İsrail Devletinin Teolojik Temelleri Sağlam Mıdır?

            Giriş

            1897’de İsviçre’nin Basel kentinde I. Siyasal Siyonizm Kongresinde 50 yıl sonra İsrail’nin kurulması kararının alındığı toplantı ile başlayan süreç 14 Mayıs 1948’de İsrail Devletinin kurulması ile sonuçlanmıştır. İsrail Devletini anlamak için Semitizm ve Siyonizm kavramlarını açıklamak gerekmektedir. Semitizm Sami ırk anlamındaki Semite sözcüğünden türetilmiştir ve Musa dininin getirdiği esaslara uygun bir Yahudilik gütmek anlamındadır. Onlara göre Musa dini bütün insanları çağıran bir din değildir, yalnız İsrailoğulları için getirilmiştir. Bu bakımdan Semitizm (Yahudicilik) bir çeşit ulusçuluktur ve dünyanın dört bucağına dağıldıkları halde İsrailoğullarının bütünlüğünü sağlamıştır. Semitizmin siyasal ülküsü Siyonizm adını taşır ve Filistin’de bir Yahudi Devleti kurmayı amaçlamıştır[3].1948 yılında İsrail Devletinin kurulmasından sonra başta Filistin olmak üzere Ortadoğu coğrafyasına  vermiş olduğu huzursuzluk tamamıyla onların tahrif edilmiş (değiştirilmiş) Tevrat ve ondan kaynaklanan inançlarına bağlı bulunmaktadır. İsrail Devletinin çevredeki ülkelerden talep ettiği Arz-ı Mev’ud (Vaat Edilmiş Topraklar) Nil ile Fırat arasında bulunan geniş bir coğrafyayı kapsamaktadır. Hâlbuki tahrif edilmiş olmasına rağmen Tevrat’ta Hz. Musa’ya vaat edilen toprak ile Hz İbrahim’e vadedilen toprak farklı coğrafyaları göstermektedir. Tevrat’ta Hazret-i Mûsâ’ya va’d edilen toprak, (Arz-ı Mev’ud), yalnızca bugünkü Filistin’dir. Burası da Akdeniz ile Ürdün Nehri arasında kalmaktadır. Tevrat’ta geçen anlatıma göre Hz. İbrahim ve soyuna “söz verilen” topraklar ise Nil Nehri ile Fırat Nehri arasındaki bölgeyi kapsamaktadır.  Hz. İbrahim’e ve soyuna vaat edilen toprak İsrail tarafından çarpıtılarak Yahudilere vaat edilmiş anlamı çıkarılmıştır. Hz Musa’ya ve Hz İbrahim’e vaat edilen topraklar yaşanacak Hanif inancının coğrafyasıdır. Çünkü her ikisi de İslam (Hanif) inancı peygamberleridir. Vaat edilen  topraklar bu şekilde değil de siyasi anlamda kabul edilirse bu durum ilerde Türkiye ve Orta Doğu coğrafyası başta olmak üzere Türk Milletine ve tüm insanlığa huzursuzluk vermeye devam edecektir.

“İbrânîce’de “Eretz Israel” (İsrâil diyarı) denilen bu bölge yahudilerin kutsal kitabı Ahd-i Atîk’te “Ken‘an diyarı” (Tekvîn, 11/31; 17/18; Çıkış, 6/4), “diyar” (Tesniye, 26/15; İşaya, 57/13), “gurbet diyarı” (Tekvîn, 17/8), “memleket” (Tekvîn, 26/2-3) diye de zikredilmektedir. İkinci mâbed döneminden itibaren ise “arz-ı mev‘ûd” diye adlandırılmış olup Kitâb-ı Mukaddes’in Ahd-i Cedîd kısmında da bu isimle geçmektedir (İbrânîler’e Mektup, 11/9). Ahd-i Atîk’te burası ayrıca “iyi ve geniş diyar” (Çıkış, 3/8), “süt ve bal akan diyar” (Çıkış, 3/8; Levililer, 20/24; Tesniye, 11/9; Yeremya, 11/5; 32/22; Hezekiel, 20/6, 15), “bütün memleketlerin süsü olan diyar” (Hezekiel, 20/6, 15) diye tavsif edilmiştir. Kitâb-ı Mukaddes’te Hz. İbrâhim’e yapılan vaadde, “Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat ırmağına kadar olan bölge” (Tekvîn, 15/8), Hz. Mûsâ ve Yeşu’ya (Yûşa’) yapılan vaadde, “Ayak tabanınızın basacağı her yer sizin olacak” denilmiştir (Tesniye, 11/24; Yeşu, 1/3)”[4].

Bu çalışmanın amacı İsrail devletinin etrafını kan gölüne çeviren Arz-ı Mev’ud saplantısının teolojik temellerinin doğru olup olmadığını sorgulamaktır.

            Hz. İbrahim (A.S)

            Hz. İbrahim’in Haniflik inancı Nil’den Fırat’a asırlardan beri yaygın bir şekilde yaşanmaktadır. Dolayısıyla Yahudiler’in kendilerine vaat edilmiş  iddiasındaki coğrafya bir inanç alanıdır, herhangi bir ırk yahut millete ait değildir. Üstelik Hz. İbrahim Yahudilerin atası değil Hanif inancında olan tüm insanlığın atasıdır. Eğer bir milliyet ithaf edilecek olursa Hz İbrahim Sümer kavmine ait Ur kentli bir Türk’tür. Tarihi kayıtlar bunu göstermektedir. Hz. İbrahim ve onun soyundan gelen peygamberleri Arap ve Yahudi tarihine dâhil etmek mümkün değildir. Çünkü Hz. İbrahim çocuklarını farklı ulusların içinde bırakmış ve tevhit inancını yaymalarını istemiştir. Yoksa onun hiçbir çocuğu ne Arap ne de Yahudi’dir. Kendisi de Hanif dinini tebliğ için kendi ülkesinden dışarı çıkmış birçok ülkeye giderek insanları Allah inancına çağırmıştır. Hz. İbrahim tevhit’in ve ulusların manevî atası olan bir Allah elçisi olma şerefine nail olmuştur. Âl-i İmrân Suresi 67. Ayet’de  “İbrahim ne bir Yahudi idi ne de bir Hıristiyan. O, sadece Hanîf bir müslümandı/Allah’a teslim olandı. O müşriklerden değildi” buyrulmuştur. Bu ayete göre Hz. İbrahim’i Hanif’liğin haricine dahil etmek mümkün değildir.

Hz. İbrahim’in adı geçer geçmez, bazen onu adeta bir Yahudi olarak algılayanlar karşımıza çıkmaktadır. Hâlbuki Hz. İbrahim ayette de görüldüğü gibi ne Yahudi, ne Hristiyandır. Son üç semavi din üzerinde de tesirleri olduğu için, dünyayı yönetmeyi amaçlayan bugünkü Yahudi düşüncesi, hakikatle bağdaşmayan “İbrahimî dinler” söylemi ile onun adını kullanmakta ve yararlanmaya çalışmaktadır. Dinimizin kitabı olan Kur’an ayetleri ve peygamberimizin sözleriyle de teyit edilen gerçek şudur ki; Hz. İbrahim “Hanif bir dinden ve temiz bir soydandır”. “Bilindiği gibi Hz. İbrahim Kuran-ı Kerim’de zikri geçen birçok peygamberin aksine Yahudi ırkına mensup olmayan fakat İbrani tarih ve kültürüne mâl edilmiş, kendisine Kuran’ın ifadesine göre “Suhuf” (Din ve şeriatinin esasını ifade eden bir nevi yazılı belgeler) verilmiş büyük, ulu ve yüce bir peygamberdir. Onun dininin asıl karakteri, şiarı “Haniflik” dir. (Kuran-ı Kerim, Bakara Suresi, 135, AI-i İmran Suresi 67, Enam Suresi 161, Nuh Suresi 120) O bu yönüyle peygamber ümmetinin bir baba misali en güzel örneği olmuştur. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Müslümanlara hitaben; “milletinizin babası İbrahim’in Hanif dinine uyun bundan önce de size Müslüman adını veren odur” (Hac Suresi 78) denilmektedir[5].

En’am suresi 161. ayetteki, “Rabbim beni doğru yola, gerçek dine, Hanif olarak İbrahim’in dinine iletti” ayetinden, Hanifliğin gerçek bir din olduğu hususu açıkça ortaya çıkmaktadır. “Hanif” kelimesi, müstakil bir dinin adı olduğu gibi, aynı zamanda bütün peygamberlerin tebliğ ettiği “Gerçek din” tevhit inancı manasına da kullanılmaktadır[6]. Tıpkı “İslam” ve “Müslim” kelimelerinin Kur’an ve Hadis’te iki manada kullanılması gibi, “Hanif” kelimesinin de iki kullanılışı vardır:

1 – Bütün peygamberlerin tebliğ ettiği tevhit inancı, gerçek din ki Allah, insanın fıtratına bu dini koymuştur, yani insanı kendi zekâsı ile o dini bulabilme istidadında yaratmıştır. İslam ve Müslim kelimeleri de bu manada kullanılmaktadırlar. Bu birinci manada kullandıklarında Hanif ve Müslim kelimeleri, aynı manayı ifade ederler. Nitekim Hz. Muhammed, “Ben Yahudilik ve Nasranilik üzerine gönderilmedim, fakat (halis) Haniflik üzerine gönderildim” buyururken hem bu birinci manayı kastetmekte hem de bu manayı ifade etme bakımından, Hanif ve Müslim kelimelerinin eşitliğini göstermektedir.

2 – Hz. İbrahim’in tebliğ ettiği dinin özel adı olarak kullanılmaktadır. İslam tarihi kaynakları, kesin olarak Hanifliği müstakil bir din olarak takdim etmektedirler[7].

Kur’an’a Göre Hanif Dini

Kuran’da “Hanif” kelimesi on yerde, çoğulu olan “hunefa” ise iki yerde geçmektedir. Bu on iki yerin dokuzunda, hanifliğin müşriklikten farklı ve onun karşıtı olduğu belirtilmektedir. Bu arada sekiz yerde Hz. İbrahim’in imanını ifade etmektedir. Bu sekiz yerin beşinde, aynı zamanda din manasına gelen “millet” kelimesi yer almakta, bir yerde de bizzat Hz. İbrahim kendini Hanif olarak nitelemektedir.  Haniflik müşriklik olmadığı gibi, ayette de vurgulandığı üzere Yahudilik ve Hıristiyanlık da değildir. Allah’ın başlangıçtan itibaren insanlara bildirdiği, insanın tabiatına en uygun olan tevhid dinidir. Kur’an’ı Kerim’de Rum Suresi 30.Ayette bu husus şöyle ifade edilir: “Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa ona çevir. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte doğru din budur, fakat insanların çoğu bilmezler”. “ … Kur’an’ın önerdiği ve Hanif diye nitelendirdiği bu tavır, müşrikliğe ters olduğu gibi, ehl-i kitabın dininden de faklıdır. Kur’an’a göre Haniflik, Yahudilik ve Hıritiyanlıktan öncedir: Âl-i İmrân / 65. Ayette “Ey Ehlikitap! İbrahim hakkında neden çekişiyorsunuz? Tevrat da İncil de ondan sonra indirildi. Hâlâ aklınızı işletmeyecek misiniz?” buyurulmaktadır. Kur’an-ı Kerim Araplardan putlara tapmayan, Yahudi ve Hıristiyan olmayan, bir tek ilahın varlığına inanan ve O’na kulluk eden bir cemaate işaret eder ki bunlar “hunefa” veya “ahnaf” diye bilinirler. Bu kimseler Yahudi ve Hıristiyan olmadıklarını, İbrahim’in dinini takip ettiklerini, Allah’a şirk koşmadıklarını söylerler[8].

Hadislerde Hanif Kavramı

Hanif, Kuran’daki anlamıyla Hadislerde de yer alır. İbni Abbas’tan rivayet edilen bir hadise göre, Hz. Peygambere, “Allah katında hangi din daha makbuldür” diye sorulduğunda, “Kolaylaştırılmış haniflik” demiştir. Resul-i Ekrem’in “Allah katında hak din İslam’dır” (Ali İmran-19) ve “Sizin için din olarak İslâm’ı seçtim ve ondan razı oldum”(Maide-3) mealindeki ayetlere ters düşecek bir beyanda bulunması mümkün değildir. Bu sebeple “kolaylaştırılmış haniflik” ifadesiyle İslamı kastetmiştir[9].

Hz.Peygamberin, “Allah, -Kullarımın hepsini hanif olarak yarattım buyurdu-” mealindeki hadisiyle, “Ben Yahudilik ve Hıristiyanlıkla değil, kolaylaştırılmış haniflikle görevlendirildim” hadisi birlikte düşünüldüğünde Hanifliğin, bütün peygamberlerin tebliğlerinde ortak olan ilkeleri ifade ettiği ve İslam’ın da bu ilkeleri yaşatan bir din olduğu, Hz. İbrahim gibi Hz. Muhammedin de aynı dini tebliğ ettiği sonucuna varılır. Bundan dolayı hanif kelimesi İslami literatürde Kuran’daki anlamıyla ve müslim kelimesinin eş anlamlısı olarak, Hanifiyye’de Hz.İbrahim’in dinini ifade için kullanılmıştır.[10]

Hz. Yakup (A.S)

Hz. İbrahim’in torunu Hz. Yakup (İsrail)’un da Yahudilikle ilgisi yoktur.  “Yoksa siz İbrâhim, İsmâil, İshak, Ya‘kūb ve torunlarını yahudi yahut hristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz?” De ki: “Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?” Allah katından gelmiş olup kendinde bulunan bilgiyi gizleyenden daha zalim kim vardır? Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir”. Bakara Suresi 140. Ayet

Hz. Yakup’un Kur’an-ı Kerim’de bahsedildiği ayetler: Bakara: 131-140, Al-i İmran: 84, 93, Nisa: 163, En’am: 84, Hud: 71, Yusuf: 4-6,36-68, 99, 100, Meryem: 49, Enbiya: 72, Ankebut: 27, Sad: 45[11]

Hz. Yakup (İsrail), Hz. İbrahim’in torunu, Hz. İshak’ın oğludur. Yakup, topuktan tutan demektir. Doğarken ikiz kardeşinin topuğunu tutarak dünyaya geldiği için bu isim verilmiştir. Lakabı İsrail’dir. İsra Gece Yolcusu, İl Allah’a manasına olarak İsrail gece Allah’a giden şeklinde söylenmiştir. Bazılarına göre İsrail kelimesi Allah’ın İbranice karşılığıdır[12]. Hz. Yakup’un dedesi Hz. İbrahim’in insanları ibadet etmeye çağırdığı Tanrı, Yahudi tanrısından farklı, göklerin ve yeryüzünün yaratıcısı olan Tanrı “il”di. (veya “el”).  Çünkü İbrahim’in tek tanrıya ibadet etmesi konusunda yaptığı çağrı, ayrım yapmadan bütün putperest çağdaşlarına yönelik bir çağrıydı. Rivayete göre İsrail kelimesinin anlamı Tanrı “İl”in  Kulu anlamındaydı ki, bu da Yakup’un(İsrail’in) İbrahim’in Dinine bağlı olduğunu gösterir. Nitekim Halil kelimesi de hal ve il sözcüklerinin birleşiminden türemiştir Ve Tanrı İl’in dostu anlamındadır. Kur’an’da da buna işaret edilerek Allah İbrahim’i  dost (Halil) edilmiştir” buyrulmaktadır. Kaydetmek gerekir ki, şahıs adlarının sonuna “İl” takısı getirmek oldukça eski bir adetti. Söz konusu adet günümüzde dahi yaygındır, fakat kimse bu meselenin aslına dikkat etmez. Mesela eski örneklerden biri de İsmail’dir ve anlamı “dinle ey Tanrı İl” demektir. İsrail ise Tanrı İl’in Kulu anlamındadır. Her ikisi de İbrahim Peygamber devrine ait kelimelerdir. Bir başka kelime “Üsreil”dir. Anlamı Tanrı İl’in ailesinden olan kişi demektir. Samuil ise Tanrı ile adanan kişi anlamındadır. Bu son iki kelime de Musa dönemine aittir. Yeni örnekler arasında gösterebileceğimiz Mihail ve Cebrail’dir ve anlamı Tanrı İl Miha’yı korusun, Tanrı İl Cebra’yı korusun demektir. Yüceltmesi amacıyla adlarının sonlarına ilk sözcüğünü getirmelerinden anlaşılmaktadır[13].

Yahudi kaynaklarında ise Yakup’un İsrail adını alması şu şekilde anlatılmaktadır: “Hz Yakup gittiği anayurttan dönüş yolunda iki karısını ve iki cariyesini ve on bir çocuğunu alır ve Yabbok geçidini (nehrin en sığ yerinden) geçer. Yakup ailesini ve mallarını karşıya geçirir. Tam kendisi de gece ırmağı geçecekken bir adam belirir ve adam Hz. Yakup ile güreşmek ister ve onunla güreşe tutuşur. Seher sökünceye kadar mücadeleleri devam eder. Adam Yakup’u yenemediğini görünce, uyluğunun başına dokunur. Yakup’un uyluk başı incinir. Adam der ki “Bırak gideyim, çünkü seher vakti oluyor.” Yakup ona “Beni kutsamadıkça seni bırakmam” der. Adam “Adın nedir?” diye sorar. O da “Yakup!” der. Adam şöyle der: “Artık sana Yakup değil, İsrail” denilecek. Çünkü Tanrı ile ve insanlarla uğraşıp yendin! Bu sefer de Yakup ona adını sorar: “Rica ederim, adını bildir.” der. “Adımı ne yapacaksın, gel seni kutsayayım.” der. “Yakup o yerin adını Peni-el (Rabbin Yüzü) koyar. Ve şöyle der: Rab ile yüz yüze geldim (vicahen gördüm) ve canım sağ kaldı! (Tekvin, Bab 32:22-32). Yahudi rivayetlerine göre Yakup’un güreştiği kişi Mikail’dir. Yakup, güneş doğarken karşı tarafa geçer ve ailesi ile birlikte Kenan’a doğru yola koyulur[14]”.

Özellikle Yahudi kaynakları kendi tarihlerini çok derinleştirmek için Hz İbrahim de dâhil Yahudi göstermeye çalışmışlardır. Hâlbuki o dönemde Yahudi isminde bir halk olmadığı gibi bahsi geçen peygamber soyu da bir Türk kavmi olan Sümerlerden gelmektedir. Hz. Yakup’un lakabının İsrail olması ve bugünkü Yahudi devletinin adını bu tarihsel zenginliğe dayandırmak istenmesinden dolayı İsrail olarak kabul edilmesi hakikatle asla uyuşmamaktadır.

Bilindiği gibi Yahudiler, tarihlerini Babil’de esaret altında yaşadıkları bir sırada kaleme almış; kendi aralarındaki siyasî ve dinî sürtüşmelerle kişisel eğilimleri bu tarih yazımcılığında yönlendirici bir rol oynamıştır[15]. Yahudiler tarihlerini hiç olmadıkları eski devirlere kadar uzatmakla da yetinmemiş, aksine yine hiç yaşamadıkları eski dönemlerde İbranice’nin var olduğunu ileri sürerek, yahuduliliğin milattan önce 13. yüzyılda daha Filistin topraklarına gelmeden önce mevcut bulunduğunu kabul etmişler; Tevrat’ı yazdıkları ibranice’nin Aramiceden türemiş ve Yahudilerin Filistin’e gelişlerinden ancak 700 Yıl Sonra Ahdi Atik dilinin ortaya çıkmış bulunmasına rağmen, ona Biblical Hebrew (Tevrat İbranicesi) adını vermişlerdir. Bizzat Tevrat eski dilin Kenan dili olduğunu itiraf etmesine rağmen birçok araştırmacının bu çarpıtılmış tarihi benimsemiş olması ise ilginçtir[16]. Tevrat yazarları okuyucunun zihninde öyle bir bulanıklık meydana getirmişlerdir ki sonunda okuyucu sözü edilen yüzyılların İbrahim dönemi mi Yoksa Musa dönemi mi yahut Yeşua veya Yahudi dönemi mi olduğunu karıştırmıştır[17].

Ahmet Susa’nın ifadesine göre, Kur’an İbrahim Peygamberin soyundan gelen İsrailoğulları ile daha sonraki Yahudileri birbirinden ayırmış;  hoşnutluluğun belirtildiği yerlerde İsrailoğulları, gazap ve öfkenin belirtildiği yerlerde ise Yahudiler tanımlamasını kullanmıştır[18].  Bununla beraber İsra suresi 4. Ayette “Biz kitapta İsrâiloğulları’na şöyle bildirmiştik: “Yeryüzünde mutlaka iki defa fesat çıkaracak, çok böbürleneceksiniz” (Vekadaynâ ilâ benî isrâ-île fî-lkitâbi letufsidunne fî-l-ardi merrateyni veleta’lunne ‘uluvven kebîrâ(n))  diyerek ihtarda da bulunmuştur.

            İsrailoğulları ve Yahudilik tarihi ile ilgili dönemler:

Birinci Dönem:

İsrailoğullarının ilk dönemi, Hz. İbrahim (a.s.) ile baş­lar; Hz. Yakup’un (a.s.) vefatıyla, peygamberlik sırasının Hz. Yusuf a (a.s.) geçmesine kadar olan dönemi kapsar. Hz. Yusuf (a.s.) dâhil, bu ilk dönemdeki peygamberlerin Musevilik ve Yahudilikle bir alakaları yoktur. Bunlar Kur’an’ın ifadesiyle İbrahim’in getirdiği Hanif dini üzere hükmetmişlerdir. Hanif dini esasında Musevilik ve İsevilik ile birlikte Peygam­berimiz (s.a.v.) zamanına kadar devam etmiştir. Nitekim Hz. Muhammed’in (s.a.v.) ilk vahyini almasıyla tutulduğu sarsıntı ve korku telaşını yatıştım, “Bu, Musa’ya gelen melektir.” diyen de o dönemdeki Hanif dini mensuplarından Varaka bin Nevfel idi. Dolayısıyla Kur’an’ın; Hz. İbrahim, İsmail, İshak, Yakup (a.s.) ve Esbat (Hz. Yusuf ve Hz. Musa’ya (a.s.) kadar gönde­rilen tüm irşad ediciler) Yahudi değildi, (Bakara, 140) demesi bu sırra binaendir[19]. İbrahim peygamberden 700 Yıl Sonra başlayan Musa dönemi ile herhangi bir ilgisi yoktur. Yine İbrahim Peygamber döneminden Yaklaşık 1500 yıl sonra gelen Yahudi dönemiyle de ilgisi yoktur[20] .

Kur’ân-ı Kerîm’deki esbât kelimesi ise, Hz. Ya‘kūb’un on iki oğlu ile onların soyunun oluşturduğu on iki kabileyi ifade eder (el-A‘râf 7/160). Hz. Ya‘kūb’un lakabı İsrâil olduğu için (Âl-i İmrân 3/93; Meryem 19/58) onun çocuklarına Benî İsrâil de denilmektedir (el-Bakara 2/40, 47 vb.). Kur’an’da beş defa geçen esbât kelimesi bir yerde İsrâiloğulları’nın on iki kabileye ayrılmasıyla ilgili olarak kullanılmakta (el-A‘râf 7/160), dört yerde de Hz. Ya‘kūb’dan hemen sonra ve onun çocukları tarafından oluşturulan kabileleri ifade etmektedir (el-Bakara 2/136, 140; Âl-i İmrân 3/84; en-Nisâ 4/163)[21].

Hz. Musa (a.s.), Hz. Yusuftan (a.s.) 400 yıl sonra gelmiştir. Dolayısıyla Tevrat’ın Hz. İbrahim (a.s.) ve diğer peygamberleri anlatması Kur’an’ın eski peygamberleri zikretmesi gibidir. Fakat ne yazık ki Tevrat’ı yazıya dökenler, kasıtlı bir şekilde Hz. İbrahim, Hz. İshak ve Yakup’u -tabii Hz. İsmail’i dışlayarak- (a.s.) ‘Yahudi peygamberler gibi aktarmışlardır. Üstelik de Tevrat Hz. Musa’dan (a.s.) en az 650 yıl sonra Babil Sürgünü dönüşünde yazıya geçirildiği halde… Mamafih eklentiler de o dönemde yapılmıştır. Dolayısıyla bin elli yıllık bir zaman dilimi yok edilerek Hz. İbrahim (a.s.) de Hz. İshak ve Hz. Yakup (a.s.) da Yahudi peygamberler olarak anılmışlardır[22].

            Yahudiler, Musa’dan sonra onun getirdiği dinden çıkıp putlara tapmaya başladılar ve daha sonra da Tevrat’ın yazılması ile birlikte kendilerine özgü bir tanrı olan ve dünyada Yahudilerden başka hiç kimseyi ilgilendirmeyen Yahveyi icat ettiler. Çünkü eskiden her kabile veya şehir kendisine bir tanrı edinir ve bunun diğer halkların yahut şehirlerin tapındığı Tanrıdan ayrı olması (nenotheism ) için ona farklı bir isim verirdi. Büyük bir ihtimalle Yahudiler bu geleneği esaret günlerinde Tevrat’ın yazılması esnasında Babillilerden almışlardır. Çünkü Babil’deki her bir şehrin kendi Tanrısı vardı. Dolayısıyla İbrahim Peygamberin Tevhid (monotheism) çağrısı, insanlık tarihinde Hz. Âdem (A.S)’le başlayan çağrıdır. Hz. İbrahim ve diğer peygamberlerden sonra peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V) bu çağrıyı yenilemiştir[23].

Yahudiler yeni nesillere öğrettikleri ve tarihleri ile ilgili olarak yayınladıkları kitaplarda “ Yahudi halkı milattan önce 4 bin yıl civarında İbrahim Peygamberin rehberliğinde refideyn vadisinden(Mezopotamya’dan) Filistin’e gelmiştir ve o zamanki sayıları 4000 kişiden fazla değildir demektedir. Bu cümle günümüzde Avrupa ve Amerikan üniversitelerinde  okutulmaktadır. Çünkü bu üniversitelerde okutulan tarih kitaplarını yazanlar Yahudi veya Tevrat tutkunu hristiyanlardır[24]

 Yahudilerin iddiasına göre kendileri 5000 yıl öncesinde Filistin’de vardılar ve Araplar ise ancak İslami fetihlerle birlikte buraya gelmişlerdir. Tarihi çarpıtmanın en bariz örneklerinden biri budur[25].

 İkinci Dönem

Hz. Yusuf un (a.s.) çağrısıyla Mısır’a gelip yerleşen Yakupoğullarının (İsrailoğullarının), burada, içine düştükleri çileli ve zahmetli hayattan zilletten kurtarılmaları dönemidir. Hz Musa’nın (a.s.) Firavun’a karşı mücadeleleri, sonra hal­kın Mısır’dan çıkışı ve Sina’da Tevrat’ın inişi ve yaşanan olay­la Museviliğin ortaya çıktığı dönemdir[26].

            Musa dönemi milattan önce 13. yüzyılda başlar ve Mısır’la bağlantılıdır. Tabii olarak Mısır dili kültürü ve dini ile de bağlantılıdır. Bunun yanında Musa ve taraftarlarının Kenan Diyarında yaşadıkları dönemde Musa devrine girmektedir. Bunu Musevilerin Mısırlı Musa tabileri olmaktan çıkıp Kenan’lı olma ve Musa şeriatından sapma dönemleri takip eder Dolayısıyla buna Mısır- Kenan dönemi diyebiliriz Bu dönem milattan önce 13 yüzyıldan başlayıp yaklaşık 800 yıl sürmüş ve milattan önce 6. yüzyılda Babil esareti ile son bulmuştur[27]. Kenanî putperestliğin ülkede kendini muhafaza ettiği göz önünde bulundurularak hükümdarlar ve müluk-u tavaif (devletin yıkıldığı) döneminin Kenan kültürünün etkisinde geçtiği söylenebilir. Bu iki dönem sırasında Filistin’de eski Kenan kültüründen başka bir kültürün var olduğu konusunda hiçbir bilgi yoktur. Çünkü İbranice, kâhinlerin Tevrat’ı Aramiceden iktibas edilen ve Tevrat Aramicesi denilen lehçe ile yazmaya başlamalarından bir süre sonra yani milattan önce 6- 4. yüzyıllar arasında oluşmuştur. Zaten Museviler Kenan diyarına geldikten sonra yerli halktan ödünç aldıkları Kenancayla konuşmaya başladıkları için, Arami dilinin tüm Yakın doğuda yayılmasından sonra Filistin’deki bakiye halkların kullandığı bozuk bir Aramiceyi benimsemişlerdir. Yani Yahudilerin kendilerine özgü herhangi bir dilleri yoktu. Yahudi dili anlamındaki İbranice ise Aramiceden iktibas edilmiş bir geç dönem lehçesidir[28].

Üçüncü Dönem

Bu dönem “Yahudileşme” dönemidir. Tevhit üzere bir dinin “millî” çıkarlar uğruna değiştirildiği, hakikatlerin hayal ve hurafelerle sıvandığı ve bir daha aslı bilinmeyecek şekilde üstünün kapatıldığı dönemdir. Bu dönem, “Yazıklar olsun o kimselere ki elleriyle Kitap’ı (Tevrat’ı) yazarlar. Sonra da onu az bir karşılığa değişmek için, Allah’ın katındandır, derler. Vay ellerinin yazdıklarından dolayı onların hâline! Vay kazandıklarından dolayı onların hâline!” (Bakara, 79.) ayetin işaret ettiği tahrifatın yapıldığı dönemdir.

Kur’an, onların yaptıklarını şöyle tanımlıyor: “Onlardan (Yahudilerden) öyle bir grup da var ki Kitap’ta olmadığı hâlde Kitap’tan sanasınız diye (okudukları) kitap’tanmış gibi dillerini eğip bükerler ve, ‘Bu, Allah katındadır. derler. Hâlbuki o, Allah katından değildir. Bile bile Allaha karşı yalan söylerler.” (Ali İmran, 79) Bu dönem Hz. Musa’dan (a.s.) sonra başlayıp ta Ninovalı’ların (M.Ö. 725), Babillilerin (M.Ö. 598) ve (çok sonra da Romalıların) peş peşe gelen saldırılarıyla tarumar oldukları ama hem Kitap’a hem Allah’a iftira etmekten geri durmadıkları, her fırsatta peygamberlerini öldürdükleri dönemdir[29].

 Yahudi dönemi milattan önce 6. yüzyılda Babil esaretinin sona erişinden itibaren başlar. Bu dönem, dili, kültürü ve dini itibariyle gerçek anlamda bir Yahudi dönemidir ve Yahudiliğin başlangıcını temsil eder. Çünkü şimdiki Yahudi dini Babil esaret günlerinde kâhinlerin Tevrat’ı yazmaları ile başlamış,  İbranice( Tevrat İbranicesi) denilen dilleri ise esaretten sonra oluşmuştur. Bugün elimizde bulunan Tevrat, Yahudi çağından 800 yıl önce Mısır diliyle Musa’ya gönderilen Tevrat değildir[30].

Üçüncü dönemde gerçekleşen belli başlı olaylar şunlardır: -İsrailoğullarının Hz. Musa’dan (a.s.) sonra Sina Çölü’nde geçirdikleri yıllar, -Halkın ekseriyetinin yeniden putperestliğe döndüğü dönemler, -Nebi Yeşu dönemi, -Nebi Samuel dönemi.

Bu dönemin hadiseleri arasında Samuel zamanında Talut’un ve ardından Davut’un krallıkları, Calut’la mücadeleleri ve Calut’a karşı zafer kazanıldıktan sonra Talut ile Davut arasındaki kavga vardır. Davut’un Amelika’ya sığınıp onlarla birlikte Talut’a karşı iş birliği yapması, dört beş kez kendi halkına karşı savaşması, daha sonra Tâlut’un ve çocuklarının Amelikalılar tarafından öldürülmesi, Beni İsrail’in yeniden bir keşmekeşliğe sürüklenmesi ardından Davut’un ülkesine dönüp devleti kurması sayılabilmektedir[31].

İlk Yahudi devletinin (İsrail’in) kısa bir süre içinde (Hz. Süleyman’dan (a.s.) hemen sonra) parçalanması ve Yahuda ve İsrael diye ikiye bölünüp birbiriyle sürekli savaşmaları, putperestliğin yaygınlık kazanması ve fuhuş, riba, pislik ve her türlü kötülüğün gemi azıya alması, bu hallere karşı çıkan birçok nebinin öldürülmesi ve nihayet Nebi Yeremya’nın dilinden Yahudi kavminin ıslaha çağrılması, kendilerini ıslah etmedikleri takdirde, gelmekte olan “yakın bir bela” ile uyarılmalarıdır Yeramya’dan 10-15 yıl sonra Nebukadnezar gelecek ve İsrael’i haritadan silecek, Süleyman Tapınağı’nı yıkacaktır. Nüfusun büyük bir kısmını da zincire vurup Babil’e götürecektir! İşte bu olaylar Kur’an’ın inzalinden önce geçtiği için, bu hal Kur’an’da “Ve kâne va’den mefulâ” ( Bu olmuş ve bitmiş bir iştir) ayetiyle zikredilir! İsra suresinin: ayette özetlediği bu süreç yaklaşık 500 yıllık bir dönemdir[32]. Yahudiler, tarihte oynadıkları rol itibariyle İbrahim Peygamber ve Yakup’un soyundan gelen İsrailoğulları değildir.

Yahudi Tarihinin Başlangıcının Hz. İbrahim’in Göçüyle Bağlantısı Var Mıdır?

Bazı yazarlar, Hz. İbrahim’in Irak’tan muhaceretiyle Hz. Musa cemaatinin Mı­sır’dan çıkışını birbiriyle karıştırdıkları yetmiyormuş gibi, bir de tutup Yahudi tarihinin başlangıcını Hz. İbrahim’in Irak’tan muhaceretine bağlamaktadır. Bu tarihi gerçeklerle hiç de örtüşmeyen bir iddiadır. Çünkü öncelik­le Yahudi adlandırması, Yahudi kelimesinin alındığı Yahuda devletinin varlığından sonra ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla Yahudi tarihinin başlangıcı, Hz. Musa taraftarlarının MÖ. XIII. Yüzyılda tarih sahnesine çıktığı “Huruc/Exodus” tarihinden başka bir yere bağlanamaz. Kaldı ki, tarihi olayların kronolojisini gözden geçirdiğimizde İbrahim peygamberin gerek çağdaşlık, gerek prensip veya inanç, gerekse dil ve ırk yönünden Yahudiler’le hiçbir ilişkisi yoktur. Bir kere İbrahim peygamber, Yakın Doğu topraklarının tamamını içine alan geniş bir alanda yaşamıştır. Burası onun atalarının asli yurdudur. Suriye, Irak, Filistin ve Mısır da buna dâhildir. Dolayısıyla yazarların mantıklarını kullanarak ve konunun hakkını vererek, İbrahim peygamberle Yahudiler’in dönemini  birbirine karıştırmamak için tarihi kronolojiyi göz önünde bulundurmaları gerekir.

Bazı tarih profesörleri, Yahudi tarihinin Irak’tan muhaceretiyle birlikte başladığını belirten görüşlere hâlâ bel bağlamaktadırlar. Mesela coğrafya ve tarihi araştırmalar konusunda çok değerli bir çalışmanın sahibi Prof. Dr. Muhammed Reşid el-fil, “Yahudi tarihi”, İbrahim’in Keldani yurdundan batıdaki Kenan eline muhaceretiyle başlar” dernektedir[33]. Bu görüş, elbette ki kasıtlı veya kasıtsız olarak bu tür yanlış görüşleri işleyen birçok kitaptan alınmıştır. Meşhur Alman politikacı yazarlardan Garuba’nın kitapları bu tür çalışmalardandır. Bu yazar, eserinde İbrahim peygamberden Yahudi kralı olarak söz eder[34]. Dr. Garuba’nın, kronolojiyi göz önünde bulundurmadan İbrahim peygamber çağını Yahudi çağıyla ilişkilendiren diğer Hristiyanlar gibi Tevrat’tan etkilendiği apaçık ortadadır. Arap yazarlar, Yahudiler ve Yahudiliğin var oluşunu İbrahim peygamber çağına bağlama konusunda – en azından eserlerinin başlıklarıyla- yabancılan taklit etmektedirler. Örneğin Dr.Rıyad el-Barüdî, kitabının adını “İbrahim peygamberden günümüze uluslararası Yahudilik” adını vermiştir. Burada araştırmacı bir kişinin yazara şu soruyu yöneltme hakkı vardır: İbrahim peygamber döneminde Yahudilik mi vardı? Onun döneminde bir Yahudilikten söz edilebilir mi? Yahudi adlandırması Yahuda Devleti (MÖ. 931-586) ve bölgesine izafe edilmektedir ve bildiğimiz kadarıyla Yahudi adı ancak Yahuda Devleti zamanında kullanılmaya başlamıştır. Dolayısıyla geç dönem bir adlandırmadır ve M.Ö XVII. Yüzyılda yaşayan Yakup ve oğlu Yahuda ile herhangi bir ilgisi yoktur. Belki de Yahudi, tıpkı İsrail gibi Filistin’de Kenanilerden kalma bir şehir adıdır[35].

Tahrif edilmiş (Değiştirilmiş) Tevrat’a Göre Yahudiler

Kitabı Mukaddes’in Eski Ahit bölümündeki değiştirilmiş Tevrat, Yahudilere, dünya egemenliğini vaat etmekte ve dünya saltanatının yalnız Yahudi­lere verildiğini söyleyerek Yahudileri, bu hâkimiyeti elde etmek için koşturmaktadır: “Bütün dünya üzerine Rab (Yahova) kral olacak…”(Eski Ahit; Tevrat; Zekeriya, 14. Bölüm, 9. Cümle)”. Yahova: “Çünkü bütün dünya benimdir. Ve siz bana kâhinler melekûtu ve mukaddes millet olacaksınız…( Eski Ahit; Tevrat; Huruç, 19. Bölüm, 6. Cümle)”. Kendisini “Ben Yahova’yım; ismim odur'(Eski Ahit; Tevrat; İşaya; 42. Bölüm, 8. Cümle) şeklinde tanıtan İsrail oğullarının tanrısı, Yahudileri de “Allah (Yahova) oğulları’’ olarak tanımlamaktadır: “Onlar ne kandan, ne bedenin iradesinden, ne de insanın iradesin­den değil, ancak Allah’tan (Yahova’dan) doğdular.(Yeni Ahit; İncil; Yuhanna; 1. Bölüm, 12-13. Cümleler)’’. “Rab cenk eridir; ismi Yahova’dır”( Eski Ahit; Tevrat; Çıkış, 15.  bab, 3. cümle) şeklindeki söylemi içeren Kutsal Kitabın Yahudilerce din olarak esas kabul edilen kitabındaki tanrı Rab şöyle diyor: “İsrail oğlum, ilkimdir.”( Eski Ahit; Tevrat; Çıkış,4. bölüm, 22-23. cümle) Yahudilerin “Allah oğulları” oldukları konusunda Mukaddes Kitap’ta daha pek çok ifade vardır.”(Eski ahit; Tevrat, Tekvin:6. bab, 4. cümle., Eyüp; 1. Bab, 6. cümle ve Eyüp; 38. Bab, 7. cümle)[36]. “Öyle bir gün gelecek ki Yahudilerin kadınları ve erkekleri pey­gamberlik edecekler, insanları idare ve onlara hükmedecekler, milli­yet ve din ayrılıkları ortadan kalkacak bütün insanlar, yalnız insanlık adı altında birleşecekler bu birliği Yahudilerin kadınları ve erkekleri idare edecekler ve her biri peygamberler gibi olacaklar”( Eski Ahit; Tevrat; Yoel; bab: 2; 28. Cümle.)[37]

İsrail Devletinde hemen tüm stratejik planlamalar, Tevrat’ta yer alan ilkeler doğrul­tusunda uygulamaya çalışılır. Sadece Yahudi ırkı birbiriyle özdeş (eşit) görülür. Eşitlik başka ırklar için yoktur, sade­ce kendileri vardır.(Eski Ahit; Tevrat; Yeremya; bab; 51, cümle; 20.) Yahudiler için bu tahrif edilmiş Tevrat, Tanrı sözü sayılır. Sivil ve askeri yaşamda yemin Tevrat üzerine olur. Anayasa yoktur. Başta Tevrat, Talmut ve Mişna’ya bağlı dinsel inançlara uyulmakta ve böylece Yahudilikte iman, ibadet, âdet ve teamüller esas alınmaktadır[38].

İngiliz yazar David Icke’ye göre “Eski Ahit” Tanrı’nın kelamı olmayıp “Babil Kardeşliği’nin” direktifleriyle Levililer’in uydurduğu sözlerdir. Babil Kardeşli­ğinin çıkarttığı yasalar, Yahudi halkının uymaya mecbur kaldığı dini yasa­lar haline gelmiştir. Yahudilere hitap eden bütün dini metinler, Babilon’daki gizem okuluna inisiye edilen Levililer tarafindan yazılmıştır. Tevrat’taki Siyon Dağı = Güneş Dağı anlamına gelmektedir. Güneşin doğudaki dağlar üzerinde doğması bugün biraderliğin çok kullandığı sembollerden birisidir. Yahudilikten beslenen bir din olan Hıristiyanlık’ın temel inançları da Levi­liler’in yazdığı dogmalara dayanmaktadır. Levililer’in Mısır’da çaldıkları ve Babilon’daki ikametleri sırasında ilaveler yaptıkları bilgi, Kabala’dır. İbranice QBL (Kabala) şeklinde yazılan bu bilgiler, ağızdan kulağa aktarılan gizli bilgi anlamındadır. Bu metod, inisiyeler arasında gizli bilginin iletişiminde kullanılıyordu. Kabala, Yahudi­liğin ezoterik yorumunu oluşturuyordu. Yahudilik de, Vatikan gibi “Ba­bil Kardeşliğinin” bir cephesidir[39]. Hahamlar, kendi görüşleri doğrultusunda tahrif ettikleri (değiştir­dikleri) Tevrat’a, Yahudilerin sahip oldukları “üstün ırk”, “seçilmiş halk” inancını da eklemişlerdir. Yahudiler, Tevrat’tan çok daha önceleri, kendilerinin bütün ırklar­dan üstün olduklarına ve dünyanın gerçek sahibi olduklarına inan­maktaydılar. Yahudi gerçeklerinin ve ideolojisinin temel kitabı olan Kabbala, Tevrat inmeden çok daha önceleri bu inançlar üzeri­ne kurularak yazılmıştır. Daha sonra, bütün insanları eşit kılan Tev­rat’ı da, Yahudi hahamları değiştirmişler ve bu Kutsal Kitap’a “üstün ırk”, “seçilmiş halk”inançlarını eklemişlerdir. Bu inançlara göre; Yahudiler, Allah’ın seçtiği ve üstün kıldığı bir kavimdir ve yeryüzü onlara aittir. Fakat “goyimler” dünyayı haksız olarak ele geçirmişlerdir. Yahudilik ötekileştirdiği insanlar için “goyim” kavramını kullanır. Talmud kaynaklı Yahudi inancına göre goyim, aslı hayvan olan insan demektir. İşte Yahudilerin bu inançlara olan bağlılıkları, tarih boyunca diğer milletlere kin ve düşmanlık beslemelerine yol açmıştır. Bu görüşe göre Rab Yehova yalnız İsrail oğullarını sevmektedir[40].     Yahudilerin ve onlara uyan hristiyanların kendilerini üstün görmeleri Kur’an’da şöyle anlatılı­yor: “Yahudiler ve Hıristiyanlar, “Biz Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz” dediler. De ki: “Öyle ise günahlarınızdan dolayı size niçin azap ediyor? Doğrusu siz de O’nun yarattığı insanlardansınız. O, dilediğini bağışlar ve dilediğine azap eder. Göklerde, yerde ve ikisinin arasında ne varsa, mülkiyeti Allah’a aittir. Sonunda dönüş de ancak O’nadır.”( Maide suresi 18. ayet)

Sonuç

            Görüldüğü üzere karşımızda tahrif edilmiş (değiştirilmiş) bir Tevrat ve onun ideolojik metinlerine göre oluşturulmuş üstün bir ırk anlayışı bulunmaktadır. Bu üstün ırk ve seçilmiş halk inancı siyasal sonuç olarak siyonizmi doğurmuştur. Siyonizm ise vadedilmiş topraklar üzerinden Hz İbrahim inancının yayılmış olan coğrafyayı kendi sınırları içine dâhil etmek istemektedir. Hz İbrahim kesinlikle Yahudilerin atası değildir. Hz.Yakup ve oğullarının Yahudilerle hiçbir tarihsel bağı olmadığı tüm gerçekliği ile açıktır. Bugünkü İsrail Devletinin kuruluşunda İsrail ismini seçmesi kendi köklerini Hz. Yakup’a hatta onun dedesi Hz İbrahim’e kadar tarihlerini ulaştırma çabasından kaynaklanmaktadır. Kur’an ve tarih ışığında bu iddialar tamamıyla geçersizdir. O halde Yahudilerin Filistin başta olmak üzere kan gölüne çevirdikleri Ortadoğu coğrafyasına barışın gelebilmesi için tahrif edilmiş Tevrat’ın İlim ve din adamları tarafından yapılacak bilimsel-tutarlı eleştirileri beklemektedir. Bu insanların farkındalık düzeyini artırmaları için gerekmektedir. Bu çaba sadece İslam ve Hristiyan dünyasını değil aynı zamanda iyi niyetli Yahudileri de aydınlatmalıdır. Aksi takdirde bir yalanın peşinde asırlardır insanlar kandırılmakta buna dayanarak Savaş tröstleri insan kanları üzerinden para kazanmaktadır. Bir gün Siyonizm insanlık tarihinde yargılanacak ve masum insanlar bu yargılanmadan sonra yalanların mağduru olmayacaklardır. Kısaca İsrail devletinin teolojisi yüzyıllardır yanlış-hayali-kurgulanmış bir mitin gerçekmiş gibi sunulmasıdır. Gerçekler konuşulup yazıldığında Yahudi halkı da bunu anlayacaktır. Geçmiş asırlarda Hobbes, Spinoza gibi birçok filozof ile Freud gibi bilim insanları Tevrat’ın tahrif edildiğini anlatmak için çaba göstermiştir.  

  1. ve XXI. yüzyıl ise İsrail Devletinin vahşetine tanık olmaktadır. Bu vahşeti doğuran teo-ideolojik tüm kehanetler bir gün tarihin çöplüğüne atılacaktır. Babil sürgününden sonra hahamlar tarafından yazılmış hurafelerin doldurulduğu ve Hz Musa’ya inen Tevrat’tan çok farklı olan bu eser sadece düşünürlerin-bilim insanlarının araştırmaları ve eleştirileri için kütüphanedeki yerini alacaktır.

Diğer taraftan İsrail devletinin Hz. İbrahim’e vaat edilen toprakları Yahudilere vaat edilmiş gibi gösterme çabasının  teolojik zeminden yoksun olduğunun rahatlıkla gösterilebilmesine rağmen Arz-ı Mev’ud’un siyasallaştırılması ve bundan vazgeçilmemesi başka sebepleri de düşündürmelidir. Bunlardan en önemlisi Mezopotamya coğrafyasının Dicle ve Fırat arasındaki toprakların uygarlıklar beşiği olmasıdır. Dicle ve Fırat arasındaki coğrafya Sümerler başta olmak üzere birçok uygarlıklara ev sahipliği yapmıştır. Nil’den Fırat’a Mısır ve Mezopotamya uygarlıklar tarihidir. Bu uygarlıklar tarihinde Yahudiler yoktur. Önümüzdeki yıllarda devletlerarası en büyük problem su kaynaklarından çıkacaktır. Bu gerçek tarihin geçmiş dönemlerinde de ulusların toprak mücadelesine sahne olmuştur. Türkiye’nin nice emeklerle yaptırdığı GAP (Güney Doğu Anadolu) Projesi İsrail’in yıllardır gözlerini diktiği toprakları kapsamaktadır. İsrail devletinin siyasal ve teolojik amaçlarının önüne set çekilmesi için bilim insanları bu konuda bilimsel eserlerle, Türkiye Cumhuriyeti başta olmak üzere sağduyu sahibi devletleri aydınlatmalıdır.

Teşekkür: Bu makalenin hazırlanması sırasında düşünceleriyle katkılarda bulunan dostlarım Zekeriya Yıldırım ve Doç. Dr. Abdullah Ortadeveci’ye teşekkür ederim.

            Kaynaklar

            Abdurrahman Küçük, Arz-ı Mev‘ûd, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 1991, İstanbul, 3. cilt.,pp. 442-444.

            Ahmet Cemil Akıncı, Kâbe’ye Doğru, Büyük Kısas-ı Enbiya, Hazreti Yakup, Peygamberler Tarihi, Cilt: 11, Fatih Yayınevi, İstanbul, 1969.

            Ahmet Susa, Tarihte Araplar ve Yahudiler, İki İbrahim, İki Musa, İki Tevrat, Selenge Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2005.

            Mehmet Ali Bulut, Tanrının Halkının Allah ile Başı Dertte, İsrail Nereye Koşuyor, Hayat Yayınları, Ankara, 2019.

  1. Süreyya Şahin, Esbât,Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 1995,  İstanbul, 11. Cilt.

            Muharrem Kılıç, Gizlenen Türk Tarihi Hazreti Muhammed, Toplumsal Çözüm Yayınları, İstanbul, 2007.

            Sedat Şenermen, Dinler ve Dünya Egemenliği, Togan Yayıncılık, İstanbul, 2013.

            Şaban Kuzgun, İslam Kaynaklarına Göre Hz. İbrahim ve Haniflik, Bilge Kültür sanat Yayınları,  İstanbul, 2015.

[1] Türk Yurdu, Eylül 2025 Yıl. 114, Sayı 457, s.24-33.

[2] Prof. Dr., Eskişehir Osmangazi üniversitesi Türk dünyası uygulama ve araştırma Merkezi Müdürü

[3] Sedat Şenermen, Dinler ve Dünya Egemenliği,  İstanbul, 2013, s.33,65.

[4] Abdurrahman Küçük, Arz-ı Mev‘ûd, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 1991, İstanbul, 3. cilt., s.  442.

 

[5] Muharrem Kılıç, Gizlenen Türk Tarihi Hazreti Muhammed, İstanbul, 2007, s.114-115

[6] Şaban Kuzgun, İslam Kaynaklarına Göre Hz. İbrahim ve Haniflik, İstanbul, 2015, s. 166.

[7] A.g.e., s. 166-167.

[8] Muharrem Kılıç, A. g. e., s.139-140.

[9] A.g.e., s.140.

[10] A.g.e., s.141

[11] Ahmet Cemil Akıncı, Kâbe’ye Doğru, Büyük Kısas-ı Enbiya, Hazreti Yakup, Peygamberler Tarihi, Cilt: 11, İstanbul, 1969., s. 10.

[12] A. g.e., s.11.

[13] Ahmet Susa, Tarihte Araplar ve Yahudiler, İki İbrahim, İki Musa, İki Tevrat, 2. Baskı, İstanbul, 2005,  s. 32.

 

[14] Mehmet Ali Bulut, Tanrının Halkının Allah ile Başı Dertte, İsrail Nereye Koşuyor, Ankara, 2019, s. 104.

[15] Ahmet Susa, a. g. e., 19..

[16]A. g. e., s. 21. 

[17] A. g. e., s. 23.

[18] A. g. e., s. 30.

[19] Mehmet Ali Bulut, a. g. e., s. 152.

[20] Ahmet Susa, a. g. e., s. 30-31.

[21] M. Süreyya Şahin, Esbât,  TDV İslâm Ansiklopedisi,  1995,  İstanbul, 11. Cilt, s.  363.

[22] Mehmet Ali Bulut, a. g. e., s. 152-153.

[23] Ahmet Susa, a. g. e., s. 32.

[24] A. g. e., s. 33.

[25] A. g. e., s. 33.

[26] Mehmet Ali Bulut, a. g. e. , s. 153.

[27] Ahmet Susa, a. g. e., s. 33.

[28]Ahmet Susa., a. g. e., s.  34.

[29] Mehmet Ali Bulut, a. g. e., s. 154-155.

[30] Ahmet Susa, a. g. e., s.  34.

[31] Mehmet Ali Bulut, a. g. e., s. 155.

[32] Mehmet Ali Bulut, a. g. e., s. 155-156.

[33] Ahmet Susa, a.g. e., s.352., El- Yahud ve ilm el-ecnas, s. 82.

[34] A.g. e., s.352., El-Irak fi müzekkerât ed-diplomasiyyin el-ecânib, Prof. Necde Fethi Saffet çevirisi, 1969, s. 124.

[35] A.g. e., s.352.,

[36] Sedat Şenermen, a. g.e., s. 67.

[37] A. g. e., s.67-68.

[38] A. g. e., s.69.

[39] Sedat Şenermen, a. g. e., s. 69. David Icke, “The Biggest Secret” Bridge of Love Publications USA, First Published m February 1999’dan aktaran: Turgut Gürsan, Antik Çağlardan 20. Yüzyıl Başma Kadar Dünya Tarihînin Perde Arkası, İstanbul, 2005, 4. Baskı, Bilge Karınca Yayınları, s. 60-61.

[40] Sedat Şenermen, a. g. e., s. 69-70.

Yazar
Hilmi ÖZDEN

Prof.Dr. Hilmi Özden, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı öğretim üyesidir. Aynı üniversite Türk Dünyası Araştırmaları Merkezi Kurucu Müdürü de olan Özden, Türk kültürü ve medeniyet çalışma... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen