Kayıp Günlük ve Fon Sadriştayn’ın Karısı Bağlamında Dev Bir Türk ve Hikâyeci Olarak Ömer Seyfeddin!

Tam boy görmek için tıklayın.

 

İsmail KILIÇARSLAN

Kayıp Günlük ve Fon Sadriştayn’ın Karısı Bağlamında “Dinsiz” ve “Kudurmuş Bir Alafrangalık Müptelası” Sosyetik Karısının Mahvına ve Mevtine Sebep Olduğu Dev Bir Türk ve Hikâyeci Olarak Ömer Seyfeddin!

Meşrutiyet’in öne çıkardığı birçok isim var ama Mehmed Akif, Ziya Gökalp ve Ömer Seyfeddin’in yeri bir başka olmalı. Bu üç ismin müşterek ve mümeyyiz vasfı, millete fikir, istikamet ve şuur vermek ve kazandırmak idi. Mehmed Akif ve Ziya Gökalp bugün ideoloji denilen bir usul/tarz/nizam ve sistem manzumesi ile Ömer Seyfeddin de salt sanat ve bilhassa hikâye ile bunu yapmaya çalışıyordu.

Ömer Seyfeddin yanlış veya mübalağa olarak “İslamcı” olarak da tavsif edilen biri. Onun İslamcı olmadığını ama İslamcı zihniyet ve telakki ile pek çok müşterek yönünün olduğunu söyleyebiliriz. Onun şuur olarak sahiplenilmesini istediği değerler manzumesinin kahir ekseriyetini İslamiyet/Müslümanlık teşkil ediyordu. Ömer Seyfeddin’de Osmanlı ve Türk tarihi, Müslüman Türklerin tarihi idi. Cumhuriyet’in en büyük açmazı, Osmanlı tarihine yapacağı her vurgunun yeni nesil inşaında kendisine ayakbağı olacağı şüphesi idi ve bu şüphe doğru idi. Bu sebeple Türk tarihi, Osmanlı-İslam paranteze alınarak anlatılmaya çalışıldı. Gariptir, İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın Osmanlı tarihi ile ilgili eserleri İsmet İnönü’nün “artık bu kadarı fazla, tarih bir ilimdir, bu sebeple Osmanlı tarihi de yazılmalı ve öğretilmelidir” yaklaşımının ürünü olmuştur. Mebus Uzunçarşılı TBMM yerine arşivde çalışmıştır. Tahsin Banguoğlu’na göre de İsmet İnönü, Osmanlıcanın üniversitede öğretilmesinin de önünü açmıştır. Osmanlıca öğrettiği için “inkılaplara aykırı hareket ettiği ihbarı yapılan” Banguoğlu, bizzat İnönü tarafından derste teftiş edildiğinde talebelerin tarihteki tüm Türk alfabeleri yanında Arap harfli alfabeyi de öğrendiklerini görünce “öğrenecekler tabii” diyerek sınıftan çıkmıştır.

Ömer Seyfeddin’in hikayelerinde mevzuunu tarihten alan ibret ve şuurun en mühim sebeplerinden biri onun hemen tüm tarih kitaplarını okumuş olmasıdır aslında o tarihçi olmak isterken kendisini edebiyatta bulmuş birisidir.

Cumhuriyet’in Tek-parti daha doğrusu Mustafa Kemal devrinde üç isim çeşitli sebeplerle geri plana itilmiştir. Namık Kemal, Ziya Gökalp ve Ömer Seyfeddin. Bu üç isim de -Namık Kemal hariç- inansın inanmasın, -Namık Kemal dahil- dindar olsun olmasın eserlerinde İslam’a merkezi bir yer tahsis ediyordu. Edebiyat, tarih ve sosyoloji milletin değerlerini, yaşantısını, hikâyesini işlerken elbette ki dine de temas edecekti ancak Cumhuriyet dinin sadece camide ve kalpte kalmasını arzu ediyordu.

Ömer Seyfeddin kadar çok okunmuş ikinci bir hikâyeci hatta edebiyatçı hatta hatta yazar var mıdır, bilmiyorum ama 36 yaşında genç bir yaşta vefat ettiği dikkate alınırsa, kısa yazı hayatına tesiri büyük hikayeleri sığdırmış olması şaşırtıcı olmalıdır.

Bazı rica ve tavsiyelere rağmen kitap tanıtımlarını kendi tarzınca yapan biriyim. Kimi zaman eserlerini tanıttığım insanlar tarzım sebebiyle bunu görmezden de gelebiliyor ancak onların unuttuğu şey şu ki, ben yazarı ve eserini kendi beklentisine göre veya dar çerçevede (mesela salt teknik ya da edebi) ele almıyorum ve benim yazılarımı görmezden gelmelerini önemsemiyorum çünkü teşekkür veya takdir bekleyen biri methi değilse bile beklentiyi merkeze alır ancak biz galiba hem bunu yapmıyor hem de tenkidde biraz sert oluyoruz. Bu sebeple tanıtım yazılarımda yazar veya eseri değil çoğu zaman benim yaklaşımım öne çıkar. Ben sahip olduğum dünya görüşü ve müktesebatımdan müstakil bir tanıtım yapmıyorum ancak zannetmem ki adaletten ve insaftan ayrılayım. Hasmım bile olsa kaliteli bir eseri takdirden geri durmam yine de bazı tanıtımlarda daha da dikkatli olurum. Sabri Koz ağabeyim kendisini dikkate almadan hazırladığı bir eseri tanıtacağım biri değil. Zaten kendisi Ömer Seyfeddin’in siyasi-ideolojik misyonundan ziyade edebî yönünü ve yayına hazırladığı eserin türünü merkeze almış, “günlük” mevzuna dair hayli mufassal malumat kitabiyatına dair de uzun bir liste vermiş. Her ne kadar geçmişte kimi yazarlar bahs ve temas etmişse de yazma metnin tam halinde ve karşılaştırılmalı olarak tıpkı basımı verilerek çeviri-yazısının yapıldığı bir eser bu. Ancak Sabri Abi, hakikaten ciddi bir mesai harcamış. Esere düştüğü notlar yorucu ve yıpratıcı bir mesainin ürünü. Bazı emanetler için emanet edilecek şahsın karakteri tayin edici oluyor. Sabri Abi, emanet ehli bir derviştir. Bu sebeple “müreccah” biridir. “Günlük” ehline emanet edilmiş ve ortaya nefis bir çalışma çıkmış.

Sabri Koz’un eseri yayına hazırlama şekli belki başka bir yazının konusu olabilir çünkü bu tam olarak teknik bir mesele. Biz şimdi kendi tarzımıza da uygun düşecek şekilde Ömer Seyfeddin’in günlüğü ve bununla ilgili bir hikâye bağlamında bir şeyler söylemeye çalışacağız.

Ömer Seyfeddin eşinden bahsederken “Nikâhlandıktan sonra evlerinde görüşmeğe başladım. Kudurmuş bir alafrangalık müptelası karşısında kaldığımı anlayınca, titredim fakat ‘tashih ederim’ (düzeltirim) diyordum. Birleştikten sonra gayet ciddi, gayet sakin bir muhabbetle samimiyetin ‘olduğu gibi görünmenin’ faziletini ona anlattım. Evvela kabul eder gibi göründü. Fakat bu yalandı. Dikkat ettim. Kendisini tahlile başladım. Hiçbir fikre istinad etmediği halde dinsizdi. Hayatı idraki, telakkisi gayet mahduttu. Bütün ideali süstü, lüktü… Bana tıpkı bir uşak muamelesi ediyordu”. Ömer Seyfeddin geçim kapısı olan bir tercümeyi yapmak için güneşli olan odadan karısının kullandığı odaya masayı götürdüğünde sert ve küstah ifadelerle karısı adeta onu kovar. Ömer Seyfeddin şöyle devam eder: “Birdenbire hiddetlendim. Gizli bir zulmü birden duyan bir dalgın isyanıyla kalktım. Lanetler okuyarak odama geçtim. Yazım, parasıyla geçindiğimiz bir tercümeydi. Ben hem onun hayatı, saadeti için bir esir gibi çalışıyor, hem bir köpek gibi çalıştığım yerden kovuluyordum. Bu kadar tenezzüle sebep ne idi? Ben ki, dünyada kimseye eyvallah etmemekle iftihar ederim. Mevkiden, rütbeden, şereften vazgeçmişim… Milyonlara garkolacağımı bilsem, en büyük bir adama bile bir an başımı eğmem… Artık bir içgüveysi gibi oturamazdım” der ve evden ayrılır. Yine de karısının bundan ders çıkaracağını zanneden Ömer Seyfeddin yanılır ver onun ısrarı üzerine boş kağıdına imza atar. Şayet rivayet doğru ise Calibe Hanım, kısa bir süre başka biriyle evlendikten sonra iffetli ve namuslu bir Türk kadınına yakışmayacak çirkin bir harekette bulunur ve birgün yeni kocası kolunda, Ömer Seyfeddin’in oturduğu evin önünden nispet edercesine geçer. (Aslında burada Sabri Abi’nin anlattığı ve Neşet Ertaş’ın Elbistan’da yaşadığı bir hikâyeyi anlatmak uygun düşerdi ama anlatmak için izin alıp almadığımdan emin olamadığım için vazgeçtim).

Ne olursa olsun bu şekilde boşanan, tahkir edilen ve küçük çocuğundan ayrı kalan Ömer Seyfeddin’in yaşadığı hayat onun rahatsızlığına yol açar veya şiddetlendirir.

Sosyete dilberlerinin tercih ettiği fakir Anadolu çocuklarının iki özelliği vardır. Ya çok zekidirler ya da yakışıklı. Benden tavsiye, böyle kızlar ne kadar güzel ve zengin olurlarsa olsunlar tercih edilmemelidir aksi halde Ömer Seyfeddin gibi yanılabilir, yanabilirler çünkü birkaç görüşmede Calibe Hanım, hiç renk vermemiş hatta Ömer Seyfeddin’in beğeneceği pozlara girmiş.

Sabri Koz, ustaca bir iş daha yapmış. Fon Sadriştayn’ın Karısı hikayesinin de yazma nüshasını tıpkı basım ve çeviri-yazı olarak vermiş. Mesele şu: Fon Sadriştayn aslında Ömer Seyfeddin’in sınıf arkadaşı biri. Bu, ona takılan lakaptır. Önce bir Türk kızı ile evlenir. Karısı müsrifliği, lükse düşkünlüğü ve tembelliği ile Fon Sadriştayn’ı hasta eder. Almanya’ya giden Fon Sadriştayn, orada bir Alman kızı ile evlenir ve yeni karısı evin hem hanımı hem de hizmetçisi olur. İsraf, lüks denilen şeyden eser yoktur. Burada Ömer Seyfeddin, -daha evvel birileri elbette yazmış olmalı aksi halde biz yazalım- Fon Sadriştayn’ın ilk karısı yani Türk eşi ile aslında kendi eşi Calibe Hanım’ı anlatmaktadır.

 

Not: Başka bir yazımda Ömer Seyfeddin’in Balkan Harbi Günlüğü’nün milyonlarca basılıp ilk ve ortaöğretimde “mecburi ders” olarak okutulmasını talep ve tavsiye etmiştim, tabii böyle bir şeyin asla olmayacağından hayli emin olarak. Sabri Koz üstadın hazırladığı bu günlük için de aynı talepte bulunacağım ama neticesini biliyorum. Diktikleri beton kazıklar kadar Ömer Seyfeddin’e kıymet vermeyenler gelecek kaç kuşağı kaybettiklerini anlayabilselerdi keşke!

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen