Kalbe dermân arayan bulur Allah! diyerek.
Gönül müheyyâ olur Resûlullah! diyerek.
“Lâ!” diyenler “illâ”nın sırrından ilhâm alır,
Zât-ı Mevcûd u Meçhûl Ol Padişah diyerek.
“Gül” mushaflı sevdânın nûruyla aydınlanan
“Hû” çeker her nefeste, râh-ı felâh diyerek.
“Gül” kokusu sarınca gecenin siyâhını,
Aşka gelir kâinat vakt-i sabah diyerek.
Cân safâya erişir mürşîdin rahlesinde,
Katre ummâna döner sırr-ı dergâh diyerek.
Nâçâr kılar bizleri nefse tutsak olmamız,
Suçlarız hep zamanı asr-ı günâh diyerek.
Yıllar gazel dökerken ömür sermâyemizden;
Güneş gibi yanarız, yürekten âh diyerek.
“Keşke”lerin, “âh”ların sonu hüsrân olmasın,
Tevbe-i nasûh etsin, kul “Bismillâh!” diyerek.
Ve bir gün birdenbire “kûs-i rıhlet” çalınca,
Elvedâ eylemesin kimse “Eyvâh!” diyerek.
(Kûs-i rıhlet: Göç davulu)
