derece önemli kitap  bugüne kadar Türkiye Türkçesine çevrilmemiştir.

1999'da Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı tarafından Liyakat Ödülü'ne, 2008 yılında Türk Kültürüne Hizmet Ödülüne, 2009 yılında Türkiye Yazarlar Birliği'nin Büyük ödülüne layık görülen, “Ben Atatürk” kitabı ile Atatürk’ün Orta Asya Türk Devletlerinde daha iyi tanınmasına neden olan Türkmen yazar, şair, araştırmacı Oraz Yağmur’un hiçbir kitabının şu anda satışta olmaması Türk Dünyası edebiyatına ilgisizliğimizin bir göstergesidir…

Okurları  yönlendirici yayınların (Kültür-sanat dergileri, gazetelerin  kitap sayfaları ve  ekleri) Türk cumhuriyetlerinde yayınlanıp Türkiye Türkçesine çevrilen kitaplardan bahsetmemelerini [i] ; Türk aydınının soğuk savaş döneminin olumsuz yönlendirmesi sonucu dış Türklerden bahsetmeyi onlara yakın durmayı ırkçılık gibi algılamasını;  Avrasya Yazarlar Birliğinin yayınevi olan Bengü yayınları ile milliyetçi olarak bilinen birkaç yayınevi dışında  (Selenge, Ötüken, Bilge Oğuz, Bilge Kültür…) Türk dünyasının yazarlarının kitaplarını yayınlayan yayınevi olmamasını okurun Türk Dünyası Edebiyatına ilgisizliğinin temel nedenleri olarak saymak mümkündür. Ama son yıllarda Anatolia, İleri, Kültür Ajans gibi yayınevlerinin de Türk Dünyasının yazarlarının eserlerine yer vermelerini bu konuda olumlu bir gelişme olarak belirtmek gerekir… En büyük eleştirim de dağıtım şirketlerine ve kitapçılara; maalesef Türk Dünyasına ait eserleri yayımlayan yayınevlerinin -Ötüken dışında- kitaplarını hiçbir kitapçıda bulamazsınız. Ya internet kanallarından satın alacaksınız ya sahaflardan…

Afgan Askerov’un kaleme aldığı İnal Bey romanıyla abone olduğum Temrin Dergisinde çıkan reklamıyla tanıştım. “Tr” uzantılı internet sitelerde yeterli bilgiye ulaşamayınca “az” uzantılı sitelerde İnal Bey ve Afgan Askerov ismini sorguladım. İlk karşıma çıkan Afgan Askerov’un
ölüm haberiydi: 13 Şubat 2022 tarihli çoğu gazete ölümünü “Büyük Yazıcı Əfqan Əsgərov vefat etti” şeklinde verirken, bazıları da “İnal Bey’in müellifi Əfqan Əsgərov vefat etti.”  başlığı ile okuyucusuna aktarıyordu. Haberlerin bazılarında 93 yaşında vefat ettiğine vurgu yapılıyordu.  “İnal Bey’in müellifi Əfqan Əsgərov vefat etti.” haberi aynı zamanda kitabın ününün yazarın ününü geçtiğinin habercisiydi. Benim ölçütlerime göre, bir kitabın ünü, yazarının tanınılırlığını geçmişse o kitap okunması gereken kitaptır… Bu düşünce ile Anatolia Yayınevi tarafından yayımlanan “İnal Bey”i temin ederek okumaya başladım…

Her romanı bitirdiğimde, kitap hakkında kısa notlar alırım. Bu notlara da romanın türünü tanımlamakla başlarım: “Tarihi Roman”, “Aşk Romanı”, “Psikolojik Roman”, “Polisiye Roman”, “Didaktik Roman”, “Bilim Kurgu Roman” vb… İnal Bey’i bitirdiğimde ne yazacağıma karar veremedim… Evet tarihi romandı… Ama müthiş bir aşk hikayesi de kurguda önemli yer tutuyordu… Roman Dede Korkut kültü üzerine inşa edilmişti, bu açıdan “Destan Roman” diye tanımlamak mümkündü… Net bir tanımlama yapamadığım için notlarıma  “Farklı bir roman” cümlesiyle başladım.

Romanda olayların hangi tarihte geçtiği belirtilmemekle birlikte romanın tarihi kahramanlarından Sasani Şahı II. Şapur’un 327-379 yılları arasında ülkeyi yönettiği, Ermenistan Kralı III. Tridat’ın 287-330 tarihleri arasında tahtta olduğu dikkate alındığında romandaki olayların IV. yüzyılın başlarındaki bir zaman diliminde Kafkasya ve Azerbaycan coğrafyasında geçtiği anlaşılıyor.

İnal Bey, bir Terekeme [ii]  Beyi olan Uğur Ata’nın oğludur. Uğur Ata obasını Albanya Çarlığı hudutları içerisinde bulunan ata topraklarına taşımasından sonra İnal Bey kahramanlığı, yiğitliği ile yalnız Albanya hudutlarında değil Sasani İmparatorluğu, Ermenistan hatta Bizans tarafından bilinen yiğit bir komutan olarak nam salar… İnal Bey’e obasının güzel kızı Tomris yanında Alban Çarının kız kardeşi Melike Çiçek de  aşık olur. Ama İnal Beyin gönlü Melike Çiçek’e kayar…

Romanı okurken Afgan Askerov’un uzun bir ön çalışmadan sonra romanı kaleme aldığını anlıyorsunuz. İnal Bey’i yazabilmek ve o coğrafyada hakim din olan Zerdüştlük ile misyonerlik faaliyetini sürdüren Hristiyanlar arasındaki mücadeleyi anlatmak için her iki dinin ayrıntılarına  hakim olmak gerekir. O da zaman alıcı ve zor bir çalışma. Roman Zerdüştlük hakkında çok fazla bilgi aktardığı için romandaki bilgilerin doğruyu yansıtıp yansıtmadığını kontrol etme gereğini hissettim. Bir başka deyişle Afgan Askerov’un romanı bana Zerdüştlerin kutsal kitabı Avesta’yı   okuma külfetini de yükledi…  Romanda aktarılan tarihi olaylar ve romandaki  gerçek şahsiyetler Sasani Şahı II. Şapur, Alban Çarı Urner, Ermenistan Kralı Tiridat hakkındaki bilgiler ansiklopedik bilgilerle örtüşüyor. Bu da o coğrafyanın tarihinin ve toplum yapısının da kapsamlı bir şekilde incelendiğini gösteriyor.

Afgan Askerov’un Dede Korkut hikayelerini en ince noktalarına kadar incelediğini, Dede Korkut hikayelerine, zaman zaman yaptığı yerinde göndermelerden anlıyorsunuz. Dede Korkut’tan yapılan alıntılara birkaç örnek vereyim:  “Düşman deyip düşman gibi çağrılmaktansa kardeş de kardeş gibi çağrıl.”, “Toprağa insan değil ağaç ekin. Çünkü kanın döküldüğü toprakta yenilen ekmek de kanlı olur.” “Doğru düşün! Doğru konuş! Doğru yaşa!”

Romanda sık sık konuyla ilgili manilere yer verilmiş…  Bu da okumayı kolaylaştırıyor, okura romana bir ara verip roman üzerine düşünme imkanı tanıyor… Üçüncü sayfada da mani var, sonuncu sayfada da… İkisi arasında da onlarca…

Kitapta gerek Hristiyan gerekse Zerdüşt din adamlarının kendi dinlerini yaymak için nasıl zalimleşebildikleri, Zerduşt din adamlarının Sasani Şahını, Hristiyan din adamlarının Ermenistan Kralını ve Bizans komutanlarını nasıl yönlendirdiği, din adına ne cinayetlerin işlendiği o kadar güzel aktarılmış ki bu bölümleri okurken ister istemez din ve savaş arasındaki ilişkiyi sorgulamaya başlıyorsunuz.  Bölgede bu iki baskın din dışında, çok farklı dinler inançlar var. Mesela Aya tapanlar. Kız çocuklarını tanrılara kurban edenler. Tapınaklara kazanç temin etmek için kadınların fahişelik etmesini ibadet gibi görenler. Yunan tanrılarına tapanlar. Budistler… Yeri gelmişken belirteyim, o tarihte yalnız İnal Beyin obası değil, o coğrafyadaki tüm Türkler Gök Tanrı’ya inanıyorlar. Aracısız, din adamsız, başka dinlere müdahale etmeyen, misyonerlik kaygısı taşımayan bir dini anlayış. Onları dini kurallar, doğmalar bağlamıyor. Ahlak anlayışlarını töreler belirliyor.

Hristiyan misyonerlerin dinlerini tanıtırken karşılaştıkları en zor durum İsa’nın babasız doğduğu konusunda karşısındakileri ikna etmektir… Romanda o konuda bir diyaloğa yer veriliyor:

“-İsa Peygamberin babası kim?
-Babası yokmuş.
-Bizimle alay etme ulan! Buğrasız deve, danasız düve, koçsuz koyun döllenmez. O
peygamberin babası kim?
-Babası yokmuş dedim ya, babasız zuhur etmiş.
-Hem de peygamber!
-Gerçek bir peygamber.
‘Peygamberlik edenlerin babasından bihaber olduklarını da gördüm’ diyen İnal Bey güldü.
Keşiş ‘Boş boş konuşma dinsiz Terekeme’ diyerek tekrar kendiri çekti ve çanı çalmaya
başladı.”

Bu satırları okurken Atsız’ın Bozkurtların Ölümü romanının kahramanlarından Yamtar’ın Hristiyan papazla aynı konudaki tartışması geldi aklıma… Yamtar papazı dinledikten sonra yüzünü göğe kaldırıp söylenmeğe başlar: “İsa Tanrının oğlu. İsa’yı Meryem doğurdu. Ama Meryem, Tanrının katunu değil. Tanrı, İsa’nın babası… İsa’nın anası, babası var. Babası Tanrı… Anası Meryem… ama Meryem, Tanrının katunu değil… İsa….” Sonra sinirlenerek  “Bana bak koca papaz! Türk Tanrısı, Türk Türesine aykırı iş yapmaz” diye bağırır.

İnal Bey’in keşiş ile konuşmasını okurken aklımdan “İnal Bey de Yamtar gibi hissetmiş olmalı. Gerçekten kadın erkek ilişkilerinin temeline ahlakı koyan Türk Töresi ile yetişmiş bir aklın kabul edeceği olay değil”  diye düşündüm.

Kavga ve savaş sahneleri o kadar canlı aktarılmış ki sanki romanı okumuyor içinde yaşıyorsunuz. Üst düzey bir prodüksiyon ürünü olan bir film bile olayları bu kadar canlı hissettiremez. Yaşıyormuş, seyrediyormuş gibi okuduğum bölümlerin başında Tomris’in at sürdüğü, ok attığı kısımların geldiğini de belirtmeliyim…

Benzetmeler, tasvirler çok etkileyici. Özellikle hayvanlar ve doğa ile ilgili tasvirler. İnal Bey’in atı Safkan’dan bahseden cümleyi okurken sanki Safkan’ı yanımda hissettim:  “İnal Bey'in sesi göklere çıkıp dönmeden kaya kartalı gibi oyunbaz, bozkurt bakışlı, kız belikli, ela gözlü, bol püsküllü, Safkan yay gibi toplanıp geri açıldı.” Obanın güzel kızı Tomris tanımlaması sanki bir şairin sevgilisini tarifi gibi: “Doru atlı, ceylan bakışlı, eşref saatinde maral duruşlu, kumru yürüyüşlü, yaban geyiği gibi kıvrak”.

İnal Bey romanını okurken törenin Türkler için anlamını daha iyi anlıyorsunuz, mesela Türk Töresinde atın önemini anlatan şu cümlelere bir bakın:  “Ata bilmeyene yiğit denmez. Kuş kanadından erkek ise atından tanınır. Doğumu yaklaşan gelini de ata bildirirler oğlu yiğit olsun diye hatta terekemeler kemiklerini köpekler yemesin diye ölen atı toprağa gömerler.” Yanlış yapanların atının kuyruğunun kesilmesi verilebilecek, insanı utandıran en ağır ceza olarak takdim ediliyor. Bu ceza ve gerekçesi çok etkileyici… Gerekçeyi yazarsam kitabı okuyacaklara haksızlık olur…

Tabii töre ile iç içe geçmiş bazıları hâlâ yaşayan geleneklerden, inançlarından da bahsedilmiş romanda… Birkaç cümle alıntılayarak örnekleyeyim ; “Ocağından belanın uzak durması için ‘bela üç kere’ diyerek büyük evden iki kabı yere vurup kırdı.” Cam-çanak-çömlek kırığını üçe tamamlamak bugün Anadolu’nun çoğu yerinde uygulanan bir inançtır.  “Onun bunun sözüne uyarak Turaçla [iii]  yedi kapıdan nal mıhı toplayarak horoz kanına batırıp bilezik yapmış, kurt dişlerinden kolye takmış, gebe  kadının eteğinden su içmiş, bardak kıran türbesinden bardak kırmış, hatta büyük pirlerden sayılan Sucuk Baba türbesine gidip kolunu içeri sokarak eline geçen hayvanları diri diri yemiş. Fakat gel gör ki bir türlü erkek sahibi olamıyordu.” Cümlesinde geçen göreneklerin çoğunu çocuğu olmayan kadınlarımız hâlâ uygulamaz mı?

Deyimler ve atasözleri dilimizin mücevherleridir. İnal Bey romanı yüzlerce mücevher ile zenginleştirilmiş. Biraz örnek vereyim:  “Aksakal sözü tanrı hükmüdür.”, “Ata senden başka kimse bilmeyecek. Yoksa gavat avradına döner”, “Ocak mukaddestir ama taşı dizmeden ocak yakılmaz.”, “Eski pamuktan bez olmaz, köhne düşman dost olmaz.”, “Kılıç çekmeden önce ekmek bölmeye bakın. Ekmek kılıçtan keskindir. Kılıçla sofra kurulmaz kılıç sofrayı toplar.”, “Bir halkın elinden ruhunu aldıktan sonra toprağını almasan da olur.”, “Asalet tüm dinlerden yücedir.”, “Düşmanlık tohumunun kökleri çok derinlere gider ama meyve acı olur, zehirli olur, zehiri sizi öldürmese bile tüm soyunuzu sakat bırakır.”, “Ülke büyüklüğünü halkının birliğinden alır.”, “Kılıçla gelen kılıçla gider.”,  “Tanrı kimi cezalandırmak isterse ona kuvvet veriyor akıl vermiyor. Akılsız güç de fersiz göz gibidir.”, “Balta yiyen ağaç tekrar göverir ama içini kurt kemiren ağaç asla gövermez.”, “İnsan hakikatsiz yaşayamaz ama hakikati konuşanın da  dili kesiliyor.”, “Güçlü hükümdarın en çok sevdiği üç şeyi de bilirdi. Güzel saray, güzel kadın ve güzel söz! Yaş ilerledikçe ilk ikisi ehemmiyetini kaybediyor ama övgü daha da kıymete biniyor”, “Toprak kavgasını anlarız da din kavgasını anlamayız” “Dikkatsiz kuş kapana çabuk düşer.”, “Yollar dosta düşmana bakmaz, herkesi birleştirir.”, “Her şey incelerek insan ise kalınlaşarak kırılır.” Son olarak aşk demeli… Delice aşklar konu edilmiş romanda. Aşkı uğruna ölmekten ve öldürmekten çekinmeyen aşıklar. İnal Bey de Melike Çiçek de Tomris de Basat da öyle aşıklar… Ama Basat’ın aşkı “Basat Tomris’e mi aşık, kendi egosuna mı?” sorusunu sorduracak kadar bencilce…

Dil içi çeviriyi [iv]  yapan Abdulkadir Özkan edebiyatın çeşitli alanlarında eserler vermiş bir yazar. O nedenle kitap Türkçeye çok akıcı bir dille aktarılmış. Okurken sıkılmıyorsunuz. Kitap okuyucuyu sarıp sarmalıyor.  Aforizma ve özlü sözlerle süslü söyleyişlerden oluşan Enro ve Ötesi isimli kitabını beğenerek okuduğum Abdulkadir Özkan’ı ne yazık ki Kahramanmaraş depreminde kaybettik…

Yazımı Ünal Bey romanını yazan Afgan Askerov’a ve Türkçe’ye aktaran Abdulkadir Özkan’a rahmet dileyerek noktalayayım…

[i]  Bu konuda Avrasya Yazarlar Birliği tarafından 2007 yılından bu yana yayımlanan Kardeş Kalemler dergisi ile Temrin dergisini ayrı tutmak gerekir. Kıt imkanlarıyla 221. Sayıya ulaşan Türk halkları başta olmak üzere Avrasya coğrafyasından 63 ülkeden 2254 şair, yazar, araştırmacı ve çevirmenin eserlerini yayınlayarak erişilmesi zor bir rekora imza atan Kardeş Kalemler dergisine hayat verenler her türlü alkışı hak ediyorlar. Bu vesile ile Avrasya Yazarlar Derneğinin yıllarca başkanlığını yapan ve 16 Ağustos 2024 tarihinde aramızdan ayrılan Dr. Yakup Ömeroğlu’nu da saygı ve rahmetle anmak isterim…  Temrin dergisi de Türk Dünyası yazarlarına geniş yer veren bir dergi. Türk dünyasının bazı ünlü yazar ve sanatçılar için özel sayılar çıkaran dergiyi Ferfir Yayıncılık yayımlıyor genel yayın yönetmeni de Şeref Yılmaz.

[ii]  Terekeme tabiri Kafkasya ve Anadolu’da yaşayan bir Türk boyu olan Karapapaklar için kullanılan bir diğer isimdir. Romanı okumaya başladığımda ben de Terekemeyi o anlamda algıladım. Ama roman boyunca Terekeme diline, Terekeme dilinin tüm Kafkasya, İran ve Orta Asya coğrafyasında en yaygın kullanılan dil olduğuna yapılan vurgular “Terekeme” ile tüm Türkler mi kastediliyor sorusunu sormama neden oldu.  Ama Hunlar, Göktürkler ve Özerleri ayrı Türk grupları olarak vurgulanması beni yine başlangıçtaki algıya yönlendirdi. Romandaki “Komşu Kayı, Bayat, Avşar ve Yazır Terekemeleri gibi Uğur Sancağı da uzun yola hazırlık yapmaktaydı.” Cümlesi kafamdaki soru işaretini giderdi. Kayı, Bayat, Avşar ve Yazır Oğuz boylarıydı. Yazar Terekeme derken Oğuz Türklerini kastediyordu…

[iii]  Turaç: Kekliğe benzer bir kuş türü
[iv]  Geçmişte yazılmış eserleri genç kuşakların zor anlaması nedeniyle o kitapların konuşulan
Türkçeye aktarılmasına “dil içi çeviri” deniyor. Türk lehçeleri Türk dilinin bir kolu olduğu
için bir Türk lehçesinden Türkçeye yapılan aktarma işlemine çeviri demektense dil içi çeviri
demenin daha uygun olacağı için o tabiri kullandım.

Yazar
Fazlı KÖKSAL

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen