Tarihte de bu böyleydi, aşkı herkes farklı tanımlıyor. Bugün de Badiou, Alain de Botton, Žižek mesela, farklı şeyler söylüyorlar. Hatta Žižek birbiriyle çelişen bir sürü şey söyledi. Eskiden aşk kötülüktür diyordu. Sonra eros için “eros is a catastrophe”, eros felakettir dedi. Sonra kendinizi bir kadına adadığınız aşk özgürlüğün en yüksek halidir dedi. İşte bu üçüncüsü üzerinde durmamız gereken bir şey… Aşkın olmadığı yerde gökyüzü karanlıktır, özgürlük de, dolayısıyla medeniyet de olmaz. Herodot’un Babil’de Mylitta tapınağındaki kadınlar veya Lidyalı kadınların genel durumu hakkında anlattığı medeniyet dışı şeyler zuhur eder. Bugün de bunlar var. Yüz yıl önce Avrupa ailesi mazbuttu, Rus ailesi, Amerikan ailesi mazbuttu… “Hristiyanlık plantasyonu” olarak tasarlanıp kurulan Maryland, Pennsylvania, New Jersey büyük bir dönüşüm geçirdi mesela.
Bu aile konusunda pek bir şey yapılmıyor. Siz biliyor musunuz? Ben gündüz kuşağı programları niye var anlamıyorum. Benim fikrim TV’lerdeki çoğu gündüz kuşağı programı 2025’ten çok önceki bir tarihte kaldırılmış olmalıydı. Bu programlar sadece aşkı değil bütün medeniyeti öldürüyor.
Žižek de Badiou da aşkla ilgili benzer bir noktada buluşuyor. Her ikisi de “fall in love”, yani aşka düşmekteki düşme eylemine dikkat çekiyor. İnsanların çeşitli bilgiler eşleştirerek bir sosyal medya uygulaması üzerinden tanışmalarının, buluşmalarının aşka dair olmadığını söylüyorlar. Badiou bu durumda aşk yoktur çünkü macera ve alınan bir risk yoktur diyor. Bu koşullarda cesaretin, kreativitenin yokluğundan bahsediyor. Žižek muz kabuğuna basıp düştün o sırada bir kız sana yardım etti işte aşk böyle tesadüfleri sever diyor. Buradaki, uygulamadaki, evlilik ajansındaki eksiklik bahsettikleri riskten ve muz kabuğundan ziyade saygıya dair bir eksiklik aslında… Kadın metalaşmaması gereken bir varlık çünkü…
Bütün bu olan bitenin altında yatan şey, son on yıllarda dünyadaki büyük teknolojik gelişmeye vicdan, merhamet, edebe dair bir ilerlemenin eşlik edememesi. Teknolojinin ulaştığı yer itibariyle bir antiuygarlığa hizmet etmesi. Belki bir yapay vicdanı yapay zekayla aynı hızla geliştirmemiz gerekiyor. İnsan olarak hakkaniyeti ve vicdanı savunmak durumundasınız. Siyasetçi olarak bunu savunmak zorundasınız. Birçok ülkede yöneticiler iyi bir sınav veremedi. Bunu yapamazsanız politikayla vicdan arasındaki makas açılıyor. Bu büyük dönüşümlere neden olabilir…
Jirondenlerin Tarihi’nde vicdandan nasıl bahsediyordu Lamartine? “Vicdan kanunların kanunudur” diyordu. Sorunlar karşısında birçok kimse hiçbir şey olmamış gibi davranabilir. Eğlenmeye devam edebilir. Belki ne yapacaklarını bilemedikleri için eğleniyorlar. Sonuçta üzerinde hareket ettiğimiz kültürün önceden belirlenmişlik gibi bir anlamı var. Üzerinde düşünmeden katıldığımız bir yönü var. Sadece ne yiyip içeceğimize, ne yapacağımıza değil, nasıl düşünmeyeceğimize karar verilmiş. Bu düşünülmemiş kültürden üzerinde epey düşündüğümüz, vicdan sahibi olabildiğimiz, dayanışma içinde olduğumuz bir kültüre geçmemiz lazım.
Prostejov meydanı üzerinden anlatmıştım. İnsanlar tamalgıdan uzaklaşmak isteyebilir, bir “küçükmeydan” arayabilir. Bugünün insanı bunu yapıyor. TV kanalını değiştirme bunu sağlıyor. Bir haber kanalında Gazze’de öldürülen çocuklardan bahsediliyorsa kanalı değiştirebiliyorsunuz. Malibu’da sörf yapanları seyrediyorsunuz vesaire… Bu geçici bir mutluluk veriyor. Ama kriz çok büyük bir kriz. Kriz Malibu’ya bile ulaşabilecek bir kriz. Bunu aşmaya çalışmak için hepimiz problemler üzerine daha çok konuşmalıyız. Kültürün şiddet, taciz ve suç oranlarıyla ilgili olduğunu görmek gerek. Bir yozlaşmayla ilgili olduğunu görmek gerek. Yani sıkıntıların kaynağı değerler alanında. Medeniyeti yükseltmek de eğitime, çocuklara, kadınlara, tabiata verdiğiniz değerin ölçüsüne bağlı. Asıl bağlamı bu… Karşımızda giderek yozlaşan bir kültür yapısı var. Bu küresel çaptaki yozlaşmayla ilgili bir şey. Bugün insanlara, hayvana veya tabiata verilen değer nedir? Osmanlı mimarisindeki kuş köşkü, kuş evleri gibi… Şimdi gururla anlatılıyor değil mi? Veya Adnan Ziyalar’ın muayene ettiği cinayet mahkumuna kahve ısmarladığı hadise gibi… Böyle bir noktadan başlamak gerek.