İspanya, İbretlik Hikâyesiyle Eskinin Endülüsü, Günümüzdeki Andaluzya Ve… Sevgili Türkiye – 1

İspanya Gezimizde bana arkadaşlık eden
Şeyda Ergün Hanımefendiye,
Rehber Murat Usluer Beyefendiye
Teşekkürlerimle…     

 

Büyük şair Yahya Kemal Beyatlı merhum 1929 yılından 1932 yılına kadar büyükelçi olarak görev yaparken İspanya’yı, İspanyol kültürünü çok iyi tanımış ve elbette Endülüs Emevilerinden kalan o tarihi mirasları da.

Kim bilir, belki de unutulmaması için dillerde dolaşan ünlü “Endülüs’te Raks” şiirini yazmış:

“Zil, şal ve gül. Bu bahçede raksın bütün hızı,

Şevk akşamında Endülüs üç defa kırmızı.”

Şairleriyle, çok farklı ressamları, yazarları, flamenkosu ve kendine özgü musikisi ile hülasa zengin kültürüyle İspanya.

Ama ondan önce bakılması gereken bu kültürün zenginleştiren Andaluzya, yani Endülüs…

İber Yarımadasında tam sekiz yüz yıl hüküm süren Endülüs Emevileri…

Sanatı, mimarisi ilmi, kısaca büyük medeniyeti ile çağının Batı Avrupa’daki güneşi olan Endülüs, yani Andaluzya…

İnanılmaz cesareti ve kararlılığı ile gemileri yakan Berberi Müslüman Komutan Tarık bin Ziyad ile başlayan;

Sekiz yüz yıla yakın süren, büyük bilim adamlarının, sanatkârların, düşünürlerin bağrından çıktığı büyük bir medeniyet kuran;

Ardından talihsiz bir şekilde, ufuksuz muhterislerin uzun süre taht kavgalarıyla içten içe tüketilen Endülüs Emevi Devleti…

Son hükümdarı Ebu Abdullah Muhammed’in Gırnata’yı İspanyollara teslim etmesiyle tarihin sonsuzluğunda yok olan Endülüs Emevi hükümranlığı…

Ebu Abdullah Muhammed Gırnata’dan ayrılırken yüksek tepeden son defa öksüz ve yetim şehrine bakarak ah vah edip gözyaşı dökmeye başlayınca yaşlı anacığı Ayşe Sultan içi yanarak, kederle oğluna bakar ve şöyle seslenir:

“- Vaktiyle bir erkek gibi savaşarak savunamadığın şeyler için, şimdi bir kadın gibi ağlamak yaraşır sana!”

Ve…

O tepe şimdilerde bile “Arap’ın ağladığı yer” olarak anılıyor.

Ve… Dilden dile söylenen o ki o “kadın gibi ağlayan” son hükümdar Kuzey Afrika’da bir küçük kasabada dilenci olarak ölür!

Şimdi Andaluzya’da Endülüs Emevileri döneminden kalma pek çok sayıdaki eser sanki inatla sahiplerini bekliyor o günkü güzellikleriyle ve tepelerinde birer çan kulesi var…

Mehmet Akif Ersoy da bu hazin tarihi gerçekten çok etkilenmiş olmalı ki şöyle diyor ünlü şiirinde:

“Endülüs tâcı elinden alınan bahtı kara,

Savuşurken, o güzel mülkü verip ağyâra

Tırmanır bir kayanın sırtına, etrâfa bakar.

Bırakıp çıktığı cennet gibi zümrüt ovalar

Başlar ağlatmaya biçâreyi hüngür hüngür

Karşıdan vâlide sultan bunu pek haklı görür

Der ki: “Çarpışmadan erkek gibi düşmanlarla;

Şimdi, hiç yoksa, kadınlar gibi olsun ağla”

 

Resim 1 – El Hamra Sarayı (Giriş Kapısı Bezemeleri)

Endülüs… İbretlik bir hikâye!  Yani günün Andaluzya’sı ibret almak için görülmesi gereken yerlerden…

Ve…

Evet, Gelelim günümüz İspanya’sına:

İspanya parlamenter demokrasiye dayalı monarşi ile idare ediliyor. Magazin basınının çok sevdiği Kraliyet ailesi ile de pek ünlü.

Diktatör General Franco tarafından 36 yıl idare edilip 20 Kasım 1975’de Franco ölünce bu tarihten iki gün sonra Bourbon Hanedanı’ndan I. Juan Carlos İspanya tahtına çıkıyor.

Şimdinin İspanya’sı Avrupa’nın ekonomisi en kuvvetli devletlerinden biri. Dünya ile kıyaslanırsa 13. Büyük ekonomi.

Gezimiz sırasında özellikle dikkatimizi çeken konuları kısaca sıralarsak:

  • İspanya tarımda da çağı yakalamış ve insan gücünün ötesinde otomasyon sürecine girmiştir. Adeta bir Zeytin ağacı denizi içinde bulunan bu ülkede gördüğümüz manzara şudur:

Neredeyse dağı, taşı zeytin bahçesine çeviren İspanyollar ilkel tarım yapmamakta, zeytin toplamayı dahi makineleşme ile halletmekteler.

Rehberimiz Sn. Murat Usluer’den aldığımız bilgiye göre, zeytinin bahçeden alınmasından zeytinyağı üretimi ve satışına kadar kooperatifler görevlidir. Bu alanda alınan kredilerin faizleri çok düşüktür. Gerektiğinde tarım kesimini rahatlatıcı ekonomik destekler de devreye sokulmaktadır.

Şartlar böyle olunca da İspanya dünya zeytinyağı üretiminde 1,13 milyon ton üretim ile ilk sırada yer almakta ve toplam üretimde % 35,1 payı bulunmaktadır.

Devletin ve AB fonlarının desteği arkasında olan İspanyol çiftçi ve hayvan yetiştiricileri hallerinden elbette memnundur. Zira bu rahat şartlarla diğer işçi kesimi ve halk gibi tarım kesimi mensupları da senede iki defa yurt dışında, iki defa da yurt içinde tatil yapabilmektedir.

İspanya Avrupa’nın en büyük tarım ülkesi olmakla birlikte turizm sektöründe de dünyada sayılı ülkelerdendir.

 

Resim – 2 Zeytin Denizi – İspanya

  • Tarihi, kültürel mirası korunmada son derece titiz bir devlet ve belediyecilik anlayışına sahiptir:

İspanya Endülüs Emevilerini adım adım yıkıp İslâmiyet’i ve Müslümanları yok ettikten sonra onlardan geriye kalan muhteşem mimarinin, sanatın, bilimin ve Endülüs kültürünün üstüne kendi kültürlerini kurma yolunda bir hayli başarılı olmuştur.  Bedeli de Endülüs Medeniyetinin bıraktığı muhteşem izler ve tesiridir. Bu tesir müziklerinde, mimaride ve diğer sanat dallarında açıkça görülmektedir.

Bütün büyük camilerden başlanarak neredeyse en küçük mescitlere kadar dini yapılar çan kuleleri eklenerek Hıristiyan mabetlerine çevrilmiş, saraylar başta olmak üzere bütün güzel yapılara el konulup Müslüman ahalinin ellerinden her şeyi alınarak kovulmuş, yok edilmiştir.

Ancak işin ilginç tarafı şudur: Geriye kalan maddi unsurlar çok büyük bir titizlikle korunmuştur. Restorasyon söz konusu olunca devletin en üst düzey yetkilileri meseleyi ele alıp ülkenin en değerli bilim adamlarıyla konu büyük bir dikkat ve sabırla çözüme kavuşturulmakta, en küçük bir renk değişikliğine dahi müsaade edilmemektedir.

  • Planlı şehirleşme:

Gezdiğimiz bütün şehirlerde gördüğümüz, bu şehirlerin son derece muntazam bir plan dâhilinde büyüdüğü, bina renklerinde dahi gayet güzel bir birlik ve uyum yakaladığıdır. Şehirden şehre giderken köylerinde,  bahçelerinde dahi herhangi bir dağınıklık fark etmedik.

  • İspanyolların kurallara uymada gösterdiği dikkat:

İspanya’da gezdiğimiz bütün şehirlerde en küçük bir başıbozukluk, kurala uymaktan kaçma yoktu. Trafik kurallarında büyük bir titizlik söz konusu idi. Korna sesi duymadık. Fiyatlarda pazarlığa rastlamadık. Ama Faslı lafazan dükkân sahibi ürününü “Müslüman Türk, biz kardeş” indirimi yaparak satmaya kalktı. Aynı ürünün daha ucuzunu iki dükkân ötede Müslüman olmayan bir mağazada gördük!

İspanya’daki şehirlerle ilgili tespitlerimizi de ifade etmeye çalışalım:

  • Madrid:

Bu günkü İspanya’nın başkenti Manzanares Nehrinin içinden geçtiği, bir zamanlar yemyeşil bir taşra şehri imiş.  Endülüs Emevilerinin ünlü şehirlerinden olan bu kentin adı o dönemde Arapça “su kanalı” anlamına gelen Macerit.

Macerit’in hüzünlü hikâyesi 1083 yılında Kastilya Krallığının eline geçmesiyle başlıyor. Yukarıda da ifade etmeye çalıştığımız gibi bu çok acı hikâyenin kahramanları olan Müslüman ahali neredeyse yalınayak olarak kendi vatanlarından kovuluyor…

Ve…

1085 yılında Kastilya Kralı VI. Alfonso Kurtuba’dan sonra ikinci büyük şehri olan Tuleytulâ’yı da alıp bu şehirlerde kalan camilerin, kilise olarak yeniden kutsanması emrediyor…

Neticesinde Endülüs Emevi döneminde tipik bir kale şehri olan Madrid’de Kurtuba Camiinden sonra en ünlü camii olan El Medine Ulu camiinin yerinde şimdi Almudena Katedrali ve Kraliyet Sarayı hükmünü sürdürüyor!

Bizce Madrid’de ilk önce görülecek yerlerden biri Thyssen-Bornemisza Müzesi. Müzede sergilenen eserlerin tamamı zengin iş adamı ve sanat meraklısı olan Baron Hans Heinrich Thyssen-Bornemisza’nın özel koleksiyonu.

 

Resim 3 – Thyssen-Bornemisza Müzesi – Madrid

Bu koleksiyon Avrupa sanat tarihindeki sekiz yüz yılı kapsayan özgün eserlerden meydana getirilmiş. Özellikle14. ve 15. yüzyıl İtalyan ressamların eserleri çok dikkat çekici.

Bunun yanında başta Ducio olmak üzere Flaman ve Hollandalı ressamlar Jan van Eyck, Albrecht Dürer, Hans Holbein’in, Rönesans, Barok dönemlere ait sanatçılardan Antonello da Messina, Titian, Sebastiano del Piombo, Caravaggio, Rubens, Van Dyck, Murillo, Giambattista Pittoni, Rembrandt, Frans Hals, Domenico Ghirlandaio ve Vittore Carpaccio’nun eserlerini bu koleksiyonda görebilirsiniz.

Yine bu müzede ve bu koleksiyonda İzlenimcilik Akımına mensup sanatçılar arasında Claude Monet, Auguste Renoir, Edgar Degas ve Vincent van Gogh’un da eserleri bulunuyor.

  1. yüzyılda eser vermiş sanatçılar arasında Picasso, Piet Mondrian ve Edward Hopper’ın eserleri bu koleksiyonla Müzede sergilenmekte.

Bunun dışında Madrid’de Aslanlar tarafından çekilen araba üzerindeki Tanrıça Kibele’nin devasa heykelinin bulunduğu Cibeles Çeşmesi, Gran Via Caddesi, Palacio Mercado de San Miguel Sarayı, şehrin en değerli alanı olan, değişik mimarisi ile çok dikkat çeken Plaza Mayor meydanı, Puerta del Sol (Güneş Kapısı) Madrid’in en işlek ve en çok turist çeken yerleri.

 

Resim 4 –Kibele Çeşmesi – Madrid

Evet…

Ama bizim aklımızda hep Andaluzya var: Yine tekrar edelim, Endülüs… Aslında derin bir kederin, iç yakıcı bir kaderin yaşandığı tarihi bir coğrafya Andaluzya…

Tarık Bin Ziyad İspanya’sının, görkemli Endülüs Emevi Devletinin Macerit’i bugünün Hıristiyan İspanya’sının Madrit’i…

Aklımıza Selanik, Kayalar geldi nedense…

Geçelim…

  • Kurtuba (Cortoba):

Fenikeliler tarafından kurulan, Endülüs Emevi Devletinin başkenti Kurtuba bir vadi şehri. Ünlü Guadalquivir (Wadi Al-Kabir Nehri bu kentten geçiyor. Şehrin kuzeyinde Sierra Morena dağları sıra sıra dizilmiş.

Kurtuba II. Kartaca Savaşından sonra Romalılar tarafından Baetica eyaletinin merkezi yapılmış. Buraya yerleşen Romalılar içinde çok sayıda soylu kişinin bulunması dolayısıyla Patria Colonia (babalar [konsiller/senatörler] şehri) adıyla tanınmış o zamanlar.

Tarihi kaynaklara göre Coğrafyacı Strabon Kurtuba’nın İspanya’nın en büyük şehri olduğunu anlatıyor. Zenginliğini de Baetis (Guadalquivir) nehri kıyısında yer almasına, yakınındaki madenlere ve vadinin bereketli topraklarında gelişen tarım ve hayvancılığa bağlıyor.

Ünlü Latin şairi Martialis şiirlerinde övdüğü, Arapların Endülüs’ün gururu dedikleri bu şehir V. yüzyılın ilk çeyreğinde Vandallar tarafından yakılıp yıkılarak harap edilmiş.

Bir süre Vizigot hâkimiyetinde kalan, ardından Târık b. Ziyâd’ın kumandanlarından Mugīs Er Rumi tarafından alınan şehrin günümüzde nüfusu 300.000’in üzerinde.

Endülüs Emevi döneminde dillere destan güzellikte olan bu kent aynı zamanda Avrupa’da cadde aydınlatmasına sahip ve hamamları olan ilk şehir.

O zamanlar Kurtuba’da 200.000 ev, 600 cami ve medrese, 800 hamam, 50 hastane ve çeşitli sanayi tesisleri bulunuyor tarihi kayıtlara göre.

Kurtuba III. Abdurrahman zamanında ihtişamının zirvesine yükselirken bu hükümdar anlı şanlı Medinetül Zehra Sarayını Cordoba’nın eteklerine yaptırıyor.

  1. Hakem’in yaptırdığı kütüphanede 400.000’e yakın kitap bulunduğu söyleniyor.

Özellikle X. yüzyılın sonlarında yönetime hâkim olan Hâcib İbn Ebû Âmir el-Mansûr zamanında bir ilim merkezi haline gelen başkent, Avrupa, Kuzey Afrika ve hatta Asya’dan ilim adamlarını kendine çekiyor.

Ve…

Kurtuba, tarihi boyunca çeşitli ilim dallarında ve özellikle edebiyatta temayüz etmiş pek çok renkli insan yetiştirmiş.

Bunlardan birkaç isim sayarsak: Romalılar döneminin ünlü hatibi Seneca ile oğlu filozof Seneca ile torunu ünlü şair Lucanus;

İslâmî dönemde de el-ʿİḳdü’l-ferîd adlı şiir antolojisi Doğu’da ve Batı’da bir klasik haline gelen İbn Abdürabbih, ilk dönem âlim-filozofu İbn Meserre;

Aşk üzerine yazdığı Ṭavḳu’l-ḥamâme adlı eseriyle tanınan, aynı zamanda Batı Avrupa’daki ilk ciddi karşılaştırmalı dinler tarihi kitabının sahibi olan İbn Hazm;

Ḥay b. Yaḳẓân’ın yazarı İbn Tufeyl’e ve Spinoza’ya ilham veren yahudi filozof-tabibi İbn Meymûn,

Mâlikî fakihi İbn Rüşd ve torunu ünlü filozof-âlim İbn Rüşd, kıraat âlimi Dânî, tarihçi, fıkıh, hadis âlimi İbn Beşküvâl, hadisçi Ahmed b. Ömer el-Kurtubî,

hadisçi ve kıraat-nahiv âlimi İbn Sa’dûn el-Kurtubî ile muhaddis-müfessir Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî..

Ama…

İç çekişmeler, bölünmeler, ufku göremeyen basiretsiz yöneticiler ve daha sayamayacağımız pek çok faktör sebebiyle zayıflayan, bölünen Endülüs Emevileri hazin sona doğru yaklaşıyor, iç isyanlar başlıyor.

Bu harika şehirde hükümet daireleri için yapılan görkemli Medînetüzzâhire de isyanlardan nasibini çok kötü bir şekilde alıyor, 1013’te Berberî isyancılar tarafından yerle bir ediliyor ve şehir Berberîler tarafından yağmalanıyor…

Ve…

O ünlü, şanlı, medeniyet şehri olan Kurtuba bitme noktasına geliyor, yıl 1236…

Kastilya-Léon Kralı III. Fernando zapt etmek için fırsat kolladığı güzelim Kurtuba’yı kolayca alıyor!

Kurtuba eski günlerin ihtişamı bir daha yaşayamadığı gibi bir de Napolyon ordularının saldırı ve yağmalama felâketine uğruyor…

Endülüs Emevilerinin inşa ettikleri yedi kapılı surlardan geriye küçük kısmının kaldığı Kurtuba’da o kültürün devamı olan bir zanaat hâlâ yaşamakta: O dönemlerde Şam’da çok makbul olan gümüş takı yapımı Kurtuba’da da yaygın ve ustaları da meşhur.

Bu zanaat yüzyıllarca hep beğenilince pek güzel olan gümüş işlemeler bugün de Kurtuba’da yaşamaya devam ediyor. Elbette turistlerin de ilgi odağı.

Ve… Sanki Kurtuba inatla eski günleri sürdürmek istiyor. Zira eski ve yeni binalar arasında gözle görülen pek az bir fark var ve hemen hepsi beyaza boyalı.

Endülüs Emevilerinin güzeller güzeli rüyalara benzeyen, muhteşem döneminde olduğu gibi Müslüman dönemin görkemli başkenti, şimdinin Kortoba’sında merkeze doğru gidilen caddeler daralıyor.

Gelelim Kurtuba Camiinin hikâyesine:

En büyük amacı başşehrini Batı İslâm dünyasının merkezi haline getirmek olan I. Abdurrahman Kurtuba’da büyük bir cami yaptırmaya karar verince bu yapının özgün planını bizzat kendisi çizer. Zira bu cami en az Şam’daki büyük camiler kadar görkemli olmalıdır!

 

Resim 5 – Kurtuba Ulu Camii – Dış Görünüş

Kurtuba Ulu Cami’nin inşaatını başlatır. Ama bitirilmesi halefi I. Hişâm’a nasip olur.

İspanya gezimizde özellikle görmek istediğimiz bu muhteşem cami şehrin ortasından geçen Guadalquivir (Wadi Al-Kabir) ırmağının kenarında bulunmakta. Dünyanın en büyük, en eski camilerinden biri olan bu mabet çeşitli eklemelerle 175 metre uzunlukta, 134 metre genişlikte muazzam bir yapıya dönüşmüş olup halen UNESCO’nun dünya mirası listesindedir.

Bu olağanüstü güzel mimari yapının pek hoş olan avlu kapılarını geçtikten sonra palmiyeler, selvi, zeytin, portakal ağaçlarının bulunduğu avlusuna ulaşıyorsunuz.  Elbette bu muhteşem camie girdiğinizde sizi uhrevi bir hava karşılıyor.

İspanyollar avizeler yerine kandil tipi lambalarla aydınlattıkları camie ”mescid” kelimesinden kaynaklanan “La Mesquita-Katedral” adını vermişler.

Camiin içinde ilk dikkatimizi çeken koridorlardaki tavan bezemeleri oldu.  Bu harika bezemelerin malzemeleri yüz yıllar evvel Lübnan’dan getirilen sedirinden elde edilmiş ahşap anlatıldığına göre.

 

Resim 6 – Kurtuba Ulu Camii – İç Mekân

Dünyadaki en fazla sütuna sahip olan bu muhteşem camiin çok ünlü olan oymalı mermer mihrabı bütün camiler içinde en güzel mihraplardan. Duvarlarda kûfî yazılar lacivert zemin üzerine altınla yazılmış.

At nalı şeklindeki Mihrap kemerini taşıyan sütunlar da aynı güzellikte. Yüzyıllara meydan okuyan iç süslemeleri ince ince işlenmiş, kendi zamanının olgun, zarif, harika sanat anlayışını ne güzel anlatıyor.

Pek çok fildişi parçayla, değerli taşlardan altın çivilerle yapılan minber de gerçekten nadide bir mücevher gibi hayranlık uyandırıcı.

Ve… Böylesi güzeller güzeli bir eser 1236’da katedrale çevrilmiş. 1523’te çeşitli ilaveler yapılmış. Bu harika eserdeki mimari özellik, kendisinden sonraki pek çok esere örnek olmuş.

Tekrar edelim, bu tarihi şehirde de İspanyollar ele geçirdikleri şehirlerdeki camileri kiliselere, katedrallere çevirip tepeye bir çan kulesi dikmişler ve çok iyi korumuşlar.

İspanyollar Endülüs’ün güzel olan her şeyini sahiplenmişler, kütüphaneler hariç. Şehir meydanlarına yığdıkları güzelim el yazması, ilmi, sanatla ilgili kitapları cayır cayır yakmışlar…

Bir zamanların Müslüman, anlı şanlı, görkemli Kurtuba’sı…

Mehmet Akif Ersoy ne kadar da haklı!

 

  • Granada (Gırnata)

İspanyolların sahiplendikleri, korudukları en önemli eserlerden biri Granada (Gırnata) şehrindeki El-Hamra Sarayı.

Nasıl sahiplenmesinler ki. Muhteşem bir mimari eser. Kendi kültür dairesinde bir eşi daha bulunmamakta.

Sarayın bulunduğu şehir Granada (Gırnata) bir zamanlar Endülüs Emevilerinin en güzel şehirlerinden olup nüfusu 250000 civarında ve Sierra Nevada dağlarının eteklerinde kurulmuş.

 

Resim 7 – Granada (El Hamra Sarayı)

Bu şehirde elbette halen Endülüs kültürünün tesirini ve izlerini görmek mümkün.

Saraya gelirsek: Sadece bahçelerini gezebildik. Çok bakımlı, fevkalade güzel bahçeler İspanyolların özenli bakımı sayesinde güzelliğini hiç kaybetmemiş. Çok muntazam ve düzenli yollardaki yaşını tahmin edemediğimiz çeşit çeşit ağaçları, sayısız, rengârenk çiçek düzenlemeleri, havuzları, değişik meyve, sebzeleriyle Endülüs sultanları ve sülalesi burada adeta cenneti yaşamışlar diyebiliriz.

Ve… İspanyollar bu bahçeleri 24 saat bakım, gözetim altında tutuyorlar. O harika bahçelerin güzelliklerini aynı minval üzere tutmak için özel gayret sarf ediyorlar.

 Bu bahçelere Cennet-ül Arif bahçeleri adı boşuna verilmemiş.  Zira bu bahçeler sadece çiçek, havuz ve ağaçlardan oluşmamış. Sebze ve meyve de yetiştirilmiş, yaşamak için ne lazımsa, en güzeli ve lezizinden elde edilmeye çalışılmış o akıp giden zamanda, şimdi tarihini hüzünle okuduğumuz Endülüs Emevi döneminde.

Sarayın hikâyesi de çok uzun. Özetlersek: Önceleri MS 889’a kadar uzanan, Roma Dönemi surlarının üzerinde bulunan küçük bir kale Gırnata.

Emir Muhammed Nasır döneminde bugünkü hale getirilmiş ve yüksek surlarla, 37 kulesi ile korunmuş.

Yapımı 150 yıldan uzun süren, bütün duvarlarında, binlerce kez işlenmiş olan “Allah’tan Başka Galip Yoktur” yazıları ve süslemeleri ile görkemli bir saray ve İslam mimarisinin batıdaki en büyük, en güzel temsilcisi olan El Hamra, Sultan 12. Muhammed eli ile inanılmaz bir yüreksizlik ve korkaklıkla, Kraliçe Isabel’e teslim edilmiş.

Kraliçe bu zaferden hemen sonra elbette bu olağanüstü güzel sarayı, bu nadide mücevheri İspanya Kraliyetinin baş sarayı ilan etmiş ve Kristof Kolomb’un seyahatini başlatan kraliyet kararları bu kederli sarayda alınmış.

Bu kentteki İspanya kültür mirası listesinde ve koruması altında olan eski Müslüman mahallesi Albaicin,  Sacromonte Çingene Mahallesi ve burada bulunan yapay mağaralarda gösterilen Çingene dansları turistlerin ilgisini fevkalade çekmekte.

Ve…

Bir mimari şaheser olan El Hamra’nın güzelim Gırnata’sından, şimdinin Granada’sına…

Aklınıza Belgrad gelmedi mi?

  • Toledo (Tuleytulâ)

Bir başka Endülüs şehri olan Tuleytulâ’dan kısaca bahsedelim:

Kayalık bir bölgede olan, yüksek surlarla biçimlenen şehir, Madrid’in 70 Km güneybatısındaki Kastilya-La Mancha bölgesinin başkenti.

Roma, Vizigot döneminden sonra pek çok defa el değiştirip Endülüs Emevilerinin en önemli kentlerinden biri olan Toledo Tejo Nehri ile çevrili. San Martin, Alcantara Köprüleri bu nehir üzerinde kurulu ve şehrin iki yakasını birbirine bağlıyor.

Toledo’daki Iglesia de Salvador, Puertor de Bisagra, Santa Maria la Blarca, Primada Katedrali ve Mezquita Crsito de la Luz da Müslüman İspanya dönemindeki camiler…

Yine bu şehirde Avrupa’nın en eski sinagogu, camiden çevrilmiş onlarca kilise, katedraline kadar birçok önemli yapı mevcut.

 

Resim 8 – Toledo

1561 yılına kadar siyasi, kültürel, ticari ve askeri merkez olan Tuleytulâ Cervantes’in  “Don Kişot” adlı eserinin hikâyesinin önemli bir kısmının burada geçmesi sebebiyle UNESCO Dünya Mirasları listesine girmiştir.

Şehrin Endülüs mirası Şam İşi (Damasquinado) adı verilen, farklı ayarlardaki altın, gümüş kullanılarak el işçiliği yapılan zarif telkari ürünleri de ilgi çekici.

Endülüs’ün Tuleytulâ’sı, günümüzün İspanyol Toledo’su…

Sahi, neden aklımıza Üsküp takıldı?

  • Sevilla

Bir İber kasabası olarak kurulan, Roma dönemi Hispalis adıyla anılan Sevilla… Yani Endülüsüs’ün güzeller güzeli İşbiliye’si, İspanya’nın güneybatı kesiminde Endülüs bölgesinin merkezi ve en büyük şehri. Toplam nüfusu şehir merkezi ve kasabalar ile beraber 1.758.720’dir.

Atlas Okyanusundan 87 km kadar içeride, Guadalquivir Nehrinin doğu yakasında yerleşik. Bir iç liman olan Sevilla günümüz İspanya’sının dördüncü, Avrupa’nın 26. büyük kenti.

Geçmişte de bir kültür merkezi, Müslüman İspanya’nın başkenti ve Yeni Dünya’ya düzenlenen keşif seferlerinin başlangıç noktası olarak önem taşımış.

Resim 9 – Sevilla (İspanyol Meydanı (Plaza de España)

Tekrarlarsak o dönemdeki Müslüman idarecilerin birbirine düşmeleri ve diğer sebeplerle 1248’de Kastilya ve León Kralı III. Fernando tarafından zapt edilen Sevilla, tarihi seyir itibariyle İspanyol İmparatorluğu’nun Atlantik ötesi ticaretinin kapısı olarak tanınıp 16. yüzyılda Batı Avrupa’nın en büyük şehirlerinden biri oluyor.

Amerika’nın keşfi ile bu kıtaya yönelen çok büyük sayıdaki göçmenlerin Sevilla limanından yeni kıtaya gitmesi sebebiyle 1588’de 150 bine ulaşan nüfusuyla bu kent İspanya’nın en kalabalık ve en varlıklı şehri haline geliyor.

Aynı zamanda Endülüs bölgesinin sanat, kültür ve ekonomi merkezi Sevilla’da İspanyol halkının çok övündüğü ressam Diego Velázquez, Francisco de Zurbaran ve Bartolome Esteban Murillo, heykeltraş Juan Martínez Montañés ile şair Fernando Herrera gibi büyük sanatçılar bu şehirde yetişen ünlülerden.

Yine bu şehirde bulunan Alcázar Sarayı, Katedral ve Hint Adaları Genel Arşivi, üç binadan meydana gelen yapılar bütünü olarak UNESCO Dünya Mirasına dâhil edilmiştir.

“Alcazar” aslında “el kasr” köşk, saray anlamında olan, Türkçeye de geçmiş bir kelime. Endülüs’ün Sevilla, Granada, Córdoba, Segovia, Toledo ve Jerez de la Frontera şehirlerinde inşa edilen bu kasırların güzellikleri dillere destan.

Şimdi… Şimdi bu yapılardan en güzel olanını, kraliyet sarayı olarak kullanılan Emevî sarayı Alkazar’ın özelliklerine kısaca değinelim:

Müslüman İspanya’nın İşbîliye’sindeki İslâmî yapılar topluca Alcazaba (Al-kasaba) denilen eski şehir merkezinde yapılmış.

Resim 10 – Alkazar Sarayı

 

Alkazar Sarayı,  Endülüs zamanında altın yaldızlı çinilerle kaplı olması sebebiyle “Altın Kule” olarak ünlenen ve 1220 yılında inşa edilen on iki köşeli büyük kubbeli camii(şimdinin katedrali), günümüzde çan kulesi olarak kullanılan büyük minare (la Giralda)  bir üçlü yapı meydana getirmiştir.

Saray ilk kez Endülüs’ün Muvahhidî Sultanı Ebû Ya’kūb Yûsuf tarafından Tuleytulalı (Toledo) mimar Calubî’ye inşa ettirilmiş.

Şimdi… Şimdi bir parantez açalım ve şu acı gerçeğin altını kalın çizgilerle çizerek hatta iyice karalayarak belirtelim:

Kastilya-Leon Kralı Zâlim I. Pedro’nun yardımıyla ikinci defa tahta geçiyor Gırnata (Granada) Benî Ahmer Sultanı V. Muhammed.

Bu tuhaf Sultanın gönlü bulanıp içi hiç sızlamış mıdır acaba? Sevilla elden gitmiş, umurunda mıdır acep? Demek ki o zamanda hain bolmuş!

Ve… Minnetten midir, korkudan mıdır ki Sultan V. Muhammed Alkazar Sarayının yeniden imarı için Gırnata’dan ustalar gönderiyor?

Neticede Tuleytula’dan getirtilen Müslüman marangozlar da işin içine girince Alkazar yeniden düzenleniyor hem de şaşmaz bir şekilde Endülüs zevkine göre.

Acayip bir hal!

Portakal, limon ağaçları, yaseminlerle bezenmiş çok geniş bir bahçenin içinde yer alan Alkazar Sarayı İslâm saray mimarisinin en tipik örneklerinden biri. Sanat Tarihçilerine göre bugün İslâm sanatının Hıristiyan sanatına uyarlanmasının en güzel misali kabul ediliyor.

Ortasında havuzları bulunan üstü açık avluların çevrelediği kapalı mekânlarıyla şaheser olan bu mimari yapıyı tasarlayan mimarlar ve ustaları suyu bir resim malzemesi gibi kullanmış: Havuzlardaki ve çeşmeden akan suya güneşin yansımasıyla duvara akseden ışınlar parlak çinilerde raks ediyor adeta. Yine havuzdaki durgun suya yansına revaklardaki bilumum güzellik de rüya gibi. Tarihi kaynaklar böyle anlatıyor…

Hey gidi Endülüs hey!

Neyse…

Bu zalim I. Pedro anlaşılan o ki Endülüs sanatına çok vurgun.  Alkazar Sarayının açık olan elçi kabul salonunun üstünü içi kabartmalı arabesk motiflerle bezenmiş altın yaldızlı bir kubbe ile kapattırıyor.

Hıristiyan hükümdar I. Pedro Alkazar Sarayının Arapça kitâbelerine de büyük hayranlık duyuyor. Niye mi?

Bu kitabeler Arapça.  Ama…

Ama yazılarında “Sultan Don Pedro”ya hayır dualar ediliyor!

XIV. yüzyıl İspanya’sı… Endülüs kültürüne hayranlığın ötesinde Müslümanları yok edip kültürüne sahiplenme tutkusu içine nasıl da yerleşmiş…

Aklımıza nedense bir zamanlar güzeller güzeli Osmanlı kenti Bağdat geldi!

Bugünün Bağdat’ını yerle bir eden ABD askerleri önce ünlü Bağdat Müzesini talan etmedi mi?

Bir neyse daha…

Miguel de Cervantes, XX. yüzyılda İspanya İç Savaşı’nda çok zor zamanlar yaşayan Sevilla’nın hapishanesinde yattığı sırada ünlü Don Kişot romanını hazırlamış.

Sevilla, İspanya’nın flamenko merkezi olarak kabul edilen Cadiz şehrine, özellikle de bu şehrin Jerez de la Frontera kesimine ilave olarak, önemli bir flamenko merkezi kabul edilmektedir. Ayrıca bölgeye özel Sevillanas adı verilen bir dans çeşidi de mevcut.

Tam da sırası, deyip Üstat Yahya Kemal Beyatlı’nın o güzel şiirine ilham olan Flamenko Gecesi’ne gelelim:

Gerçekten zor, hüzünlü halk müziği diyebileceğimiz bir müzikle yapılan, bir danslı tiyatro gösterisidir flamenko ve tarihi 14. Yüzyıla dayanıyor.

Varlıklı kesimce dışlanan Arapların, Yahudilerin ve zengin kesimin hor gördüğü yoksul Hıristiyan ahalinin sadece işçi olarak, adeta nefes almadan çalıştırıldıkları, sohbetle vakit geçirmemeleri için konuşma yasağının olduğu zamanlarda kendilerini ifade etmek için ortaya çıkan, mimiklerle ruh hallerini anlattıkları çok ilgi çekici gösteriyi Sevilla şehrinde seyrettik.

Özellikle kırmızı rengin üstün olduğu, kat kat fırfırlı, pırıltılı, uzun etekli ve uzun kollu, bilinen, klasik flamenko elbiseli kadın dansçıların uzun siyah saçları, topuzları, çok süslü şalları, gülleri, tarakları, yelpazeleri ile acıyı, hüznü, kederi ifade eden mimikleri, kaş çatmaları, zarif el hareketleri, etek, şal ve yelpaze kullanmaktaki maharetleri Üstat Yahya Kemal Beyatlı’ya haklı olarak o güzel şiiri yazdırmış belli ki.

Resim 11 – Flamenko; Zil, Şal ve Gül

 

Yine erkek dansçıların aynı yüz ifadeleriyle, kadın dansçılarla müşterek figürleriyle, sadece topuklar ve ayaklarla yapılan bir tür müzikle, el çırpmalarla, hüzünlü ezgilerle, gitarla bir bütün olunca seyredilesi, içli, duygu yüklü bir müzikli tiyatro ortaya çıkıyor.

Bundan başka Sevilla’da görülmesi gereken İspanya Meydanı, Altın Kule, Paula Rahibeler Manastırı, havuzları ve bahçeleri ile ünlü Maria Luisa Parkı, ünlü Santa Cruz Meydanı turistlerin uğrak yerlerinden.

Aklımıza niye Kırcaali geldi? Niye burnumuzun direği sızladı?

  • Valensiya:

MÖ 138 yılında bir Roma kolonisi olarak kurulan Valensiya’da VIII. yüzyılda Endülüslülerle birlikte her yönden büyük bir gelişme meydana geliyor. Yeni sulama sistemleri ile tarımdaki ekonomik şahlanış kültür ve ilim hayatını da etkiliyor. Yüzyıllar süren büyük bir medeniyet yaşanıyor.

Ama…

Ama diğer Endülüs şehirleri gibi Valensiya da aynı hüzünlü kaderi paylaşıyor: Aragonlu Hıristiyanların 1238 yılında şehri fethetmesiyle birlikte şehir, Valensiya Krallığı’nın başkenti oluyor. 15. yüzyılda şehrin nüfusu gelişen ticaretle birlikte Avrupa’nın en büyük şehirlerinden birine dönüşüyor.

İsmi Latince’de, ‘güçlü, kuvvetli’ manasına gelen Valencia, şimdi İspanya’nın nüfus bakımından en kalabalık üçüncü şehri ve sanat, kültür hayatıyla da tanınıyor.

Endülüs Emevilerinin 13. yüzyılda cami olarak inşa ettiği ve Plaza de la Virgin Meydanında olan Valencia Cathedral (Catedral de Santa María de Valencia) Gotik, Barok, Neo-klasik dönemlerin özelliklerini taşıyor. Valencia’nın en önemli tarihi yapılarından biri olarak kabul ediliyor.

Resim 12 – Valensiya (Katedral)

 

Katedral’de bulunan Kutsal Kâse de İsa’nın Son Akşam Yemeği sırasında kullandığı düşünülen bir kâse diye tanınıyor.

Bir başka Gotik yapı olan Llotja de la Seda, İspanya’da en önemli tarihi anıtlardan biri ve 15. yüzyılda inşa edilmiş bir eski İpek Borsası.  UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde.

Her ülkede olduğu ve bizde bolca yaşandığı gibi elbette İspanya’da da sel baskınları, nehir taşkınları olmuş. Ama İspanya sel baskınlarına karşı bizden çok farklı bir çözüm bulmuş.

1957 yılında Valensiya’da Turia Nehri taşıp çok sayıda insan boğulunca ortalık ayağa kalkıyor ve derhal ilgililer toplanıp harika bir planlama ile koca nehrin yatağı değiştiriliyor, eski yatakta çok başarılı bir rekreasyon alanı oluşturuluyor.

Bu rekreasyon alanının içinde çeşitli müzeler, sinema, opera salonu, Valencia City of Arts and Sciences (Sanat ve Bilimler Şehri), Okyanus Parkı, bisiklet yolları, yürüyüş parkurları, Turia Bahçeleri (Jardines del Turia) ve daha birçok etkileyici yapı bulunuyor.

Avrupa’nın en büyük ve modern bilim merkezlerinden biri olan, sanatkârlar Santiago Calatrava ve Félix Candela tarafından tasarlanan Valencia City of Arts and Sciences (Sanat ve Bilimler Şehri) 1998 yılında bitirilmiş. Son derece ilgi çekici bir mimarisi olan kendine özgü ve görülesi eserlerden.

Resim 13 – Valencia City of Arts and Sciences

 

Valensiya’nın güneyinde yer alan, 21.000 hektarlık bir alanı kapsayan bir sulak alan olan Albufera Doğa Parkı nadir tuzlu tatlı su gölü ekosistemleri arasında ve kuşların, balıkların, bitkilerin yaşaması için ideal bir habitat.

Malvarrosa Plajı, Valencia’nın tanınan plajlarından biri. Akdeniz’in kıyısındaki bu plaj uzun, geniş, kumlu sahil şeridine sahip ve birçok restoran, kafe ve bar bulunuyor.

Ve… Şimdi kimilerinin eski tarih sayfasında kalan Endülüs’ün bir medeniyet şehri olan bu şehirden günümüzün Andaluzya’sındaki Valensiya’ya…

Şimdi… Endülüs’ün muhteris ama ufku okumaktan yoksun sultanlarına üzülelim mi? Yoksa beynimizde dolaşıp duran İşkodra’ya hüzünlü bir selam mı gönderelim?

  • Girona

Onyar, Galligants ve Güell nehirlerinin birleştirdiği bölgede bulunan Girona Katalonya’nın en küçük şehri.

İberya döneminde adı Gerunda olan şehir Roma, Vizigot hâkimiyetinden sonra çok kısa bir dönem Müslümanların elinde kalmış, neticede Barselona Kontluğu tarafından zapt edilmiştir.

Bu sebeplerle tarihi eser açısından bir hayli zengin olan Girona’nın bütün yapıları taştandır ve çok iyi korunmuştur. Öyle ki tarihi sokaklarda yürürken karşınıza birden etekli bir Roma askerinin veya o zamanın kıyafetiyle, kolunda sepetiyle gencecik bir kadının çıkabileceğini düşünüyorsunuz veya beyaz kıyafeti ile koşuşturan bir Müslüman tüccarı mı ya da koltuğunun altında tezhiplerle süslü yazma eserler olan, ağır adımlarla, düşüne düşüne yürüyen bir âlimi mi?

Resim 14 – Girona

 

İspanya’nın Katalonya bölgesinin kalbinde yer alan bu tarihi şehirdeki Girona Katedrali, Sant Pere de Galligants Manastırı, Sinema Müzesi ve Devesa Parkı San Felix Bazilikası, şehir surları Muralles de Girona, gerçekten çok iyi korunmuş.

Bunların yanında Yahudi Tarihi Müzesi ve sergi merkezi CaixaForum da turistlerin uğrak yerlerinden.

Ne demeli, İstiklal Marşımızın büyük şairi Mehmet Akif Ersoy ne kadar da haklı!

  • Figueras ve Ressam Salvador Dali

Bu kenti önemli kılan Salvador Dali’nin doğduğu yer olması.

Dali’yi anlatmaya gerek yok. Sürrealist akımın resim sanatında en ünlü temsilcisi. Gerçeküstülük akımının en iyilerinden kabul edilmesinin sebebi tasarımlarındaki çılgınlığa varan bir tarza sahip olması.

Müzede gördüğümüz neredeyse bütün tablolarında bu çılgınlıktan az ya da çok nasibini almış.

Dali’nin yaşama biçimi de normalin çok ötesinde. George Orwel’e göre de adi bir suçlu, cezalandırılması gereken bir sapık.

Resim 15 – Salvador Dali

 

Çılgınlığına bir örnek verelim: Oscar ödülleri için bir eseri ile başvuruda bulunuyor. Ama ona Oscar ödülü verilmeyince çok sinirlenip müzesinin girişinde bulunan alanın duvarlarının nişlerine devasa Oscar heykelleri yapıp bir tür protesto ile kendini ödüllendiriyor.

Gençlik dönemlerinde solcu olan Dali’nin ikinci dünya savaşı tehlikesini sezince ABD’ne kaçması, General Franco’ya biat etmesiyle sanat dünyasında büyük bir kesimi karşısında bulup ölünceye kadar bu çekişme devam ediyor.

Elbette İspanyollar bu delilikle dâhilik arasında gezindiği İspanyol sanatçıya çok iyi sahip çıkıp tanınması için bütün desteği vermişler. O da karşılığında ünüyle İspanya’ya turist yağdırmış.

Aslında küçük bir yerleşim yeri olan Figüras için çılgın, popüler, aykırı ressam olan Dali adeta sihirli bir parmak olup bu kasabaya dokununca burası turistlerin kaynadığı bir merkez olmuş vaziyette.

Nasıl mı oluyor?

1904 yılında burada doğan ünlü sürrealist sanatçı Salvador Dali doğduğu bu yerde bir iz bırakmak ve eserlerini sergilemek için tasarımın tamamı kendisine ait olan bir müze kuruyor Belediyeden ve üst düzey yetkililerden de büyük destek almış.

Ve… Neredeyse en küçük bir çizgisi bile sergilenmekte.

Bu müze en büyük Dali koleksiyonuna sahibi. Dali’nin en büyük yapıtı olarak şöhret bulmuş. Dali’nin farklı teknikler kullanarak yaptığı 4000’den fazla ürünün bulunduğu müzede dünyada resim, heykel, moda alanında ses getirmiş eserlerin asılları bu müzede görülebilir.

Resim 16 – Salvador Dali MÜzesi

 

  • Barselona

Katalonya’nın başkenti Barselona söylentiye göre MÖ 3. yüzyılda Kartacalılar tarafından eski bir İberya kenti üzerine kurulmuş.  Kentin adı, eski İberce Barkeno sözcüğünden geliyor.

MÖ 218’de Romalılar tarafından fethedilen, Magriplilerce de Barcaluna ismiyle anılan şehir VIII. Asır başlarında Endülüs Emevi Devletinin egemenliği altına giriyor.

Ve… Aynı hüzünlü kader:  Yüz yıl sonra Karolenj Hanedanı’ndan I. Louis (Dindar Louis) kenti zapt ediyor…

1137’de Katalonya ve Aragon birleşince Barselona, Akdeniz ticaretinde Cenova ve Venedik’e rakip oluyor.

Ancak… Ancak Bercelona’yı korkunç bir felaket vuruyor:14. yüzyılda veba salgınları ile nüfus neredeyse yok olma noktasına gelince o zamanların ticarette çok üstün bir yeri bulunan kentin de duraklama dönemi başlıyor.

Tarihi seyir içinde işin bize göre en tuhaf yanı 1705’te İspanya Veraset Savaşı sırasında Avusturyalı arşidük III. Karl Barselona’da krallığını ilan etmesi.

İspanyol V. Felipe bunu kabul eder mi? Kapışıyorlar. V Felipe savaşı kazanıyor.  Kenti 1714’te ele geçiriyor, şehir de özerkliğine veda ediyor!

Napoléon’un Bonapart’ın da birkaç yıl işgal ettiği Barcelona buhar gücüyle çalışan ilk dokuma fabrikasının açılmasıyla birlikte yine İspanya Krallığı’nın en önemli şehirlerinden biri oluyor. Ama artan işçi sayısı sebebiyle hızla siyasi ve toplumsal çatışmalar başlıyor. Bu sosyal patlamaların birinde 11 manastır harap ediliyor, 1909’da 60’tan fazla kiliseyle diğer mabetlerin tamamı yakılıyor.

Netice itibariyle bugün İspanya’nın en önemli şehirlerinden Barselona’nın yaklaşık 3.3 milyon ve Avrupa’nın en büyük altıncı kenti.

Şehre kuş uçuşu göz atarsak: Şehrin simgesi Sagrada Familia Bazilikası şehrin simgesi ve en önemli görülecek yer olarak tavsiye ediliyor. Barcelona’lı ünlü mimar Gaudi tarafından yapılmış olan bu mimari yapı hâlâ daha tamamlanmamış.

Resim 17 – Sagrada Familia Bazilikası.

 

Çok farklı, büyüleyici ve karmaşık bir mimarisi olan bu bazilikaya mimar Gaudi 1883 yılında başlamış. Ama 1926 yılında bir kazada ölüyor. Bitirilmesi iyice zorlaşıyor.

Sebebi çok ilgi çekici: Gaudi’nin karmaşık mimari tasarımının çözülememesi ve o zamanki teknolojik şartlarda bu tasarımın uygulanmasının neredeyse imkânsız olması.

Böylece bu bazilikanın yapımı daha da esrarengiz ve büyüleyici hale geliyor ve şaşırtıcı bir şekilde bir türlü bitemiyor!

La Sagrada Familia’ya İspanyollar “bitmeyen kilise” adını vermişler…

Barselona’nın simgelerinden biri de yine Mimar Gaudi’nin eseri Park Güell. Görünüşü ile çizgi filmleri ve masalları hatırlatıyor. Bu parkta, mozaikler, heykeller, banklar, gotik kemerler, sütunlar, ağaçlar ve yürüyüş yolları çok farklı ve elbette göz alıcı.

Ünlü mimar Gaudi eserleriyle Barselona’ya imza atmış, ismini sonsuza bırakmış…

Bunlardan bir başkası Casa Mila, bir diğer adı ile La Pedrera. Casa Mila da sıra dışı mimariye sahip ve her bölümü güneş alıyor. Doğal taşlardan yapılan eser için Gaudi’nin Montserrat Dağı’ndan esinlendiği dilden dile dolaşıyor. Zira bu mimari yapı mağara evlere de benzetiliyor. İçerisinde bir müze, bir galeri, özel konutlar var.

Barselona’da gezilecek başka bir yapı da Gotik mimarisiyle çok dikkat çeken  (Catedral de la Santa Cruz y Santa Eulalia) Barselona katedrali. İnşasına 1298’de başlanan Katedral, son olarak 20. yüzyılın başında ana kulenin tamamlanmasıyla ancak bitirilmiş.

 

Resim 18 – Barselona Katedrali (Catedral de la Santa Cruz y Santa Eulalia)

 

La Rambla Caddesine gelirsek, bu cadde Barselona’nın en önemli turistik noktası. Kafeleri, dükkânları, mağazaları, restoranları ve eğlence mekânları cıvıl cıvıl, neşeli bir yer.

Şehrin bir başka simgesi ünlü Columbus Anıtı, Las Rambla Caddesi’nin denize açılan bitiş noktasında bulunuyor.

Barselona ve Port Vell… Özellikle gece yapılan ışıklandırmaları ile göz alıcı, İspanya’nın en ünlü limanı olan Port Vell La Rambla Caddesi’nin en sonunda yer alıyor ve Denizcilik Müzesi, Barselona Akvaryumu, Katalonya Tarih Müzesi, alışveriş merkezi, sinema ve restoranı var.

Barcelona denince futboldan birkaç cümle etmemek mümkün mü?

Dünyanın en ünlü futbol takımlarından biri olan F.C Barcelona’nın ünlü stadı Nou Camp (Camp Nou) da gezilecek yerlerden. Elbette futbol meraklıları için kulübün özel müzesi var.

Şehrin merkezinin hemen altında bulunan Barceloneta semtinde aynı adı taşıyan bir plajı, La Boqueria, taptaze meyveler, şarküteri ürünleri ile dopdolu rengârenk bir pazar alanı da tipik İspanyol yaşama biçimini sergiliyor.

Bütün bunların yanında Agustus Tapınağı, Yahudi Mahallesi, Barcelona Baronları Sarayı, Aragon Kraliyet Arşivleri Binası, Bisbe Köprüsü, Saint Jaume Meydanı kayda değer mimari eserlerden.

 Ünlü kafe ve barların olduğu bohem hayatın merkezi olan Passeign del Born’un içinde bulunduğu El Born Mahallesindeki Catalan Kültür Merkezi ve filmlere konu olmuş “halkın katedrali” bu şehrin önemli turist çekim merkezlerinden.

  • Sitges

Barcelona’nın 35 km güney batısında bulunan Sitges kasabası tipik bir Akdeniz kasabası ve son yılların tercih edilen tatil yerlerinden.

Burada gezilecek yerlerin birkaçını sayarsak, 17. yydan kalan Romanesk ve Gotik kiliselerin kalıntıları üzerine inşa edilen San Bartolome-Santa Tecla katedrali, Katalunya bölgesindeki modernist hareketin liderlerinden biri olan Santiago Rusiñol’un evi olan Cau Ferrat Müzesidir diyebiliriz.

Resim 19 – San Bartolome-Santa Tecla Katedrali

 

Santiago Rusiñol yapmış olduğu tablolarını Sitges’de sergilemeye başlayınca beldenin böylesine tanınmasını sağlayan en büyük etkenlerden olmuş.

Korku ve fantezi filmlerinin de çekildiği, dünya turizminin gözdelerinden olmaya aday, Sitges Festivalinin kutlandığı dar sokaklar rengârenk evlere sahip.

Kısaca ifade etmeye çalıştığımız İspanya gezimizden anladığımız hülasa:

Hey gidi hey Büyük Endülüs Emevi Devleti!

Dile kolay, sekiz yüz yıl o güzelim topraklarda, o zamanda dünyanın en büyük medeniyetlerinden birini yarat, sonra hükmedenlerin eli ile kendi boğazını sıkarak tek tek şehirlerini teslim et!

Ve… Tek bir, evet, tek bir Müslüman kalmamacasına yok ol!

Sadece ve sadece tarihin tozlu sayfalarında bir satırlık adın kalsın!

Ve… Niye aklımda dedemin gözyaşları:

“- Ah memleketim! Ah Flürina’m, Ah Nograt’ım…  Ah!”

Yine Mehmet Akif Ersoy’dan, tam da bu hale uyan iki mısra:

“Sahipsiz olan vatanın batması haktır.

Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.”

Sahi şu durumda Sevgili Türkiye’mize, aziz vatanımıza sahip çıkabiliyor muyuz???

 

Suzan ÇATALOLUK
Nilüfer-BURSA
08.01.2024

Yazar
Suzan ÇATALOLUK

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen