Milletimizin Kimliğini Yoğuran Tarih, Adını da Koymuştur: TÜRK

Tam boy görmek için tıklayın.

Prof.Dr. Mehmet ÖZ

Türkiye; son dönemde, resmî açıklamalara göre, bir yandan kırk yılı aşkın süredir başımıza bela olan etnik bölücü terör sorununu çözmeye diğer yandan onu da içeren bölgesel tehditlere yönelik bir arayış içinde, sonradan “Terörsüz Türkiye” adı verilen bir sürecin içinden geçmektedir. Vatanını seven herkesin terörün sona ermesinden de Türkiye’nin bölgesel bir güç hâline gelmesinden de büyük bir memnuniyet duyacağı açıktır. Bununla birlikte 1990’lardan bu yana kabaca her on yıllık dönemde bölgemizde yaşananlar ( Saddam’ın Kuveyt’i ilhak etmesinin ardından ABD müdahalesi sonucu Irak’ın kuzeyindeki yapının temelinin atılması; 2003’te Irak’ın işgali, 2011’de Suriye iç savaşı, 2024’te Gazze soykırımının başlaması, Suriye’de rejimin değişmesi) ile aşağı yukarı aynı dönemlerde, Türkiye’de dış odakların da müdahil olduğu “çözüm süreci” girişimleri dikkate alındığında bize sunulan ile perde arkasında dönenin çok da örtüşmediğini anlayacak kadar tecrübemiz oldu.

Bu konunun bir boyutu da bu defa tasarlanmakta olan “çözüm”ün, devlet ve millet tanımı ve kimliği hususunda çok ciddi bir değerler dizisi değişikliğini ön görmesidir. Sayın Cumhurbaşkanı’nın daha önce de (milletin çeşitliliği vb.) işaretlerini vermekle birlikte bu defa Ak Parti Kızılcahamam Toplantısı’nda ısrarla ve defalarca, tarihî hadiselere de göndermede bulunarak “Türk-Kürt-Arap” ortaklığını vurgulaması, hem ülkemiz hem de çevremiz açısından önemli bir tasarımla karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir. Aynı günlerde ABD’nin Türkiye Büyükelçisi ve Suriye temsilcisi Tom Barrack’ın SDG’nin PYD ve PKK olduğunu, ABD’nin Kürtlere devlet borcu olmadığını açıklaması son derecede dikkat çekicidir. Bütün bunları, İsrail’in İran ile 12 günlük savaşı dâhil, bölgemizde cereyan edenlerden ve ABD-Çin rekabetinden bağımsız düşünemeyiz.

Bu süreçte bir arada hareket ediyor görünen bileşenlerin sebeplerini ve sürecin değerlendirilmesi konusunu, daha önce de ele almıştık. Son açıklamalardan dolayı, yine daha önce “Siyaset ve Tarih” başlıklı yazımda değerlendirdiğim bunlarla ilgili konuları, tekrar vurgulama ihtiyacı ortaya çıkmıştır.

Öncelikle belirtmek isterim ki, devlet adamlarının ve siyasilerin tarih danışmanları, tarihi ve özellikle 19. yüzyıldan bugüne uzanan süreci, ideolojik eğilimlerinden mümkün mertebe azade olarak, sağlıklı ve derinlikli bir şekilde tahlil edebilecek kapasitede olmalıdırlar.

Binlerce yıllık bir tarihe sahip olan Türk milletinin Anadolu’dan Balkanlar’a uzanan tarih kesitindeki kimliğini; Selçuklulardan Beyliklere, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan Türk tarihi yoğurmuştur. Bu tarih, sadece birtakım askerî zaferlerden ibaret değildir. İstanbul’un Fatihi, bu zaferlere “küçük cihat”, ülkenin imarı ve medeniyet inşasına ise “büyük cihat” demiştir. Bununla birlikte bazı askerî zaferler, tarihte önemli dönüşümleri de beraberinde getirmiştir. Türklerin Malazgirt’ten önce de Anadolu’ya geldiği, Selçuklu Türklerinin daha önce de bu coğrafyada fetihler yaptığı doğrudur. Ancak bunlar, Malazgirt Zaferi’nin nazik bir dönüm noktası olduğu gerçeğini gölgelemez. Bu zafer, Türk tarihini olduğu gibi İslam ve Bizans tarihini ve dolayısıyla bu coğrafyada yaşayan bütün halkların tarihini derinden etkilemiş; Haçlı Seferleri ve daha sonra Moğol istilası gibi gelişmelerin de etkisiyle bugünkü Türkiye’nin temelleri sağlam bir şekilde atılmıştır. Marksist Fransız tarihçi Claude Cahen bu gerçeği, Anadolu Selçuklu Dönemi ile ilgili kitabının başlığını “Osmanlılardan Önce Türkiye” koyarak tespit etmiştir. Türklerin yoğun yaşadığı ve hâkimiyet kurduğu topraklar, Haçlılarca “Türkiye” ve “Türkmenya” olarak adlandırılmış; Beylikler ve Osmanlı fetihlerinin Balkanlar’a ulaşması ile Türkiye’nin sınırları genişlemiştir. Osmanlı Devleti’ne Batılılar “Türk İmparatorluğu”, padişaha “Büyük Türk” diyordu.

Evet, Osmanlı Devleti çok dinli, çok etnikli bir yapıya sahipti ama özü itibarıyla bir Türk Devleti idi. Bünyesine kattığı Müslüman veya gayrimüslim unsurlara karşı bir “gönül kazanma” siyaseti güderdi. Ancak bunu “ittifak”, “ortaklık” şeklinde yorumlamak, tarihî gerçekleri ters yüz etmektir.

Günümüzdeki sorunlar bağlamında şunu belirtmek gerekir: Tarihi, mevcut durumdaki amaçlarımıza göre açıklayamayız. Ne Malazgirt ne Fetih ne Çanakkale ne de Millî Mücadele, Türk-Kürt-Arap ittifakı gibi hayalî bir tarih tasarımı ile açıklanamaz.

Hanedan devletlerini, ana bileşenleri ile tanımlayabiliriz; millî devlet kavramları ile değil. Siyasiler tarihi, belirli amaçları için kullanabilir ama bir milletin tarihini güncel siyasi düşünceler ile âdeta yeniden kurgulamak, gerçeğin değiştirilmesinin ötesinde ciddi sonuçlara yol açar.

Türk Ocakları olarak; Türk Devleti’nin vatandaşları arasında etnik köken, mezhep ve meşrep ayrımı yapmaksızın “Biz, Hep Birlikte Türk Milleti’yiz!” diyoruz.

Bu vatanın adı Türkiye,

Bu Devlet’in adı Türkiye Cumhuriyeti,

Bu Devlet’in dili Türkçedir.

Medeniyet coğrafyamızda yaşayan topluluklarla tarihî ve kültürel bağlarımızı geliştirebiliriz ancak mevcut durumla ilgili sebeplerle millî kimliğin bulanıklaştırılması, millî beka sorununa yol açar.

Tarihte pek çok zorlu sınavı başarıyla geçen Türk milleti, kimliğini ve ortaksız egemenliğini ilelebet muhafaza edecektir. Farklı etnik kökene sahip yurttaşlarımız, birey olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal ve yasal bakımdan eşit yurttaşlarıdır. Bundan dolayı hepimiz, Anayasa’ya göre, vatandaşlık bakımından “Türk”üz. Dolayısıyla millet olarak “Biz, Hep Birlikte Türk Milleti’yiz!”.

Ne Mutlu Türk’üm Diyene!

————————-

Türk Yurdu, Temmuz 2025

Yazar
Mehmet ÖZ

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen