Bugün evde birkaç hazırlık yaptıktan sonra At Yaylası’na doğru yola çıktım. Bahar havası her yere sinmişti. At Yaylası’nın Bolu’ya bu kadar yakın olduğunu bilmiyordum. Kürkçüler köyünden geçip yaylaya yöneldim.
Yoldaki yeşillik, ağaçlar, ormanlar insanı kendine hayran bırakacak bir güzellikteydi. Hele bir ağaç koridoru vardı. Orada biraz durmak, etrafı seyretmek pek güzel olurdu. Fakat yoluma devam ettim. At Yaylası’nın Paşaköy obasından geçip çayırların olduğu yere yöneldim. O taraflardan birisi geliyordu. Yaylayı sordum. O civarın tamamıyla At Yaylası olarak bilindiğini söyledi.
Bir köprüden çayırların olduğu alana girdim. Yol sağ ve sola ayrılıyordu. Her ikisi de yemyeşil düzlüklere çıkıyordu. Köprüyü geçer geçmez hemen önüme bir at çıktı. Durdum, biraz onu izledim. Sonra yoluma devam ettim.
Bir müddet sonra ağaçların arasından zümrüt gibi uzayan bir yeşillik karşıma çıktı. Ne yapacağımı ne diyeceğimi bilemedim. Serin bir çam gölgesi buldum kendimi. Orada yaylanın manzarasın doya doya seyredebilecektim. Sandalyeyi kurdum, çayımı aldım, zaman zaman gönlüme gelenleri deftere yazarak At Yaylası’nın muhteşem güzelliğini seyre başladım. Yayla, yedi köyün yaylasıymış ve oldukça büyükmüş. Hatta orada oturup “Yedi Köyün Yaylası” diye bir manzume kaleme aldım. Yaylanın bir ucu Hayreddin Efendi’nin mezarının bulunduğu mevkiye kadar uzanıyormuş. Bu bilgileri yaylada koyunlarını otlatan yetmiş dört
yaşındaki Mustafa Amca’dan aldım. Kendisi altmış yaşında gibi gösteriyordu. Bir müddet oturdum ve bazen de kısa yürüyüşler yaptım. Yaylanın o tertemiz havasını derin derin içime çektim. Bir yaylaya gelince insan ne yapar? O güzellikte kaybolmak ister. Doğrusu ben de sessiz sedasız, derin düşüncelerin ve hayallerin arasında böyle yapmaya çalıştım.
Bir yaylanın güzelliği, rengarenk çiçekleri, zümrüt gibi yeşilliği, nefis ormanları bir insanı dünyanın bütün gelip geçici meşgalelerinden bir anlığına çekip alabiliyor. Bir sadeliğin, güzelliğin ve derinliğin içinde asırları, zamanları ve başka hayatlardan kalmış devirleri hissediyorsunuz. Gelip geçici bir varlık olduğunuzu duymakla beraber o güzelliği tecrübe etmek, duymak ve yaşamak sırası sizdedir, bunu hissediyorsunuz.
Dün At Yaylası’nda yürüyüşler yaparken uzun uzun bunları düşündüm. Yemyeşil mesafelerde gezindim. İleride bir at daha karşımıza çıktı. Birkaç fotoğrafını aldım. Orada bir çeşme vardı: Kontur Çeşmesi. Suyundan içtim. Sonra yine oturduğum yere geldim.
Koyunlarını otlatan Mustafa Amca yedi erenin mezarının olduğu bir mevkiden söz etmişti. Oraya sanırım “Yediler” de deniyormuş. Bir müddet sonra yaylanın o mevkiine geçtim. Orada piknik alanı da vardı. Birkaç kişi piknik yapıyordu. İnekler ve mandalar vardı.
Birkaç at da burada gördüm. Bir müddet de orada yürüdüm. Sonra Erenler’in olduğu mevkiye doğru gittim. Burada birkaç mezar vardı. Mezarların etrafı çevrilmişti. At Yaylası’nın yedi köyün yaylası olmasıyla burada yedi erenin yattığına inanılması konusunun birbiriyle ilgili olduğunu zannediyorum.
Türk kültürünün en önemli yanı köylerdeki ve yaylalardaki eren mezarlarıdır. Bolu’da bu mezarları köylüler ve ziyaretçiler büyük bir saygı duygusuyla günümüzde de ziyaret ederler. Bunların Bolu’ya yerleşen Türk boylarının reisleri olma ihtimali vardır. Nitekim Gerede tarihi üzerine bir kitap yazmış olan Gerede müftüsü Ali Rıza Ünlü de böyle söylüyordu. Onların mezarlarına, kabirlerine, bu çeşit ziyaret yerlerine Bolu’nun hemen her yerinde rastlanabiliyor.
Ben de bu zenginliği bir araya toplayayım diye beş altı yıldan beri uğraşıyorum. Bolu erenleri üzerine hazırladığım dosya bin sayfayı buldu. Bakalım kitap olarak basıldığını görmek nasip olur mu? Bu çalışmama koymak üzere At Yaylası’ndaki eren kabirlerinin fotoğrafını aldım. Sonra oradaki ağaçların arasında küçük bir gezinti yaptım. Doğrusu muhteşem bir yerdi. Etrafta yaşlı ağaçlar, mayıs çiçekleri ve mor sümbüller vardı. Bundan sonra yaylada çok kalmadım. Bir müddet daha bir köknarın gölgesinde oturduktan sonra tabiattaki o muhteşem güzelliği seyrede seyrede Bolu’ya geldim.