Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) hayatını objektif bir bakış açısıyla inceleyen, ahlâkını ve ortaya koyduğu ölçüleri tarafsız olarak değerlendiren akl-ı selim sâhibi her insanın vereceği nihâi hüküm; “Her alanda en güzel, her işte en mükemmel ve her davranışı eşsiz bir model olan tek bir insan vardır, o da Hz. Muhammed’dir. ” olmuştur / olacaktır… Gerçekten de dost-düşman herkes ittifak etmektedir ki, bütün üstün vasıfların tek kişide toplandığı yegâne örnek Allah Resûlü’dür (s.a.v.)… Kur’ân’da da “üsve-i hasene”[1] diye vasfedilen Efendimiz’in âile yaşantısını incelediğimiz bu yazımızda; örnek bir baba ve eşsiz bir dede olan Sevgili Peygamberimiz’in (s.a.v.) hayatından kesitler sunacağız
O; merhamet, hilm, şefkat ve muhabbete yeni ufuklar açan örnek bir babaydı:
Sevgili Peygamberimiz’in (s.a.v.) üç erkek dört kız toplam yedi çocuğu dünyaya gelmişti. Bunlardan “Kâsım, Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma, Abdullah (Tayyib-Tâhir)” adlarındaki altı çocuğunun annesi Hatîce-i Kübrâ (r.anha) Vâlidemiz’di.[2] Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’in Medîne’de dünyaya gelen oğlu “İbrahim”in annesi ise Hz. Mariye’ydi… İbrahim hâriç, diğer erkek çocukları bis’etten evvel doğmuş ve vefât etmişlerdi… Kızları ise risâlet devresine yetişmişler, fakat Hz. Fâtıma (r.anha) hâriç, diğer kız çocukları da Resûl-i Ekrem (s.a.v.) hayattayken bâkî âleme vâsıl olmuşlardı… Hz. Fâtıma (r.anha) da, Allah Resûlü’nün (s.a.v.) Hakk’a vuslatından sonra, bu hasrete altı ay dayanabilmişti…
Fahr-i Kâinât Efendimiz; Tevhîd mücâdelesinde pek çok sahâbîsini kaybetmenin derin ıstırabını yaşadığı gibi, en zor ayrılık ve en büyük elem olan evlât acısıyla da yüreği altı kez yanmıştı… Ancak en kederli anlarında bile tam bir teslîmiyetle İlâhî takdire boyun eğmişti. On altı aylıkken vefât eden oğlu İbrahim’i kucağına aldığında gözlerinden rahmet damlaları sel olup akmıştı… Bunun üzerine Abdurrahman b. Avf (r.a.); “Sen de mi ağlıyorsun Yâ Resûlullah?” diye sorunca, Allah Resûlü’nün (s.a.v.) muazzez dudaklarından; “Gözler yaşarır, kalpler mahzûn olur, fakat biz Allah’ın hoşnut olduğundan başka bir söz sarf etmeyiz. Vallâhi Ey İbrahim! Ölümün sebebiyle hepimiz üzgünüz.”[3] sözleri dökülmüştü…
Hz. Enes (r.a.); “Çoluk çocuğuna, âile fertlerine ve elinin altındakilere Resûlullah’tan daha düşkün, daha merhametli ve şefkatli bir kimse görmedim.”[4] demişti… O, kendi çocuklarına gösterdiği ilgiyi diğer sahâbî çocuklarından da esirgemez, çocuklar arasında ayrım yapmadan sevgi ve şefkatini bütün cömertliğiyle onlara dağıtırdı… Allah Resûlü (s.a.v.), çocuklarla sohbet eder, onlara büyük insan gibi davranır, onları eğitir, binitinin terkisine bindirir, ödüllendirir ve sevindirirdi.[5] O, yaramazlık yaptıkları zaman çocuklara öfkelenmez ve onlara çocuk olmaları hasebiyle daha çok müsâmaha gösterirdi… Efendimiz, eşlerinin eski kocalarından olan çocukları da kendi öz evlâdı gibi sever, hiçbir ayrım gözetmeden hepsini himâye eder, muhabbet gösterir ve onları da şefkat kanatlarının altına alırdı. Zâten O, bütün sahâbî çocuklarına karşı çok büyük bir sevgi beslerdi… Hattâ, müşrik çocuklarına karşı da çok müşfik davranırdı…
O, evlâtlar arasında kız-erkek ayrımı yapmaz ve yaptırmazdı; “Allah’tan korkunuz ve çocuklarınız arasında adâletli davranınız.”[6] buyururdu… Kendisi dört kız babası olmakla iftihâr ederdi… O; “İki veya üç kız çocuğunu güzelce terbiye edip büyüten, evlendiren ve daha sonra onlara iyiliklerini devam ettiren kimsenin Cennet’te kendisiyle yan yana bulunacağını”[7]da müjdelerdi… O, çocukların “Cennet çiçekleri” ve “Kalp meyveleri”[8] olduğunu belirtir, “Evlât kokusu Cennet kokusundandır.”[9] derdi…
O, ebeveynin evlâdına bırakacağı en güzel mîrasın, güzel ahlâk ve terbiye olduğunu söylerdi.[10] Ve bu mevzûda şunları da ifâde ederdi: “Hiçbir ebeveyn çocuklarına güzel bir terbiyeden daha değerli bir mîras bırakamaz.”; “Allah’tan (c.c.) sakının, çocuklarınız arasında adâletli davranın; şüphesiz ki Allah (c.c.), çocuklarınız arasında öpücüklerinizde bile eşit davranmanızı ister.”[11]
Bir gün Allah Resûlü (s.a.v.); torunu Hasan’ı (veya Hüseyin’i) öpmüştü… O sırada Efendimiz’i ziyârete gelen Akra İbn-i Hâbis isimli bir bedevî; “Benim on tane çocuğum var, ama hiç birini öpmedim.” deyince; Allah Resûlü (s.a.v.) ona dönüp, “Merhamet etmeyene merhamet edilmez.”[12] buyurmuştu… Yâni siz çocuklarınıza acıyın ki, Allah (c.c.) da size acısın; siz onlara muhabbet ve şefkat gösterin ki, Allah (c.c.) da size muhabbet ve merhamet etsin demişti… Resûl-i Ekrem Efendimiz, çocuklarına şefkat göstermeyen ve onlara kaba davranan, ilgisiz duran insanlara da sitem ederdi… Bir gün bir grup bedevî, Sahâbe-i Kirâm’a; “Siz çocuklarınızı öper misiniz?” diye sorunca, Sahâbîler de “Evet öperiz.” cevâbını vermişlerdi… Bunun üzerine bedevîler; “Ama vallâhi biz öpmeyiz.” deyince, Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şunu söyledi; “Allah sizin kalbinizden merhamet duygusunu çıkarıp almışsa, ben ne yapabilirim ki!”[13]
Hayatta kalan tek evlâdı olan “Betül”* lâkaplı, “Zehrâ” ** sıfatlı Hz. Fâtıma’yı (r.anha) çok sever ve ona “Ümmü Ebîha”***, “Gönlümün sevinci”, “Benim nezdimde en azîz olan” diye hitâp ederdi… Efendimiz; bir sefere çıkacağı zaman en son Hz. Fâtıma’ya (r.anha) uğrar, dönüşünde de ilk önce onu ziyâret ederdi.[14] Hz. Fâtıma (r.anha) babasının yanına geldiğinde, Allah Resûlü (s.a.v.) onu ayakta karşılar, yanaklarından öper ve yanına oturturdu…
Efendimiz Aleyhisselâtü Vesselâm, Allah’ın Aslanı Hz. Ali’yle (r.a.) Cennet Hanımlarının Efendisi olan Hz. Fâtıma’nin (r.anha) nikâhlarını kıyarken; dâmadına, “Ey Ali! Kızımı sana câriye olarak veriyorum, ama unutma ki, sen de onun kölesisin.”[15] demiş; dünya durdukça devam edecek “Nur Nesli”nin filiz vereceği Muhammedî gülistanın bu en azîz “Gül” goncalarına; “Bu evliliği Allah’ın her ikisi için de hayırlı kılması” ve onların “İki bedende bir ruh gibi olması”[16] için Cenâb-ı Hakk’a duâ etmişti. Bu dünyanın en muazzez evliliğinde Hz. Fâtıma’nın (r.anha) çeyizi; “Bir kumaş örtü, içi ot dolu bir yatak, bir yastık, bir kırba (su kabı) ve (un ve bulgur için) iki el değirmeninden” ibâret sâde bir çeyizdi.[17]Sevgili Peygamberimiz’in (s.a.v.) en çok sevdiği bu iki azîz evlât; mutlu, fakat yoksul bir hayat sürmüşlerdi… Âile hayatında kaçınılmaz bâzı kırgınlıklar olunca Efendimiz hemen gelir, onları barıştırır, neşe ve mutluluklarını görünce mesut olarak ayrılırdı. Bir gün böyle bir barışma dönüşünde kendisine sevincinin sebebini soranlar “En çok sevdiğim iki kişiyi barıştırdım.” cevâbını vermişti…
Peygamber Efendimiz (s.a.v.); çocuklarına bir taraftan çok büyük ilgi ve sevgi gösterip, onlara çok müşfik ve hoşgörülü davranırken; diğer taraftan da âile efrâdının âhiret günündeki büyük hesâba hazırlanması, bâkî âlemdeki mükâfat ve güzellikleri kazanması ve ebedî saâdete erişmesi için eğitmeyi ve yönlendirmeyi de hiç ihmâl etmezdi… İşte misâlleri:
Allah Resûlü (s.a.v.), teheccüd namazına kalktığında, âile efrâdının da bu fazîletli ibâdete devam etmelerini isterdi. Sevgi ve yumuşaklıkla bu amellere onları da teşvîk ederdi… “..Âilene ve ümmetine namaz kılmalarını emret; kendin de namaza devam et..”[18] âyeti nâzil olunca, Peygambe Efendimiz (s.a.v.) altı ay müddetle sabah namazına gitmeden önce, Hz. Fâtıma (r.anha) ve Hz. Ali’nin (k.v.) evlerine uğrar ve kapılarının önünde durur: “Ey Ehl-i Beyt, namaza kalkınız!” [19] diye seslenir ve onları sabah namazına uyandırırdı.
Bir gün Hz. Ali (k.v.), Hz. Fâtıma Vâlidemiz’e (r.anha) bir altın gerdanlık hediye etmişti… Fâtıma Anamız boynundaki bu gerdanlıkla Allah Resûlü’nün (s.a.v.) huzûruna gelmişti… Kızının boynundaki altın gerdanlığı gören Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şunları söyledi: “Herkesin, ‘Peygamber kızı Fâtıma’nın boynunda alevden bir halka gördük’ demelerini kabûl eder misin?” Hz. Fâtıma (r.anha), bu cümleden alınması gereken îkâzı hemen almıştı… Zîrâ bu uyarıyı yapan, Kâinâtın Efendisi ve Babaların En Sevgilisi olan İki Cihan Serveri’ydi… Hz. Fâtıma (r.anha) derhal îkâzın gereğini yapmış ve hâdisenin devamını şöyle anlatmıştı: “Hemen gerdanlığı sattım… Bir köle aldım… O köleyi de hemen hürriyetine kavuşturdum ve sonra da Allah Resûlü’nün huzûruna geldim ve yaptıklarımı kendisine bir bir naklettim… Resûl-i Ekrem, mesrûr oldu ve çok sevindi. Sonra da ellerini açıp; ‘(Kızım) Fâtıma’yı Cehennem’den koruyan Allah’a hamdolsun.’ diye duâ etti.”[20] Çünkü onlar Ehl-i Beyt’tiler ve diğer Müslümanlardan farklıydılar; başkaları zînetler içinde dolaşırken onlar çok daha sâde yaşamalıydılar ve yaşadılar… Çünkü onlar “Nur Nesli”ydi, Allah (c.c.) ve Resûlü’ne (s.a.v.) daha çok itâat etmeliydiler ve ettiler…
O; müsâmaha ve muhabbette eşi olmayan müşfik bir dedeydi:
Allah Resûlü’nün (s.a.v.) ilk torunu; Hz. Zeyneb’in (r.anha) kızı Hz. Ümâme’ydi (r.anha)… Hz. Ali’yle (k.v.) Hz. Fâtıma’nın (r.anha) evliliklerinden ise üçü kız, üçü erkek altı çocuk dünyaya gelmişti… Erkek çocuklar Hasan, Hüseyin ve Muhsin’di… Muhsin küçük yaşta ve Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) hayattayken vefât etmişti… Hz. Fâtıma’nın (r.anha) kızlarının adları ise Ümmü Gülsüm, Zeynep ve Rukiye’ydi… Fahr-i Kâinât Efendimiz’in Ümâme’den sonraki ikinci kız torunu Ümmü Gülsüm’dü (r.anha)… Yüreği engin bir muhabbet ummanı olan Allah Resûlü’nün (s.a.v.) hudutsuz sevgisinden torunları da fazlasıyla hissedâr olurdu… Torunlarını kucağına alır, bağrına basar, “reyhan çiçeklerim” diye öper koklar, onlara sevgisini söz ve davranışlarıyla izhâr ederdi… O’nun torunlarıyla kurduğu sıcak ilişkilerine baktığımızda; hem peygamber, hem de devlet reisi konumundaki Fahr-i Kâinât Efendimiz’in; çocuklarla çocuk olabildiğine, onlarla oyun oynadığına ve şakalaştığına şâhit oluyoruz… Bütün bunları yaparken de -her konuda olduğu gibi- çocuklara gösterdiği sevgi, ilgi ve yakınlıkta da Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) bizler için “en güzel örnek” olduğunu görüyoruz…
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.); Hz. Hasan (r.a.) ve Hüseyin’e (r.a.) çok düşkün olduğu gibi, kız torunu Hz. Ümâme)’yi (r.anha), Ümmü Gülsüm’ü (r.anha) ve mânevî torunu Hz. Üsâme’yi (r.anha) de onlardan hiç ayırt etmezdi… O’nun sevgi ummânından sâdece erkek evlât ve torunları hissedâr olmazdı… O; nasıl Hz. Hasan (r.a.) ve Hüseyin’i (r.a.) seviyorsa, kız torunu Hz. Ümâme’ye (r.anha) de, Hz. Ümmü Gülsüm’e (r.anha) de en az onlar kadar düşkündü… İşte misâller:
Bir gün Efendimiz’e bir kolye hediye edilir… Allah Resûlü (s.a.v.) onu eline alıp; “Âilemden bana en sevgili olana bu kolyeyi vereceğim.” diye buyurur… Annelerimiz, bunu verse verse Hz. Âişe’ye (r.anha) verir diye düşünürler… Fakat Peygamber Efendimiz (s.a.v.), torunu Hz. Ümâme’yi (r.anha) çağırır ve kolyeyi onun boynuna takar… Böylece Allah Resûlü (s.a.v.) hem torununu sevindirmiş hem de kız çocuklarına değer verilmesi gerektiğini göstermiş oldu…
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), nâfile namazlarda bâzen kız torunu Ümâme binti Ebü’l-As’ı (r.anha) sırtına alarak namaza durur, rükûa varınca çocuğu yere bırakır, rükû ve secdesini yaptıktan sonra Ümâme’yi (r.anha) tekrar omuzuna alırdı.[21]Bu yolla; hem dedeyle torun arasındaki sevgi bağı pekişir, hem de torun ile namaz arasında bir ünsiyet köprüsü kurulurdu…
Allah Resûlü’nün (s.a.v.), diğer torunları Hz. Hasan (r.a.) ile Hz. Hüseyin’e (r.a.) gösterdiği şefkat de aynı yoğunluktaydı… Efendimiz, torunlarını görmek için sık sık kızının evini ziyâret ederdi… Bir gün Şanlı Peygamberimiz (s.a.v.), yine kızı Hz. Fâtıma’nın (r.anha) evine gitti, Hz. Hasan’ı (r.a.) istedi ve onu öpüp kokladıktan sonra “Ey Allah’ım! Ben onu seviyorum; Senin de onu ve onu sevenleri sevmeni diliyorum.”[22] diye duâ etti…
Resûl-i Ekrem (s.a.v.); torunlarını memnun etmek için dediklerini yapar, onların dünyasına girer, onlarla oyun arkadaşı olur ve şakalaşırdı.[23] Torunlarını omuzuna alıp gezdirir, Mescid’e götürür ve namaz kıldırırdı.[24] Bir defâsında Allah Resûlü (s.a.v.), cemaâte namaz kıldırırken, secdeye vardığı anda, torunu Hz. Hasan (r.a.) sırtına bindi… Hz. Resûlullah (s.a.v.), Hz. Hasan (r.a.) sırtından inene kadar secdeden başını kaldırmadı… Efendimiz secdeyi uzatınca, sahâbîler O’na bir şey olduğunu zannettiler ve namazdan sonra: “Ya Resûlullah! Namazı uzattınız, bir şey mi oldu?” diye sordular… Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de: “Oğlum sırtıma binince, acele etmekten çekindim.” [25] diye buyurdu.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.); Hâne-i Saâdetleri’nde, torunları Hz. Hasan (r.a.) ve Hz. Hüseyin’le (r.a.) birlikte oyunlar oynardı… Bir gün yine Efendimiz, Hz. Hasan (r.a.) ve Hz. Hüseyin’i (r.a.) sırtına bindirmiş, onlarla ata binme oyunu oynuyordu… Bu sırada Hâne-i Saâdet’ten içeri Hz. Ömer (r.a.) girdi… Peygamber âşığı Hz. Ömer (r.a.) çocuklara; “Ne güzel bineğiniz var.” dedi… Allah Resûlü (s.a.v.) de; “Onlar da ne güzel süvâriler!”[26] diye buyurdu.
Allah Resûlü (s.a.v.) kendi çocuklarına ve torunlarına nasıl şefkatli ve merhametli davranırsa; üvey evlâtlarına, kendisine hizmet eden kişilere, kölelere ve himâye ettiği çocuklara da aynı şekilde sevecen ve müşfik davranırdı… Efendimiz, onları incitecek en ufak bir söz ve harekette bulunmamış, onlara öyle sıcak bir muhabbet göstermiştir ki, bu kişiler de gördüğü bu içten sevgi sebebiyle Hz. Zeyd b. Harise (r.a.) gibi “Benim anam da O, babam da O” diyerek Allah Resûlü’nün (s.a.v.) yanından hiç ayrılmak istememişler, ayrılmamışlar ve O’nu her şeyden çok sevmişlerdi…
Bütün bunlar Sevgili Peygamberimiz’in (s.a.v.) çocuklara ve koruması altında bulunan kişilere nasıl davrandığını; bizlerin de nasıl davranması gerektiğini öğreten çok güzel misâller, örnek almamız gereken eğitim ve öğretim metotlarıdır… Zâten O “Gül”; bu dünyada insanlık için “üsve-i hasene”[27] ve hidâyet rehberi, âhirette de ümmetinin şefâat kapısı ve kurtuluş umûdudur…
İlâhî Beyân da dünya ve ukbâ saâdetine ancak O “Gül”ün peşinden gidenlerin ve Muhammedî muhabbetten hissedâr olanların kavuşacağı müjdelenmiştir… Bizler âhiret saâdetine O “Gül”le ulaşacağımızı bildiğimiz gibi, âile mutluluğuna da O’nun yolundan giderek erişebileceğimizin idrâkindeyiz… Âile hayatımızdaki disiplini, O “Gül”ün hayat disipliniyle tanzim edersek, mutlulukların en güzeli olan ebedî saâdet iklimine vâsıl olacağımızı müdrikiz…
Mekke’de hayat bulan ve Medîne’de hayatın merkezi olan bir anlayışı âile hayatımıza âmir kıldığımız takdirde gönlümüz şen, hânemiz gülşen olacaktır… O “Gül”ün getirdiği ölçüler Ashâb-ı Kirâm için ne ifâde ediyorsa, bizim için de aynı şeyleri ifâde etmeye ve hayatımızı düzenlemeye başladığı an, hânemiz bir gül bahçesine dönüşecektir…
Allah Resûlü’nü (s.a.v.) her konuda olduğu gibi, âile hayatımızda da rehber edinirsek; hânemizi nur, gönlümüzü de tatlı bir huzur kapladığı gibi, yaşadığımız her türlü olumsuzluk da mutluluğa dönüşür… O “Gül”ü; hayatımızın, hânemizin ve her işimizin merkezine koyduğumuz zaman; yaşantımız da, yuvamız da, yaptıklarımız da gül gibi olur… Netîce olarak şunu ifâde etmemiz gerekir ki, âhiret mutluluğumuz gibi, âile saâdetimiz de “Gül”e tâbî olmamıza bağlıdır. Ve iki cihan saâdeti, İki Cihan Serveri’nin yolundan gitmekle elde edilir…
Hatm-i kelâmı;
“Derd-i isyâna ey tabîb-i kulûb,
Dünyada vâr ise devâ Sensin…
Benim iki cihanda maksûdum,
Evvel Allah, saniyâ Sensin…”[28]
(Ey Kalplerin Tabibi, isyan derdine;
Dünyada devâ var ise, o da Sensin…
Benim iki cihanda istediğim şey;
Önce Allah (c.c) ve sonra Sensin.)
“İltifâtından uzak düşmesi eyvâh, eyvâh!
İki dünyada yeter gâfile hüsrân olarak…”[29]
(Eyvâh, Eyvah; Hz. Peygamber’in iltifâtından uzak düşmesi;
Gâfil insana elbette hüsrân olarak yeter.)
“Sensin ölüme hisar;
Bâkîsi hep inkisâr…
Sar bizi, çepçevre sar,
Rahmet rüzgârı etek!..”[30]
“Sana ma’tûf olur, her kalb-i sâdık dâimâ çünki,
Gelir zikrinle efkâra selâmet Yâ Resûlullah!..”[31]
(Her sâdıkın kalbi mutlaka Sana meyleder, çünkü;
Senin adın anıldığında efkâr ortadan kalkar Yâ Resûlullah!)
Benim iki cihân içre murâdım ol Hüdâ’dandır
Ümîdim rûz-i mahşerde Muhammed Mustafâ’dandır.”[32]
(Benim, dünyada ve âhirette arzum, isteğim Cenâb-ı Allah’tandır,
Mahşer günündeki şefâat ümidim ise Hazreti Resûlullah’tandır)
diyen şâirlerin diliyle yapıyor ve bu Gülnâme’yi de bir duâ ile bitiriyoruz:
Ümmet-i Muhammed’i Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) şefâatine mazhâr eyle ve bizleri her iki cihanda mağdur etme, mahzûn etme, mahcûp etme, mahkûm etme Yâ Rabbî!..
Dr. Mehmet GÜNEŞ
[1] Ahzâb, 33/21
[2] M. Yusuf Kandehlevî, Hayâtü’s-Sahâbe, III, 196; İbn-i Sa’d, Et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I, 90
[3] Buhârî, Cenâiz 14; Müslim, Fedâil 62
[4] Müslim, Fedâil 63
[5] Hanbel, Müsned, I, 293
[6] Buhârî, Hibe 12; Nesâî, Nuhl 1
[7] Ebû Dâvûd, Edeb 120; Hanbel, a.g.e., III, 97
[8] Osman Nûri Topbaş, Şebnem Dergisi, 2003-Nisan, Sayı: 3
[9] Süyûtî, Câmiu’s-Sagîr, II, 2285
[10] Tirmîzî, Birr 33
[11] Buhârî, Hibe 12
[12] Buhârî, Edeb 18; Tirmîzî, Birr 12
[13] Müslim, Fezâil 64; İbn-i Mâce, Edeb 3
[14] M. Yusuf Kandehlevî, Hayâtü’s-Sahâbe, I, 59; *Nâmus âbidesi; **Parlak yüzlü; ***Annem
[15] Said Alpsoy, Bir İnsan Olarak Hz. Muhammed (s.a.v.), 98
[16] M. Yusuf Kandehlevî, a.g.e., III, 311
[17] M. Yusuf Kandehlevî, a.g.e., III, 314
[18] Tâ-Hâ, 20/132
[19] Tirmîzî, Tefsir 34
[20] Nesâî, Zînet 39
[21] M. Yusuf Kandehlevî, Hayâtü’s-Sahâbe, III, 45; Müslim, Mesâcid 41; Ebû Dâvûd, Salât 164
[22] Heysemî, Mecma’uz-Zeva’id, IX, 179-181
[23] Buhârî, Edeb 81; Müslüm, Âdâb 30
[24] Buhârî, Salât 20; Nesâî, İmâme 19; Tirmîzî, Salât 59
[25] M. Yusuf Kandehlevî, a.g.e., III, 44; Heysemî, a.g.e., IX, 179-181
[26] M. Yusuf Kandehlevî, Hayâtü’s-Sahâbe, III, 346
[27] Ahzâb, 33/21
[28] Fevrî
[29] Kemâl Edib Kürkçüoğlu, Der Na’t-ı Sultânü’l-Enbiyâ, Osman Nûri Topbaş, Rahmet Peygamberi’nden Rahmet Esintileri, 166-167
[30] Necip Fâzıl Kısakürek, Çile, Peygamber, 62
[31] Nigâr Hanım, Na’t, Emine Yeniterzi, Türk Edebiyatında Na’tlar (Antoloji), 74
[32] Lâ-edrî