Kazak Türklerinde Ağıt Ya Da Dal Beşikten Yer Beşiğe Göç 

Tam boy görmek için tıklayın.

                                                 “Kazak, dünyaya şiirle gelir, yer koynuna şiirle gider.”

                                                                                      Kunanbay Abay                                                                                                                           

       Ölen insanın arkasından ağıt yakma geleneği dünya milletlerinin çoğunda görülen kültürel bir gerçektir.

       Ağıt geleneği, Afrika’daki yerlilerde, Avrupa’daki Alman, Fransız, Bulgar, Sırp, Çek, Yunan, Litvan ve Letonlar’ın sosyal hayatlarında, Asya’da bulunan milletlerin ise ömürlerinin her safhasında yaşattıkları edebi bir gelenektir.

       Bütün bunlarla birlikte ağıtlarımız, Türk topluluklarından olan Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen, Tatar, Altay, Karaçay, Tuva, Hakas, Azeri v.b. soydaşlarımızın hafızalarında kaybolmadan eski dönemlerden beri günümüze taşıdıkları bir gelenek olarak karşımıza çıkar.

       Kazak halk şiirinin çok eski türlerinden biri olarak bilinen ağıt yani “Joktav Jırı” diğer topluluklarda olduğu gibi ölünün arkasından, yangın, açlık, salgın hastalık gibi tabii afetlerden sonra ağlayarak ve acıyla söylenen bir ezgidir. Geleneksel doğaçlama yoluyla ya da irticalen söylenen bu nazım şekli Sözlü Türk Edebiyatı’nın da önemli ve en eski türlerinden biridir. Türk Dünyası edebiyat tarihçilerimizin ilk ağıt örneği olarak “Alp Er Tunga Sagusu” nu işaret etmeleri de kültür birlikteliğimizin çok önemli bir işareti olsa gerek. Kazak edebiyat tarihçisi Prof.Dr.Mekemtas Mırzahmetulı’nın  aşağıdaki örnekte olduğu gibi (farklı bir şeklini dillendirse de…) tamamı dokuz dörtlükten oluşan “Alp Er Tunga Sagusu”  bütün edebiyat çevrelerince benimsenen Türk Edebiyatında ilk ağıt örneği olarak karşımıza çıkar.

 “Alıp Er Tona öldi me,         Alp Er Tunga Öldü mü?

  Kara jerge endi me,             Kara yere indi mi?

  Kayğı bastı ma,                    Kaygı bastı mı?

  Endi jürek jarılar.”             Şimdi yürek yarılır

 ………            ………

      Ağıt, Kırgız Türkçesi’nde “Koşok”, Azeri ve Türkmen Türklerinde “Ağı”, Özbek, Başkurt,  Tatar Türklerinde ve Taciklerde “Mersiye”, Kazak ve Karakalpak Türklerinde “Joktav”. Uygur Türklerinde ise “Jiğa” olarak adlandırılır. Kazaklar bir acı haber duyduklarında hemen ağıt söyleyerek seslerini yükseltmelerinin yanında Karakalpaklarda ancak ölü toprağa verilip, hayır yemeğinin yenilmesinden sonra ya da ölen genç biriyse bir iki gün sonra düzenlenen ayrı bir törende ağıt söylenir.

      Kazak ağıt türlerinde olduğu gibi Tatar folklorunda da ağıt söylemenin iki türü mevcuttur. Biri, evlenen kızın baba ocağından çıkışı sırasında söylenen ve adına “Sınsu[1] Sarını”  denilen ağıt diğeri ise ölünün üstünde söylenen joktav yani ağıt. Bazı Türk topluluklarında ölen adam için ağıt yakma, ağlama, kendine acı verme, yüz yırtma saç yolma gibi çok eskiden beri sürdürülen gelenekler görülmektedir. Bunu “Dede Korkut” destanlarında da görmek mümkündür.  Destanın “Salur Kazan’ın evi yağmalanması” bölümünde benzer olay şöyle tasvir edilmektedir: “Burla Hatun boynu ile kulağını aldı, düştü. Güz alması gibi al yanağını tuttu, yırttı. Kargı gibi kara saçını yoldu. “Oğul!”, “Oğul!” deyüben zarlık kıldı, ağladı”. Burada görüldüğü gibi, Burla Hatun oğlunun öldürüleceğini duyduğunda yüzünü yırttı, saçlarını yoldu.

     Azeri Türkü folklor araştırmacısı Behlül Abdulla “Azerbaycanda şivan-yas merasimi” olarak adlandırılan cenaze töreni sırasındaki motifleri yukarıda belirtilen Dede Korkut Destanlarındaki motiflere benzetip: “Şivən əsasən, ölüm baş verdiyi andan ölünün dəfn üçün evdən çıxarıldığı vaxtacan davam edir. ölən üçün təsiredici, yanıqlı sözlər, oxşamalarla hönkür-hönkür ağlamaq, üz cırmaq, saç yolmaq kimi xüsusiyyətlər şivənin əsas əlamətlərindəndir”.diyerek ortak kültür birlikteliğine dikkat çekmiştir.

     İslam dininin şeriat hukukuna bağlı olarak bu tür adetlerde bazı değişikliklerin izlendiği görülür. Mesela tanınmış Arap Seyyahı İbn-i Fadlan 10.Asırdaki İdil (Volga) Bulgarların adetlerini anlatırken yukarıda belirtilen hususlardan farklı olarak şöyle demektedir: “Ölü üstünde kadın ve kızlar ağlamazlardı. Onların erkekleri ağlardı. Onlar, kişi öldüğünde gelirlerdi. O sırada ölü yatan evin kapısı önüne gelerek çok yüksek sesle ve acıyla haykırarak ağlarlardı. Ölü çıkan evin silah ve savaş aletlerini kabre indirerek ölüyle birlikte gömerlerdi ve iki yıl boyunca da ağlamaları devam ederdi. Bu ağlamalara ek olarak bazen de kendilerini kamçılayarak kendi kendilerine acı verirlerdi. Bu ağıtları söyleyen kişilerin bilgili ve arif kişilerden seçilmesi dikkat çekiciydi.”

     Ağıtlar, hangi topluluktan olursa olsun çıkış ve söyleyenin konumuna uygun olarak değişik bölümlere ayrılmıştır. Bunlar:

  1.Ölen gençler için annelerinin söylediği ağıtlar.

  2.Eşini kaybeden kadınların ağıtları.

  3.Kızın baba ve annesi için söylediği ağıtlar.

  Aynı tarz gruplandırmayı Rus Folklor araştırmacıları olan İrina Fedosova,Nastasya Bagdanov, Ulyana Krivoşev gibi araştırmacılar da yapmışlardır. Ne var ki, Rus Folklorunda bu konuda 19.ve 20.yy da özel olarak bir araştırma yapılmamıştır. Sadece 1922 yılında Rus folklor araştırmacısı Prof.Dr.Mark K.Azadovskiy’in  bir kitabı yayınlanmıştır. [2]

   Kazak, Kırgız ve Karakalpak halklarının eski ağıtları esasında geleneksel üzüntü tarzı şiirlerdeki her türlü sanatlı sözlerle kurulmaktadır. Örnek olarak:

“Kün degenim tün boldı-         Gün dediğim gece oldu.,

 Ölimi kurusın ört eken-        Ölümü yok olsun yangın imiş,

 Ak tüyem avnap şan boldı.”    Ak devem (yiğidim) devrilip toza bulandı.

 ya da

“Tan atmay turup şakırgan,      Tan atmadan çağıran

Ateşten sorlı bar mı eken?         Ateşten uğursuz var mıymış?

Ateşke kosılıp zarlağan,            Ateşe karışıp inleyen,

Menen de sorlı bar mı eken?”  Benden de uğursuz var mıymış?

Şeklindeki görünen benzerlikler yukarıda adı geçen Türk halklarının ağıtlarında göze çarpan önemli noktalardır.

     Kazaklar arasında sıkça söylenen:

“Keşegi menin kökjalım,    Benim dünkü bozkurtum

  Arvak konğan jasınan.”   Ruh konan gençliğinden (Güçlü varlığından bir ruhu kaldı.)

“Halıktın bağlan kuljası,   Halkın semiz dağ keçisi

Aldında jürer jorğası.[3]”     Önünde yürüyen yorgası.

“Köldegi akkuv davıstı,     Göldeki kuğu sesli

Aksunkar kustay dabıstı.” Akdoğan kuşu gibi şöhretli.

“Ağa-ekem ketti elinen,     Ağam-babam gitti elinden

Aksunkar ketti kölinen.”  Akdoğan gitti gölünden

“Bala kustay talpınğan,    Bala kuş gibi çırpınan

Kor maralday balandı.     Biçare maral gibi balanı.

Bir börü kirip jep ketti,     Bir kurt girip yiyip gitti

Senin jalğız kozındı.”      Senin yalnız kuzunu

Örneklerinde olduğu gibi Türk halklarının çoğunda kullanılan ortak ifadeler olarak bilinmektedir. Bunlarla birlikte, kızı öldüğünde annesi ağıt söyleyip, kendisini sürüden ayrılan ak keçiye benzetip, ya da:

“Asıl da gavhar bolatım,       Değerli cevher çeliğim

Uşayın desem kanatım.”      Uçayım desem kanadım,

“Karşığam kaşan kosılar,      Aladoğanım ne zaman kavuşur

Jalınım kaşan basılar?”    Yakarışım (ateşim) ne zaman diner?

gibi benzerlikler Kazak-Kırgız ağıtlarında sıkça rastlanan deyimler olarak da dikkati çeker.

    Oğlu ölen ana için Abay Kunanbay’ın çıkardığı ağıt. Abay eserlerinin önceki baskısında (1961) “Ekimbay’a (Abay’ın oğlu) Ağıt” diye verilmiştir. Bazı kalıplaşmış mazmunların diğer Türk topluluklarında da kullanıldığı görülmektedir.

“Kızıl balak kırannın,      Kızıl paçalı kartalının

Balapannın dert aldı.      Civcivini dert aldı

Jemis ağaş beyterek,     Büyük yemişli çınarın,

Baldırğanın ört aldı.”       Gencini yangın aldı.

     Batırbek adındaki bir hakimin (kadı) kızı olan Balğın öldüğünde annesinin yaktığı ağıttaki benzetmeler de ayrı bir özellik göstermektedir. Yalnız bir kızının ölümüne söylenen bu ağıtlar seyrek de olsa Kazak ağıtlarında var olan örneklerdir.

“Karağım aynalayın kanday edi,         Canım, ciğerim, başına döndüğüm nasıl idi,

Bavırsak nanğa pisken nanday edi.      Kızarmış hamurla pişen ekmek gibi idi.

Maktasam özümdü özim bolar uyat,     Övsem kendimi özüme ayıp olur,

Balanın öz katarlas mandayı edi.”         Balanın öz emsali alın yazısı idi.

      Ağıtlardaki benzetmelerin yaşlara göre kişinin farklı özelliklerini yansıtması ve ölen bu kişinin her yaşıyla ilgili olarak yaptığı başarılı çalışmaları örneklendirmesi bakımından da aşağıdaki örnek dikkat çekicidir.

Segizine kelgende,              Sekizine geldiğinde,

Süyindikke bas bolğan.,     Sevincin başı oldu.

Akkan sendey tolkığan.      Eriyen buz suyu gibi dalgalandı.

Toğızına kelgende,              Dokuzuna geldiğinde,

Tuğan ayday balkığan.        Doğan ay gibi canlandı

Yendi onına şıkkanda,        Şimdi onuna çıktığında,

Arvağı astı halkınan.           Halkının ruhuyla yükseldi.

On ekige şıkkanda,              On ikiye çıktığında.

Kur kaytpadı markınan,       Büyük davadan dönmedi

Jiyırmadan ötken son,           Yirmisini geçince.

Saliykalı biy boldı.                  Ağırbaşlı bey oldu,

Jesirmenen jetimge               Esir ile yetime

Tigip bir koyğan üy boldı.      Yapıp koyduğu ev oldu.

     Şimdi de Kazak ağıtlarının genel özellikleri ve ağıt yakma törenleriyle ilgili aydınlatıcı bazı bilgiler verelim:

    Dünyadan göçmüş insanın ailesi, başsağlığına gelenleri karşılamaya hazırlanırlar. Evin ilk ve en tecrübeli kadını siyahlara bürünerek yas tutmaya başlar. Onun etrafına eltileri, kızları, gelinleri ve komşu kadınlar oturur. Erkekler kapı önünde bulunurlar. Ölüyü toprağa verme görevini yerine getirmek için gelenler yaslı köye yaklaştığında seslerinin duyulabileceği mesafede atlarını durdurur ve atlarından inerler. İşte o zaman evdeki kadınlar ağıta başlarlar. Hıçkırık ve ağlama sesleri hangi evden ulaşırsa, gelenler de o eve doğru yönelirler. Gelen atlıları karşılayacak erkekler önceden belirlenir. Gelenler eve girerek ağlayan kadınlarla görüşürler. Daha sonra dışarı çıkarak buradaki erkeklerle kucaklaşır, üzüntülerine ortak olur ve başsağlığı (konil aytuv) dilerler. Kadınların ağlama ve hıçkırıkları belli bir ahenk içinde söylenen şiirlerle devam eder. Bu durum halkın cenaze için toplanmasına kadar devam eder.

     Cenaze yıkanıp çıkarıldıktan sonra kadınlar ağlaşarak evde kalır. Mezarlığa sadece erkekler gider. Toprağa verme töreni yerine getirildikten sonra eve dönen cenaze sahipleri kadınlarla ağlayarak görüşürler. Yaşlılar ise ağlayanları teskin etmeye çalışırlar. Böylece yasın ilk günü tamamlanır. Sonraki günlerde de kadınların ağıtları aralıklarla devam eder. Ölen kişinin yedisi için planlanan hayır yemeğinden (as beruv) sonra ağıt yakma töreni özel olarak ayrıca yapılır.

     Ölen kişiler için ağıt yakma Kazakların milli örf ve adetlerindendir. Ağıt, kahramanlar, beyler, halkın saygısını kazanmış insanlar ile şehitler için yakılır. Halkın takdirini kazanmayan kişiler için ağıt yakılmaz. Ağıt yakma adeti ölünün bir yıllık hayır yemeğine kadar devam eder. Bu süre içerisinde eve başsağlığı için gelenleri evin beybişesi[4]  ağlayarak ve ağıt yakarak karşılar. Beybişeyi gelenler teskin edip sustururlar. Bu arada ağıt yakma sırası önceden görevlendirilen kız ve gelinlere devredilir. Halk ozanlarına ısmarlama hazırlatılan ağıtları kız ve gelinler ezbere söylerler. Bu gelenek “Abay Yolu”[5]  romanında da belirtilmektedir.

    Uçsuz bucaksız bozkırlarda doğup büyüyen Kazakların yaslı evine gelip gidenleri çok olur. Ölüyü anmak isteyen gönülden arkadaşları uzak yerlerde bulunsalar da yas evini ziyaret etmeği borç bilirler. Köye yaklaştıklarında atlarından inerler. Bu ölen kişiye saygı anlamını taşır. Başsağlığına gelenler selamlaşıp hal-hatır sorduktan sonra özel bir yerde bulunan ağıtçılar ağıta başlarlar. Halk bu ağıtları dikkatlice dinler. Ağıtların birçok örnekleri vardır. Her ağıt farklı kişilerin şahsiyetlerini yansıtır.

     Aşağıdaki ağıt, ölen birinin arkasından söylenen, onun yiğitliğini, çalışkanlığını, çevresiyle ve ailesiyle olan uyumlu davranışlarını çeşitli teşbihlerle anlatan bir örnektir.

   Eğzu dep bastayın,              “Bismillah” diyerek başlayayım,

   Asığıs aytıp saspayın.           Acele ederek şaşırmayayım.

   Şeriğattın jolına                    Şeriatın yoluna,

   Jalğan sözdi kospayın          Yalan sözü katmayayım.

   İmandı bolğır atamdı            İmanlı olan atamı,

   Auzımdan kalay tastayın?    Ağzımdan nasıl düşüreyim?

   Uyalı terek-ordalım,              Ailemi, ocağımı,

   Atekem edi kormalım.          Atam koruyordu.

   Kün jağıma kölenke,            Güneşli yanıma gölge,

  Jel jağıma korğanım.            Rüzgarda sığınağımdı.

  Joktağanda özindi,                 Sana ağıt söylendiğinde,

  Turadı aksar tav jılap.            Yüce dağ uyanır ağlar.

  Sayalı bakşa-bav jılap,          Vadi, bahçe, bağ ağlayıp,

  Künirenedi oy men kır.           Üzülür dere, tepeler,

  Aydın köl, jasıl ormanın,         Parlak göl ve yeşil ormanın

  Atekem sapar şekken son,    Atam öldükten sonradır ki,

 Ketti goy senin ordanın.         Gitti işte ocağının huzuru.

      Çok eskiden “Ayt” adında bir kişi yaşarmış. Hem söz ustası hem de kendisini halkına adayan kahraman bir kişiymiş. Yaşadığı dönemlerde düşmanları onun ayak izlerine bile dokunamazlarmış. Çok uzun bir ömür yaşamış. Halkının sevgisini kazanmış. Bu kahraman kişinin ölümünde kızı tarafından şöyle bir ağıt yakılmış:

Batır doğan er ekem,            Kahraman doğan yiğit babam

Eline ırıs ,berekem,              Halkına bekeket

Uyalı korğan beyterek,         Yuvamızın koruyucu ağacı

Aulıma saya,kölenkem,        Köyüme dayanak, gölge

Aza tutup kazandı,                Ölümüne yas tutup

Közimnin jasın köl etem.      Gözümün yaşını göl edeyim

Arvağındı ardaktav,               Ruhunu yüceltmek

Allağa da jön eken.                Allah’ın da arzusu

…….

On jetide batır bop,                  On yedisinde kahraman olup

Atağı elge tarağan,                  Ünü eline yayılmış

Erligi men deuleti,                     Kahramanlığı ile  devleti

Seriden[6]  artık seuleti,              Seriden daha şatafatlı

Minbegen tulpar[7] kalğan jok.    Binmediği tulpar kalmadı.

Uzun boyun sağadan[8] ,             Sağadan daha uzun boylu

Kimegen kiyim kalğan jok.        Giymediği giyim kalmadı

Altındı ton jağadan.                  Altın yakalı kürkten başka

Abaktı buzğan er ekem,            Hapishane yıkan yiğit babam

Kaşıp şıkkan Orıstan.                Çıkıp kaçmış Ruslardan

…….

Jasınnan jığan düniye,              Gençliğinden beri topladığın mülk

Artında kaldı üyülip.                   Arkanda sahipsiz kaldı

Könedi eken pendesi,                İtaat edermiş kulu

Koyğan son Alla buyurup.          Allah buyurduktan sonra

…….

Ötpese kayda babalar?               Göçmediyse nerde babalar?

Kutulğan ba kaşkandar?             Kurtulmuş mu kaçanlar?

Düniyede kala ma?                     Bu dünyada kalır mı?

Korkut kusap saskandar?            Korkut gibi şaşıranlar?

Kızıl tilden askandar,                   Söz ustasını aşanlar

Nakılın jurtka şaşkandar,             Halka nasihat verenler

Düniyede kim kördi?                    Dünyada kim gördü?

Mın jasağan adamdı?                   Bin yıl yaşayan adamı?

Aladan emir kelgende,                 Allah’ın emri geldiğinde

El-jurtındı kiynadın.                      Halkını zor durumda bıraktın.

Kişileri ayalap,                             Küçükleri şımartıp,

Ülkenderdi sıyladın.                     Büyüklere saygı gösterdin.

Ökingennen öksidin.                    Pişman olduğunda ağladın.

Ölimge bastı kıymadın,                Ölüme başını uzattın,

Jok eken goy düniyede,               Yokmuş bu dünyada,

Tapjılmay mengi turmağın.           Ebediyete kadar yaşamak

Nesip etsin endi Alla,                    Nasip etsin şimdi Allah

Joldas bolsın imanın!                   Yoldaş olsun imanın!

       Kazak Türklerinde ağıt söylenen eve yas bayrağı dedikleri bir bayrak dikilir. Yas evinin çevresinde boşu boşuna gezmek ya da yüksek sesle konuşmak ve gülmek hoş karşılanmaz. Ölünün bir yıllık hayır yemeği verilinceye kadar yas bayrağı indirilmez. Hayır yemeği ve yas bayrağı ölünün ruhuna onun soyunun bir bağışı olarak kabul edilir.

      Ağıtların kendine özgü bir uyumu ve milli bir niteliğinin olması gerekir. Böyle olursa ağıtların eğitim ve terbiye yönü ortaya çıkar. Ölü evinde kaba davranışlar çevre tarafından alaysı karşılanır. Bu durum insanların matem havasını bozduğu için insanlar ağıt söylenen evde daha ağırbaşlı davranırlar.

      Birisi uzaktaki dünürünün öldüğünü işitip atına binerek ölü evine gelir. Burada kendisiyle görüşen evin karısı:

Mingende atın kara ala,      Kara ala atına bin

Peyiştin törin arala.             Cenneti dolaş

Peyişten orın tappasan,      Cennette yer bulamazsan

Kükrene kelip panala!         Çadıra gelip sığın!

Diye seslenir. Bu sözün uygunsuz olduğunu fark eden dünür, hıçkırmakta olan dünürünü kucaklayarak:

Esiktin aldı küyreme,          Kapının önünü yıkma

Kudağı başlık ileme.           Dünüre eziyet ettirme

Peyişke barğan kudandı,    Cennete giden dünürü

Kürkege karay süyreme.     Çadıra doğru sürüme.

Bunu işiten ahalinin alaysı bir şekilde güldüğü fark edilir. Bu nedenle ağıt söyleyen sesin önemli, eğitimli ve etkileyici olması gerekir.

    Kazak ağıtlarında bazen ölen kişinin kim olduğu, akrabalarının kimler olduğu, hangi sülaleden geldiği, nerede durduğu da açık açık belirtilmektedir. İşte buna örnek olarak, 1845 yılında ölen genç bir kişinin arkasından karısı tarafından söylenen ağıtı gösterebiliriz.

Nağaşın senin Şayanbay,        Senin dayın Şayanbay

Kayın atan atı Bayanbay,         Kaynatanın adı Bayanbay

Bes atanın kamkorı,                 Beş atanın koruyucusu

Özin sapar şekken son,        Sen öldükten sonra

Jurtına tığır tayandı-av!     Halkına zulüm dayandı-oy!

    Kazak ağıtlarında dikkat çeken bir başka özellik de çok başarılı teşbihlerin yapılmasıdır. Özellikle tabiat varlıkları ve mevsimlerle ilgili yapılan benzetmeler daha çok göze çarpar. Kentav şehrinde yaşayan Rahima Bertaykızı’nın 1994 yılında ölen kocası İbadulla için yaktığı ağıtta bu örnekleri görebiliriz.

Karatav edin kuladın.              Karadağ idin yıkıldın

Ak kayın edin suladın.            Ak kayın idin göçtün

Erkeletken ünindi,                   Şımarttığın sesini

Estimey kaldı-ah kulağım       İşitmedi ah- kulağım

Alatav edim jar boldım.          Aladağ idim yar (eş) oldum.

Akşa bult edim kar boldım.    Ak bulut idim kar oldum.

Könili köktem arısım-av!        Gönlü bahar direğim hey

Külküne senin zar boldım.      Senin gülüşünü arzular oldum

……    …….

Susın kır jürgen janıma,           Susuzluğumu doyuran

Sualdı-av mengi bulağım!        Kurudu ah bengi pınarım

Aşık aspan astında,                  Açık asuman altında

Atımdı sendey kım aytar?        Adımı senin gibi kim çağırır?

      Bu ve buna benzer teşbihleri yüzlerce Kazak ağıtında bulmak mümkündür. Bu da onların tabiatla ve diğer canlı varlıklarla iç içe ve barışık yaşadıklarının en açık delili olarak gözükmektedir.

     Çok geniş bir araştırma sahasına açık olan Kazak ağıtlarının incelenmesi, araştırılması ve yazıya geçirilmesi için titiz bir çalışmaya ihtiyaç vardır. Türk folklor araştırmacılarının bu konu üzerine eğilmeleri, karanlıkta kalan ortak Türk kültürü değerlerinin de geniş çevrelerce ve sonraki nesillerimiz tarafından daha iyi anlaşılmasına zemin hazırlayacaktır. Bu yaklaşımın en güzel kanıtını da aşağıdaki Kazak anonim halk şiirinde bulmak mümkündür. Türediğimiz ata-babalarımızın kim olduğu, onların hangi yönde hayat sürdüğü, örf, adet ve geleneklerinin  neler olduğu konusunda Orta Asya’nın derinliklerinden gelen bu gizemli ses umarım hepimizi bu önemli konuda düşünmeye ve çalışmaya da sevk edecektir.

     Jürgen jer kökşe koyan jım boladı        Boz tavşan gezdiği yerde izini ve sesini belli etmez

      Bilmegen ata jönin min boladı.            Atanın yönünü, izini bilmeyen ise eksik kalır.

     Jön aytıp, jön suraspak parız deydi,      Yön gösterip, yön sormak farzdır derler,

     Tarağan ata-baban kim boladı?             Türediğin ata-baban kim olur?

   Surasan atam Kazak, tübim Türik,      Sorsan atam Kazak, köküm Türk,

   Moynuna şuv asavdın salğan kurık.   Asi atın boynuna ancak yiğitler ilmek geçirebilir,

   Destürin el-jurtımnın ardaktaymın,      Ben de elimin geleneğini şereflendirmekteyim

   Ejelgi ata-baba saltın kurıp.                  Ezeldeki ata-babamın örf, adetini kurup.

          Kazak Halk Öleni                                              Kazak Anonim Şiiri

Kaynakça:

1.Bayturunulı A.-1993,Almatı-Joktav

2.Arınov T.-1990,Almatı,Bozdağım (Kazaktın Joktav Jırları)

3.Radlov V.-1993,Almatı-Altın Sandık.

4.Ğabdullin M.-1996,Almatı,Kazak Halkının Avız Edebiyeti.

5.Tolıbayev K.-2000,Almatı,Babadan Kalğan Bar baylık.

7.Berdibay R.-1990,Almatı,Folklor Şındığı.

8.Vahatov B.-1983,Almatı-Kazaktın Turmıs-Salt Jırlarının Tipologiyası

9.Zerdabi R.-Azerbaycan,Halk şiiri arşivi.

10.Kemelbaeva A.-2006, No:24, Kazak Edebiyatı, Almatı, Joktav Saltı Turalı

11.Meherremova S.-Bakü,Tezatlar Gazetesi, AMEA Etnografiya İnstitutusu

[1] Sınsu sarını: Ayrılık nağmesi, ağıt…(Bazı Türk topluluklarında kızı gelin olarak çıkarma sırasında söylenir.)

[2] Bekmurat Vahatov:Kazaktın Turmıs-Salt Jırlarının Tipoligiyası

[3] Jorğa:Atın bir koşuş şekli. Kazaklarda çok iyi konuşan ve hazır cevap olanlar için kullanılan bir sıfat.

[4] Beybişe:Evin tecrübeli,sözü geçen en büyük kadını.

[5] Abay Yolu: Kazakların tanınmış edebiyatçılarından Muhtar Avezov’un (1897-1961) 4 ciltlik romanının adı.

[6]  Seri: Kahraman ve yakışıklı kişiler için söylenen bir sıfat, güzel giyinen yiğit ve mert delikanlı.

[7] Tulpar: Çok hızlı koşan soylu bir at.

[8] Sağa: Yaz mevsiminde develerin yediği bir bitki türü

Yazar
Cemal ŞAFAK

Cemal ŞAFAK 1952 yılında Ardahan ili, Çıldır ilçesi, Aşık Şenlik köyünde dünyaya geldi. İlkokul, ortaokul ve lise öğrenimini Kars’ta tamamladı. Erzurum Kazım Karabekir Eğitim Enstitüsünden mezun oldu. Eskişehir Anadolu Ünive... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen