“Hani Rabbin meleklere demişti ki: «Ben muhakkak kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan bir insan yaratacağım. Ona şekil verdiğim ve rûhumdan üflediğim zaman, derhal onun için secdeye kapanın!» Meleklerin hepsi de hemen secde ettiler. “
(Hicr Sûresi)
Türklüğü anlatan yazılarımızda İslâmcıların Şamanizm kokusu alması ne tuhaf…
Bir zaman makinesi olsaydı, zamanda geri kayarak kendi atalarını görselerdi her halde Fâtih Sultan Mehemmed Hân’ı gördüklerinde onun öğrendiği diller, okuduğu kitaplar, merak saldığı san’atlardan dolayı kafalarındaki Müslüman kimliğine uymadığı için Müslüman dahî addetmez, bir gün Türkçü, bir gün şamanist, bir gün fârisi olduğuna hükmedip ter ter tepinirlerdi….
Kendi târihlerini bilmeyen, sâdece oryantalistlerin onlara üflediği söylemler üzerinden kadim târihini ve varlık anlayışını yok sayan bu insanların Batı’yı tanımasından ve onunla münasebet içinde olmalarından daha tehlikeli bir şey yoktur bu ülke için…
Oysa biz tehlikeyi sadece pkk gibi terör örgütlerinde var sanırız değil mi?
Asıl tehlike, kendini Müslüman zanneden insanların sadece din namına bu ülkeye bağlılığıdır.
Çocuklarını yurt dışında okutmuş İslâmcıların çocuklarının bu topraklara aidiyeti makam, mevki, para ve hırs üzerine olmuştur.
Mukaddesatı bir mağduriyet hâline getirip onunla güç elde edenlerden bir tekinin bile bu ülkenin kültür ve medeniyetine katkı sağladığını görmedim.
Bu ülke için can verenler, paraya ve makama sırtını dönenler, tok gözlü olanlar, hizmet ve çabalarını göze sokmayanlar, mağdur olsa da ülkesine arkasını dönmeyenler genelde hep bu “ırkçı” dediğimiz Milliyetçi insanlar içinden çıkmış.
Bu ülkenin İslamcısı çocuklarını yurt dışına göndermek yerine, kendi târihlerine, önce Anadolu’ya, sonra daha geriye… daha daha geriye yolculuk etmelerini sağlayacak bir okuma, terbiye ve şuuru verebilmiş olsalardı bu topraklar kendi varlığına yabancılaşmış, mukaddesatı sadece dilinde sloganlaşmış, hangi rüzgar esse o tarafa siyâsî yön değiştiren, varlığı sadece kendi küçük varlığında gören çorak bir ülke durumuna düşmezdik.
Batı, bodrumlarında kendi çocuklarını yiyen, pedofil ve satanist bir devlet sarmalının içinde günden güne zombileşip dünyayı zifire boğmak için kaynayıp duruyor.
Bu ülkenin bilhassa kendi varlığını büyücülük ve şamanlık sanan ve İslam adına lânetleyen münevverleri toprağa girdikleri zaman, zaman ötesinden bugüne akmış o hak din ve nizâmın, kadim TÖRELİLER’in yüzüne nasıl bakacaklar merak ediyorum.
Münker Nekir belki bunları sormayacak, ezberledikleri üç beş cevap ile yırtıp cennet penceresine konacaklarını sanırlar. O çok korktukları, tirtir titredikleri, üzerlerine kabus gibi çöküp, onları sıkıştıracak, balyoz indirecek meleklerden korktutları kadar Allah’tan korkmayanlar…
Bir Melek Malhun’u öldüğünde neden sıkıştıracakmış?
Dağların taşların yüklenemediği bu garip gönlün yükünü bir ömür göğsünde taşıyan onlar mıymış ki beni sıkıştıracaklar?
Mânâm önünde secde eden meleklerin böyle bir yetkisi olabilir mi bilemem?
Ancak ben öte dünyaya uyandığımda beni ben yapan, düşünce, varlık anlayışı, inanç ve imânın o yüce şahsiyetlerini bir an önce görmek, onlara kavuşmak, kucaklaşmak, ellerini öpmek emelindeyim.
Eteklerine tutunarak o büyük Sancağın altında ON SEKİZ BİN ÂLEMİN PEYGAMBERİNİN ELİNİ ÖPMEK…
Hayatı boyunca şeref ve vakarla yaşamış, harama tevessül etmemiş bir insan öldüğünde neden tavrını değiştirip zillete düşsün?
İnsan olmanın haysiyeti nedir bu âlemde?
Dik durun efendiler!
Yerin üzerinde de!
Yerin altında da!
Bu topraklarda kalbinde “Kürşâd’ın Kînini” taşımayan, gönlünde Yesevî ve Yunus kokusu duyamaz!
Vatan, devlet, yurt tutamaz!
Bilesiniz!
Saliha MALHUN