Yeniden inanmak Yaradan’a huzurla
En son elçisini şah damar bilmek
Bir Hun türküsüyle, Selçuklu yüreğiyle
Yeniden Türklüğe eğilmek.
Yeniden cemre gibi düşmek toprağa
Yeniden haram etmek gece gündüz uykuyu
Yunus Emre gibi atsız pusatsız
Yeniden fethetmek Anadolu’yu.
Yavuz Bülent BÂKİLER
XI.YY Anadolu Türk Tarihine Giriş
Önceki bölümlerde de bahsettiğimiz gibi, Anadolu Türk tarihi, delilli, ispatlı olarak kaya gibi sert belgelerle İskit ve Kimmerlere kadar varmaktadır. Hatta Kazım Mirşan, Adile Ayda, Reha Oğuz Türkkan, Osman Nedim Tuna, B. Hommel gibi araştırmacılar Anadolu Türk tarihini Kimmerlerden de önceye götürmektedir. Frigler, Uraltular, Tur-ova medeniyetlerinin yanında, Etrüsklerin de Anadolu’da yaşamış Türklerle akrabalığı yönünde çalışmalar vardır.
Ünye’de yol yapımı sırasında bulunan İskitçe yazılı kâse, Merzifon’da bulunan ok ve gömütler, Hakkâri Balbalları, Erzurum’da bulunan balballar, Konya’da bulunan mezar taşları, Frig Yazılı Kaya Anıtının Türkçe okunması, Mesudiye Esatlı yazıtları, Ankara Güdül Yazıtları, Terme Ambartepe Yazıtı, Beşiktaş metro kazısında bulunan kurganlar sadece yakın dönemde ortaya çıkan ve Anadolu Türk tarihini en az beş bin yıl geriye götürebilecek buluntulardır.
Bu gelişmeler Prof. Osman Karatay’ın “Türkistan’a Anadolu’dan gittik” tezini doğrulamaktadır. Hatta Lütfü Bergen’in Nuh Tufanının Anadolu’da gerçekleştiği ve Türklerin diğer kıtalara Anadolu’dan yayıldığı görüşünü de bu bilgilerle birlikte dikkat çekmektedir. Taner Tarhan’ın çalışmalarıyla Kimmerlerin, İskitlerden önce Anadolu’da yaşadıkları bulunan gömütlerle ispatlanmıştır. Ardından gelen İskitlerle Türk milleti Anadolu’dan hiç ayrılmadan bugüne kadar yaşamıştır. Karadeniz bölgesinde Canik ve Kelkit havzasında ortaya çıkan İskit dönemi kalıntıları, bölgede yoğun kazı çalışmaları gerektirmektedir.
Rahmetli Servet Somuncuoğlu’nun açtığı yolda son yıllarda yapılan saha araştırmalarıyla İskit Türk aynılığı şüphe götürmez şekilde ortaya çıkarılmıştır. Bu alanda Fatih Şengül, Ümit Şıracı, Bahtiyar Aydın, Süleyman Kocazeybek gibi araştırmacılar dikkat çekmektedir. Bu araştırmalarla, yıllardır eğitim sistemiyle dayatmaya çalışılan Anadolu’ya 1071’de geldiniz tezi artık inandırıcılığını kaybetmiştir.
Yukarıda İslamiyet’in kabulü öncesi Anadolu Türk tarihini kısaca hatırlatmak istedim. İslamiyet’in kabulünden sonra ise Emevi, Abbasi ordularında sugur, avâsım birliklerini oluşturan, kısaca Doğu Romaya karşı 800’lü yıllardan itibaren Anadolu’da İslam’ın koruyucu gücünü oluşturan Türk İslam yerleşimi daha çok Doğu Akdeniz, Güney Doğu ve Doğu Anadolu’da Tarsus, Elbistan, Malatya gibi şehirlerde öbeklenmiştir. Malatya Serdarı Battal Gazi Destanı da bu dönemde yaşanan, İslam ordularında görevli önemli bir Türk komutanının kahramanlıklarını anlatan ve sözlü kültürün yanında coğrafya ve yer adlarıyla maddi kültür varlığı olarak de yaşamaya devam eden ve yüzyıllar sonra Danişmendli devleti kurucusu Danişmend Gazi ile devamlılığı olan bir değerimizdir.
9.yy’da Türkler kendi devletleri için değil, bağlı oldukları İslam devletleri adına ordular kurmuş ve İslama girerek, bu uğurda mücadele etmişlerdir.1015 yılından itibaren Çağrı Bey, Kutalmış, Mansur, İbrahim Yınal, Tuğrul Bey gibi Selçuklu şehzade ve melikleri Anadolu’ya keşif seferlerine çıkmışlardır. 1018 Yılında Çağrı Beyin keşif seferi uzun süren ve geniş katılımlı bir sefer olmuştur. Müstakil Müslüman Türklerin Anadolu’ya yerleşmek amacıyla göçü ise ilk olarak Selçuk beyin oğlu Arslan Yabgunun vefatından sonra, Yabgulu Türkmenlerinin Horasanda bağımsız ve güvenli yurt bulma gayesiyle yola çıkmalarıyla başlamıştır. Daha Selçuklular Gazneli ve Karahanlılar arasında denge siyaseti güderken, her iki tarafın da düşmanlığından çekinen ve Tuğrul ve Çağrı beylerle de iktidar kavgası yaşayan Yabgulu Selçuklularının ilk olarak Azerbaycan ile Anadolu’nun kuzey ve doğusuna göç ettikleri bilinmektedir.[1]
İlk Göçler
Türk tarihi açsından 11. yy Oğuzlar için ölüm kalım savaşının yaşandığı, kıldan ince kılıçtan keskin bir var olma mücadelesiyle geçti. Maveraümmehir’de Karahanlılar, Gazneliler, Yabgulular arasında hep ezilen, baskı gören taraf olan Oğuz Türkleri Selçuklu akınlarıyla sel olup, iklim-i Rum’a taşmakla, bu toprakları baştan sona, nüfus, içtimai, iktisadi, siyasi ve dini manada dönüştürerek bir Türk İslam beldesi haline getirmiş, Anatoliadan Anadoluya , ezelden beri bizim olanın geri alınmasıyla neticelenmiştir.
Evvelden Oğuz, daha sonra Türkmen adıyla anılan Türk boy ve uluslarının batıya doğru göçlerinin başlangıcı Göktürk İmparatorluğunun 744 yılında parçalanmasına kadar götürülebilir.[2] Boylar arası çekişmeler, Oğuzlar üzerindeki baskıyı artırınca batıya doğru göç hareketi 8.yy sonlarında başlamış oldu. Siriderya (Seyhun)boyları, Hazar ve Aral çevresi, kuzeyde İdil (Volga)nehri Türklerin doğal sınırları ve toplanma merkeziydi. Göktürkler çağında Türkler tek tanrı-Hanif inancına bağlıydı. Oğuzlar Göktürk hakimiyeti ve birliği içinde bulunuyordu. Göktürklerden sonra hakimiyet Uygurlara geçince Oğuzlar da Uygur birliği içinde görülüyor. Göktürk ve Uygur birliği dağılınca, 10.yy başında Oğuzlar Oğuz Yabgu devletini kurmuştur.[3]
Göktürklerden sonra kağanlık Uygur Türklerine geçince Oğuzlar kağanlığa ikinci dereceden bağlı olarak yabgular tarafından yönetilmeye başlandı. Türkler güneye doğru indikçe İslam ülkeleriyle de komşu oldular. Samani devleti Türkler ve İslam beldeleri arasında sınır oldu. Selçukluların atası Demir Yaylu Dukak’ın, ardından Selçuk Bey ve onun da ardından Arslan Bey, Oğuz Yabgu devletinde Yabgu yani devletin batı tarafının yöneticisi ve ordu komutanı, subaşı olarak görev yapmışlardır.
10.yy ilk yarısından itibaren Türkler arasında İslamlaşma faaliyetleri çok yaygınlaşmış, Müslüman olan Karahanlı hükümdarı, Kaşgarlı Mahmut’un ifadesiyle, eski Türk illerini kurtarıp batıya doğru ilerlerken 999 yılında Samani devletine son vermiştir.11. yy başlarından sonra çok yaygınlaşan İslamlaşma ve göç Müslüman Oğuzların artık güneye ve İslam ülkelerine doğru göçmelerine imkân vermemiştir.[4]
Türk boy ve uluslarının birbirini sıkıştırmaları o derece şiddetlenmişti ki; Müslüman Oğuzlar artık Siriderya boylarından akın akın, dalgalar halinde Maveraünnehire doğru göçüyor ve 934 yılında başlayan bu büyük nüfus hareketi 11. Yy ilk yarılarında artık sel halini almış bulunuyordu.[5]
KAVRANAMAYAN KAVRAMLAR
Bazı kavramlar, asıl manası bilinmeden kullanıldığında asırlarca sürecek karmaşaya yol açabilmektedir.Türk tarih ve coğrafyası da bundan fazlasıyla nasibini almıştır.Bazen ülkenin idari taksimatında,bazen coğrafi ifadelerde, bazen harsa dair ifadelerde kullanılan tabirler, ilk ortaya çıkışından uzaklaşarak çok farklı bazen de zıt manalara gelebiliyor.Örneğin İran Pers kökenli Mithrat ailesinin kurduğu Pontus devletinin Helenlerle (Grek) hiçbir ilgisi bulunmamasına rağmen ,kuruluşundan 2000 sene sonra Karadeniz’de Helenler tarafından bir pontus devleti kurma hülyalarında olduğu gibi.
Ya da Anadolu’ya Diyarı Rum diyen Selçuklu atalarımıza rağmen bugün tarih bilmezlerin Rum’un Romalı, Roma vatandaşı olduğunu bilmeden ne ırk ne de hars olarak alakası olmayan İon(Yunan) manasına getirerek Anadolu’yu Yunan toprağı görmesi gibi. Ya da 1018’de Maveraünnehiri kapsayan ,birçok ülke sınırlarına giren bir coğrafya olan Horasandan geldik diyen atalarımıza, bugün Horasan sanki tek bir şehir ya da kasabaymış gibi anlayıp, oradan gelen 24 Oğuz boyunun ortak atalarını,bütün ecdadı tesirini daraltarak , tek bir itikada ait, kapalı bir yapı misali göstermeye çalışılması gibi.Örnekler saymakla bitmez.Bu tür yanlış anlamalara sebep olan kavramları netleştirmeden Türkiye tarihine girmemek gerekir.O halde en sık kullanılan tanımlamaları açıklamakla bir adım atmış olalım.
Türk: Milattan önceki 5000. yıllarda Türkistan’da Harriler yaşıyordu. Sümer kitabelerinde bunların adı Kiurri olarak geçer, Hurri olarak da okuyanlar vardır. Bunlar Milattan Önce 4000 yıllarında Türkistandan Babile kadar yayıldılar. Alman alimi E.Forrer 1930’da yazdığı bir makalede bunların dilinin Türkçeye çok yakın olduğunu söylerek bu milleti en eski Türkler diye tanıttı.[6] Zeki Velidi Togana göre, İskitler (Saka) de Asyadaki ilk Türklerdendir. İskitleri meydana getiren, Kimmer, Mesaget, Sarmat boylarının oluşturduğu Andronova Kültürü, atın evcilleştirilmesi, tekerlekli savaş arabalarının kullanılması, bronzun ve altının işlenmesi, atlı konar göçer hayvancılığa dayalı bir yaşam tarzı olarak, yüksek Asya’dan, Sibirya, Urallar ve Kazak steplerinde Türkistan’a inmeden önce oluşturulan bir medeniyetti.
Tarihi kaynaklara bakacak olursak Türk adının esasında en erken 420 yılına ait bir Pers metninde geçtiği belirtilmektedir.[7]Asyada Türkçe konuşan toplulukların yurtları hakkında yapılan arkeolojik ve yazılı araştırmalar, bu toplulukların tarihini MÖ 2500-3000 (hatta MÖ 4500) yıllarına kadar gittiğini göstermektedir.[8] Ahmet Taşağıl Çin Tarih Arşivinde MÖ 1000’li yıllarda yazılan Chou Shu adlı kitabın 27. Bölümünde Türklerle ilgili yazılı kayıtlara rastlamıştır. Moğolistan’daki Namgan -2 anıtında geçen Türk ibaresinin 700’lü yılların başında, Orhun Yazıtlarından önce yazıldığı ortaya çıkmıştır. Göktürkler Türk adını devlet adı olarak kullanmış ve Türkçe konuşan kavimleri Çin Seddi’nden Hazar Denizine kadar tek bayrak altında toplanmıştır. Bu devletin sınırları içinde olan herkes Türk diye adlandı.[9]
Türkçe konuşan toplulukların kurduğu, bugün için bilinen ilk Türk devleti Asya Hun İmparatorluğu aynı zamanda Orta Asya tarih sahnesinin ilk büyük imparatorluğudur. Hunların tarih sahnesine çıkışları efsanevi Çin kayıtlarına göre MÖ 2255’lere kadar götürülebilir.[10]
Türkler Müslüman olduktan sonra Arapların ve diğer Müslüman kavimlerin kendileri için kullandığı Türk tabirini benimsediler. Neticede aynı kaynaktan, dil ve lehçeleri konuşan ve aynı kökten gelen hemen bütün topluluklar, kendilerini Türk olarak adlandırmıştır.[11]
Batı dünyasının kabul etmemekte ısrarı sebebiyle ülkemizde de cesaretle ve yüksek sesle dile getirilmeyen İskit (Saka) Türklerinin Hunların öncülü olduğu, Andronova medeniyetini kurduğu, doğuyla batının, kültür, dil ,bilim ve medeniyet geçişini ve kaynaşmasını sağlayan, dünyaya atı,yayı,altını işlemeyi öğreten,bozkır atlı konar göçer medeniyetini kuran, Türkler olduklarını artık korkmadan dile getirmeliyiz.Bu cesareti gösterdiğimiz zaman MÖ.2000’li yıllardan bugüne kesintisiz Türk tarihini ve Andronova–Karasuk kültürünü ilkokuldan üniversiteye yarının Türklüğünü oluşturacak nesillerimize anlatabiliriz.
Rum-Rom: Rome, Roma kelimesinin İlk anlamı İtalya’nın baş şehridir, ikinci anlamıysa Roma İmparatorluğu ya da Roma olarak bilinen devlettir. Rum ise Roma vatandaşı, Romalı olan demektir. Roma İmparatorluğunun sınırları İngiltere’den El Cezireye kadar, Dicle ve Fırat nehri arasındaki Irak ve Suriye topraklarına kadar uzanıyordu. Miladi 395 yılında ikili yönetime ayrılan Roma’nın doğu yarısının başkenti İstanbuldu. (Stanpolis) Bu devletin Helenlerle hiçbir ilgisi olmamasına rağmen Romalıların kültür ve dil yönünden Helenleri kutsaması ortada olmayan bir halkın, bir medeniyet ve coğrafyaya mal edilmesine sebep oldu. Doğu Roma idarecileri ve tebası İstanbulun fethine kadar kendilerini Romaios, Romalı olarak tanımladı. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u feth ettikten sonra, ünvanları arasına Kayzeri Rum yani Roma İmparatoru ünvanını da ekledi.
Anadolu Türk tarihini ya da Türkiye tarihini bilmek için, öncelikle Türkü bilmeliyiz. Bu vatanı Türkiye yapanın Türk olduğunu bilmeden, Türk’ten dolayı bu topraklara Türkün vatanı adının verildiğini bilmeden bugünü anlamamız mümkün değildir.
İstanbul: Stanpolis, Doğu Romanın başkenti olan Konstantinopolis şehrinin merkezinde, sur içinde kalan kısma Stanpolis denmiş ve fetihten sonra da Türkler aynı ismi devam ettirerek, Türk hançeresi içinde Stanpolis, İstanpolise dönmüştür. Bu benzerliğin İslam-bol kelimesinden türetildiği ileri sürülse de aslı Stanpolistir.
Anadolu: Benzer durum Anatolia kelimesinin Anadolu’ya çevrilmesinde de yaşanmış ve Ayran Taşı efsanesi gibi hikayelerle Ana doldur diye diye Anadolu olduğu iddia edilmiştir. Anadolu’nun aslı da Anatolia yani, ışığın güneşin doğduğu yer, doğu yönü demektir. Roma İmparatorluğunun en uzak eyaleti, en doğusu manasında kullanılmıştır.
Avrupa: Europe, güneşin battığı yer, batı manasında kullanılmıştır. Anadolu ve Avrupa isimlendirmeleri, denizciler tarafından İstanbul Boğazı merkeze alınarak, boğazın doğusu ve batısı dikkate alınarak verilmiştir.
Byzans: Bugünkü Sarayburnu’nda, Trak kralı Byzans tarafından MÖ 667 tarihinde kurulan sitenin, İstanbu’un fethinden yaklaşık bir asır sonra 1557’de Alman tarihçi Hieranymus Wolf tarafından ilk olarak kullanılmıştır.[12] Doğu Romalılar kendilerini dünya hâkimi görmekle, kendilerinden asırlar önce kurulmuş küçük ve tesirsiz bir site yönetimini örnek alınacak bir yapı olarak asla görmemişlerdir. Byzans ibaresi Avrupalı hümanist ve romantikler tarafından ortaya atılan ve Türklere karşı hasreti çekilen ütopik bir hayal olarak kurgulanmıştır.
Oğuz:Oğuz adı ilk defa Orhun Yazıtlarından yüz yıl kadar önce ,6.yüzyılda yazılan Yenisey Yazıtlarından birinde, Güney Sibiryada Altay dağlarında, Barlık Çayı kıyısında tespit edilen taş kitabede geçmektedir.Boy, boylar anlamına gelmektedir.[13] Türkçe ok sözcüğünün, Çince “boy” olarak çevrilmesinden de hareketle Osman Karatay da Nemeth kuramına yakın olmakla birlikte, Kök Türklerin arkaik Türkçe olarak –vz çoğul eki kullanmadan “boylar” anlamını kastettiğine inanmaktadır.[14] Tarihin ağırlık merkezleri nazara alındığında dünyada Türklüğü açık bir sıklet farkıyla Oğuzluğun temsil ettiği aşikârdır. Eğer İran tarihte önemli bir olgu ise dokuz yüzyıl boyunca Oğuzlarca yönetildiğini vurgulamak konunun ehemmiyetini anlatmaya yetecektir.[15]
Türkmen: V. Barthold Türkmen tabirinin İslam kaynaklarında (11. yy Gerdizi, Beyhaki, İbn Esir) zikredilmeden önce, Çinlilerce bilindiğini, uzak batıda bir yer adı olarak kullanıldığını ifade ediyor.8.yüzyılda telif edilen Tongdion adlı Çin ansiklopedisinde 5. Yüzyılda Çinle ticari ve siyasi ilişkileri olan Suyi ülkesinin Tö-kü-möng(Türkmen) adıyla bilindiği kaydedilmiştir.[16]
Oğuzların yüksek Asya’da, Altaylardan batıya göçüyle birlikte, güneye inenler Müslümanlığı kabul ederek, “Türkmen” adını alacaklar, kuzeye giden, Rusya steplerine yayılan Rus vakayinamelerinde Tork adıyla anılan gayrimüslim Oğuzların tarihi kaderi tamamiyle başka türlü gelişecektir.[17]
Orta Asya’daki çeşitli Türk boy ve uluslarının İslamiyeti kabul etmeye başladıkları 10. Yüzyılda Oğuzlardan İslamiyeti kabul edenlere, onları gayri Müslim soydaşlarından ayırmak için Maveraünnehir Müslümanlarınca “Türkmen” adı verilmiştir.[18]
Sencer Divitçioğluna göre Türkmen adı ilk kez 8. Yüzyılda yazılmış bir Soğd mektubunda geçer.9. yüzyılın başında Çinliler onlardan T’e chumeng olarak bahseder. Türk adına “pek yoğun” gibi artırıcı anlamlar yükleyerek, Türkü yeniden belirleyen bir addır.[19]
Cend’de müstakil, göçebe bir beylik kuran ve şöhreti yayılan Selçuk, Karahanlılar ve Samaniler arasındaki savaşlarda, yardımı aranan bir kuvvet haline gelmişti. Selçuklu Beyliği Buhara ve Cend havalisinde bulunuyordu. Karahanlılar ve Oğuz Yabgu Devleti arasında sıkışan Selçuklular, Cend’den ayrılıp, Seyhun Nehrini geçip, Maveraünnehir’e göç ettiler.[20]
Orta Doğu: Batılının dünyaya baktığı yerden verilmiş bir konumlamadır.20. yüzyılın başında Avrupaya özellikle de İngiltere’ye göre, Hindistan’la Arap yarımadası arasında kalan bölge Orta Doğu olarak adlandırılmıştır. Bize göre dünyanın merkezi, Asya’nın merkezi olan coğrafya, batıya göre doğudur, nasıl ki “Anadolya” -doğu- demişlerse, Anadolu’nun çevresi de doğudur.
Orta Asya: Asıl adı Türklerin yurdu demek olan Türkistan kelimesini kullanmak yerine, Türk dünyasına, gayri Türk gözle, özellikle Rusların baktığı gözle bakarak, bizim ezeli yurdumuz Türkistan’ı bizden ayırmak, koparmak için verilen ad. Rusya’nın Türkistan’ı işgali sonrası Türkleri kimliksizleştirmek ve bölmek için ortaya attığı kavram.
1880’lerde bölgeyi büyük ölçüde işgal eden Rusya, İngilizlerle 1907 de anlaşarak, bölgenin idaresini ele geçirdi. Türkistan’ı Orta Asya olarak adlandırıp, ayrı devlet ve milletlere bölen, farklı alfabelerle irtibatlarını kesen, uyguladığı zulüm ve baskıyla birbirinden koparan Rusya’nın belleklere, birbirine yabancı, birbirinden uzak, ayrı milletler intibaı vererek birbirinden kopardığı Türk milletini, Özbek, Uygur, Azeri, Türkmen, Kırgız, Kazak adlarına ayırıp böldüğü Anayurdumuz. Bu kavram yerine Türksitan adını kullanmalıyız.
SELÇUKLU AİLESİ
İbnül Esire göre Selçukun babası Dukak ve sonra Selçuk,Oğuz Yabgu devletinde subaşı idi. Kaşgarlı Mahmut da bunu doğrular. Sonra sırasıyla Tuğrul bin Mikail>Alp Arslan bin Davut Çağrı >Melih Şah bin Alp Arslan sultan oldu. Anadolu Selçukluları Sultan Alp Arslanın Malazgirt zaferinden sonra Süleyman bin Kutalmış tarafından İznik’te kuruldu.
Cenabi Mustafa Efendi’ye göre Türkiye Selçuklularının ilki Kutalmış bin Arslan İsrail bin Selçuktur. Kutalmış Anadolu’ya girip birçok yeri feth etti, sonra da amcasının oğlu, Sultan Tuğrul Beyin yanına döndü.Oğlu Emir Mansur Anadolu’ya yönelerek burada şehirleri fethetti. Melih Şah hükümdar olunca Mansurun elindeki yerler için vergi koydu. Kutalmışın küçük oğlu Süleyman İznik’e ve ağbeyi Mansurun elindeki şehirlere hâkim oldu. Türkmenler de Süleymana itaat edince durumu daha da güçlendi diyerek Anadolu Selçuklu Devletinin kuruluşunun kısaca anlatmıştır.[21]
ANADOLU KEŞİF SEFERİ
Selçuklu beyliğinin başına Selçuk’tan sonra oğlu Arslan Yabgu geçti, ancak devletin, hanedanın ortak mülkiyeti ve hakimiyetinde olması sebebiyle Tuğrul ve Çağrı beyler, amcalarına isyan ederek bağımsız devlet kurma mücadelesine girdiler. Karahanlılar ve Yabgulular arasında sıkışan Tuğrul ve Çağrı beyler, tehlikeyi atlatıp güçlenene kadar kendilerine bağlı obalarıyla birlikte Maveradan uzaklaştılar. Tuğrul bey çöllere çekilirken Çağrı bey de bazı kaynaklara göre 1015, bazı kaynaklara göre 1018 yılında ilk Anadolu keşif seferine çıktı.
Çağrı beyin Anadolu seferinin asıl sebebi, Maveraünnehirde Karahanlı ve Gazneli devletlerinin şiddetli takip ve baskıları altında hayatlarını sürdürebilmek ve düşman saldırılarından kurtulmaktı.Zor durumda kaldıkları bölgeden (Horasan) uzaklaşarak kendilerini geçici bir süre için emniyet altına almak ve bağlı Türkmenlere ilerde yerleşebilecekleri,müsait iklim ve beldeler aramak,rastlanacak olan mukavemetin,gücünü tespit ve mümkün mertebe yıpratmak ve aynı zamanda gaza yaparak, Türkistan’daki çeşitli Türk boy ve ulusları nezdinde,İslam dünyasında manevi nüfuz ve itibarlarını yükseltmek ve bu arada servetlerini de artırmaktı.[22]
Müslüman olan Selçuklular için ancak gayrimüslimlerin yaşadığı topraklara gaza ve akın yapmalarına imkân vardı. Daha önce Abbasi halifesi Selçuklu akıncılarının İslam beldelerine yaptığı yağma hareketlerinden dolayı Tuğrul beye şikâyette bulunmuş, bunu üzerine sefere çıkacak birlikler Biladı Rum, Armania, İberya gibi gayrimüslim devletlere yönlendirilmişti. Bu seferlerden birinin başında 1018 yılında Çağrı Bey bulunmuştu.
Çağrı Beyin Anadolu’nun doğusuna yönelik bu ilk seferi bir fetih ya da yerleşme çabasından ziyade keşif niteliği taşımaktaydı.Yaklaşık beş yıl süren ve 1021’de sona eren bu ilk seferi basit bir yağma çabası olarak da değerlendirmek doğru bir yaklaşım değildir.Türkistan’da zaten zor bir durumda olan Selçukluların, 2000 km’den fazla bir mesafeyi sadece yağma amacıyla göze almaları makul değildir.Türk tarihinde olageldiği üzere yerleşilmek istenen bir bölgenin tanınması ve burada bulunan siyasi gücün yıpratılması hedeflenmiştir.[23]
Yaklaşık 3000 kişilik bir birlikle Anadolu seferine çıkan Çağrı Bey, büyük bir başarı ve ganimetle Tuğrul beyin yanına vardığında, Anadolu’nun Maveraünnehirde çığ gibi biriken Türkmen kitleleri için çok uygun olduğunu, kendilerine karşı koyacak bir gücün de olmadığını ileterek, Anadolu’ya göç etmenin yerinde bir karar olacağını ağabeyine bildirmiştir.
Türk gruplar Anadolu’ ya geldiklerinde Orta Asya bozkırlarındaki Türkik halkların kültürel ve dilsel özelliklerini, hayvancılıkla uğraşan göçebelere özgü bir hayat tarzını, Sünni İslam’dan senkretik halk inançlarına kadar farklılaşan dinsel akideleri ve İran’ın Müslüman Pers ortamından dışarı göçleri sırasında benimsedikleri siyasal, kültürel ve ideolojik tutumları bir araya getirdiler. “Selçuklu Türkleri” terimi, genellikle Osmanlı öncesi Anadolu’nun Müslüman Türk nüfusunu tanımlayan kolektif bir isim olarak kabul edilir.[24]
1040 yılında Gaznelilere karşı kazanılan Dandanakan zaferiye bölgenin en güçlü devletini kuran Selçuklular Yüksek Asya’dan Altaylara, Kazak bozkırlarından akın akın Maveraya yığılan Türkmen kitlelerini Diyarı Ruma sevk ederek, zaptedilemez bir sel gibi akan Oğuz Türklerini başlarında boy beyleriyle Doğu Romanın en zayıf noktalarında toplamaya başlamışlardır.
Selçuklu Devleti kurulmadan önce Selçuklu ailesi ve ona bağlı Oğuz Türkmenleri Maveraünnehir bölgesinde Karahanlı ve Gazneli devletlerinin takibi ve baskısı altında zor şartlarda yaşamaktaydılar. Böyle yaşayamayacağını anlayan Oğuz Türkmenleri/Selçuklular yeni bir vatan arayışına girdiler. Çağrı beyin Anadolu seferiyle Oğuz Türkleri Ahlat ve çevresini 1020’den önce feth edip kontrol altına almışlardı. Elli yıla yakın bir zaman zarfında burada teşkilatlandıkları anlaşılmaktadır.[25]Azerbaycan yolu ile sürekli kitleler halinde Anadolu içlerine doğru ilerlemekteydiler.
Küçük Asyanın Türkleşmesi Oğuzlardan çok önce başladı. Kalaç, Karluk, Kanglı, Kıpçak (Salur, Bulgar, Peçenek, Kuman vd ) boyları çoktandır ülkenin yerli nüfusundan sayılarak benimsenmişti.11. yüz yılın başında Selçuklu soyundan önderler komutasında Oğuzlar, yığınlar halinde Küçük Asyaya akın ediyorlardı. Kentlerini sağlamlaştıran Bizans artan bir ısrarla saldıran Türklerden duvarlarla korunmaya çalışıyor, Türkler Bizans’ı doğudan Malatya, Güneyden Tarsus, Kuzeyden Erzurum’dan, uç denilen sınır karakollarıyla kıskaca alıyordu.[26]
Dandanakan Savaşından sonra kurulan Büyük Selçuklu Devleti, Tuğrul ve Çağrı kardeşlerin ikili idaresi ve şehzadelerin desteği ile Horasan, Acem, Nişabur, Serahs ve Merv’i ele geçirdi. Tuğrul Beyin vefatı sonrası Horasan tahtına Sultan Alp Arslan oturdu. Horasan, Acem, Irak, Harezm, Taberistan, Kirman, Fars ve Sistan memleketlerini zapt etti. Ordusunu Turan ve Türkistan tarafına götürdü. Mülük-u Türkistan melikleri ve Ümeray-i Afrasyabi ona boyun eğip, tabi oldular. Türkistan ve Rum gazvesiyle ve Hicaz ve Mısır memleketlerinin zaptıyla meşgul oldu.[27]
Alp Arslan Gürcistan bölgesinde ve Bizans –Roma hâkimiyetindeki Ani şehrini feth edip Gürcüleri yıllık vergiye bağladı, Kars’ı zapt etti. Gürcü kıralı Selçuklulara tabi oldu,1071 yılında Doğu Roma (Bizans)ordusunu hezimete uğrattı.[28]
SELÇUKLUNUN BİLİNMEYEN SONU
Malazgirt savaşından sonra kısa sürede Anadolu’nun fethine girişildi. Anadolu’nun fethini gerçekleştirmede en büyük çabayı gösteren Kutalmışoğlu Süleyman Şah, İznik’i başkent ilan ederek Anadolu Selçuklu Devletini kurdu. (1075-1080) 1097 yılında başkent Konya’ya taşındı. Rükneddin Süleyman Şah ve ardından gelen sultanlar döneminde Selçuklunun son başkenti Samsun’du. Son Selçuklu Sultanı II. Mesud’un Samsun Vezirköprü’de vefat ettiği tarihi kaynaklarda yazılıdır, kabrinin ise Samsun Vezirköprü, Tatarkale köyünde olduğu yüzyıllarca yöre halkı tarafından söylene gelmiştir ancak kendisine atfedilen bir kabir de Konya’da Alaattin Keykubat türbesinde bulunmaktadır. Sultan 2.Mesutun oğlu Tacettin Altunbaşın kabri Samsun Havzada Şeyh Safi köyündedir, Tacettin Altunbaştan sonra beyliğin başına oğlu Keykubat,sonra Keykubatoğlu Ali bey geçmiştir. Bu beyler de Canik topraklarında ebedi istirahatlarını sürdürmektedir. Sultan Mesudun torunu, Kubatoğlu Cüneyt Bey olarak bilinen Şehzade Cüneyt’in kabri Samsun Termede büyük bir evliya kabri olarak saygı görmekte ve Canik Bölgesinin en mukaddes alanlarından biri olarak kabul edilmektedir.
Bazı kaynaklarda 1417, bazılarında 1422’den beri, yüzlerce yıldır, her sene Termede hayır kazanları kaynayarak, Dibekli’de şehit düşen ecdadın ruhlarına Kuranlar okunmakta, dualarla anılmaktadır. Selçuklu devleti Türk devlet sancağını Osmanlıya devrettikten sonra şehzadeler 1422’ye kadar Canik bölgesinde hakimiyeti elde tutmak için için sık sık Osmanlı ile mücadele etmiştir. (Samsun, Ordu, Amasya, Tokat), ailenin bir kısmı Osmanlı saray teşkilatına alınmış, bir kısmı Azerbaycan’a ve Kafkasya’da Osetlerin içine sürgün edilmiş kalanı da bugün Kubatoğulları adıyla Karadeniz’de varlığını sürdürmektedir. Canik Bölgesinde Türk hakimiyeti ayrı bir bölümün konusu olduğu için şimdilik burada noktalıyoruz. Danişmendliler ve Canik Beylikleri bölümleriyle konuyu daha teferruatlı olarak ele alacağız.
Anadolu’nun fiili olarak Türklere açılması ve Selçuklunun yükselişi ile birlikte Orta Asya’dan Orta Doğuya doğru hız kazanan Türk göçleri, nihayetinde bir vatana yerleşmekle sonuçlanacak doğal bir akış istikameti elde etmişti.[29]
1048’lerde İbrahim Yınal, kendisinden yer yurt isteyen Türkmenleri, Rum topraklarına yönlendiriyordu. Malazgirt sonrası IV. Romenos’un azledilmesinden ve Malazgirt savaşı hükümlerinin Dukas tarafından reddedilmesinden sonra Sultan Alp Arslan verilmemiş savaş tazminatını alabilmek için, tabii beğlerini Küçük Asya topraklarına salmıştır. Beğleri Rum topraklarına gönderirken, “bundan sonra arslan yavrusu olunuz, Rum’a merhamet göstermeyiniz,” derken, anlaşmaya uymayan Roma’nın sözüne güvenilmezliğinden ve mağlup imparatora reva görülen zulmün intikamını almak istemiştir.[30]
Türk ailesi ve Türk milleti için toprak ve vatan hem İslam öncesi dönemde ve hem de İslami dönemde uğruna can verilen ve kan akıtılan vazgeçilemeyecek kutsal bir değer kabul edilmiştir.[31]
Türkmenler tarafından feth edilmesinin arifesinde Anadolu nüfusunu kaybetmiş ve harabeye dönmüş bir coğrafya durumundadır. Günümüzde dahi o devirlerden kalma pek çok harabe köy, kasaba ve şehir kalıntıları mevcuttur. Anadolu ölü kültürlerin mezarlığı durumundaydı. Anadolu bu münasebetle kültür birikimi yerine ayrı ayrı kültürlerin gelip geçtiği ve bir öncekinin bir sonraki tarafından tahrip edildiği mekân durumunda bir kimlik kazanmıştır.[32]
İslam dünyasına hâkim olan Büyük Selçuklular için Anadolu göçebe Türk kitlelerinin iskanına yarayan ve Bizans imparatorluğuna karşı İslam hudutlarını koruyan bir uç beyliği mevkiinde idi. Hatta bazı asi şehzade, bey ve boyların da bir sürgün yurdu sayılıyordu. Lâkin Anadolu’da teşekkül eden bu uc beyliği Türk milletinin müstakbel tarihini yapmış, Türk cihan hakimiyetinin doğuşunu ve Osmanlı dünya nizamını yaratan maddi manevi kuvvetlerin de kaynağı olmuştur.[33]
Malazgirt’in fethini müteakip ülkenin her tarafı Oğuz kümeleri ile doldu. Bunlar Türkistan ve İran’da yaşayan eldaşları tarafından daima besleniyor ve yeni gelenlerle sayıları daima artıyordu. Fetihten sonra Anadolu ile Türkistan arasında bir göç kanalı oluşmuştu. Bu göç kanalı ile XIII. Yüzyıl Türkistan, Horasan ve Azerbaycan’dan Anadolu’ya birbiri arkasından kalabalık Türkmen kümeleri gelmeye başladılar. Bunlar 1219’da başlayan Moğol hücumundan kaçıyorlardı. Böylece Oğuzun ezici çoğunluğu Anadolu’da toplanmıştı.[34]
Dandanakan savaşından sonra hızlanan batı fütuhatı Maveraünnehir, Horasan ve İran ‘ı aşıp gelen göç dalgalarının Azerbaycan ve öteki uc bölgelerinde yığdığı muazzam Türkmen nüfusun Anadolu’ya geçmesi Selçuklular eliyle gerçekleşmiştir.[35]
Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında Ahi, Alp, Abdal gibi ünvanlar taşıyan mutasavvufların, taze kuvvetler halinde, ardı arkası kesilmeden, yerlerini yurtlarını bırakarak “İlayı Kelimetullah “aşkına faaliyette bulundukları, bu faaliyeti sadece Karaman, Bayındır,Çepni,Kurmanç veya Zaza değil, bütün Türk boyları ile birlikte yaptıkları bir gerçektir.[36]
Müslümanlıkla yetinmeyip dokuzuncu yüzyıldan itibaren Türklük, İslam dini ile medeniyetinin taşıyıcısı, yürütücüsü, dünya çapında öncüsü ile savunucusu kesilmiştir. Evvelce çoğunlukla günübirlik bozkır devletimsi teşkilat lar kurmağı beceren, başta da Çin olmak üzere, yerleşik üstün medeniyet toplumlarını vur-kaç usulüyle sındırarak talanla geçinirken, Müslümanlığa intisabından itibaren Türklük, hakkaniyetci-savaşçı-üretici uzun soluklu cihan devletlerini vücuda getirmeği başarmıştır.[37]
Türk fetih hareketinin en belirgin özelliği, gelişigüzel, sergüzeşt değil bir program altında ve şuurlu bir yerleşme halinde tecelli etmiş olmasıdır. Bu programda
- Boş toprakların işlenmesini sağlamak,
- Nüfus yükü altında ezilen bölgelerden, nüfusu kaydırmak,
- Cemiyeti rahatsız eden,siyasi,dini,içtimai ve ruhi sebepleriortadan kaldırmak
- Devlet güvenliği ve askeri kilit noktalarını sağlamlaştırmak
- Asayişi sağlamak gibi hususlar esas alınmıştır.[38]
[1] Faruk Sümer, Oğuzlar, TDAV, sayfa 117
[2] Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, Ötüken, Sayfa 4
[3] Necati Demir,Türgiş Devleti,Ötüken,2023,sayfa 181
[4] Oğuz Ünal,1071 Malazgirt ,Ötüken,sayfa 69
[5] Osman Turan,Selçuklular Zamanında Türkiye,Ötüken,Sayfa 6,7
[6] H. Nihal Atsız, Türk Tarihi Üzerinde Toplamalar, Ötüken,2011, sayfa,38
[7] Elvin Yıldırım, Genel Türk Tarihi El Kitabı, BilgeOğuz,2022, sayfa 27
[8] İbrahim Kafesoğlu, Tüek Milli Kültürü, Ötüken, 2007, Sayfa 30
[9] Faruk Sümer, Oğuzlar, TDAV, sayfa IX
[10] Ahmet Taşağıl, Kök Tengrinin Çocukları, Bilge Kültür Sanat, 2013, sayfa 51
[11] Osman Karatay, İran ve Turan, Ötüken, 2015, sayfa 213
[12] İlber Ortaylı,Son İmparatorluk Osmanlı, Timaş, 2018, sayfa 63
[13] Oğuz Ünal,1071 Malazgirt Zaferi, Ötüken, sayfa 83
[14] Osman Karatay, İlk Oğuzlar, Ötüken, 2017, sayfa 63
[15] Osman Karatay,age, sayfa 14
[16] V.Barthold,Türkmen Halkının Kısa Tarihi,TTK,2025,sayfa 5
[17] Ahsen Batur,1200 Yıllık Sürgün,Selenge2013,sayfa 61
[18] Seyfullah Kara,Selçukluların Dini Serüveni,Şema,2006,sayfa 28
[19] Sencer Divitçiolu,Oğuzdan Selçukluya,Alfa,2015,sayfa 68
[20] Oğuz Ünal,Horasandan Anadoluya,Ötüken,sayfa 200
[21] Muharrem Kesik, Cenabiye Göre Türkiye Selçukluları, Selenge, 2023, sayfa 45
[22] İbrahim Kafesoğlu, Selçuklular ve Selçuklu Tarihi Üzerine Araştırmalar, Ötüken, Sayfa 200
[23] Uğurhan Karaslan,Hüseyin Özdemir,Çift Başlı Kartalın Hikayesi,2018,Historia ,sayfa 46
[24] Alexander D.Beihammer,Bizans ve Müslüman Türk Anadolusunun Doğuşu,2022,KoyuSiyah Yay,sayfa 4
[25] Necati Demir,Oğuz Yabgu Devleti,Ötüken,2024,sayfa 203
[26] Gordlovski,Anadolu Selçuklu Devleti,Onur Yay,1988,sayfa 38
[27] Minhaci Sirac el Cüzani,Tabakatı Nasiri,TTK,2015,sayfa 77
[28] Türklerin Tarihi,Heyet,Yeditepe Yay,2021,sayfa 189
[29] Türklerin Kayıp Yüzyılı,Beylikler Devri Türkiye Tarihi,M.Ersan,M.Alican,Timaş,2019,sayfa 15
[30] Adem Tüllüce, Bizans Tarih Yazımında Selçuklu Kimliği, Doğu-Batı, 2016, sayfa 53
[31] İsmail Hakkı Mercan, Selçuklu Müesseseleri ve Medeniyeti Tarihi, Berikan, 2017, Sayfa 85
[32] Mustafa Kafalı, Anadolu’nun Fethi ve Türkleşmesi, Berikan, 2015, sayfa 22
[33] Osman Turan, TCHMT, Ötüken, 2003, sayfa 216
[34] Faruk Sümer, Oğuzlar, TDAV, 2016, sayfa 7
[35] Erkan Göksu, Selçuklular, Kronik, 2019, sayfa 72
[36] Haluk Nurbaki, Türkistan’dan Türkiye’ye Anadolu Mucizesi, Damla, 1996, sayfa 37
[37] Ş. Teoman Duralı, Omurgasızlıştırılmış Türklük, Dergâh, 2021, sayfa 58
[38] Haluk Nurbaki, Türkistan’dan Türkiye’ye Anadolu Mucizesi, Damla,1996, sayfa 39
