III. Sektör

Gelişmiş ülkelerin tamamında önemli toplumsal ve ekonomik işlev gören ama Türkiye’de pek üzerinde durulmayan bir kurumsal yapılanma alanı. III. Sektör, samimi sivil toplum kuruluşlarının, dernek ve vakıfların oluşturduğu ticari, sınai, zirai üretim sektörü.

Dernek ve vakıflar, esasen, hitap ettikleri-ilgili oldukları grupların menfaatleri için kurulur ve çalışırlar. Örneğin yaşlılar, engelliler, hastalar, mağdurlar, coğrafi bölgeler, meslek grupları, kırsal alan grupları, hemşehriler gibi hitap ettikleri, ilgisine aldıkları grupların çıkarlarını korumayı ve geliştirmeyi amaçlarlar. Dernek ve vakıfların ilgi alanındaki grupların istifadesine sunmak üzere kurup, işlettiği ticari kuruluşlar, şirketler, ortaklıklar III. Sektör’ü oluşturur; kamu sektörü, özel sektör ve III. Sektör. Bu ticari kuruluşlar sayesinde dernek ve vakıflar, kurucu ya da yöneticilerine değil hitap ettikleri, hizmet amaçladıkları gruplara istihdam, gelir, burs, yardım, sağlık hizmeti, barınma, korunma, eğitim, mesleki eğitim sağlayabilirler.

Örneğin A VAKFI!

A diyelim ki bir vakıf. Kısaca zihin engellilerin toplumsallaşması, bağımsız bireyler halinde yaşamaları, böylece hem insani olarak onların daha iyi halde olmaları hem de ailelerinin üzerindeki yükün kalkmasını amaç edinerek çalışıyor. A’nın ticari iş yapma ve üretim imkanları olsa, para kazansa, oralarda engellileri çalıştırsa, onlara gelir sağlasa, aile fertlerini çalıştırsa, desteklese, engelliler olabildiğince tahsil imkân ve bursları kazansa nasıl olur? “Çok iyi olur” değil mi?

A örneği aslında icat edilmiş bir fikir değil, ABD’de, Kanada’da, Almanya’da çok sık görülebilecek örneklerin bize uyarlanması. A, teknik olarak bu yapılanmaya ulaştı. Ama, maalesef, daha ileri gidemecek.

Neden?

İdari bürokratik yapılanmanın bunları bilmemesi, anlamaması ve ne yazık ki anlamaya da çalışmaması büyük engel. Dahası, maalesef ve esef verici ki bu dernek ya da vakıfları bir heyecan ve duygulanım ile kendi gelirlerinden yüzbinler, milyonlar ayırarak kuranların, onların ticari işletmelerini menfaat sağlamak için kurmaya çabaladıklarını farz ediyorlar. Halbuki, diyelim ki A, bisiklet imalat atölyeleri kursa, bayilikler verse, çalıştırsa, bisiklet ticareti yapsa, bu sayede engelliler bisiklet çalmak yerine (engelli istismarı) bisiklet üretim ve ticaretinde çalışsalar, engelli yakınları oralarda çalışsa, oradan elde edilen gelirlerle yeni hizmet alanları açılsa, kime yararı olacak? Önce engelliye, sonra ailesine sonra da devltin sosyal yükünün azalmasına.

Dışarda gördüğüm şöyle idi: III. Sektör’e girmek isteyen sivil toplum kuruluşlarına, iş yeri kurma aşamasında faizsiz ve vergisiz kredi, hibe, teknik ve eğitim desteği, kamu ile ortaklıklar, arazi temini gibi ön kolaylıklara alınıyorlar. Çalışanlar engelli ise prim ve vergi indirimleri de oluyor. Am iş yeri kurulup ticari hayata çıkınca kendi haline bırakıyorlar. Biz de ise bunları anlatmaya vakit bile olmuyor, iş adamı ya da büyük idarecimizin, siyasetçimizin yüzünde uflama başlıyor.

III. Sektör, aslında, kamunun dernek ve vakıfların hitap ettiği kişilere yapacağı maliyetleri ve hizmetleri büyük ölçüde önleyecek bir alan. III. Sektörde kamu için çok daha verimli ve geri alınabilir maliyetli hizmetler doğurtuluyor.

Ah, siyasetçilerimiz, büyük büyük idarecilerimiz, kamu çalışanları, bürokratlar, teknokratlar, büyük tüccarlarımız, iş adamlarımız dışarıyı daha teknik olarak görebilseler, azıcık seyirci değil de araştırmacı, incelemeci, örnek alıcı gözle bakabilseler… Ya da önlerine gelen dosyaları masanın yanına itmek yerine “emek edip, hazırlamışlar, beni de adam yerine koyup getirmişler” diyerek adam gibi okuyabilseler… Daha orta ve alt kademe idareciler ve memurlar ise bu kuruluşlara ön yargı ile bakma hastalığından kurtulsa.

Aslında bu III. Sektör işi Türkiye’de de kısmen kullanılıyor: Cemaatler ve tarikatlar. Üstelik taraftarları da hazır Pazar.

III. Sektör bir yandan da sermayenin tekelleşmesini engelleyebilir; sermayenin kontrolünün kişilerde (kapitalist sistem) ya da devlet büyüklerinde (sosyalist sistem) olma riskini azaltarak onun topluma yayılmasına, yani sermayenin toplumsallaştırılmasına imkân verebilir. Bu, bir nevi gerçek karma ekonomi olurdu. Bu sayede sermayenin siyasi ve politik gücü ne tek başına burjuvazide ne tek başına devlet idarecilerinde olmayabilir. Tartışılmya değmez mi?

Yazar
Muzaffer METİNTAŞ

Muzaffer Metintaş, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde göğüs hastalıkları profesörüdür. Akademik çalışma alanı akciğer kanseri, mezotelyoma ve plevra hastalıklarıdır. Bilim felsefesi, medeniyet araştırmaları ve ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen