Meallerin yasaklanmasına yönelik girişim, uzun bir din tekelciliğinin devamı niteliğinde. Ülkede bir el, yıllardır İlahiyatlardaki bağımsız dini araştırmalara karşı alternatif bir sözde ehl-i sünnetçi medreseci zihniyeti hâkim kılmaya çalışıyor. Söz konusu zihniyet önce İlahiyatları medreseye çevirmeye çalıştı, felsefe vb. dersleri kaldırmaya gayret etti, sonra bunu yapamayınca ismini değiştirmek suretiyle aynı şeyi yapmaya girişti. Bu da olmadı, bu kez medreseci zihniyeti İlahiyatlarda hâkim kılma çabasına girdi. Bunu ise büyük ölçüde başardı. İlahiyatlar ciddi anlamda geri gitti. Birçok dini grubun kendi kanalının olduğu bir ortamda, ulusal kanallarda önce İlahiyatçılarla birlikte medresecileri çıkarmaya başladılar. Arkasından televizyonları dini tartışma programlarına kapattılar.
Çok daha ilginci, çoğu sufi olan dini grupların sufiliğin birçok anlayışını reddeden Nurettin Yıldız vb. isimleri kendi kanallarında ağırlamasıydı. Aslında bu da bu gizli el marifetiyle gerçekleşti. Adeta ortak bir söylem geliştirildi. Her şey sözüm ona Hak yol İslam içindi. Ramazan programları da bu iş için kullanıldı ve dini grupların sözcülerini çıkarma arenasına dönüştü. Üniversiteler, medrese propagandası yapmaya, bu zihniyetleri konuşturmaya başladı. Hayattan, gerçeklerden kopuk, aklı dinin kaynağı görmeyen bir dinci zihniyet öne çıkarıldı. Gerçekte Diyanet çalışanı lise mezunları için açılan İlitamlar sınırsızca artırıldı. Diplomaları normal eğitimle eşitlenmeye çalışıldı. Garip olanı, hem İlahiyatlardaki eğitimden şikâyet edip hem de doğru dürüst kadrosu olmayan yerlerde bile uzaktan eğitime imkân verilmesiydi.
Bunlar da yetmedi açık öğretimde İlahiyat alanı açılma gayreti oldu, ama neyse ki, yapılamadı. Sözüm ona ehl-i sünnet çizgisinde (!) hocalar klasörü yapılıp; Nurettin Yıldız, Halil Konakçı vb. isimler, her fırsatta, her yerde, başta kredi yurtlar olmak üzere, konuşturuldu.
Halen de bu proje devam ediyor. Bazı İlahiyatlarda dini grupların baskısıyla erkek kız ayrımı ve hatta kantin ayrımı yapılmaya çalışıldı. Bu zihniyete göre devletin imam hatipleri ve İlahiyatlarından imam, müftü ve din âlimi yetişmezdi.
Bunun için kaç asır önce fonksiyonunu tamamlamış, papağan gibi bilgiler öğreten, ayın çatlatan skolastik medresenin yeniden hortlatılmasına çalışıldı. Mevcut tekelci din anlayışını savunan mutaassıp zihniyetin yegâne düşmanı İlahiyatlar ve buralardaki ilmi çalışmalardı.
Garip olan ise, ne Diyanet’in ne de bu her şeyin arkasında bulunan dinci zihniyetin gerçekte dini aşağılayan ve iğrenç bir magazin malzemesi haline getiren piyasa vaizlerine ve dini gruplara ses çıkarmayıp hep gizli ve açık destek vermiş olmalarıydı.
Bu yüzden olay, basit bir yasaklama ve denetleme değil çok uzun yıllardır devam eden, kökleri Osmanlı son dönemine uzanan bir alternatif anlayışın yansımasıdır. Aynı zihnideki Fetöcü yapı, bu zihniyetin sadece afişe olmuş ve devlete karşı kalkışmada bulunmuş bir görüntüsüdür.
Sonuç olarak olay basit bir yasaklama olayı değil, bir elin siyasetçileri ikna ederek sözüm ona sahih İslam’ı yeni bir engizisyonla hâkim kılma çabasıdır. Meal yasağını savunan piyasa vaizlerinin, destekçilerinin konuşmalarının satır aralarından bütün niyetleri anlaşılabilir.
Geçmişte Müslümanlar, “ben ehl-i sünnetim” pasaportuyla gezmek zorunda kalınan dönemler yaşadı. Diri diri derileri soyulan, katledilen, zehirlenen âlimler oldu. Bugün Taliban, İran en çarpıcı yasakçı örnek olarak karşımızda. Hoşgörüden, dini özgürlükten
[i] Prof.Dr., Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi