Kutadgu Bilig’de Siyaset ve Devlet Yönetimi

Bu yazımızda kadim devlet ve mutluluk kitabımız olan Kutadgu Bilig’de önemle üzerinde durulan “Türk devlet geleneği” hakkında ünlü tarihçimiz Halil İnalcık hocanın görüşlerinden alıntılar yaparak eski devletlerimizde, devlet yönetimi, devletimizin insana bakışı ve devlet yöneticilerin halka karşı sorumlulukları üzerinde duracağız.

Göreceğiz ki millet olarak geçmişimiz hazinelerle dolu, fakat ne yazık ki biz bu hazinelerin farkında değiliz. Bir devlet projesi olarak başlatılan “Batılılaşma ve batılı gibi olma” sevdamız ne yazık ki istenilen neticeyi elde edememişti. Yapılan çalışmalar ve çabalar Türk toplumunun dokusu ile pek de uyuşmamıştı. Biz de bu yüzden geçmişimizle ilgili değerli bulduğumuz konuları dile getirmeyi hedefliyor ve buna çaba gösteriyoruz.

***

Şimdi konumuza dönelim:

“İslâm kültür çevresi ötesinde öz Türk kültürünün yazılı zengin kaynaklarını Uygur devri eserleri teşkil eder. Malumdur ki, Karahanlılar, İslam kültür çevresine girmiş olmakla beraber Uygur kültürünü kuvvetle temsil ve devam ettirdiler. Reşit Rahmeti Arat, Uygur ve Karahanlı kültür kaynaklarını bize açan, böylece Türk kültürünün öz temelleri üzerinde canlanmasını ve gelişmesini hazırlayan Türk âlimi idi.”

“Kendisi önsözünde (Kutadgu Bilig, II, Tercüme, s: VIII) der ki, “Yusuf Has Hacib’in bu eserinde Türk dil ve edebiyatından başka Türk İçtimaiyatı, Türk tarihi ve umumiyetle Türk kültür tarihi ile uğraşanlar da kendi sahalarını aydınlatacak birçok parıltılar bulacaklardır.”

“W. Bardhold’a göre Kutadgu Bilig, “Padişahlara, memurlara vesair halka ahlak öğretmek için” yazılan, şarkta, bu arada İran’da, çok yaygın eserler gurubu arasına sokulabilir. Eser “Baştan sonuna kadar İslam ruhiyle” yazılmıştır.  ”, “R. R. Arat’a göre, Kutadgu Bilig “İnsana her iki dünyada tam manası ile kutlu olmak için lazım olan yolu göstermek maksadı ile kaleme alınmış bir eserdir.” Yusuf Has Hacib, her şeyden evvel bir şair-mütefekkirdir. “İnsan hayatının manasını tahlil ve onun cemiyet ve dolayısı ile devlet içindeki vazifesini tayin eden bir felsefe, bir hayat felsefesi sistemi kurmuştur.” O, Orta Asya’da iç mücadele neticesinde sarsılmış olan “Ahlak prensiplerini yeniden tanzim etme” kaygısıyla bu eseri yazmış olmalıdır. ”

“Kutadgu Bilig rahmetli Sadri Maksudi Arsal’a göre, Telemaque (Türkçeye çevrilen ilk ebedi Fransız romanı) gibi terbiyevi bir gaye güden bir eserdir. Gayesi XI. Asır aydın Türklerinin ahlak ve devlet idaresi hakkındaki fikirlerini gelecek nesillere ulaştırmak, hükümdarlara ve devlet adamlarına bu gelenekleri aşılamaktır. Eserde “İçtimai hayat, ahlak, devlet idaresi hakkındaki fikirleri tamamıyla İslam’dan önceki Türklerin telakkileridir. “. “Edebi, fikri malzemenin hemen hepsi Türk hayatından alınmıştır.”, “Müellifin kullandığı darbı meseller Türk atalar sözleridir.”

“Bu ahlaki ve hukuki telakkileri ve bu devlet teşkilatının on birinci asırda Müslüman Uygur hanlıklarında hâkim olan telakki ve teşkilatın biraz idealize edilmiş bir hülasası olarak kabul edebiliriz.”

“Kutadgu Bilig’in ne çeşit bir eser olduğu, ona sonradan nesir ve yazma olarak eklenen ön sözlerde doğru bir şekilde belirtilmiştir. Buna göre, bu nevi eserlere başka memleketlerde Edebü’l-mülük, Ayin ü’l-memleke veya Pendnami mülûk, Turanlılar arasında ise Kutadgu Bilig denmektedir. Yine bu önsöze göre, kitapta, memleket ve şehirlerin idaresi, idarecilerin bilmesi gerekli şeyler, hâkimiyetin icap ve şartları, devletin çöküşü ve ayakta kalması sebepleri bildirilmiştir.”

“Kutadgu Bilig’de daha açık ifade olunmuştur. (b. 2057-59) “Memleket tutmak için çok asker ve ordu lazımdır, askeri beslemek için de çok mal ve servete ihtiyaç vardır, bu malı elde etmek için halkın zengin olması gerekir. Halkın zengin olması için de doğru kanunlar konulmalıdır: Bunlardan biri ihmal edilirse dördü de kalır. Dördü birden ihmal edilirse beylik çözülmeye yüz tutar”.

“Yusuf Has Hacib’in eserinde bu siyaset görüşü hakimdir. Çeşitli yerlerde bu fikre döner ve başka başka şekillerde açıklamaya çalışır. Mesela “Halk zenginleşti ve memleket nizama girdi; halk hükümdara dualar etti. Halk kurtuldu ve zahmet denilen şey ortadan kalktı. Kuzu ile kurt birlikte yaşamaya başladı… Bir müddet böyle huzur ve asayiş içinde geçti, halkın ve memleketin her işi yoluna girdi. Memlekette yeni şehir ve kasabalar çoğaldı. Hükümdarın hazinesi altın ve gümüş ile doldu. Hükümdar rahat etti ve huzura kavuştu; şöhreti ve nüfuzu dünyaya yayıldı “(b. 1039-1044). “Ey hâkim! Memlekette uzun süre hüküm sürmek istersen, kanunu doğru yürütmeli ve halkı korumalısın. Kanun ile ülke genişler ve dünya düzene girer, zulüm ile ülke eksilir ve dünya bozulur. Zalim, zulmü ile birçok sarayları harap etmiş ve sonunda kendisi açlıktan ölmüştür.”, “Hükümdarın “hazinesi, maiyeti ve askeri vardı, bunlara dayanarak her istediğini buldu”.

“Yusuf bu anlayış içerisinde devlet idaresinde adalete baş rolü tanıdığı için eserde Hükümdar Küntoğdı, adl’i temsil etmektedir. Beyliğin temeli adalet yoludur”. (bu beğlik köki ol kanilik yolı). Diğer prensipler sırasıyla şöyledir. “Devlet” “hired” (akıl) ve “kanaat”. Devlet, vezir Ay-toldı’dır. Akıl ise onun oğlu Ögdülmüş’dir. “Kanaat” vezirin akrabasından Odgurmuş tarafından temsil edilir. (Kayda değer ki, metinde, devlet, raiyyet kelimeleri Farsça’ da kullanılan şekilleriyle Arapça kelimelerdir.)

“Adaleti temsil eden hükümdarın vazifeleri şunlardır:

1-Para ayarını temiz tutmalı.

2-Halkı adil kanunlarla idare etmeli ve kuvvetlinin zayıfa tahakküm etmesine meydan vermemeli.

3-Haydutları ortadan kaldırmalı,

4-Yolları açık ve emin tutmalı.

5-Herkese mertebesine göre muamele etmeli.”

“Nizam’ül-Mülk’ün Siyasetname’ sinde (ilk üç fasıl) hükümdarın vazifeleri, asileri cezalandırıp itaat altına sokmak, her hizmet sahibini kendi kifayetine göre yerine ve mertebesine getirmek, adalet ile reayanın huzurunu sağlamak, kanallar, köprüler yaparak, yeni köyler ve şehirler kurarak memleketi kalkındırmaktır. Hükümdarın başta gelen vazifesi haftanın belli günlerinde bizzat reayanın şikâyetlerini dinleyip doğrudan doğruya adaleti yerine getirmektir. Herkese mertebesine göre muamele etmek, “herkesi kendi menziletine koymak” sınıflar düzenini muhafaza etmekle ilgili olup bu çeşit nasihatnamelerde daima zikrolunur.”

“Nizam’ ül-Mülk, Siyasetname’ de bu âdetin gerçek gayesini açıklar. Padişahlar haftada iki gün mutlaka doğrudan doğruya halkın şikâyetlerini (mezalim) dinlerler ve hakkı yerine getirirler. Böyle memleketin her yerinde zalimler şikâyet korkusuyla kötülük yapmaktan çekinirler. Şikâyetler, umumiyetle Padişah adına otorite icra edenlerin suistimallerine karşıdır. Hatta doğrudan doğruya Padişahın bir emri, bir kanun ve nizam aleyhinde de şikâyette bulunabilir. Hükümdarın hükmü süratle verilmeli ve nihai olmalıdır. Şikâyet dinleme, Hükümdarın her şeyin üstünde olan mutlak otoritesini göstermeye vesile olur. Bu suretle yüksek divan, hükümdarın adalet ve hâkimiyetinin en yüksek derecede tecelli ettiği bir yerdir ve doğu devletinin mahiyetini en belirli şekilde ortaya koyan bir müessesedir.”

“Kutadgu Bilig’de adalet, ananevi İran-İslam devletlerinde olduğu şekliyle ve aynı ehemmiyetle belirtilir (bilhassa Kün-Toğdı’ nın adaletin ne olduğu hakkında XVIII. Fasıl, beyit 792-822). Bey der ki: Taht üçayak üzerindedir, hiçbir tarafa eğilmez. “Hareketim ve sözüm bütün halk için aynıdır”. “Ben işleri doğruluk (Könilik) ile hallederim; insanları bey veya kul olarak ayırmam… ben işleri bıçak gibi keser atarım, hak arayan kimsenin işini uzatmam”. Zulme uğrayarak kapıma gelen ve adaleti bulan kimse benden tatlı tatlı ayrılır. Benim sertliğim zalimler içindir. Kanun karşısında herkes eşittir. (b. 812: törü bulsa mindin kapugka kelip; burada kapı Osmanlılarda kullanıldığı gibi hükümdarın hükümet işlerine başkanlık ettiği yer, yani divandır).”

“Akıl ve bilginin lüzumu Kutadgu Bilig’de uzun parçalar halinde sık sık tekrarlanır (mesela 1948-1973). Akıl ve bilgi ile hareket eden iki dünyada da kutlu olur (b. 1973)”

“İnsan akıl ile yükselir, bilgi ile büyür. Her ikisi ile insan itibar görür. Buna inanmazsan Nuşin-Revan (Anuşirevan)a bak”

“Kutadgu Bilig’de idare edenin başta gelen vasıflarından biri hilm’dir, tebaasına karşı yumuşak ve bağışlayıcı olmasıdır. “Kim halka hâkim olursa onun tabiatı yumuşak, tavır ve hareketi asilane (tüzün) olmalıdır… Onun dili ve sözü tatlı olmalı, kendisi tevazu göstermelidir”. Hükümdar adalet, kanun ve cezalandırmayı temsil ettiği için hislerine tabi değildir. Fakat idare başında olan vezir mutlaka yumuşak ve tatlı sözlü olmalıdır.”

“Kutadgu Bilig diyor ki: “Bey tok gözlü, haya sahibi ve yumuşak tabiatlı olmalı (b. 2000) “beyin dili dürüst ve kalbi doğru olmalı” (b. 2010) “beye cömertlik ve alçak gönüllülük lazımdır” (b. 2049)”

“Kutadgu Bilig’de aynı huyları kötüler (b. 2010-2078). İhmalkârlık, zulm, yalancılık, korkaklık, hasislik, inadcılık, kibirli ve mağrur olmak, acelecilik, hiddet hükümdarda olmaması gereken şeylerdir.”

***

“Kutadgu Bilig’de Türk devlet geleneği.

Yusuf bir taraftan Anuşirevan’ı örnek gösterirken öbür taraftan da bir takım Türk ulularının adlarını anarak onların fikirlerini nakletmektedir. Ayrıca birçok Türk atasözleriyle fikirlerini destekler. Türk devlet geleneğini her şeyin üstünde tuttuğunu şu sözleri ortaya koyar (b. 276):

Körü barsa emdi bu Türk beğleri

Ajun beğlerinde bular yiğleri.”

“Bu Kün doğdu dediğim doğrudan doğruya kanundur.” (Bu Kün toğdı tigli törü ol köni) (b. 355)

“Beylik kanun ile ayakta durur” (Törü birle beğlik turur ol örü) b. (5285).

Yusuf, hükümdara “Ey aziz kut ey iyi törü” diye hitap eder. (b. 939)

“Bir memleketin bağı ve kilidi iki şeyden ibarettir: biri ihtiyatlılık biri kanun: bunlar esastır” (biri saklık ol bir törü il baki) (b. 2015).

“Hangi Bey memlekette adil kanun koydu ise o, memleketini tanzim etmiş ve gününü aydınlatmıştır”.

“Bey mülkünü ve halkını kanun yolu ile nizam altında bulundurur” (törü birle tüzse ili budnını) (286).

Âdil kanunlar koyma ve onları tarafsızlıkla uygulama suretiyledir ki, bir hükümdar uzun müddet hâkimiyetini koruyabilir (bak. B. 2033).

Türk devlet ananesinde törü, ilahi menşeli hâkimiyetten (kut) ayrılmaz. Bir Kağan, hususiyle devlet kurucu Türk kağanı mutlaka bir törü koymalıdır. Yazıcızade Selçukname’de Oğuz Han ‘ın “vasiyyet edip türe koyduğunu” anlatır. Orhon abidelerine göre, Kök Türk devletinin kurucusu Bumin Kağan tahta oturunca “Türk milletinin ülkesini, törüsünü edivermiş, tanzim edivermiş” ondan sonra dört tarafa hâkimiyetini yaymış ve imparatorluğu kurmuştur. Bir ara çökmüş olan devlet yeniden bağımsızlık mücadelesine girdiği zaman Elteriş Kağan “Türk türesi bozulmuş olan milleti ecdadının türesince vücuda getirmiş, harekete getirmiş” (budung Türk törüsünün ıçgımış, budunıg eçüm apam törüsince yaratmış, başgurmuş”)

“Bilge Kağan devletin kudretini anlatırken “böyle kazanılmış, tanzim edilmiş ülkemiz, törümüz var idi” der. Kitabede şu meşhur parçada “Yukarıda Tanrı basmasa aşağıda yer delinmese Türk milleti ülkeni törünü kim bozar” demektedir.”

“Törü’nün devlet içindeki üstün yerini Yusuf şu beyitle kuvvetle belirtir: “Beylik iyi bir şeydir. Daha iyi olan kanundur ve onu doğru tatbik etmek lazımdır” (idi edgü beğlik takı edgürek: törü ol anı tüz yorıtgu kerek) (b: 454)

“Devlet kurucu belli başlı Türk hükümdarlarının bir kanunname çıkarmış olması bir tesadüf değildir. Eski Türk geleneklerini kuvvetle aksettiren eski Osmanlı rivayetlerine göre, Osman Gazi bağımsızlığını ilan ettikten sonra kanunlar koymuştur. Osmanlı imparatorluğunun gerçek kurucusu Fatih Sultan Mehmed biri reaya için, diğeri devlet teşkilatı için, iki kanunname çıkarmıştır. Nihayet imparatorluğu bir cihan imparatorluğu durumuna getiren Kanuni Süleyman bir kanunname yaymıştır. Bu kanunnameler, sırf sultanın iradesine dayanan kanunlar mecmuasıdır ve şeriatle bir ilgisi yoktur; başka deyimle, ancak Türk devlet geleneğinin bir sonucu sayılmalıdır.”

“Kutadgu Bilig’de bu köklü Türk devlet anlayışı İran devlet anlayışındaki adalet kavramını hayli değiştirmiştir: Adalet hükümdarın bir bağışlama fiili değil, törünün doğru ve tarafsız bir şekilde uygulanmasıdır.”

“Kutadgu Bilig’de Türk devlet geleneğini aksettiren ikinci esas halka karşı hükümdarın vazifeleri sayılırken ortaya çıkar. Yukarıda belirttiğimiz gibi, Yusuf İran devlet geleneğini takip ettiği yerlerde mal ve hazine toplamanın ehemmiyeti üzerinde durur: Hazine hâkimiyetin temelidir. (Bilhassa b. 5459-5464). Bunu söyleyen Beğ’e karşı Ögdülmiş şunları söyler:

“Hazineni aç ve servet dağıt. Adamlarını sevindir, onlar senin her arzunu yerine getirirler… Adamların çok ve kalabalık olsun, asker çok olunca gaza yapar hazineni doldurursun” (b. 5479-90). “Beyler cömert olursa adları dünyaya yayılır… etrafına üşüşerek asker toplanır ve ordu olur, asker ve ordu ile insan dileğine kavuşur. Cömert ol, bağışla, yedir içir… Dünya hâkimi bey niçin hazine toplar, asker nerede ise orada hazır hazine alır” (b. 2050-56).”

“Ulug-kent beyi der ki “halk mesud olmalıdır. Halkın mesud olması için karnının doyması lazımdır” (b. 5353-55). Zira “Kara budunun kaygısı hep karındır… Onların yiyecek ve içeceklerini eksik etme” (b. 4330, 4327).”

“Orhon abidelerinde hükümdarın esas vazifesi, halkı, kara-budunu doyurmak ve giydirmek, onu zengin etmektir. Tahta çıkmış yeni kağanların en büyük muvaffakiyeti olarak daima bu nokta belirtilir. Bilge Kağan diyor ki: “Kağan olup yoksuz fakir budunu hep bir araya getirdim, fakir budunu zengin yaptım, az kavmi çok kıldım”. “Amcam Hakan (tahta) oturarak Türk milletini yüce etti, doğrulttu. Fakiri zengin kıldı, azı çok eyledi”. “Ölecek olan milleti diriltip doğrulttum, çıplak kavmi elbiseli, fakir kavmi zengin yaptım, az kavmi çok kıldım.”

“Beyin görevi gerçek manasında halkın karnını doyurma imkânlarını yaratmaktır. Farsçaya ‘han-i yağma olarak geçen toy, Osmanlılara kadar bütün Türk devletlerinde dikkatle uygulanan vazgeçilmez bir müessesedir. Tabiatiyle İran devlet anlayışının galebe çaldığı yerlerde ve çağlarda toy daha ziyade senbolik bir mana taşımağa başlamıştır. Fakat Orta Asya’da ehemmiyetini daima korumuş görünmektedir. Müessesenin manasını en iyi anlatan tasvirlerden birini Nizam’ül-Mülk’ün Siyasetname’ sinde buluruz: “Padişahlar, sabahleyin hizmete gelen kimseler yiyecek bir şey bulsunlar diye (sarayda) zengin sofralar kurdurmak hususunda daima ihtimam göstermişlerdir. Eğer ileri gelen kimselerde hemen yemeğe oturma isteği yoksa yemeklerini zamanı gelince yemelerine mâni yoktur. Fakat sabahları muhakkak bu sofra kurulur. Sultan Tuğrul güzel sofralar kurulması ve çeşit çeşit yiyecek konması hususunda fevkalade dikkat ederdi. Ata binip seyre ve ava gittiği zaman gerektiği şekilde yiyecek hazırlanırdı ve kırda sofra kurulduğu zaman o kadar yiyecek karşısında bütün büyükler ve emirler hayret içinde kalırlardı. Türkistan Hanları, hizmetliler yanında ve mutbakta bol yiyecek bulunmasını tamamiyle devlet düzenine ait bir iş olarak kabul ederlerdi. Semerkand’da Uz-kend’e gittiğimiz zaman bazı gevezelerin dilinden şunu işittik ki, Cikili (Çiğil) ler ve Maveraünnehir’liler daima derlermiş ki: Biz sultanın gelişinden ayrılışına kadar sofrasında bir lokma ekmeğini yemedik”.

“Bu âdeti 1330’larda İbn Batuta Kastamonu beyliğinde şöyle tasvir etmiştir: “Her gün ikindi namazından sonra sultanın kabul resminde bulunması adettir. O zaman yemek getirilir, kapılar açılır, şehirli göçebe yabancı misafir kim olursa yemeğe oturmaktan men edilmez”. Aşık Paşazade’ye göre Osmanlı sarayında “ikindi vakti nöbet ururlar ki, halk gelip yemek yiyeler”. 1664 de Kırım askeri Orduy-i Hümayun’a gelince “ta’am döşenüp ni’metin hod kesreti vasfa gelmez, Tatar askeri yağma edüp orduy-i Hümayun halkına bile bezl olundu”.

“… Gerçekten Yusuf, halkı zengin, orta halli ve fakir olarak üçe ayırır. Hükümdar “her şeyden evvel fıkarayı gözetmelidir”, zenginlerin yükü orta hallilere yüklenmemelidir; o zaman durumları, sarsılır, fakirleşirler. Öyle hareket etmelidir ki, fakirler orta halli, orta halliler zengin olsunlar. (b. 5560-67). Böylece Yusuf, Hint-İran geleneğinde halkın zenginliğini hazinenin zenginliği şeklinde anlayan ve halkın refahına hizmet etmek lazım geldiğini savunan fikirle Türk devlet geleneğini uzlaştırmaktadır.”

“Kaşgarlı Mahmud’un Divanu Lugati’-Türk’ü ile birlikte Kutadgu Bilig, İslam kültür dairesine girmiş olan Türk topluluklarında ve devletlerinde Orta Asya Türk kültürünün nasıl ve ne dereceye kadar devam ettiği meselesini araştırırken başvuracağımız en zengin hazinedir.”

***

Kaynak: Halil İnalcık, “Reşit Rahmeti Arat İçin”, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü yayını. Halil İnalcık makalesi (Kutadgu Bilig’de Türk ve İran Siyaset Nazariye ve Gelenekleri) Ankara Üniversitesi Yayını, Ankara 1966, sayfa: 259-271

Yazar
Kenan EROĞLU

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen