Fesih ve Ötesi

Tam boy görmek için tıklayın.

 

Prof.Dr. Mehmet ÖZ[i]

Türkiye’nin ve Türk milletinin başına yarım asra yakın bir süre bela olan, ülkenin ve milletin kaynaklarını heba eden, on binlerce cana kıyan, o canların ailelerini acılara gark eden PKK terör örgütü, 12 Mayıs 2025 tarihinde yaptığı bir açıklamayla kendini feshettiğini ve silahlı mücadeleye son verdiğini ilan etti. Bu açıklama ile; Ekim 2024’te MHP Genel Başkanı Sayın Dr. Devlet Bahçeli’nin önce Meclis açılışında DEM Partililerle tokalaşması, sonra da MHP Grup toplantısında Teröristbaşı’na yaptığı çağrı ile başlayan, hedefi devlet yetkilileri tarafından “Terörsüz Türkiye” olarak dillendirilen, adı konulmamış “yeni çözüm süreci”nde kritik bir eşiğe gelindiği anlaşılmaktadır.

Sürecin geçmişteki aşamaları hakkındaki tespit ve görüşlerimizi daha önceki yazılarımızda dile getirdiğimiz için bu yazıda özellikle söz konusu fesih açıklamasının içeriği ve bu açıklama sonrası yapılan değerlendirme ve yorumlar üzerinde durmaya çalışacağız.

Alınan kararlara dair açıklamada, ilk olarak feshin mahiyeti şu şekilde tanımlanmaktadır:

“PKK’nin Olağanüstü 12. Kongresi PKK mücadelesinin, halkımız üzerindeki inkâr ve imha siyasetini parçaladığını, Kürt sorununu demokratik siyaset yoluyla çözme noktasına getirdiğini, bu yönüyle PKK’nin tarihi misyonunu tamamladığını değerlendirdi. Bu temelde PKK 12. Kongresi, pratikleşme süreci Önder APO tarafından yönetilmek ve yürütülmek üzere PKK’nin örgütsel yapısının feshedilmesi ve silahlı mücadele yöntemini sonlandırması kararlarını alarak PKK adıyla yürütülen çalışmaları sonlandırdı.”

Bu ifadeler, Türkiye sınırları içinde zaten terör eylemi yapma kapasitesi kalmamış bir örgütün değil, âdeta zafer kazanmış bir örgütün meydan okuması gibidir. “Kürtleri inkâr ve imha siyaseti” uyguladığı iddia edilen Türk Devleti’nin, PKK’nın “mücadelesi” sonucunda “Kürt sorununu demokratik siyaset yoluyla çözme noktasına” getirildiğini iddia eden bildiri müellifleri, uygulanmasını Bölücübaşı’nın yöneteceği bir fesih ve silah bırakmadan söz etmektedir. Yani, “önder” dedikleri bebek katilinin süreci yönetmesi bir şart olarak metne derç edilmiş; Kongre’nin “PKK adıyla yürütülen çalışmaları sonlandırdığı” eklenmiştir. Bu cümleden çıkan sonuç; PKK’nın örgütsel yapısının, silahlı mücadelenin ve PKK adıyla yürütülen çalışmaların Bölücübaşı’nın uygulamayı yönetmesiyle sona erdirileceğine dair bir karardır. Devlet’in, PKK’nın taleplerini siyasi düzlemde çözme aşamasına geldiği iddiasıyla da gelinen noktada PKK, hedefini başarmış gibi takdim edilmektedir. PKK dışındaki adlarla yürütülen bölücü faaliyetlerin devam edeceği de ilan edilmektedir.

Bir sonraki paragraf ise, PKK’nın ve onun siyasi alandaki uzantısının bir sonraki aşamada hangi taleplerle arz-ı endam edeceğini açıkça göstermektedir:

“Partimiz PKK; kaynağını Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasasından alan Kürt inkâr ve imha siyasetine karşı, halkımızın özgürlük hareketi olarak tarih sahnesine çıktı. Doğuşunda reel sosyalizmin etkilerini yaşadı ve ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesini benimseyerek, silahlı mücadele stratejisi temelinde meşru, haklı bir mücadele yürüttü. PKK katı Kürt inkarının, buna dayalı imha siyasetinin, soykırım ve asimilasyon politikalarının egemen olduğu koşullarda şekillendi.”

Burada açıkça Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temeli olan Lozan Antlaşması ve Cumhuriyet’in ilk anayasası hedef tahtasına konulmakta; Türk Devleti, Kürtlere karşı imha ve soykırımla suçlanmaktadır. Böylece meşrulaştırılmak istenen PKK’nın, terörist eylemleri sayesinde “Kürt varlığını kabul ettirmeyi” başardığı iddia edilmektedir. Soykırım iftirası daha sonra bugün gelinen nokta ile bağlantılı olarak tekrarlanmaktadır:

“Önder Apo Kürt-Türk ilişkilerinin sorunsallaştığı Lozan Antlaşmasının ve 1924 Anayasasının öncesini referans alarak, Ortak Vatan ve Kürt-Türk halklarının kurucu öğe olduğu Demokratik Türkiye Cumhuriyeti perspektifini ve Demokratik Ulus anlayışını Kürt sorununun çözüm çerçevesi olarak benimsedi.” denilmek suretiyle Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası’ndan önceki durumun referans alacağı bir “Demokratik Türkiye Cumhuriyeti”nden ve “Demokratik Ulus anlayışı”ndan dem vurulmaktadır.

Kastedilenin ne olduğu açıktır: Ne Millî Mücadele Dönemi’nde ne de tarihimizde uygulanmış bir egemenlik bölüşümü/paylaşımı iddia edilmektedir. Bu iddianın altında, olağanüstü şartlarda hazırlanmış ve 1876 Kanun-ı Esasi’sini ilga etmeyen 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda var olduğu iddia edilen ademimerkeziyetçi yönetim anlayışı doğrultusunda yeni bir anayasal düzen talebi yatmaktadır. Totaliter zihniyeti apaçık olan ve “Önder Apo” dedikleri Bölücübaşı’nı her konuda tam yetkili, nihai karar verici kabul eden bir örgütün hangi demokratik ülkeden bahsettiği de açıktır: Kuzey Kore.

Açıklamada, “Halkımızın kadınlar ve gençler öncülüğünde, yaşamın her alanında öz örgütlerini oluşturması, dilleri, kimlikleri ve kültürleriyle kendine yeterli olma temelinde örgütlenmesi, saldırılar karşısında kendini savunur hale gelmesi ve seferberlik ruhuyla komünal demokratik toplumu inşa etmesi hayati önemdedir.” ifadesiyle önümüzdeki süreçte aslında bir anlamda sözde çözüm sürecinde yaşananlara benzer bir eylem programının tasarlandığı ihtimali belirmektedir. Yaşamın her alanında dil, kültür ve kimlik açısından kendine yeterli temelinde yapılacak ve saldırılara karşı kendisini savunacak örgütlenmenin ne anlama geldiğini izaha gerek var mıdır?

PKK elebaşılarının yaptıkları açıklamalar da terör örgütünün tabir caizse sadece kuyruğu dik tutmadığını, önümüzdeki sürece dair bir yol haritası oluşturduğunu gösteriyor. Daha da önemlisi PKK ve DEM Parti çevreleri, bu fesih kararının Suriye PKK’sı PYD-YPG ile ilgisi olmadığını söylüyorlar. Hâlbuki Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, yeni Suriye yönetimi ile Mazlum Kobani arasındaki mutabakatın, YPG unsurlarının Suriye ordusuyla bütünleşmesini şart koştuğunu ama şimdiye kadar bu konuda adım atılmadığını açıkladı.

Türkiye açısından halledilmesi şart olan en kritik konu, Suriye’nin kuzeydoğusundaki yapının fiilî bağımsızlığının ne olacağıdır. Bu yapının hâkimiyetine son verilmediği takdirde gerçek anlamda bir fesih söz konusu olmayacaktır. Bir yandan fesih açıklamasında yer alan Lozan Antlaşması, 1924 Anayasası, bundan sonraki örgütlenme şekli hakkındaki ifadeler öte yandan Suriye PKK’sının ABD-İsrail desteğiyle fiilî hâkimiyet sahasındaki konumu PKK ve DEM Parti çevrelerinin bu aşamayı bir geçiş olarak gördüğü, asıl hedefin Kamışlı’daki toplantıda da açıkça dillendirilen “Dört Parça Kürdistan’da ulusal birlik”i sağlamak olduğu yönündeki endişelerin haklılığını göstermektedir. DEM Parti eş başkanlarından Tuncer Bakırhan’ın yıllardır Türk Devleti’nin teröre karşı mücadelesinde hizmet etmiş bulunan korucular hakkındaki küstah ifadeleri de aslında bu çevrelerin gerçek zihin yapılarını ve amaçlarını apaçık ortaya koymuştur.

Ülkesini seven herkes, elbette Türkiye’de huzur ve sükûnun hâkim olmasını ister. Ancak gözünü kırpmadan çoluk çocuk dâhil binlerce insanımızın katledilmesini emreden, icra eden canilerin barış meleği gibi takdim edilmesini de sindirmemiz beklenmesin. Gerçek açık: Irak, Libya, Yemen ve Suriye gibi ülkeleri parçalayan emperyalist politikaların Bu süreçte, anayasa değişikliği tartışmaları ile bazı beklentilere yol açıldı. Buna ek olarak birtakım siyasilerin ve yetkililerin bazı söylemleri de, üniter millî devlet yapısı, resmî dil, eğitim dili ve vatandaşlık tanımı gibi hususların bu değişiklik kapsamında ele alınacağı yönünde kaygılara zemin oluşturmaktadır.

Anayasa’da üniter yapının korunacağı, başta Sayın Cumhurbaşkanı olmak üzere yetkililer tarafından ifade ediliyor, ancak bazı çevre ve kişiler, ısrarla Türk kavramının millî kimlik, vatandaşlık kimliği özelliğini göz ardı etmeye devam ediyor. Türk milletinin bu topraklardaki egemenlik hakkına ortaklık arayışı, bu ülkede yaşayan kimsenin hayrına bir sonuç doğurmaz. Elbette ana dili farklı toplulukların kendi dillerini öğrenmeleri, öğretmeleri bir haktır; ancak bir devlette tek bir resmî dil olur ve bütün nüfusun eğitiminde de aynı dilin kullanılması şarttır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bütün vatandaşları eşit sayan ve diline, ırkına bakmaksızın vatandaşlık itibarıyla Türk milletinin bir ferdi kabul eden bir anlayış ile kuruldu. Bu sağlam ve isabetli temel ile oynamak, ülke ve millet olarak bölünmemize gidecek yola taş döşemektir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, vatandaşları arasında dil, din, ırk ayrımı yapmamıştır; yönetime, ekonomiye, sosyal ve kültürel hayata katılımda etnik temelde hiçbir ayırımcılığa yer vermediği gibi mahrumiyet bölgesi olarak değerlendirilen ve Kürt etnisitesine mensup vatandaşların yaşadığı bölgelere hizmet götürmeye de özel önem vermiştir.

Dünyanın ve bölgemizin yeniden tasarıma tabi tutulduğu bu süreçte devlet yetkililerinin; Anayasa’nın değiştirilemez maddeleri, Cumhuriyet’in kuruluş ilkeleri ve felsefesinden taviz verilmeyeceği istikametindeki teminat ve sözlerinde sürekli ve tutarlı olmaları hayati önemdedir. “Terörsüz Türkiye” denilen süreçte, Türk Devleti’nin kuruluş felsefesine, üniter millî devlet yapısına halel getirebilecek gediklerin açılması hâlinde, Türk milleti bunu kabul etmeyecektir. Sadece bu toprakların tarihî tecrübesi değil; Orta Doğu’da ve Balkanlar’da yaşananlar da bizim için ibret alınacak derslerle doludur. “Beş bin yıllık kıssa”ya kulak vermiyoruz, bari ibret için son iki yüz yıla iyi bakalım.

—————————————

Kaynak:

https://www.turkocaklari.org.tr/mehmet-oz/fesih-ve-otesi/2342

[i] Türk Ocakları Genel Başkanı, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi

Yazar
Mehmet ÖZ

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen