Metaller ve Uygarlık

Tam boy görmek için tıklayın.

METALS AND CIVILIZATION MUSTAFA ERGÜN; MART 2024

 

ÖZ

Uygarlık 12 bin yıl önce Buzul Çağının (deniz seviyesi -125/130 metrelerde) sona ermesiyle 35-40°K enlemleri arasında göl ve tatlı su kenarlarında başlamıştır. Bu koşullara uygın kuşaklar Harran-Harran-Turan bölgeleri ve İc Anadolu’dur. İnsanoğlu Toplayıcı-Avcı-Tarım yolunu takip ederek yaşamını devam ettirmiştir. Bir bölgede uygarlığının gelişmesi için şu olguların beraberce bulunmasına bağlıdır: (i) Uygun iklim (35º-40° K enlemleri arası); (ii) Zengin su kaynakları; (iii) Maden yataklarınca zengin olması; (iv) Obsidyen (çakmaktaşı) volkanik kayacının bolluğu. İşte ilk uygarlığın çıkış yerlerinden biri olan Harran Bölgesi’nden MÖ 10 ila 5 bin yılları arasından batıya doğru Anadolu’ya ve doğuya da Elburz dağları eteklerinden ilerlemiştir. Fakat aynı zamanda Ceyhun Irmağı boyunca Aral Denizi’ne uzanan Turan bölgesinde de uygarlık gelişmiştir. Tarih boyunca metal, uygarlıkların ilerlemesinde çok önemli bir rol oynamıştır. Bronz Çağı’ndan Sanayi Devrimi’ne kadar toplumlar, rekabet avantajı elde etmek için metalin gücünden yararlandılar. İlk kullandıkları metal Bakır olmuştur. Günümüzden 8 bin yıl önce bu süreç başlamıştır. Bunu bakır ile kalayın birleşmesiyle daha sağlam ve dayanıklı alışım olan bronz günümüzden 5 bin yıl önce ulaşılmıştır. Elde edilmesi daha zor olan demir ise günümüzden 3 bin yıl önce Altaylarda önce buzullar içindeki meteorlardaki saf demiri toplayarak başlamıştır. Yitim kuşağı genellikle bir plakanın diğerinin altında hareket ettiği yakınsak plaka kenarlarında gelişir. Dünyadaki metal yataklarının çoğu, yitim bölgelerindeki hidrotermal sıvılarla ilişkilidir. Alp-Himalaya Orojenik kuşağı eski Tetis Okyanusunun yokedilişi sırasında oluşmuştur.

 

ABSTRACT

Civilization began 12,000 years ago with the end of the Ice Age (at -125/130 meters above sea level) at the edges of lakes and freshwater between latitudes 35-40°N. The generations suitable for these conditions are the Harran-Harran-Turan regions and Central Anatolia. Mankind has continued its life by following the Gatherer-Hunter-Agriculture path. The development of civilization in a region depends on the coexistence of the following phenomena: (i) Suitable climate (between latitudes 35º-40° N); (ii) Rich water resources; (iii) It is rich in mineral deposits; (iv) The abundance of obsidian (flint) volcanic rock. From the Harran Region, which is one of the starting places of the first civilization, it progressed westward to Anatolia and east from the foothills of the Elburz Mountains between 10 and 5 thousand BC. But at the same time, civilization developed in the Turan region, which stretches along the Ceyhun River to the Aral Sea. Throughout history, metal has played a crucial role in the advancement of civilizations. From the Bronze Age to the Industrial Revolution, societies harnessed the power of metal to gain a competitive advantage. The first metal they used was copper. This process began 8,000 years ago. With the combination of copper and tin, bronze, which is a more robust and durable alloy, was reached 5 thousand years ago. Iron, which is more difficult to obtain, started 3,000 years ago in the Altai by collecting pure iron from meteorites in glaciers. The subduction belt usually develops at converging plate edges, where one plate moves under the other. Most of the world’s metal deposits are associated with hydrothermal fluids in subduction zones. The Alpine-Himalayan Orogenic belt was formed during the destruction of the ancient Tethys Ocean.

GİRİŞ

İnsan uygarlığındaki metal çağları yaklaşık 8000 yıl önce başladı ve bu süre zarfında insanlık bakır, kalay, bronz ve demir gibi malzemeler için metalürji sanatını kullanmayı ve ilerletmeyi öğrendi. Tarihsel olarak, genellikle kronolojik olarak ayrılmış olsa da, dünya üç büyük metal çağı gördü: bakır/kalkolitik çağ, bronz çağı ve demir çağı. Bu metalleri eritme ve şekillendirme sürecinin keşfi, uygarlıkların ilerlemesi üzerinde, öncelikle sırasıyla üç olgu: kültür, ticaret ve fetih yoluyla önemli sonuçlar doğurdu. Çağları birbirinden ayıran neydi? Sağladıkları önemli yeteneklerden bazıları nelerdi? O çağların karanlık taraflarından bazıları nelerdi? O çağlarda ne tür uygarlıklar gelişti ve nasıl sona erdi? Cevaplar geleceğe ışık tutabilir mi? Ve bu dersler yeni ulus devlet kavramlarımız bağlamında nasıl yorumlanabilir? Bunlardan bazıları üzerinde düşünmek, yeni bir metal çağına girdiğimiz göz önüne alındığında özellikle önemli hale geliyor – Lityum çağı. Bu birbirine bağlı ama birbirine bağımlı dünyada, son derece gergin ulus devletlerin vatandaşları için kaynaklar için rekabet ettiği bu metalin ve güç merkezinin hareketine katkısının gelecek nesiller için dramatik sonuçları olacaktır. Eğer tarih herhangi bir iç görü sağlayacaksa, bugünün ve henüz gelmemiş olanların derslerine dikkatle dikkat edilmelidir.

Toplumsal maddi ilerleme, insanların teknolojik yeniliklerin yardımıyla üretkenliklerini ve verimliliklerini artırma yeteneklerine dayanmaktadır. Tarih boyunca metal, uygarlıkların ilerlemesinde çok önemli bir rol oynamıştır. Bronz Çağı’ndan Sanayi Devrimi’ne kadar toplumlar, rekabet avantajı elde etmek için metalin gücünden yararlandılar. Bu yazıda, uygarlığın refah ve egemenlik elde etmek için metali nasıl kullandıklarını keşfedeceğiz.

Metalin keşfi, toplumların işleyişinde devrim yarattı. Dayanıklılığı ve çok yönlülüğü ile metal, uygarlıkların gelişmiş araçlar, silahlar ve altyapı geliştirmesine izin veren değerli bir kaynak haline geldi. Yükselen anıtların inşasından karmaşık mücevherlerin yaratılmasına kadar metal, güç ve saygınlık sembolü haline geldi.

Uygarlıklar büyüdükçe, metale olan talepleri de arttı. Bu, farklı bölgeler eksik oldukları metalleri elde etmeye çalıştıkları için karmaşık ticaret ağlarının kurulmasına yol açtı. Metal madenciliği, eritme ve dövme yeteneği değerli bir beceri haline geldi ve çok aranan uzman ustaların ortaya çıkmasına neden oldu. Metal sadece bir hayatta kalma aracı değil, aynı zamanda ekonomik büyüme ve kültürel değişim için bir katalizör haline geldi.

Metalin eski uygarlıklardaki rolü göz ardı edilemez. İnsanlar metali keşfettiği andan itibaren, toplumlarda devrim yaratan ve onları güç ve etkiye doğru iten bir oyun değiştirici haline geldi. Metalin ilk uygarlıklar tarafından güç kazanmak ve kaderlerini şekillendirmek için nasıl kullanıldığını inceleyelim.

Bakır: İlk Metal

Bakırın keşfi, insanlık tarihinde önemli bir dönüm noktası oldu. Uygarlıklar tarafından kullanılan ilk metaldi ve dövüle bilirliği ve iletkenliği onu paha biçilmez kılıyordu. Bakır başlangıçta alet ve silah oluşturmak için kullanıldı ve erken uygarlıklara avcılık ve savaşta avantaj sağladı. Üstün araçlar üretme yeteneği ile rakiplerine hükmedebildiler ve egemenliklerini ortaya koyabildiler.

Bronz: Bir Süper Metalin Yükselişi

Bronzun keşfi büyük bir teknolojik sıçramayı beraberinde getirdi. Bakırı kalay ile birleştirerek, medeniyetler daha güçlü ve daha dayanıklı bir metal yaratmayı başardılar. Bronz, zırh, silah ve aletler için tercih edilen metal haline geldi ve medeniyetlere savaşta benzeri görülmemiş bir avantaj sağladı. Bronz eserler üretme yeteneği, bir güç ve etki ölçüsü haline geldi ve bu değerli kaynak etrafında toplanan uzman ustaların ve ticaret ağlarının yükselişine yol açtı.

Demir: İmparatorlukları Şekillendiren Metal

Demirin tanıtılması insanlık tarihinde bir dönüm noktası oldu. Demir sadece bronzdan daha güçlü değil, aynı zamanda daha boldu, bu da onu daha geniş bir medeniyet yelpazesine erişilebilir kıldı. Demirin aletlerde, silahlarda ve altyapıda yaygın kullanımı toplumları dönüştürdü ve onları yeni güç seviyelerine taşıdı. Demir, imparatorlukların genişlemesinde çok önemli bir rol oynadı, yeni bölgeleri fethetmelerini ve rakip medeniyetler üzerinde egemenliklerini kurmalarını sağladı.

HAZAR DENİZİ VE TURAN BÖLGESİNİN JEOLOJİK EVRİMİ

Günümüzden 170 milyon yıl öce tüm kutalar bir arada idi ve PANGEA olarak biliniyordu. İki tarafından Büyük ve Tetis Okyanusları çevreliyordu. Bundan sonra kıtalar ayrışmaya başlamıştır. Sonucu olaraktan Tetis Okyanusu kapanmaya başlamıştır (Şekil. 1). Tetis Okyanusu kapanırken onun üzerine Alp-Himalaya kuşağı oluşmuştur. Tetis Okyanusu kalıntıları Doğu Akdeniz, Karadeniz ve Güney Hazar Denizi’dir. Hazar Denizi ve Turan havzası Alp-Himalaya kuşağının kuzeyindedir.

 

Şekil 1. Pangea’nın parçalanması Alp-Himalayan kuşağını oluşması ve Turan Bölgesi. Turan Bölgesi tüm evrim zamanında yerinde kalmıştır.

Doğu Akdeniz ve Ortadoğu, son 200 milyon yıldır Pangea’nın (tüm kıtalar bir arada) parçalanması ve Tetis Okyanusu’nun kapanması sonucu Tetis Okyanusu’nun güney kanadını oluşturmaktadır. Bu kuşak Girit ve Kıbrıs yayları, Doğu Anadolu Fay Kuşağı, Bitlis Büklüm Kuşağı ve Zağros Dağlarını içermektedir. Tetis Okyanusunun kuzey sınırı Hazar Denizi ve Karadeniz olup İtalya’daki Po vadisine kadar uzanmaktadır (Kuzey Anadolu Dağları, Kafkaslar ve Elburz Dağları). Bu iki kuşak arasında Balkan, Anadolu ve İran platoları ise kapanan Tetis Okyanusunun kalıntıları üzerinde yer almaktadırlar (Şekil 2). Ortadoğu ve Orta Asya’nın aktif tektoniği, genel olarak güneyde Afrika, Arap ve Hint levhalarının kuzeye ilerlemesi ve Avrasya levhasının sıkıştırması sonucu gelişmiştir. Hızlı olarak kuzeye doğru ilerleyen Arap levhası, Karadeniz’i oluşturan okyanusal litosfer tarafından durdurulur ve Anadolu levhasını batıya doğru yönlendirir.

Bu kuşak doğuya doğru Himalayalara ulaşmaktadır. Tetis Okyanusunun kuzey sınırı Hazar Denizi ve Karadeniz olup, İtalya’daki Po vadisine kadar uzanmaktadır (Kuzey Anadolu Dağları, Kafkaslar ve Elburz Dağları). Avrasya’nın güney kanadı boyunca yeni kıtasal parçaların eklenmesiyle dağ sıraları oluşmakta ve aynı zamanda Tetis parçacıklarının alta dalmasıyla, karalar üzerinde volkanizma ve ada yayları ile beraber kıta kenarı havzaları meydana gelmektedir. Bu iki kuşak arasında Balkan, Anadolu ve İran platoları ise kapanan Tetis Okyanusunun kalıntıları üzerinde yer almaktadırlar. Güney Hazar Denizi’ne ait okyanusal litosferin varlığı İran platosunu Elburz ve Zağros dağları arasında güneydoğuya doğru yönlendirir. Ceyhun Irmağı Güney Hazar çöküntüsünün devamıdır. Bu bölge son 170 milyon yıllık evriminde yerinde sabit olarak kalmıştır.

Bu arada daha doğuda ise Hint Levhası Avrasya levhası ile çarpışır. Çarpışma kuşağında Himalayalar (Dünyanın en yüksek sıradağları) oluşur. Pamirler (Tanrının Ayağı) bu çarpışmanın düğüm yeridir. Batısında Hazar-Ceyhun çöküntüsü ve doğusunda ise Tarım Havzası yer alır. Pamirler; Tanrı Dağları, Hindukuş Dağları ve Karakurum-Himalaya platolarının düğüm yeridir. Dünya’da karalar üzerindeki en büyük buzul kütlesine sahiptirler (Şekil 2).

Şekil 2. Turan ve İskit ortamlarının tektonik konumu ve orojenik kuşaklar (Natal’in ve Şengör, 2005).

Türkmenistan’ın tabanı Geç Paleozoikten Triyas zamanlarına kadar Asya ve kuzey Paleotetis okyanusal ortamlarda gelişen yayla ilişkili katmanların karmaşık karışımıdır. Ülkenin büyük bölümü Geç Paleozoik ve Senozoik arasında kalın çökeltinin biriktiği Turan Platformu ile örtüşür. Kopet Dağı bölgesinden Neotetis dalma zonunun uzak bölgelerindeki açılma nedeniyle oluşan çökelme hızı Orta Jura zamanında birikmiştir. Neotetis okyanusun kapanması ve güneyde İran, Afganistan ve Hint yarımadası bölgelerinde çarpışma sonucu Erken Senozoikte tektonik rejimi sıkışma ortamına evrişmiştir. Batı Türkmenistan’daki Hazar Bölgesi, Senozoik zamanlarında Güney Hazar Havzası’ndakine çok benzer jeolojik ve tektonik tarih evresinden geçmiştir. Büyük gaz ve petrol sahaları Turan ve Hazar bölgelerinde değişik petrol sistemlerinde oluşmuşlardır. Karakum çölünün dinamikleri ve bununla oluşan akaçlama Türkmenistan’ın jeomorfolojisi ve çevresi üzerine büyük etkisi vardır (Natal’in ve Şengör, 2005).

CEVHERLEŞME VE TETİS KUŞAĞI

Kıta kabuğu okyanusal kabuk ve sedimanların yapısal olarak kalınlaşmış kalıntılarından oluşur ki daha sonra yay mağmatizması tarafında işgal edilirler. Bu işlevin anlaşılması litosferik dinamiğinin birinci dereceden problemidir. Okyanusal kapanışlarının uzun tarihleri ile yay sistemlerinin bir araya gelmesiyle okyanusal kabuktan kıtasal anakaraya geçiş Tetis Kuşağında çok iyi bir şekilde örneklemiştir:

  • Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’nun büyük bölümü (Girit yayı, Kıbrıs yayı, Doğu Anadolu fay kuşağı, Bitlis kenet kuşağı ve Zağros dağları; Afrika ve Arab levhalarının kuzey sınırını teşkil etmektedir. Levha tektoniği bağlamında olaya baktığımızda bu bölgede 200 milyon yıldan beri Pangaea’nın parçalanmasıyla kapanan Tetis okyanusunun güney kanadı olarak kalmıştır.
  • Tetis okyanusunun kuzey kanadında ise Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan, Rusya ve şu anlarda devreye girmekte olan Karadeniz bulunmaktadır. Bu iki kuşak arasında AlpHimalayan orojenik kuşağı yer almaktadır. Tüm bu kuşak yiten Tetis okyanusunun kalıntıları olup aşırı tektonik etkilere maruz kalmıştır.
  • Okyanus-kıta geçiş yapısı, incelmiş kıtasal kabuğun ve litosferinin dağılımı ve büyüklüğü ve kıtasal kabuğun uzanım mesafesinin bilgisi ve anlaşılması, kıta kenarlarında derinsularda petrol ve gaz sistemlerini incelemede önemlidir. Riftleşmiş kıta kenarlarında kıtasal kalınlığın, kıta-okyanus geçiş yapısının ve kıta-okyanus sınır konumlanmasının haritalanması bu nedenden dolayı sürekli göz önüne alınması gereken temel bir problemdir.

Şekil 3. Yitim zonundaki cevher yatakları. Yitim bölgesinde, porfir tipi Cu-Mo-Au yatağı,

Orojenik Au yatağı, Epitermal Au, IOCG yatağı, VMS yatağı vb. dahil olmak üzere çeşitli cevher yatakları oluşturulabilir. Çoğunlukla magmatik kayaçlarla bir ilişkileri vardır (Chen ve Xiao, 2014’ten sonra değiştirilmiştir).

Yitim kuşağı genellikle bir plakanın diğerinin altında hareket ettiği yakınsak plaka kenarlarında gelişir. Dünyadaki metal yataklarının çoğu, yitim bölgelerindeki hidrotermal sıvılarla ilişkilidir ve bu da yitim süreci ile mineralizasyon arasındaki yakın ilişkiyi gösterir. Yitim işlemi sırasında, dalma levhası, genel olarak su içeriğine ve PT durumuna bağlı olarak sulu sıvı, sulu eriyik ve aşırı hassas sıvıya bölünebilen sıvıları/eriyikleri serbest bırakacaktır. Farklı sıvılar/eriyikler, bol miktarda elementi üstteki manto kamasına taşıyabilir ve çeşitli birikintilerin oluşumunda önemli bir rol oynar. Yitimle ilgili cevherleşme, porfir tipi çökelti, orojenik altın (Au) yatağı, metamorfik hidrotermal yatak, volkanojenik masif sülfürler (VMS) yatağı vb. içerir. Özellikle, porfir tipi çökelti genellikle ark magmatizması veya dalmış plakanın kısmi erimesi ile ilgilidir ve cevher oluşturan sıvıların parçaları nihai olarak daldırılmış levhanın dehidrasyonundan türetilir (Şekil 3).

Figure 4. The formation of the Himalayas and the settlement of mineral-rich magma.

Yitim süreci ve mineralizasyon arasındaki ilişki, levha tektoniği teorisinin yaygın olarak kabul görmesinden bu yana metalojenik çalışmalarda vurgulanmıştır. Aslında, dünya çapındaki önemli metalojenik kuşaklar çoğunlukla pasifik çevresi allojenik kuşak ve Tethys-Himalaya metalojenik mega eyaleti gibi yitim bölgelerinde bulunur (Şekil 4). Yitim zonları içinde oluşan ark havzası sistemleri, porfir tipi Cu yatağı, epitermal Au yatağı ve volkanojenik masif sülfür (VMS) yatağı dahil olmak üzere çeşitli cevher yatakları oluşturabilir. Bunlar arasında porfir tipi ve buna bağlı epitermal Cu, Au ve Mo yatakları dünyanın metal kaynak arzında en önemli rolü oynamaktadır. Porfir tipi Cu çökellerinin %90’ından fazlası, özellikle aktif yitim zonlarında yakınsak plaka kenarlarında oluşur.

Anadolu/İran Platoları orojenik kuşak oluşumu çok az incelenmişlerdir, benzerleri olan Tibet, Altiplano ve Colorado platolarına göre daha az araştırılmış ve belgelenmiştir. Güney Hazar havzasındaki tektonik yapılar Arap levhasının kuzeye doğru hareketi, İran bloğunun güneydoğuya doğru hareketi ve Türkiye bloğunun batı/güneybatıya hareketi tarafından denetlenmektedir. Bu havza büklüm, şeyl-diyapir ve kayma kırık zonlarına ayrılmaktadır. Yapılar, Güney Hazar baseninin batısında kuzeybatı-güneydoğu uzanımlı ve doğu kısmında ise kuzey-güney’den kuzeydoğu-güneybatı yönelimlidirler. İran platosu daha doğudaki Hint anakarasının hızla kuzeye hareketi sonucu sonlandırılır. Daha doğudaki ise Hint anakarası hızlı bir şekilde Avrasya anakarası ile çarpışır. Bunun neticesinde de Himalayalar ve Pamir Dağları yükseltileri meydana gelirler, Pamir Dağlarının batısında ise Hindukuş Dağları ve Tanrı Dağları arasındaki çöküntü alanı Hazar ve Aral Denizleridir. Ceyhun Irmağı’nın su kaynakları işte bu üç dağdır: Hindukuş Dağları, Tanrı Dağları ve Pamir Dağları (Şekil 5).

Şekil 5. Basitleştirilmiş topoğrafik/batimetrik Ortadoğu haritası. Üç düğüm yer: (i) Pamirler; (ii) Dersim (Bitlis Büklüm Kuşağı); (iii) Batı Anadolu.

Batı Anadolu’da Girit yayının alta dalmasıyla Batı Türkiye’de ısı akısı yükselmekte ve bu bölgeyi metalojenik kuşak haline getirmektedir. Aynı durum Arap bloğunu hızla kuzeye itilmesi sonucu Bitlis Büklüm kuşağı oluşmaktadır. Bu bölgede bir metalojenik kuşaktır. Zaten bölgenin eski adı da “DERSİM”dir. Bu da “Bakır Kapısı” demektir. Doğuda ise Pamir Dağları bölgesi Hint bloğunun hızla kuzeye hareketi sonucu yine bir Büklüm kuşağıdır ve metalojenik kuşaktır. Uygarlıkların bu bölgelerde çok erken başlamasında bir başka etmendir (Şekil 5).

Şekil 6. Orta Asya’da farklı madencilik ve metalürji merkezlerini gösteren harita, özellikle Zerafşan vadisi (Garner, 2021). I: Kızılkum çölü; II: Soğdanya; III: Hisar Dağı; IV: Badakşan bölgesi; V: Afganistan; VI: Fergana; VII: Şaş-Ilak bölgesi; VIII: Çatal Dağ; IX: Talas; X:

Balkaş bölgesi; XI: Kuzey Betpak-dala; XII: Dzhezkazgan bölgesi; XIII: Karaganda-Karlinsk bölgesi; XIV: Bajaul bölgesi; XV: Kuzey Kazalistan (Kokshetau); XVI: Doğu Kazakistan (KalbaNarim); XVII: Batı Kazakistan (Güney-Urallar); XVIII: Güneydoğu Urallar bölgesi 

(harita: https:// maps- for- free.com/ alınmıştır).

Eski Tetis Okyanusu temeli olan yapının üzerinde oluşan Alp-Himalaya kuşağı maden cevherleri açısından çok zengindir (Şekil 3). Harran’ın kuzeyi Bitlis Büklüm Kuşağı ve batıya Toroslara ve doğuya Zağros Dağlarına ve Pamirlere uzanan bölgeler çok önemli metalojenik bölgelerdir (Bakır, Kurşun, Çinko, Kalay ve Demir). Tunç çağının temel ön koşulu eritmenin geliştirilmesiydi (cevherden metal çıkarma işlemi). Yeterli miktarda metal eritildikten sonra, çekiçlenebilir veya istenilen bir şekle dökülebilir (eritilebilir ve bir kalıba dökülebilir). Eritme teknolojisi ilk olarak Güneybatı Asya’da ortaya çıktı. Eritilen ilk metal bakırdı. Oldukça yumuşak bir metal olan bakır, alet ve silahların yapımı için yeterli değildir. Ancak sonunda, bakırı kalayla karıştırarak çok daha sert bir metal elde edildiği keşfedildi: tunç (Bazen kalay yerine başka elemanlar kullanılırdı.).

Garner (2021) Tunç Çağı’nda kalay üretiminin Afganistan’ın kuzeyinde yapıldığının arkeolojik kanıtlarını ortaya koymuştur. Günümüzde Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan ve Kazakistan olarak bilinen bölgede Tunç Çağında Zerafşan vadisinin güneyindeki Hisar Dağlarından Pamir ve Tanrı Dağlarına kadar dağ uzantılarında önemli maden ocakları vardır. Önemli maden yatakları güneydoğuya doğru Kırgızistan, Atasu Dağları (orta Kazakistan), ve Kalba Narim Massif ve Altay Dağları (doğu Kazakistan)’ya doğru yer almaktadırlar. Bu bölgelerde bazıları Tunç Çağı işletmeleri olduğu anlaşılan birçok maden ocakları vardır. Zerafşan vadisinin güneyinde Buhara ile Semerkant arasında çok sayıda kalay işletme ocakları vardır. İskitlerin altın elbiselerinin kökeni buradan gelmektedir (Şekil 6). Ayrıca Demir madeni çıkarılması ve işlenmesi ilk defa bu bölgede yapılmıştır. Başka etmenlerle beraber bu bölgede ileri bir uygarlık yaratılmıştı (Lyonnet ve Dubova, 2021).

Figure 7: (a) geological map of Southeastern Anatolia and (b) section showing thrust and cover structures and fracture zone along the BZS; (c) Geochronological sequences of the Arabian Plate (Ketin’s Boundary Folds Region). (b, c) It was modified after Yılmaz (1993).

Ofiyolitlerle ilişkili, çeşitli boyutlardaki birçok Au- ve Cu-yataklarının Bitlis-Zagros Sıkışma Kuşağı (BZS) – GD Anadolu’da Anadolu ve Arab plakaları arasındaki sınır hattı boyunca yer aldığı bilinmektedir. Bu yataklar, Kretase yaşlı, okyanus içinde oluşmuş Kızıldağ Masifi, Baer-Bassit masifi (Kızıldağ’ın Suriye deki uzantısı) Yüksekova ve Berit gibi aşırı dalmış kuşağın ofiyolit dilimleriyle ilişkilidir. Ofiyolitik kütleler tektonik olarak Arab plakasının platform karbonatlı çökellerinin üzerler. BZS doğuya doğru bölümlerinde, Tersiyer yaşlı ofiyolitik dilimler kuvvetli bir şekilde mineralize olmuşlardır. En az birkaç Au ve Co-Ni içeren piritik Fe-Cu oksit ve sülfit yatağı BZS boyunca yüzeyleyen kloritleşmiş ve spilitleşmiş bazaltik yastık lavlar veya sıralı dayklar (sheeted dykes) ile ilişkilidir. Cevherleşmelerle ilişkili volkanik istif ada yayı şeklindeki yayılma sistemlerinin okyanus ortası sırt istifleriyle, çökellerle örtülmüş sırtlar veya yay gerisi ortamlarla benzerlik gösterir. Ofiyolitik kayaçlar ve bununla ilgili ayrışmanın mineralojisi Doğu Pasifik Yükselimindeki (EPR), Atlantik Ortası Sırtlardaki (TAG hidrotermal sahasındaki) ve Kızıl Deniz’deki (Atlantis II Çukurundaki) modern okyanus ortası sırt cevherleşmeleriyle benzerlik gösterirler.

Kıbrıs’ın sülfür yatakları (örneğin pirit ve kalkopirit) Troodos Ofiyoliti ve özellikle yastık lav ufku ile yakından ilişkilidir. Ayrıntılı jeolojik, jeokimyasal ve mineralojik çalışmalar, bu birikintilerin Tetis Denizi tabanında, okyanus ortası sırtı boyunca, yani deniz tabanının yayılma bölgesi boyunca oluştuğunu göstermektedir. Bu tür yataklar bugün Pasifik ve Hint Okyanuslarında da oluşmakta ve “Kıbrıs tipi” yataklar olarak bilinmektedir. “Kıbrıs tipi” yataklar, metal bakımından zengin hidrotermal akışkanların dolaşımı ile oluşur. Sıvıların (ve kükürt için) kaynağı, deniz tabanının yayılma bölgesinde oluşan bir çatlak ağı aracılığıyla okyanus kayalarından süzülen deniz suyudur.


Şekil 8
. Kıbrıs Troodos Ofiyetlerinde cevherleşme.

Batı Anadolu da Eskişehir ve Antalya illerinin batısında kalan bölgedeki MÖ. 2. bin yıl yerleşimlerinin dağılımı gösterilmiştir (Şekil 9). 25 Saptanan bu 340 yerleşimin düzensiz olarak konumlandığı dikkat çekmektedir. Aslında yerleşim modelinin apaçık bir şekilde doğrudan doğruya doğal kaynaklara göre şekillendiği görülebilmektedir. Akarsu yakınları, verimli vadiler, doğal  limanlar,  maden  yatakları  ve  ticaret  yolları  insanları  kendine  çekmekte,  onları zenginliklerinden faydalanmaya teşvik etmektedir. İç kesimlerde kalan bazı bölgelerde yerleşimlerin görülememesinin nedeni buraların ormanlık olmasıyla bağlantılı olmalıdır. Verimli ormanların uzun süre el değmeden kaldığı, sadece avcılık ya da kereste elde etmek amacıyla kullanıldığı anlaşılmaktadır. Şekil 38. Batı Anadolu’da MÖ binlerde ticaret yolları ve aluviyal düzlüklerin yerleşim yerlerini belirlemesi ve maden yatakları (Zangger, 2016).

Şekil 9. Batı Anadolu’da MÖ binlerde ticaret yolları ve aluviyal düzlüklerin yerleşim yerlerini belirlemesi ve maden yatakları (Zangger, 2016).

“… Troad’da, Abydos topraklarının yukarısında, şimdi harabe halindeki bir şehir olan Abydeni’ye ait olan Astyra var, ancak eskiden bağımsız bir yerdi ve Paktolos yakınlarındaki Tmolus Dağı’ndakiler gibi şimdi neredeyse tükenmiş olan altın madenleri vardı.

Strabo, Geography Book XII

Avrupa’dan Anadolu üzerinden İran’a kadar uzanan Tetis Metalojenik Kuşağı (TMB), dünyanın en büyük metal üreten kuşaklarından biridir ve birçok sektörden oluşmaktadır. Türkiye’nin kuzeybatısındaki Biga Yarımadası’nın maden yatakları, birçok yönden, kuşak boyunca bulunan maden yataklarının özelliklerini sergiler (Şekil 10). Biga Yarımadası tektonik olarak Sakarya Bölgesi’nin en batısını ve Rodop Bölgesi’nin en doğusunu Gondwana ve Laurasia’nın kesiştiği noktada oluşturur. Biga Yarımadası’nda Balya, Arapucandere ve Koru gibi birçok aktif metal madeni faaliyet göstermektedir. Balıkesir’deki Küçükdere Au-Ag yatağı, baz metal yataklarından üretilen yan ürün altın dışında, Biga Yarımadası’ndaki tek altın madenidir (Yiğit, 2012)

Şekil 10. Biga Yarımadası’ndaki porfir, skarn ve karbonat çökelleri ve beklentilerinin ana kayaç litolojisi ağırlıklı olarak dağılımı (Yiğit, 2012).

UYGARLIĞIN DOĞUŞU

Son Buzul Maksimumu (LGM) zamanında (20 bin yıl öncesi), Avrasya’nın büyük bölümü 40-45° K enlemlerinden sonrası buzul katmanları ile kaplanmıştı. Bunun yanında 30-35° K enlemlerinin güneyinde ise genel olarak hiçbir bitki örtüsü olmayan sert Kurak/Yarı Kurak iklim koşulları vardı (Şekil 11).

Canlı türlerin buzul çağı süreçlerinde yaşamlarını devam ettirebilmek için Ilıman Kuşaklara (30- 35° K Enlemleri) kaymışlardır. Bu arada bu türlerin bir kısmı yeni yaşam ortamlarında kalmışlardır. Bu nedenle Anadolu ve Ceyhun’da bazı kuzeyli ve hem de güneyli türler mevcuttur. Bu bölgelerde (pek çoğu endemik olan) çok fazla bitki türü bulunmaktadır.

Dünyanın gerçek tarihi Sümerlerin yazıyı bulmaları (3.500 MÖ) ile başlamaktadır. Onun için, bundan önceki tüm süreç ÖNTARİH (PREHISTORY) olarak bilinir. Arkeolojinin ilk günlerinde, eski yerleşim yerleri ve mezarlarda yapılan kazılar tarihi belgelerde şu anda bilinenleri göstermek amacıyla kullanılmıştır (Renfrew, 2008). “Ön Tarih” kavramı on dokuzuncu yüzyılda bilimsel düşüncedeki hızlı gelişim ile ortaya çıkmıştır. Bunlardan birincisi jeolojideki gelişmeydi. Günümüzde devam eden olguların geçmiş değişimleri açıklayan, Hutton, Lyell ve Prestwich’in jeolojisinin altında yatan ilkeler ile yaşayan dünya ve gelişmeleri bağlayan Darwin’in “Doğal Seçim Yoluyla Türlerin Kaynağı” üzerine yeni kapılar açmıştır. Açıklamanın görüntüsündeki tekdüzelik ilkesi, Hutton ve Lyell tarafından yerkürenin jeolojik tabakalamasında olduğu gibi şimdi yaşayan dünyaya da uygulanabilinir.

Şekil 11. Buzul Çağında İklim Yaşam Kuşakları.

Evrensel uygulamada en güçlünün ayakta kaldığı yaşam formlarının doğal seçimi olarak adlandırılan biyolojik mekanizmasının Darwin’in önermesi, aynı zamanda insan türlerine de bu mekanizmanın uygulamasını sağlamıştır. Bu fikirlerde, bizim kendi türümüz olan Homo sapiens’ın doğmasının yollarını ve işlevlerini belgeleyen antropologlara ve arkeologlara davetiye çıkarmıştır.

1936 yılında, Childe (1936)’ın yazdığı “İnsanın Kendisini Yapması(Man Makes Himself) arkeolojik verilerin ortaya çıkardığı tarihin yeni düşünce biçimine yol açmıştır. Neolitik devrimde bu gibi ilk ani değişim insanın kendisine yiyecek sağlanmasını kontrol etmesidir. İnsanoğlu yenilebilir otlar, kökler ve ağaçların seçilmesiyle ağaç dikmeye, yetiştirmeye ve iyileştirmeye başlamıştır. Ve yemleme karşılığı belirli hayvan türlerini ehlîleştirmiş ve sıkıca kendisine bağlamıştır.

Nick Brooks; Uygarlık, insanlığa karmaşık ve “KENTLİ” toplumlar içinde bir yaşam için tercih yapabilmesine olanak sağlayan elverişli bir çevrenin ürünü olarak ortaya çıkmadı. Tersine, bugün “UYGARLIK” diye değerlendirdiğimiz şey, büyük ölçüde, felaket boyutlarında bir iklim değişikliğine kazara ve planlı olmayan bir biçimde uyum sağlanmasının sonucudur. Toynbee; “Uygarlıkların gelişmesinde rol oynayan temel etmenin, bir toplumun karşılaştığı sorunlara verdiği YANIT, daha doğrusu, ortaya çıkan sorunla ona verilen karşılık arasındaki diyalektik ilişki olduğunu” ileri sürer.

Bilimin bu şekilde hızlı ilerlemesiyle, biz avcı ve toplayıcı topluluklarının Holosen (10 bin yıl öncesi) zamanlarında nasıl tarımcı olduklarının yanıtını bulabiliriz. Buzul çağı sonunda büyük ölçekte küresel olarak dünya ikliminde değişiklikler meydana gelmiştir. Kapsamlı miktarlarda buzul tabakaları Kuzey Amerika ve Avrasya’da ortadan kalkmıştır. Deniz seviyesinin 120-130 m yükselmesiyle, deniz kıyıları bambaşka bir görünüm almışlardır. Günümüzde Asya ile Kuzey Amerika’yı birbirinde ayıran Bering Boğazı’nın Buzul Çağında bir kara bağlantısı olduğu bilinmektedir. Basra Körfezi (en derin yeri 65 m) kıyıları buzul çağından sonra sular altında kalmıştır. Buzul çağında bu bölge yaşam koşullarına uygun olmayan çöllerdi. Benzer olarak Ege bölgesinin adalarının çoğunun kara bağlantıları vardı (başta Anadolu’ya komşu adalar) ve buzul çağından sonra su altında kalarak ada haline gelmişlerdir. Bu sorun Karadeniz ve Hazar Denizi ortamında biraz farklıdır. Khvalyan Yükseliminden (15 bin yıl öncesi) dolayı Hazar Denizi’nde deniz seviyesi aniden +50 m’ye ulaşmıştır ve fazla su Maniç Boğazı’ndan (taban yüksekliği +25 m) Karadeniz’e boşalmıştır. Bu nedenle, Karadeniz, Marmara Denizi ve Ege Denizi’ne göre daha önce dolmuştur. Fazlalık su İstanbul Boğazı yoluyla Marmara Denizi’ne ve sonra da Çanakkale Boğazı yoluyla Ege Denizi’ne akmıştır.

Şekil 12. Deniz seviyesi değişimleri ve uygarlık aşamaları.

Dünya uygarlığının basamakları aşağıdaki şekilde özetlenebilir (Şekil 12):

  • 15 ila 12 bin yıl öncesi (Deniz seviyesi: -125/130 m) (Hazar Denizi hariç; 150 m civarında)
  • 12 ila 5/6 bin yıl öncesi (Deniz seviyesi tedrici olarak yükselmiştir)
  • 5-6 bin yıldan günümüze (Optimum Deniz Seviyesi) (Deltaların oluşumu)

Son 15 bin yıl için Hazar Denizi bölgesinde önemli olaylar: 15 bin yıl öncesi Khvalyan Yükselimi; 12 bin yıl öncesi buzul çağının sonu; 5-6 bin yıl öncesi günümüze yakın uygun değer deniz seviyesine ulaşım ve deltaların oluşmasına neden olmuştur. Daha önce devamlı değişen kıyılarda insanoğlu yerleşmemiştir. Buna göre de deltalar oluşmuş, tarım ve denizcilik gerçek anlamda gelişmeye başlamıştır. Bununla beraber, Mısır, Mezopotamya, İndüs, Ganj ve Sarı Irmak deltaları hızla oluşmuş ve uygarlıkların tetikleyicisi olmuşlardır. Daha önce daha kuzeyde yaralan uygarlık kuşakları (Tundra/buzul ve çöl sınırı) deltaların gelişimi ile birlikte daha güneye kaymıştır.

Son Buzul Maksimumu (LGM) zamanında, Avrasya’nın büyük bölümü 40-45° K enlemlerinden sonrası büyük buzul katmanları ile kaplanmıştı. Bunun yanı sıra 30-35° K enleminin güneyinde ise genel olarak hiçbir bitki örtüsü olmayan sert çöl koşulları vardı. Buzul çağı döneminde, Hazar bölgesi insanoğlunun yaşayabileceği çok özel bir alandı. Fakat çok hassas coğrafik koşullara sahip bu bölge değişen su baskınları nedeniyle devamlı ileri ve geri hareketlere maruz kalmıştır.

Steven Ithen) iklim değişikleri konusunda aşağıdaki kronolojiyi vermiştir:

* Buzul çağının sona ermesi: MÖ 12.700-10.800: tüm Dünya’da sıcaklıklar çok aniden düşmüştü. Güneydoğu Anadolu’da Toros ve Zağra dağları güney ile kuzey arasında buz kaplı duvarlar oluşturmuşlardır

* Younger Drayas: MÖ 800-9.600: dünya sıcaklıkları günümüz seviyelerine ulaşmıştır. Buzullar erimeye başlamış ve deniz seviyeleri yükselmiştir.

Doğal olarak Göbekli Tepe’nin bulunması ile dünya tarihi yeniden ele alınmaya başlamıştır (Scmidt, 2012 ve Luckwert, 2015). Son 20-25 yıl içinde arkeolojide, devrim sayılabilecek kadar önemli gelişmeler olmuştur; bunlar görkemli ve güzel buluntularla sınırlı değildir. Düşünce sistemimizde, geçmişe bakış açımızda köklü değişiklikler yapacak kadar önemli olan bu sonuçlar öylesine yenilikler içermektedir ki, bunların tam olarak algılanması ve insanlığın geçmişiyle ilgilenilerek aktarılması için herhalde uzun bir süre gerekecektir. Bilgi akışı, bilgiye bakış açısının değişimi ve bunun düşünce sistemimize olan etkisi, uygarlık tarihiyle ilgilenen herkesi heyecanlandıracak ölçüdedir.

Bir bölgede uygarlığının gelişmesi için şu olguların beraberce bulunmasına bağlıdır:

  • Uygun iklim (35º-40° K enlemleri arası);
  • Zengin su kaynakları;
  • Maden yataklarınca zengin olması;
  • Obsidyen (çakmaktaşı) volkanik kayacının bolluğu.

İşte ilk uygarlığın çıkış yerlerinden biri olan Harran Bölgesi’nden MÖ 10 ila 5 bin yılları arasından batıya doğru Anadolu’ya ve doğuya da Elburz dağları eteklerinden ilerlemiştir. Fakat aynı zamanda Ceyhun Irmağı boyunca Aral Denizi’ne uzanan Turan bölgesinde de uygarlık gelişmiştir. Daha sonra Afganistan ve KB Pakistan üzerinden Hindistan’a doğru ilerlemiştir (Şekil 29). Neolitik yaşam Harran’dan hem Avrasya hem de Afrika’ya yayılmıştır. Unutulmamalıdır ki, Avrasya’nın çoğu Harran’dan yayılırken tarımı benimsemiş olsa da, bazı bölgeler tarımı bağımsız olarak geliştirmiş olabilir (Sarinidini, 1995). Bununla birlikte, tarımın Sahra Altı Afrika’ya yayılması, geniş Sahra Çölü tarafından sekteye uğratılmıştır; bu bölgede, tarıma dayalı yaşam sadece MÖ son iki bin yılda ortaya çıktı. Amerika’da ise, Neolitik yaşam ilk olarak Orta Amerika ve Peru’da ancak MÖ 2000 yılında ortaya çıkmıştır. Böylece, Yeni Dünya genelinde Neolitik yaşamın yükselişi (Sahra Altı Afrika’da olduğu gibi) MÖ son iki bin yıl içine sıkıştırılmıştır.

Dünyanın bazı bölgeleri tamamen tarımdan geçmiştir. Bu bölgelerde iki alternatif geçim yönteminden biri izlenmiştir. İlk alternatif, toplayıcı-avcı yaşamına süresiz olarak devam etmekti. Bu yolu Avustralya, Sibirya’nın çoğu, Amerika’nın çoğu (uzak kuzey ve güney) ve Sahra Altı Afrika’nın bazı bölgeleri izledi. Toplayıcı-avcı toplumlar modern çağda çoğunlukla yok olmuş olsalar da, birkaç küçük nüfus hayatta kalmıştır; belki de en ünlüsü Sahra Altı Afrika’nın San halkı ve Amazon yağmur ormanlarının kabileleridir.

İkinci alternatif göçebe sürü hayatıydı. Göçebe sürüleme kurak bölgeler için çok uygundur Yağışların ot için yeterli olduğu ancak verimli tarım için çok az olduğu; tipik sürü hayvanları koyun, keçi, sığır, at, deve (İslam dünyasında) ve ren geyiğidir (Sibirya’da). Göçebe sürüleme özellikle Bozkır’da (Ukrayna’dan Moğolistan’a uzanan doğu-batı otlak şeridi) başarılı oldu. Toplayıcı-avcı yaşamı gibi, göçebe sürücülük de çoğunlukla (ancak tamamen değil) modern çağ tarafından yerinden edilmiştir.

Şekil 13. Harran Bölgesi’nden uygarlığın Dünya’ya yayılması (şematik; daha Turan Uygarlığı bilinmiyor) (http://www.essential-humanities.net/history-overview/stone-bronze-iron-ages/).

Mezopotamya’da olmadığına göre o devirde Kalay bu bölgeden batıya götürülmüştür. Bakır madeni İran ve kuzeydeki Bingöl Dağlarından elde edilmiştir. Güneybatı Asya’nın Tunç Çağı MÖ 3000-1000 civarıdır. Tarım gibi, tunç teknolojisi de Güneybatı Asya’dan her yöne yayıldı ve Anakara Avrasya’nın (İngiltere’den Çin’e) tüm doğu-batı açıklarını kapsaması yaklaşık bin yıl sürdü. Böylece MÖ 2000 yılında Avrasya’nın büyük bölümü bronz çağına geçiş yapmış oldu. Tunç Çağı Kuzey Afrika’ya da yayılırken, Sahra Çölü tarafından durduruldu.

Yukarıda açıklandığı gibi, Neolitik çağ Avrasya’da başka bir yerden çok daha erken elde edildi. Neolitik yaşam kentleşmenin en önemli ön koşulu olduğundan, Avrasya dünyanın geri kalanından binlerce yıl önce şehirlerin yükselişini yaşadı. Sonuç olarak, Avrasya, mevcut dört küresel uygarlığı da kapsayacak şekilde dünya uygarlıklarının çoğuna yol açmıştır: Batı, Ortadoğu, Güney Asya ve Doğu Asya (Şekil 13).

Avrasya dışında, Neolitik çağ çeşitli nedenlerle ertelendi. Bunlardan biri, erken teknolojik ilerlemenin önde gelen bölgesi olan Güneybatı Asya’dan tamamen coğrafik olarak ayrılığıdır. Güneybatı Asya’daki gelişmeler Avrupa ve Asya’ya nispeten hızlı bir şekilde bulaşırken, Sahra Altı Afrika’ya (Sahra Çölü tarafından) ve Amerika’ya (okyanuslar tarafından) kolayca yayılması engellendi.

Hazar-Turan bölgesi ayrıca, türlerin hem miktarı hem de kalitesi açısından olağanüstü bir evcil bitki ve hayvan varlığına sahiptir. Bu bağlamda, “kalite” insanlar için yararlılığı ifade eder. Evcil hayvanlardaki Hazar-Turan avantajı özellikle dikkat çekicidir. Bu bölgedeki halklar keçiler, koyunlar, domuzlar, atlar ve sığırlarla kutsanmıştır (diğerleri arasında); özellikle, ikinci iki hayvan ağır işçilik için kullanılabildiler. Demirin ilk bu bölgede elde edilmesi sonucu Pulluk yapımı üretimi arttırmıştır. Aslında, şimdiye kadar sadece on dört büyük hayvan türü (yani 50 kg’ı aşan hayvanlar) evcilleştirilmiştir ve bunlardan sadece biri Avrasya dışındaki bir bölgeye özgüdür: lama, Güney Amerika’da. Bu bölgede yük taşımada kullanılan Çift-Hörgüçlü Bakteryan (Türk) devesinin evcilleştirilmesi, çok önemlidir.

Neolitik çağ Avrasya’da tunç çağı ile başarılı oldu. Belirli bir bölgede, bronz çağı, bronzun pratik nesneler (yani aletler ve silahlar) için çok kullanılan bir malzeme haline gelmesiyle başlar. “Tunç çağı” terimi genellikle sadece birkaç tunç alet yapılıyorsa veya tunç sadece mücevher için kullanılıyorsa uygulanmaz (Şekil 14).

Şekil 14. Tunç Çağının MÖ 3000’den batıda Avrupa’ya ve doğuda Çin’e ulaşımı yaklaşık MÖ 2000’lerde olmuştur (şematik; daha Turan Uygarlığı bilinmiyor) (http://www.essential- humanities.net/history-overview/stone-bronze-iron-ages/).

Demir Çağı MÖ 1000 yılında Güneybatı Asya’da başladı, bir zamanlar eritme çukuru tasarımları demir cevherini koklamak için gereken daha yüksek sıcaklıkları üretmek için yeterince ilerlemiştir. Yaklaşık beş yüzyılda Avrasya’nın doğu-batı açıklarını kapladı. Böylece, MÖ 500 civarı itibariyle Avrasya’nın büyük bölümü demir çağına geçiş yapmış oldu (Şekil 15).

Demir Çağı kuzey Afrika’da ve daha sonra (bronz çağın aksine) Sahra altı Afrika’nın güneye doğru yayılmasıyla da yaygınlaşmıştır. Nil’den (Mısır’dan Nubia’ya) geçerek Sahra Çölü’nü geçti ve daha batıdaki diğer noktalardan da geçmiş olabilir. Difüzyon Avrasya’dan daha yavaştı; demir çağının Güney Afrika’ya ulaşması yaklaşık bin yıl sürdü.

Şekil 15. Demir Çağının MÖ 1000’den batıda Avrupa’ya ve doğuda Çin’e ulaşımı yaklaşık MÖ 500’lerde ve Afrika’nın güneyine de ulaşımı (şematik; daha Turan Uygarlığı bilinmiyor) (http://www.essential-humanities.net/history-overview/stone-bronze-iron-ages/).

Bu olayı Murad Adji (2019) şöyle tanımlamaktadır: Doğu’nun tarihine bakıldığında, Türklerde dini geleneklerin MÖ 5. yüzyıla doğru şeklini bulduğu görülür, başlangıcı ise yüzyılların derinliklerinde kaybolmaktadır. İnancın doğuş nedeni üzerine yapılabilecek en yakın tahmin, Altay halkının yaşamını değiştiren madencilikle ilgili olabilir. Eski bir destan bu olayı, Altay halkına Gök Tanrı’yı anlatan ve onlara demir cevherini işlemeyi öğreten Gezer Han öyküsüne bağlar. Yeni Tanrı ve yeni element ilişkisi aşikârdır. Altaylının bilincinde onlar her zaman tek ve ayrılmaz bir bütün olarak kalmıştır.

Demiri boşuna “göksel metal”, “göklerin armağanı” olarak adlandırmıyorlar Altay halkının destansı şaheserlerinde. Bu isimde, göktaşını bulan insanı saran coşku ve hayranlık ifadesi vardır, çünkü göktaşları gökyüzünden gelen habercilerdir ve saf halde doğada bulunmadığı bilinen demiri eski insanlara armağan ettiler. Demir göktaşlarından elde edilmiştir. En eski aletler olarak bilinen bıçak ve hançerler bunlardan yapılmıştır.

Çin kaynakları (Taiping Huanyu Ji) kadim Altay’la ilgili olarak şunları bildiriyor:

“Onların topraklarında altın, demir, kalay çıkıyor; devletleri [de] göksel yağmurun demirine sahip, onu bıçak ve kılıç yapmak için topluyorlar, [o] bildiğimiz demirden farklı. Bir zamanlar oradan gelen bir yabancıya sordular [cevherin nasıl çıkarıldığını], cevap vermedi, sakladı. Sadece, ‘demir çok sağlam ve keskin, çok üstün ve ustalıklı işçilik gerektirir. Çünkü onların toprağında demir var. Ağaçlar fırtınalı yağmurdan donunca ortaya çıkıyor [demir]. Belli bir süre geçince, toprak onu yine içine çekiyor. Bu yüzden [o] seçmeli ve meşakkatli bir iş. Her seferinde, gökten yağmur yağınca insanlar [bu demiri] toplarlar, kuşkusuz başarısızlıklar ve ölümler de olur. Nedeni tam olarak bilinmez’ dedi.”

Göklerde birçok değerli maden yataklarının sahibi Tanrı, insanlara cevheri eritip, demir elde etme yeteneği bağışladı. Altay halkı da ona ibadet etmeye başladı. Felsefe bu anlayış zemininde bina oldu, toplumla birlikte gelişip bir dünya görüşü doğurdu ve zamanla olgunlaşıp yeni yaşamın ahlaki temel değerlerini oluşturarak din haline geldi. Kafkasya, Küçük Asya gibi diğer kadim madencilik merkezleri de bilimin bilgisi içeriğindedir, ancak oralarda Altay’dakine benzer bir inanç sisteminin izlerine rastlanmaz ve bu mümkün de değildir. Neden mi? Oralarda teknoloji farklıydı, metal az ve düşük kaliteliydi; bu yüzden demir çok rastlanmayan, pahalı ve altından değerli bir madde halinde kalarak insanların yaşam tarzına fazla etki edemedi.

Demir sanılanın aksine, bronzu kullanımdan kaldırmadı. Demir çağında, tunç çağındakinden daha fazla bronz eşya imal edildiğini yazıyor M. Becker:

“Şayet MÖ 2000 yılında demir bakırdan 15-20 kat pahalıysa, sonradan değeri düşmüş olması gerekirdi, ancak o kadar değer verildi ki filizleri (işlem görmemiş demir külçeleri) kral hazinelerinde muhafaza edilirdi. Ninova yakınlarında yapılan bir kazıda, Asur Kralı II. Sargon’un (MÖ 722- 705) sarayında 160 ton demir bulunmuştur.”

Yeryüzünde demir madenini eriten yoktu. Yapamadılar. Demir cevherin içinden çıkıyordu ve bu çok fazla yakıt tüketimi gerektiren zahmetli bir işti. Altaylılar demiri eritmeyi öğrendiler! Onlara Gök Tanrı’nın armağanıydı yeni yaşam tarzı. Sonsuz mavi göğün Tanrı’sı ve ona ibadet geleneği buradan şekillendi. Örneğin en yüce varlık için yapılan bir şenlik, toplum liderinin getirdiği örse çekiç vurularak başlardı. Bu da çan çalma âdetinin başlangıcıdır. Çan yani “kolokol” (kalık kol) Türkçe karşılığı ise “göklere dua”.

İnanca yerleşen çan sesinin, adil insanların ruhunda doğmaması elbette olanaksızdı. Sadece işitme yeteneği olmayanlar onu duymazdı, ama onlar da bu sesi hissederlerdi. “Demirin ruhu” Türk kavmini ayrıcalıklı yaptı. Bu iddia tamamen yerindedir. Gerçekten de Altay dünyanın en kaliteli ve bol demir cevherine sahipti ve onlara silahı, “maharetli ellerinde özgürlük ve zafer aracına dönüşecek olan metali verdi” diye yazıyor tarihçiler ve metalürji uzmanları.

İşte demir, tevhit inancıyla ayrılmaz bir bütün olarak Büyük Kavimler Göçü’ne eşlik etti; onun alameti, düşünce yapısı, sesi oldu. Altaylıların eritme tekniği yeni inançla eşzamanlı olarak ortaya çıktı, Kuzey Hindistan’da, İran’da, daha sonra Avrupa’da; Don, Dinyeper ve Ren havzasında da böyleydi. Bu bütünlük her yerde görülüyordu. Yeni uygarlık bu şekilde kendini gösteriyor, cazibe merkezi oluyordu. Ve inandırıcıydı. Onu zorla değil severek alıyorlardı.

Gordon Childe (1926) “Aryanlar” adlı çalışmasında uygarlığı dünyaya yayanların Aryanlar olduğunu söylemektedir. Bu bağlamda arkeolojik bulguları, tarihsel bütünlüğü ve gelişimini kavrayıp yorumlamıştır. Gordon Childe, arkeolojiye ilerici bir bakış açısı getirmiştir. Neolitik ve Şehircilik Devrimi kuramlarını arkeoloji dünyasına kazandırmış, insanların avcılık ve toplayıcılıktan yerleşik düzene geçiş sürecini açıklayan bir model olan vaha kuramını savunmuştur.

Begymrat Gerey (2003) “Bölgenin 15-20 bin yıl öncesi coğrafyası (paleocoğrafya), günümüzden çok farklı idi. Bölgede yaşamış olan insanların, tarih öncesi çağlar ile tarihi çağlarda geçirmiş oldukları yaşam koşullarını anlayabilmek için bölgenin günümüze kadar geçirmiş olduğu paleocoğrafik evrimini bilmek gerekir.” demiştir. Turan Ovası’nda tarih öncesi çağlarda yaşamış ve ileri bir uygarlık düzeyine erişmiş insan topluluklarının varlığı hakkında bazı kalıntılar mevcut ise de bilimsel nitelikli herhangi bir veri, ayrıntılı bir arkeolojik çalışma henüz mevcut değildir. Ancak yerkürenin bereketli altın kuşağı içinde bulunan, insan ve diğer canlı türleri için en uygun paleocoğrafik koşullara sahip olan bu yörenin, gelişmiş insan topluluklarının yaşamış olduğu bir arazi parçası olarak kalmış olmasını da akıl ve mantık kabul etmektedir (Gerey, 2003).

Şekil 16. Turan’dan uygarlığın dağılış yolları.

Orta Asya’nın bu ilk uygarlığının temelini atan insanlar buzul çağında bu bölgede kapalı bir halde kalarak uygarlıkta ilerlemelerde bulunmuşlardır. İran yaylasının ve Kafkasya bölgesinin buzlarla örtülü olması, Aral-Hazar denizinin kutup buzullarının güney cephesini çevirdikleri bu devirde Turan’daki halk, harici bir engellemeye maruz kalmaksızın kendi kendilerine oluşum devirlerini geçirmişlerdi (Şekil 16). Bu oluşum devrinin birçok kademeleri olduğu şüphesizdir. Bu kademelerden biri insanın taş balta, taş ok ucu kullandığı zamana kadar olan devir, diğeri de ev inşasından en eski Anau uygarlığına kadar olan devirdir. Anau’nun temsil ettiği Neolitik kültürün bu kadar eski olması bu kültürün daha eski bir kültürün devamı bulunması, Orta Asya Neolitik kültürünün daha eski bir zamanda ve her halde MÖ 20.000’den çok önce başlamış olmasını gerektirmektedir.

Buzul devrinin sonlarında Orta Asya’da sıcak bir iklimin başlaması, Turan halkının uygarlık yolundaki seyrini kamçılamıştır. Aral-Hazar iç denizleri etrafı adeta bir İç Asya Akdenizi kıyıları halini almış, bu şartların gereği olarak bu bölgeler o zamanki dünyanın en ileri şartlarını toplayan bir bölge olmuş, iklimin ılımanlığı, gıdanın bolluğu buralardaki insanların çok fazla üreyip çoğalmalarını ve hızla ilerlemelerini sağlamıştır.

Fakat daha sonraları şiddetlenmiş olan kuruma olayı bu mutlu hayatı güçleştirmeye başlamıştır. Doğanın yavaş yavaş kısırlaşması, insanlara gıdalarını kendi zekâlarının yardımıyla suni olarak yetiştirmeye zorlamıştır. Orta Asya halkını erkenden ziraata ve hayvanları ehlileştirmeye yönelten etken işte bu durum olmuştur. Aynı etken daha sonraları, bir takım tecrübeleri izleyip suni sulama yollarını da bulduracaktı. Zorluklar uygarlığın oluşmasında çok önemli bir etmendir.

Orta Asya’nın kurumasının ilerlemesi, geçen zamanla birçok yerlerin çoraklaşması, üzerinde yaşanılabilen birçok ovaları çölleştirmiş, bu da bu ilk uygarlığın daha geniş bir sahaya yayılmasına sebep olmuştur. Yani önceden uygun alanlarda yoğun bir halde yaşayan bu ilk kültür temsilcileri, yavaşça olan kuruma neticesinde iskân kabiliyetini kaybeden bu alanları terk ederek yaşamaya daha elverişli alanlara dağılmışlardır.

Fakat yüzyılların geçmesiyle gitgide artan kuraklık sonucunda iklimin sürekli olarak kötüleşmesi, çiftçi halkı da yeni baştan çölleşmeye başlayan vahalarını terk ederek başka yerlere göçmeye zorlamış olduğu gibi göçebeleri de artık çölleşen steplerden yarı kurak alanlara çekilmeye ve buralardan yayılmaya sürüklemiştir. Bununla birlikte bu göçebe halkın da MÖ 4000’lerde vaha halkından hayvan ve bitki yetiştirme usulünü almış oldukları tahmin edilmektedir.

Göçler devrinde göçebelerin göçleri başlıca Avrasya stepleri üzerinden ve Karadeniz’in kuzeyinden olmuştur. Vaha halkının göçleri ise güney-doğuda Hong-Kong, güneyde İndüs, batıda ise Fırat, Dicle ve Kızılırmak boylarına doğru olmuştur.

İngiliz çevre uzmanı Nick Brooks, uygarlığın 6 bin yıl önce felaket boyutlarında bir iklim değişikliği sonucu kazara doğduğunu ileri sürdü. Bu bölge insanı birinci yerleşim yerleri olan göl kenarında ve ikinci yerleşim yerleri olan deltalarda edinmiş oldukları deneyimlerden de yararlanarak buralardaki üçüncü yerleşim yerlerini bir büyük köy veya küçük kasaba şeklinde daha toplu ve daha büyük ölçekte yapmışlardır. Tarımsal faaliyetlerinde sığırın ve eşeğin gücünden büyük ölçüde yararlanmaktadırlar.

Bu süreçte iki-hörgüçlü Bakteryan (Türk) devesini ehilleştiren bu bölge insanı taşıma işlerini kolaylaştırmışlardır. Ayrıca da, Dünyada atı ilk defa ehlileştiren insanlar olarak büyük bir taşıma ve ulaştırma imkânına kavuşmuşlardır. Bu dönemde, insanların toplumsal faaliyetleri oldukça gelişmiş, komşu şehir ve ülkelerle ticari ilişkiler kurulmaya başlanmış olması gerekir. At sırtındaki bu insanlar için dünyaları küçük gelmeye başlamış, onlar sayesinde dağlar fethedilmeye, dağlar ötesi ülkelere ulaşılmaya başlamıştır. Havalar ısındıkça havası serin, suyu bol ve berrak olan, bol otlu ve verimli yaylalara doğru at sırtında göç ederek, oralarda yeni yerleşim merkezleri kurmuş olabilirler. Örneğin. Hindikuş dağlarının kuzeyindeki tarih öncesine ait kalıntıların sahipleri bu insanların hemşerileri veya akrabaları olmalıdır. Bu son yerleşim yerlerinde insanlar daha güvenli, daha huzurlu ve daha mutlu olmuşlardır. Bu nedenle bu kasabalardan başlayarak büyüye büyüye günümüze kadar gelinmiştir.

Gordon Childe, “EX ORIENT LUX” Işık Doğudan Gelir) olarak bilinen söylemiyle de Batı ve Avrupa uygarlığının köklerinin Yakındoğu’dan Batıya doğru göç ettiği savını ileri sürmüştür. Günümüzde yalnız Batıya değil Doğuya (Hint Yarımadası ve Çin) ve Güneye (Mısır ve Afrika) doğru Turan-Aran-Harran civarından gitmiştir. Turan Bölgesi araştırmaları (Lyonnet ve Dubova, 2021) uygarlığın kaynağının Harran ile sınırlı olmadığını göstermekte, Hazar-Ceyhun havzasının daha ayrıntılı incelenmesini salık vermektedir.

DEĞERLENDİRMELER

Paleocoğrafya, iklim ve çevresel koşullara göre çok iyi anlaşılmalıdır. Deniz seviyesi tüm zamanlar boyunca sürekli değişmektedir. Günlük gelgitlere bağlı olarak deniz seviyesi değişmesi yanında deniz seviyesi uzun zaman süreçlerinde de değişmektedir. Bu deniz seviyeleri değişimleri normal olarak buzul çağları veya küresel olaylar tarafından meydana getirilmişlerdir. Deniz seviyesindeki değişimler çeşitli nedenlerle oluşmaktadır. Bu nedenler, onların deniz seviyesi üzerindeki etkilerinin yerel veya küresel boyutlarda olmasına bağlı olarak, iki kategoride sınıflanmaktadır: Östatik ve İzostatik değişim. Östatik hareketler (buzul ve buzul arası devirlerin değişmesiyle deniz seviyesindeki alçalım ve yükselimler) kara alanlarının daralmasına ve genişlemesine neden olurlar adalar ile ana kara arasındaki bağlantıları değiştirirler. Östatik değişim daima küresel boyuttadır. Buzul çağlarında deniz seviyesi 120/130 m daha aşağıdadır. Buzul çağının sona ermesiyle deniz seviyesi yükselir.

 

Şekil 17. Avrasya’nın genel genel görünümü ve Buzul Çağı sonrası (HARRAN; ARAN; TURAN) ve daha sonra Delta (MISIR; SÜMER; İNDÜS) uygarlıkları ile Batı Anadolu’nun konumu.

Yaklaşık 12 bin yıl öncesi buzul çağının sonu olmuş ve jeolojik olarak Holosen devri başlamıştı (Tarihsel olarak ise Neolitik). Günümüzden 5-6 bin yıl öncesi iklimde aşırı bir ısınma olmuştur. Bunun neticesinde tüm dünya denizlerinde deniz seviyesi yükselmiştir. Deltalar oluşmaya başlamıştır. Daha önce devamlı değişen kıyılarda insanoğlu yerleşmemiştir. Buna göre de deltalar oluşmuş, tarım ve denizcilik gerçek anlamda gelişmeye başlamıştır. Bununla beraber, Mısır, Sümer, İndüs, Ganj ve Sarı Irmak deltaları hızla oluşmuş ve uygarlıkların tetikleyicisi olmuşlardır. Daha önce daha kuzeyde yer alan uygarlık kuşakları (Tundra/buzul ve çöl sınırı) deltaların gelişimi ile birlikte daha güneye kaymıştır. Esasında 35-40°K enlemleri arasında bulunan Anadolu güneyinde Toroslar ve kuzeyinde ise Kuzey Anadolu sıradağları ile çevrili bir plato görünümdedir. Bu nedenle de Buzul çağı sonunda birçok iç göllerle kaplıdır. Turan, Aran ve Harran uygarlıklarının hemen sonrasında Torosların buz duvarını aşan insanlar Anadolu üzerinde göl kenarlarında yaşam şanslarını bulmuşlardır (Şekil 17).

Bu buzul dönemlerinde kuzey-güney eksenindeki hayvan varlığı ve bitki dağılımı, daha ılıman dönemlerde doğu-batı yönüne kaymıştır. Asya, Avrupa ve Afrika arasındaki ana göç yolları Türkiye üzerinde geçmesi, bu bölgedeki türlerin tüm yıl boyunca fazla olmasını sağlamaktadır. Bu etkenlerin birleşimi Türkiye’nin dünyadaki en fazla biyo-çeşitliğinin bakımında en zengin kuşak yapmış ve en fazla endemik türleri barındırmaktadır. Biyo-coğrafik bölge bağlamında, Anadolu hem Oryantal ve hem de Etopya bölgeleri özgü türlerini de içeren endemik türleri olan Paleo-arktik kuşakta yer almaktadır.

TURAN Uygarlığı alanlarının geliştiği alanlar birçok dağ akarsuları (Ceyhun ve Seyhun Irmakları) düzlüklere eriştiği yerlerdedir. Pumpelly (Amerikalı arkeolog; 1910’lar) Türkmenistan’da araştırma yaparken “VAHA, TATLI SU GÖLÜ; OASIS, FRESH WATER LAKE), kuramını ortaya koymuştur. Bu görüşü izleyen Childe (1969)’da insanoğlunun ilk yaşam alanlarının bu tatlı su kenarları olduğunu ileri sürmüştür. Güneydoğu Türkiye’de kurulan URFA şehrini dini kitaplarda Nuh Peygamberin kurmuş olduğu belirtilmiştir. Urfa şehri bir sulak alan olan Balıklı Göl çevresinde kurulmuştur. Bu göldeki balıklar kutsanmıştır ve çevresinde kutsal mağaralar bulunmaktadır. Uygarlık, buğdayın seyri ile beraber MÖ 7-8 bin sıralarında Konya düzlüğüne (o devirde göldü) Orta Anadolu’ya ilerlemiştir. Çatalhöyük ören alanı MÖ 7 bin yılını göstermektedir. MÖ 6 binde uygarlık göller yöresini aşarak Burdur-Denizli civarında Hacılar’a ulaşmıştır. Batıda Ege kıyılarına daha sonraki yıllarında erişmiştir. Görüldüğü gibi ilk yerleşimler 35-40°K enlemleri arasıdır.

Şekil 18. Ortadoğunun genel tektonik yapısı, Cevherleşme Kuşakları ve Hidrokarbon Bölgeleri.

Levha tektoniği göz önüne alındığında 30/35-40/45°K enlemleri arasında yer almaktadır. İşte bu kuşağın tüm bu coğrafik özellikleri yanı sıra geçirdiği evrimin sonucu yitim kuşağı kuşağı olması da cevherleşmenin oluşmasında önemli yer tutmuştur. Bu da kaybolan Tetis Okyanusunun üzerinde yaratılan sıkışma sonucu ısı ve basınçla cevherleşmeler oluşmuştur. Bu bölge hidrokarbonların Dünyanın %60 ila 70 içermektedir. Hidrokarbonların oluşmasında da ısı ve basınç önemli yer tutmaktadır. Bu hidrokarbon kuşakları Tetis Okyanusun güney ve kuzey kenarlarında oluşmuştur. Tetis’in güney kenarında Libya-Mısır Doğu Akdeniz, Suriye-Irak-Körfez hidrokarbon bölgesi yer almaktadır. Tetis’in kuzey kenarında ise Romanya-Karadeniz-Kuzey Kafkaslar ve Azerbaycan-Türkmenistan hidrokarbon bölgesi bulunmaktadır. Böyle bir coğrafya Dünyanın hiçbir yerinde bulunmamaktadır (Uydun İklim Kuşağı; Maden Bölgesi; Hidrokarbon Bölgesi).

Toplumsal maddi ilerleme, insanların teknolojik yeniliklerin yardımıyla üretkenliklerini ve verimliliklerini artırma yeteneklerine dayanmaktadır. Bizler, zorluklar içinde çoğu zaman birleşip iyilik yapabileceğimizi defalarca gösteren zeki bir türüz. Peki, şimdi buradan nereye gidiyoruz? Yeni bir metal çağına girdiğimizin kabulü ilk adımdır. Bundan sonra, diğer metal çağlarından alınan derslere çok dikkat etmemiz gerekiyor. İşte diğer çağlardan önemli çıkarımlar:

  1. Ortak bir kültürel kimlik duygusu sağlayan yeni bir teknoloji, toplulukları bir araya getirmede uzun bir yol kat edebilir (Bakır çağı)
  2. İklim, zamanlarının en gelişmiş uygarlıklarını bile alt üst edebilir (Bronz çağı) İnsan kültürel yaşamlarını önemli ölçüde iyileştiren teknolojik yeniliklerin dalları olabilir (Bronz çağı)
  3. Dünya’nın kaynakları herkesin ihtiyacı için çok şey sunarken, herkesin açgözlülüğü için de sunacak pek bir şeye sahip değildir – bir noktada herkes etkilenecektir (Bronz çağı)
  4. İnsan dehasının ve yenilikçiliğin özellikleri genellikle toplumu etkileyen sorunların üstesinden gelmeye yardımcı olabilir (Demir çağı)
  5. İnsan toplumu döngüler halinde ilerler: G. Michael Hopf’tan alıntı yaparak, ‘Zor zamanlar güçlü adamlar yaratır, güçlü adamlar iyi zamanlar yaratır, iyi zamanlar zayıf adamlar yaratır ve zayıf adamlar zor zamanlar yaratır.’ Bakır çağından bronz çağına kadar işbirliği ve bütünleşme arttıkça, demir çağında egoist fetih arzusu arttı. Lityum çağı, bunun kontrol ve güç arzusu olarak doruğa ulaştığını görecek. Bundan sonra, döngü yeniden başlayacaktır. (Bakır, Bronz, Demir çağları)

Bir tür olarak hatalarımızdan ders almak için asla geç değildir. Hepimiz bu gezegende bir tür olarak hayatta kalmak istiyorsak, büyük şirketlerin, hükümetlerin ve biz bireylerin uyumlu, dürüst ve samimi bir çabası, birbirine bağlı bir ağ olduğumuzu fark etmek ve bu bilgiye dayanarak akıllıca eylemlerde bulunmaktır. Bireyler olarak, oylarımız ve harcama alışkanlıklarımızla bunu etkileme gücüne sahibiz – bir düşünün. Şef Seattle’ın dediği gibi:

“İnsanoğlu yaşam ağını örmedi. Biz onun içinde sadece bir ipiz. Ağ’a ne yaparsak kendimize yaparız. Her şey birbirine bağlıdır. Her şey birbirine bağlı.”

İnsanoğlu Toplayıcı/Avcılık dönemlerinden geçtikten sonra Bakır, Tunç ve Demir Çağlarınından geçmiştir. Son iki yüz yılın Dünya tarihini Petrol denetlemiştir. Teknoloji bunlarla belirlenirken günümüz ise Lityum çağına erişmiştir. Ve yürüyüş devam etmektedir…

KAYNAKÇA

Adji, M., 2019, Türklerin Saklı Tarihi (Rusça aslından çeviren: Varol Tümer), Görev Kitap ve Yayıncılık Ticaret Limited Şirketi, İstanbul.

Akıncı, Ö.T., 2009. Ophiolite-hosted Copper and Gold Deposits of Southeastern Turkey: Formation and Relationship with Seafloor Hydrothermal Processes. Turkish Journal of Earth Sciences. 18. 475–509.

Childe, V.G., 1936, Man Makes Himself, The New American Library.

Chen, Y.J. and Xiao, B., 2014. Metallogenesis of subduction zone: the progress and futur.Earth Sci. Front. 21(5), 13-22.

Childe, G., 1926. The Aryans: A Study of Indo-European Origins, Routledge, Trench, Truber. Childe V.G., 1969, New Light on the Most Ancient East. London: Norton & Company.

Garner, J., 2021, Metal sources (Tin and copper) and the BMAC, in: Lyonnet, B. and Dubova, N.A.(eds.), 2021, The World of the Oxus Civilization. Taylor&Francis, London and New York.

Gerey, B., 2003, 5000 years of Sumer-Turkmen connections, Berlin (in Turkish

Harari, Y., 2015, Sapiens (Hayvanlardan Tanrılara), Kollektif Kitap Bilişim ve Tanıtım Ltd.Şti, İstanbul (Türkçesi: Ertuğrul Genç).

Lyonnet, B. and Dubova, N.A.(eds.), 2021, The World of the Oxus Civilization. Taylor&Francis, London and New York.

Luckwert, W.L., 2015, Göbekli Tepe, Alfa Printing, Istanbul (420 pp).

Mithen, S. J., 2003, After the Ice: a global human history, 20,000-5000 BC. Cambridge, Massachusetts: Harvard University Press, 2004. Weidenfeld & Nicolson, London.

Reilenger, R. et al. 2006. GPS constraints on continental deformation in the Africa-ArabiaEurasia continental collision zone and implications for the dynamics of plate interactions, Journ. Geophys. Res., 11, B05411, 1-26.

Renfrew, C., 2008, Prehistory: The Making of the Human Mind, Weidenfield&Nicolson, UK

Sarianidi, V. I., 1995), Soviet excavations in bactria: The bronze age. In G. Ligabue, & S. B. Salvatori (Eds.), An ancient oasis civilization from the sands of Afghanistan. Venice: Erizzo.

Schmidt, K., 2012, Göbekli Tepe, A Stone Age Sanctuary in South-Eastern Anatolia, exoriente, Berlin (286p).

Natal’in, B.A., Sengör, A.M.C., 2005. Late Palaeozoic to Triasic evolution of the Turan and Scythian platforms: The pre– history of the Palaeo–Tethyan closure. Tectonophysics, 404: 175– 202.

Yiğit, Ö., 2012. A prospective sector in the Tethyan Metallogenic Belt: Geology and geochronology of mineral deposits in the Biga Peninsula, NW Turkey. Ore Geology Reviews 46 (2012) 118–148.

Zangger E., 2016. The Luwian Civilization: the Missing Link in the Aegean Bronze Age; Ege Yayınları, İzmir. 292p.

Yazar
Mustafa ERGÜN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen