Millî Mücadele Başlarken Mustafa Kemal

Memleketin umumi manzarası:

30 Ekim 1918 Tarihinde Mondros mütarekesinin imzalanmasının ardından memleketin umumi manzara aşağı yukarı şöyleydi. Yer yer çeşitli cemiyetler kurulmuştu.

Boğazlar mıntıkası, Trakya bölgesi ile Batı Anadolu’yu Yunanistan’a ilhak etmek gayesi güden “Mavri Mira” cemiyeti.

Sinop’tan Batum’a kadar olan Doğu Karadeniz sahillerinde bir Rum Pontus devleti kurmak gayesi güden “Rum Pontus” cemiyeti.

Doğu Anadolu’da Erzurum’u da içine alan bir Ermeni devleti kurmayı gaye edinen “Hınçak Cemiyeti”.

Güneydoğu Anadolu’da bir Kürt devleti kurmak isteyen “Kürt Teali Cemiyeti”.

Konya ve havalisinde bir İslam devleti kurmak isteyen “İslam Teali Cemiyeti”.

İngilizlere sevgi ve muhabbet besleyen, onlardan merhamet dilenerek bir Türk Devleti kurmak isteyenlerin tesis ettikleri “İngiliz Muhipler Cemiyeti”

Bunların dışında bir de çeşitli bölgelerde meydana gelen işgallere karşı kurulmuş olan milli cemiyetler de vardı. Türk toplumu içten gelen iştiyakla Milli bir direniş göstermişlerdi.

Trakya’yı Yunanistan’a vermemek için burada mahalli bir Türk devleti kurmak gayesi takip eden “Trakya Paşaeli Cemiyeti”.

Yunan işgalini tanımamak, İzmir’i Yunanistan’a vermemek isteyenlerin kurdukları “Redd-i İlhak Cemiyeti”.

Doğu Karadeniz sahillerinde Rum Pontus cemiyetine karşı 12 Şubat 1919 da tesis edilen “Trabzon ve Havalisi Âdem-i Merkeziyet Cemiyeti”.

Doğu Anadolu’da Hınçak cemiyetinin emellerine karşı 4 Aralık 1918 de kurulan “Vilayat-ı Şarkiye-i Müdafa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti” kurulmuştu.

Lakin işin garip tarafı, bu milli cemiyetler işgal teşebbüslerinde bulunan düşmanlarla amansız bir mücadeleye girişmişken aynı zamanda da birbirleri ile de mücadele ediyorlardı.

Şimdi ünlü tarihçi Tahsin Ünal’ın Türk Kültürü dergisinde 1978 yılında yayınlanan konu ile ilgili yazısından alıntılar yaparak konumuza geçebiliriz. (*)

***

Bu günlere kadar ülkeyi idare eden İttihat-Terakki hükümeti düşmüştü. Bunun yerine ise İttihat-Terakki partisinin muhalifi olan İtilaf ve Hürriyet partisi iktidara gelmişti. Fakat ne yazık ki yeni iktidar devri sabık yaratmış ve adeta bir sürek avı başlatmıştı. İktidara gelen bu yeni parti memleket meselelerini öncelemesi gerekirken, Batı’nı ve basın yayın organlarının da tahriklerine kapılmaktan kendilerini kurtaramamışlardır.

“Mondros Mütarekesinden hemen evvel yani 14 Ekim 1918 tarihinde düşmüştü. İttihat-Terakki’nin muhalifi olan İtilaf ve Hürriyet partisi iktidara gelmişti. İttihat-Terakki’nin Enver, Talat, Cemal, Sait Halim paşalar gibi liderleri, memlekette kalacak olurlarsa “Divan-ı Ali” ye verilip harp mesulleri olarak mahkeme edileceklerini, belki de idam edileceklerini düşünerek, gizlice memleketi terk edip gittiler.”

“Onlar gidince İttihat-Terakki partisi taraftarları, ki takriben beşyüzbine yakındı, sustular, sındılar. Onun muhalifi olan ve iktidara gelmiş bulunan İtilaf ve Hürriyet partisi ise, ki takriben yüz bin kadar taraftarı vardı, daima iktidarda kalabilmek için hırsla hareket ettiler.”

“Dâhilde padişaha, azınlıklara, hariçte düşmanlara yaranabilmek için, İttihat-Terakki taraftarlarını vatan haini ilan ettiler. Bazı gazeteler, iktidarı tutarak, İttihat-Terakki partisi taraftarlarına ver yansın ettiler. İşin nereye kadar varabileceğini hiç de hatıra getirmeden “Bundan sonra siz, kılıcı bırakıp tabancaya, tabancayı bırakıp kırbaca sarılmalısınız. İttihatçılardan milletin, zavallı azınlıkların intikamını almalısınız. Kuyucu Murat gibi, bu çete sürüsünün küçüğünü büyüğünü temizlemek lazımdır.” Diyerek yeni iktidarı teşvik ve tahrik ediyorlardı. Bir kısım yazarlar, daha da ileri gidiyor, “Memlekette taş üstünde taş, İttihatçı omuz üstünde baş bırakmamak lazımdır,” diye yazıyorlar, tarafların kin ve intikam hislerini körüklüyorlardı.”

Bizde basın hep böyle davranmıştır. Sureti haktan görünerek milleti birbirine karşı yine milleti de devletine karşı kışkırtmaktan geri kalmamıştır. Devlette görev yapanları da basının başında bulunan patronlarının muhaliflerini ezmesi için sürekli kışkırtmışlardır. Ama asla birlik beraberlikten yana olmamışlar ve hep devlete muhalif olanları yüceltmişlerdir. Günümüzde de Basın ve sosyal medya aracılığı ile nerede bir vatan ve millet düşmanı varsa onları hep masum gösterme, kahramanlaştırma, ideal insan modeli gibi takdim etme yolundan asla vazgeçmemişlerdir.

“Böyle bir hava içinde İtilaf ve Hürriyet iktidarı, harekete geçti. Önce, “Ermeni Tehcirini” incelemek ve bir karara varmak için on tane heyet ihdas etti ve memleketi on tetkik bölgesine bölerek, her heyeti bir bölgenin tetkikine memur etti. Bu mesele Meclis-i Meb’usân da müzakere edilirken Musul Meb’usu Mehmet Emin Bey, heyecanlı bir konuşma yaparak, önce Nasrettin hocadan bir hikâye nakletmiş, sonra “Ermeni Rum ve Arap mazlumları ile beraber Türk mazlumlarının da davası ve diyeceği vardır. Bu tehcirlerde bütün kabahat zavallı Türkler’ in midir?.. Dökülen kanlarda, ötekilerin hiç mi hissesi yoktur?..” demiş ve Türk’ün hukukunu müdafaa etmek istemişse de sesi gürültüler arasında kaybolup gitmiştir.”

“1919 Ocak ayının başından itibaren, tehcir suçu ile birçok İttihatçı rical tevkif edildi. Diyarbekir mebuslarından Fevzi ve Zülfi Beyler, Valilerden Sabit ve Cemal Azmi beyler, İsmail Canpolat, Hüseyin Cahit, Mithat Şükrü, Z. Gökalp, Karesi Meb’usu Hüseyin Kadri, Lazistan Meb’usu Sudi, Dr. Tevfik Rüştü, Dr. Rasuhi, Merkez Kumandanı Cevat Paşa, Hacı Adil Paşa, Enver Paşa’nın amcası Halil ve kardeşi Nuri paşalar, Çolak Selahattin Paşa, ve daha yirmi beş kişi, Tevfik paşa kabinesi zamanında hapsedildikleri gibi Damat Ferit paşa kabinesi zamanında da İttihatçı nazırlardan Sait Halim Paşa, Şeyh-ül İslam Musa Kazım,  Ayan reisi Rifat bey, Meclis-i Mebusan reisi Halil bey, Nafia nazırı Münif bey, Maarif Nazırı Şükrü bey, Hariciye Nazırı Ahmet Nesimi bey, Adliye Nazırı İbrahim bey, Dahiliye Nazırı Fethi bey, İaşe Nazırı Kara Kemal, Levazım Reisi Topal İsmail Hakkı paşa, Bahriye Nazırı Cemal Paşa ve Halil Paşa tevkif edildiler.”

Görüldüğü gibi siyasi ihtiraslar ön plana çıkmış neredeyse memlekette aydın, asker, idareci ne varsa tamamı tutuklanmaktan, ceza almaktan, eziyet görmekten kurtulamamışlardır. Hâlbuki yeni yönetimin yapması gereken, üstesinden gelmesi dağlar gibi problemler vardı. Bütün bunlar sanki yokmuş gibi davranılmış ve neredeyse ülke birbirine düşmüştü.

“Bir taraftan tevkifler yapılırken, bir taraftan da İstanbul, Tekirdağ, Bursa, İzmir, Antep, Van ve Samsun’da ”Divan-ı Harb” mahkemeleri kuruldu. Tevkif edilenlerin mahkemeleri[1], bunun arkasından da mahkûmların idamları ve ağır hapse mahkûm edilmeleri bunu takip etti.”

“Birbirimize düşmüştük. Dünyanın bize reva gördüğünü biz kendi kendimize reva görüyor ve yapıyorduk. Binaenaleyh, düşmanın zecri hareketlerini de tabii görmek icap eder. Gariptir ki, aynı memleketin evlatları, rakip addettikleri her grubun en küçük hatasını affedemez, rakibini kan ve ateş içinde susturmaya çalışırken, düşmanın yaptığına ses çıkarmıyor, hatta ona yaranmak için en süfli derekelere bile düşmekten çekinmiyordu [2]. Hatta daha ileri giderek, ses çıkarması muhtemel olan kumandanları tazyik ediyor, ordunun bir an evvel silahtan tecrit edilmesi için düşman ile el ele vererek çalışıyordu.”

Bu durum böyle devam edemezdi, Mondros Mütarekesi şartları gereğince Türk ordusunun bir an önce silah bırakmasını temin etmek için de çabalar sürdü. Türk ordusu bir an önce silahlarını bırakmalıydı. Tabi bu arada memleket meselelerini kin ve ihtiraslarının dışında akl-ı selimle düşünen insanlar da vardı. Ve bir yerde toplanma ve toparlanma için bir kıvılcım bekleniyordu. Nitekim o da olmuştu.

“Susturulmuş, sindirilmiş olan memleket sathındaki samimi münevverler ve bu arada partilerinin 1 Şubat 1919 da resmen kapatılmasından sonra vatanperver İttihatçılar dahi, kendilerinin can ve mal emniyetini, memleketin istiklal ve vahdetini temin edecek bir kurtarıcı aramaya başladılar. Bunun tabii neticesi olarak, Mustafa Kemal Anadolu’ya geçip “Müdafa-i Hukuk” cemiyetlerinin açılmasını emredince, memleket sathındaki İttihat-Terakki şubeleri, yerini derhal Müdafaa-i Hukuk şubelerine bırakmışlar, Mustafa Kemal etrafında toplanarak milli harekâtın kuvvet ve kaynağı olmuşlardır.”

“M. Kemal İstanbul’da iken, bir kurtarıcı arayan memleketin samimi münevverleri, “Milli cemiyetleri ve milli kuvvetleri birleştirerek, müşterek gayeye doğru kanalize etme” maksadı ile bir “Milli birlik cephesi kurmayı” düşündükleri gibi bir kısım gazeteler de “Biz, bir Tevfik Paşa, bir Ali Paşa kabinesi değil, bizi idare edebilecek, herkese memleketi kurtarmak için çalıştığını hissettirecek bir hükümet istiyoruz[3] ” veya “Herkesin amal ve maksadı, vatanı kurtarmaktır. Fakat maalesef bir akıllı adam çıkıp ta milleti etrafında toplayarak memleketi ve milleti kurtaramıyor. Aramızda akıllı bir adam yok mudur?” diye neşriyat yapmaya başlamışlardı.”

Askeri manzara:

Osmanlı devletini işgal planı yapan düşman devletler Mondros mütarekesini 7. Maddesine göre güya “Emniyeti Temin etmek” amacıyla kendi hisselerine düşen yerleri bir bir işgal etmeye başlamışlardı. Düşman vatan toprağının çeşitli yerlerine kanlı çizmeleri ile girmişti. Bu durum milletini ve memleketini seven herkesi çeşitli endişelere sevk ediyordu.

“Önce İngilizler ve Fransızlar “Emniyetimizi temin etmemiz lazımdır” diyerek 10 Kasım 1918’de İskenderun’u, bunu takiben Kilikya havalisini ve Toros tünellerini işgal ettiler. İskenderun’un işgalinden üç gün sonra 13 Kasım 1918’de itilaf devletleri “Boğazlar ve İstanbul’u” işgal ettiler. Bundan sonra İngilizler, Anadolu içinde birçok mühim muvasala ve muhabere merkezlerini işgal etmeye başladılar. Bu işgaller 10 Kasım 1918’den 16 Mayıs 1919’a, hatta 16 Mart 1920 tarihine kadar fasılalarla devam etti.”

Bu işgaller devam ettikçe halk da boş durmuyor ve kendi içten gelen bir iştiyakla harekete geçiyor ve düşman güçlere zayiatlar verdiriyordu. Fakat bu hareketler yer yer ve mevzi idi ve bir merkezden yönetilmiyordu.

“Yer yer başlayan işgaller karşısında, Anadolu halkı, hiçbir yerden emir ve kumanda almadan, yurdunu, yuvasını, şeref ve haysiyetini korumak için, kendiliğinden harekete geçti. Milis kuvvetleri kurdu, müstevlilerle gerilla muharebelerine başladı. Bunun neticesinde güneyde Fransız ve İtalyanlara karşı güney cephesi, Batıda Yunanlılara karşı Yunan cephesi, doğuda Ermenilere karşı doğu cephesi, kuzeyde Pontus cephesi kuruldu.”

“Mustafa Kemal İstanbul’da iken, kurulan milli cepheler ve bu cephelerde kümelenen insanlar da bir hayat memat mücadelesine girişmiş bulunuyorlardı. Kabul ve itiraf etmek lazımdır ki, Mustafa Kemal Anadolu’ya geçinceye kadar gerek milli cemiyetler gerek milli cepheler dağınıktı, parça parça idi, bir başa, bir lidere bağlı değillerdi. Bütün bunları Mustafa Kemal Anadolu’ya geçtikten sonra önce Erzurum, sonra da Sivas kongresinde birleştirecek ve kanalize edecekti.”

Kurtuluş arayan fikirler:

Ülkenin yer yer işgal edilmesi neticesinde ülkenin çeşitli yerlerinde bir kurtuluş yolu aranıyordu. Çeşitli çareler ileri sürülüyordu. Bu çareler bazen uygulanması mümkün olmayan, Türk’ün kabul edemeyeceği şekilde olduğu gibi, makul düşünceler de vardı. Hatta aşağıda da görüleceği gibi Osmanlı Padişahı ve Osmanlı sarayı da aynı düşüncede değildi. Padişah milli bir hareketten yanaydı.

Bunlar kısaca şöyleydi:

“a-Vatanın bütünlüğünün, milletin istiklalinin kurtarılması kendi kuvvetimizle mümkün değildir, diyerek “Amerika mandası” isteyenler.

b- Aynı kanaatte olmakla beraber, Amerika mandası yerine “İngiliz himayesini” isteyenler. Bunlar “İngiliz muhipler cemiyeti” ni de kurmuşlardı. Aralarında saraylılar, Bab-ı Ali ricalinden bazı kimseler vardı. Takib edilen dâhili ve harici siyasete bakılırsa Sarayın da bu paralelde olduğu görülür.

c- Birçok sivil ve asker münevverler bunları reddediyor, Anadolu’nun, Anadolu’dan kurtarılacağını söylüyorlardı. Bazı gazetelerin de desteklediği bu fikirle “Anadolu’da kurulmaya başlamış olan siyasi gurupları, düşmanla yer yer çarpışmaya başlayan milis kuvvetlerini birleştirerek bir birlik kurmak” daha doğrusu “Anadolu’da bir milli mukavemet cephesi kurmak lazımdır” fikrini savunuyorlardı. Bir kısım aydınlar, Cevat ve Fevzi paşalar, Küçük Cemal Paşa ve aynı maksadın temini için Anadolu’ya tayin edilen Kazım Karabekir, Ali Fuat, Mustafa Kemal, Fahreddin Altay, Refet paşalar olduğu halde daha birçok kumandanlar bu kanaatte idiler. (…) düşüncesinin şuurlu faili olmamakla beraber padişah da bu kanaatte idi.”

d- Bütün bunların dışında “Anadolu’da bir milli mukavemet cephesi kurmak”  fikrinin de üstünde bir düşünce daha vardı. Bu fikir, Anadolu’da bir milli mukavemet cephesi kurduktan ve muvaffak olduktan sonra bir adım daha atarak “Anadolu’da milli bir hükümet kurmak” idi. Bunu en başta Mustafa Kemal, Kazım Karabekir, İsmet, Ali Fuat, Rauf Orbay vb. kimseler düşünmüşler.”

***

Mustafa Kemal’in Ordu Müfettişliğine tayin edilmesi:

“Harbiye nazırlığında bulunan ve salahiyet sahibi olan bazı kimseler, Mustafa Kemal’in eskiden beri tanıdıkları idi. Bunların başında Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Fevzi (Çakmak) paşa, ikinci reis Diyarbekirli Kazık Paşa ve Fevzi paşadan sonra Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi olan Cevat (Çobanlı) Paşa geliyordu.[4] Bunlar eskiden beri Mustafa Kemal’i yakinen ve fikren pek iyi tanıyorlardı. Mustafa Kemal’in tayinini bunlar samimiyetle desteklemişlerdir.”

“İsmi geçen şahıslar, Mustafa Kemal’in, Anadolu’ya geçerse bir şeyler yapacağını biliyorlardı. Bunlar öteden beri kendi aralarında konuşup durdukları ve adeta karar verdikleri bir fikri “Barış şartlarını hafifletecek bir milli mukavemet cephesi kurmak” fikri üzerinde duruyor ve destekliyorlardı. Mustafa Kemal, zikredilen paşalarla karşılaştığı zaman yalnız milli mukavemet fikri üzerinde konuşuyor, fakat “Yeni bir hükümet kurmak, düşmanı tard etmek, bir inkılap devresine girmek” düşüncelerinden asla bahsetmiyordu. Mustafa Kemal’in “Barış şartlarını hafifletecek bir milli mukavemet cephesi kuracağını bilen” paşalar, onun tayinini desteklemişler ve tayin işini tamamlamasına samimiyetle çalışmışlardı.”

Bütün bu gelişmelerin yanı sıra Anadolu’ya dirayetli bir Paşa’nın gönderilmesi gündeme geldiğinde akla gelen isimlerin başında Mustafa Kemal geliyordu.  Zaten Mustafa Kemal’de Hareket ordusunun lağvedilmesi sonucu bir müddetten beri İstanbul’da bulunuyordu.

Bu yüzden Anadolu’da “asayişi sağlamak” adı altında bir komutan gönderilmesi gerektiği fikri üzerinde duruluyordu.

“Bu arada Harbiye nazırı Şakir Paşa’nın dahi fikrini soran Sadrazam, ondan da Mustafa Kemal hakkında müsbet fikir alınca, şikâyet konusu olan “Asayişi temin edecek” şahsın Mustafa Kemal olduğuna kanaat getirilmiştir. Şüphesiz Şakir Paşa, Mehmet Ali Bey ve Ferit Paşa “Asayişi temin edecek olan şahsın Mustafa Kemal olduğuna, kanaat getirir” ve onun en geniş salahiyetle IX. Ordu kumandanlığına müfettiş tayin edilmesini isterken, Mustafa Kemal eli ile asayişin temin edileceğini, (…) nitekim, Mustafa Kemal Paşa Anadolu’ya giderken, karargahı subaylarının tahsisatlarından başka 25-30 bin lira kadar bir tahsisatın verilmesini de istemiş ve bu para tahsisatı mestureden dahiliye nazırı Mehmet Ali Bey vasıtası ile temin edilerek getirilmiş ve Mustafa Kemal Paşa hareket edeceği gün, Mehmet Ali Bey tarafından hem teşyi edilmiş ve hem de bu para Mustafa Kemal’e verilmiştir.[5]”

Yine görüldüğü gibi devletin başında bulunan Padişah’ta dâhil olmak üzere bir operasyon yapılması gerektiği, “Anadolu’da asayişin temini” adı altında milli bir hareketinin başlatılıp organize edilmesi düşünülüyordu. Bu konuyu tahakkuk ettirebilmek için ise en uygun kişinin Mustafa Kemal Paşa olduğu kanaati da hâkimdi. Belki de bu yüzden Kemal Paşa’ya hiçbir zorluk çıkartılmamış her isteği, hatta ayrıca istediği tahsisat bile olduğu gibi kabul edilmiş, çok geniş salahiyetlerle kendisinin yolu oldukça rahat bir şekilde açılmıştı. Öyle anlaşılıyor ki Mustafa Kemal başta Padişah olmak üzere Sadrazam ve Erkan-ı Harbiye Nezareti bu önemli görevi hem desteklemişler hem de onaylamışlardır.

Mustafa Kemal’in tayinini icap ettiren sebepler:

Mustafa Kemal’in Anadolu’ya gönderilmesi konusu; enine boyuna iyi düşünülüp, iyi hesap edilip ona göre karar verildiği anlaşılıyor. Bu tayin konusunda bizim bilmediğimiz belki başkaca şeyler de vardır ama:

İlk nazarda göze çarpan sebepleri şöyle sıralamak da mümkündür.

“1-İtilafçı sanılan ve dolayısıyla ittihatçılara düşman olduğu kabul edilen Mustafa Kemal ile İttihatçıları sindirmek düşüncesi.

2-Türklerin, Rum köylerine tecavüzlerini önlemek, sükûn ve asayişi temin etmek düşüncesi.

3-İtilafiyun-un müdahale ve işgaline mâni olmak düşüncesi.

4-Sükûn ve asayişi temin ederek Ermeni ve Kürt devletinin kurulmasına mâni olmak düşüncesi.

5-Topladığı bazı kuvvetlerle doğudan Anadolu’ya gireceği rivayet edilen Enver Paşa’nın, bu hareketine mâni olmak düşüncesi.

6-İstanbulda kalması pek arzu edilmeyen Mustafa Kemal’i Anadolu’ya tayin ederek İstanbul’dan uzaklaştırmak ve Anadolu’da harcamak düşüncesi, zira böyle bir düşüncenin mevcut olduğunu hem Mustafa Kemal bizzat kendisi hem de Fevzi Paşa ifade etmektedir.

7-Kazım Karabekir Paşa, doğuda kumanda ettiği kuvvetlere güvenerek serbestçe hareket ediyor, doğuda beliren milli cemiyetleri destekliyordu. Bu hareket Padişahı tereddüde düşürdüğünden, Mustafa Kemal’i Karabekir’in tehlikeli isteklerini ve davranışlarını önlemeye memur etmişti. Hâlbuki o, Karabekir Paşa ile anlaşmış bulunuyordu.[6]

8-Pontuscuların faaliyetlerine mâni olmak düşüncesi.

9-Rumlar ile Müslümanlar arasındaki münazaaları hallederek, herhangi bir işgali peşinen önlemek düşüncesi Mustafa Kemal’in müfettişliğe tayin edilmesini sağlayan başlıca sebepler olmuştur.”

Mustafa Kemal’i kim tayin etti:

“(…) Kim tayin ederse etsin netice değişmez, diye düşünülmüştür. Halbuki bu düşünce, Mustafa Kemal’in tayinine ehemmiyet vermemek ve onu küçültmek demek olacağı gibi bu tayini de sair tayinler gibi yapılmış lalettayin bir hadise gibi kabul etmek olur. Hâlbuki Mustafa Kemal’in tayini lalettayin değil, düşünülerek, ölçülerek ve ehemmiyet verilerek yapılmış tayindir. Bu itibarla tayini kimin yaptığı mühimdir.”

“Yukarıda da kısaca temas ettiğimiz gibi Mustafa Kemal’in tayininde, eski ve yeni tanıdıklarının, kendi mesuliyet ve salahiyetleri nisbetinde, birer hissesi varsa da bu tayinde en büyük hisse Padişaha aittir. Doğudaki dâhili ve harici meseleleri halledecek, zümreler arasındaki çatışmaları bertaraf edecek, asayişi temin edecek, tecrübeli ve dirayetli bir kumandan aranırken elbette ki bazı kumandanların isimleri üzerinde durulmuş ve bu isimler Padişaha da arz edilmiştir. Padişah kendisine arz edilen isimler arasında, daha evvelden beri yakından tanıdığı ve itimat ettiği Mustafa Kemal’in üzerinde durmuş ve vaktiyle, devrin harbiye nazırına rağmen, onu doğrudan doğruya Filistin’deki ordunun kumandanlığına tayin ettiği gibi şimdi de onu doğrudan doğruya ordu müfettişliğine tayin etmiş ve hatta tayin edilmesini istemiştir. Nitekim Padişah Sen Remo’da bir gün yanında bulunan Azmi beye “Samsun’a bir müfettiş gönderileceği zaman yaverlerimden Mustafa Kemal Paşa’yı da namzetler arasında nazar-ı itibara alınız, diye ikaz ettim”, demiştir. [7]”

“Padişah, Mustafa Kemal’i eskiden beri tanıyordu. Onun hakkında beslediği müsbet fikirler ve güven hiçbir zaman değişmemiş ve sarsılmamıştı. Mustafa Kemal’in İstanbul’da kaldığı zaman zarfında muhtelif vesilelerle, 15 Kasım 1918, 29 Kasım 1918, 20 Aralık 1918 tarihlerinde Padişah ile görüşmüş olması, hem padişahın Mustafa Kemal’i, unutmadığını gösterir, hem de ona güven ve itimadının sarsılmadığını teyit eder. (…) Mustafa Kemal ile görüşen Padişah, “Kendi Şahsi arzusu ve nüfuzu ile onu müfettiş tayin ettirmiştir.[8]” Mustafa Kemal’in tayinine ait vesikalarda Mustafa Kemal Paşa’nın tayini hususunda, irade-i seniyye-i cenab-ı mülükane” şeref buyrulmuştur.[9] (…) Padişah Mustafa Kemal’e şunları söylemiştir:

*Paşa, siz akıllı bir kumandansınız. Tecrübeniz ve bilginizle, tecrübesiz arkadaşlarınızı aydınlatacağınızdan eminim.[10] Her şeyden önce en büyük emelim olarak İttihatçıların şahsıma karşı kalplerindeki husumetten haberiniz olmasını ve ona göre hareket etmenizi beklerim. Şark vilayetlerinin saf ve temiz halkını aleyhimize teşvik eden bu komitecilerin en seri bir şekilde ve en kısa bir zamanda ortadan kaldırılmasını sizden beklerim. Hafazanallah, bu karışıklık devam ederse, itilafiyun bundan istifade ile buraları işgal edebilir. Büyük devletlerin buralarda tesis etmek istedikleri Ermeni ve Kürt devletlerini kurmaya yol açmış olur. Bunlara meydan vermemenizi sizden beklerim.[11]”

Mustafa Kemal’de: “Zat-ı şahaneleri müsterih buyursunlar, bunların hiçbiri, olmayacaktır. Bunu size arz etmeyi bir vazife bilirim. Yalnız bütün arzuların tahakkuku için, geniş bir teşkilat kurmaya ve bunun için de bir miktar paraya ihtiyaç vardır. Bir masraf düşünülmüş müdür acaba?” Deyince, Padişah:

*”Lazım olan her türlü masrafın tensibiniz ve emrinizle verilmesi için sadrazama emir veririm[12]”, diye mukabele etmiştir.

Padişahi Erkan-ı Harbiye riyaseti zat işleri dairesine, nezaketen “Mustafa Kemal’in tayinine izin istiyorum”, demiş ve padişahın bu isteği karşısında harbiye nazırı Şakir Paşa, Mustafa Kemal’in IX. Ordu kıtaat müfettişliğine tayin edildiğini, 30 Nisan 1919’da “Keyfiyet-i tayin padişaha arz edilmek üzere, sadrazamlık makamına bildirilmiştir.[13] (…) Mülga Yıldırım orduları grubu kumandanı Mirliva Mustafa Kemal Paşa, Padişah’ın iradesi ile IX. Ordu kıtaat müfettişliğine tayin edilmiştir.[14]” Hatta devrin Resmi Gazetesi de bu tayinden bahsederken “Mustafa Kemal Paşa’nın IX. Ordu kıtaat müfettişliğine tayini, irade-i seniyye ile olmuştur” diye bahsetmiştir.[15]”

“Padişah, Mustafa Kemal’in tayinini bizzat yapmış olmakla beraber O, fiilinin şuurlu faili değildi. Padişah tarafından bizzat tayin edilmesi Mustafa Kemal’in önce hemen azledilmesine mâni olmuş “Beni bu memuriyete nasb ve tayin buyuran bizzat Padişahtır, o tayin etti ancak o azledebilir” diyerek oyalamaya, dolayısıyla zaman kazanmaya muvaffak olmuştur.[16]”

“Bir taraftan tayin muamelesi yapılırken bir taraftan da Mustafa Kemal tayin muamelelerini yapacak olan alakalılarla bazı konuşmalar yapmış ve kendisine geniş salahiyet tanıyan bir talimatın hazırlanmasına ehemmiyet vermiştir. Harbiye Nazırı Şakir Paşa Mustafa Kemal’i çağırıp:

*Size şark vilayetlerindeki kargaşalıkları bertaraf etmek, ittihatçıların faaliyetlerine mâni olmak için bir vazife verilmesini düşünüyoruz. Kabul eder misin? Diye sorduğu zaman, hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi davranan Mustafa Kemal:

*Memnuniyetle Paşam, dedikten sonra hemen ilave etmiş ve “Paşam sizi fazla meşgul etmeyeyim. Vazifemin şeklini Erkan-ı Harbiye reisi ile görüşüp tesbit edelim. Sonra zat-ı alinize arz etsinler.”

*Hay… Hay…

Mustafa Kemal odadan çıktıktan sonra Erkan-ı Harbiye reisi Fevzi Paşa’yı aramış[17] bulamayınca ikinci reis olan Kazım Paşa’nın yanına gitmiştir. Kazım Paşa ile konuşma şöyle cereyan etmiştir:

*Paşam, vazifenin görülebilmesi için bir makam lazımdır.

*Tabii, ordu müfettişlikleri meselesi var. Sen ordu müfettişi unvan ve makamı ile gidebilirsin.

*Bu da kâfi değil paşam. Geniş salahiyetle de verilmesini isterim. Nazır paşa yanlış anlamasınlar. Aksi takdirde muvaffak olunamaz. Padişahın ümitleri de suya düşer. Bunları nazır paşa ile konuşunuz. (Kazım Paşa, nazırın yanına gidip döndükten sonra):

*Sadrazam ile konuşacaklar. Bir de talimname verecekler.

*Verilmesi düşünülen ve istenilen talimata şu iki maddeyi behemehâl ilave edelim:

a-Bütün şarktaki kuvvetlere kumanda etmek ve buradaki valilere emir verebilmek.

b-Mücavir vilayetlerdeki birlik kumandanlarına ve valilere iş’arlarda bulunabilmek, deyince Kazım Paşa gülerek Mustafa Kemal’in yüzüne bakmış ve:

*Bir şey mi yapacaksınız?…

*Evet, bunlar olsa da olmasa da bir şeyler yapacağım.

*Evet yapalım. Vazifemizdir demiştir[18].”

“Yukarıda da temas ettiğimiz gibi Cevat Paşa, Fevzi Paşa, Kazım Paşa ve Mustafa Kemal Paşa “Bir Milli mukavemet cephesi kurmak” fikrinde idiler. Mustafa Kemal Paşa’nın bu iş için gideceğini biliyorlardı. Onun için aralarında açıkça böyle bir konuşma olmuştur.”

Yine öyle anlaşılıyor ki, Mustafa Kemal’de, Mustafa Kemal’i gönderenler de onun “Bir milli mukavemet teşkilatını” kuracağını hem biliyorlar hem istiyorlar hem de destekliyor ona hiçbir zorluk çıkarmıyorlardı. Hedef bu şekilde belliydi ve Mustafa Kemal görevi almıştı, en kısa zamanda da yola çıkacaktı.

“Mustafa Kemal’in isteği ile kendisine geniş salahiyetli bir talimatname verilmiştir. Her nedense şimdiye kadar üzerinde pek durulmayan bu talimatname pek mühimdir. Mustafa Kemal’in nasıl olup ta tekmil Anadolu’daki kumandanlar ve valilerle muhabere edebildiğini, onlara emirler verebildiğini işte bu talimatname izah eder. Doğu ve Orta Anadolu’daki kumandanlara emir verebilir ve onları istediği şekilde sevk ve idare edebilir bir mevkie Mustafa Kemal’i bu talimatname çıkarmıştır. “Kendim kaleme aldım” dediği bu talimatname, Mustafa Kemal’e askeri ve mülki olmak üzere iki cepheli ve geniş sahalı bir salahiyet veriyordu.”

***

Not: Dip notlar yazarın kendisine aittir.

(*) E. Albay Tahsin Ünal, Yazar (D. 1920, Akçaşehir köyü / Karaman – Ö. Mekke). Liseyi Konya’da bitirdikten sonra, yükseköğrenimini Silahlı Kuvvetler adına yaparak askeri öğretmen oldu. Kuleli Askerî Lisesinde tarih, Harp Okulunda on iki yıl siyasi tarih öğretmenliği yaptı.

Emekli olduktan sonra siyasete atılan ve MHP lideri Alparslan Türkeş tarafından da çok sevilen Dr. Tahsin Ünal, MHP ve MÇP’ de Genel İdare Kurulu üyeliği ve genel başkan yardımcılığı görevlerinde bulundu. Genç yaştan itibaren makale ve kitaplar yazmaya başlayan Dr. Tahsin Ünal’ın 24 adet yayınlanmış eseri bulunmaktadır.

17 Temmuz 1988 yılında Hac görevi sırasında kalp krizi sonucu Mekke’de vefat etmiş ve Mekke’de gömülmüştür.

Eserleri:

Türklüğün Sembolü Bozkurt (1977), Tarım Kentleri (1977), Türkün Sosyo Ekonomik Tarihi (1977), Osmanlılarda Fazilet Mücadelesi, Türk Siyasi Tarihi, Şehitler ve Gaziler.

Kaynak: Tahsin Ünal, Türk Kültürü dergisi, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü yayını, Ayyıldız matbaası Ankara Kasım 1968, sayı: 73, sayfa: 6-11 ve 19-24.

[1] Millî Mücadele Başlarken, s. 38-40

[2] Evvelki seneler bir tarafa bırakılsa bile 1900-1920 tarihleri arasında, 31 Mart vakası, hareket ordusu, Trablusgarp ve Balkan harpleri, Babıali baskını, M. Şevket Paşa suikastı, birinci Cihan Harbi, tehcir meseleleri, düşman işgali, mebusanın basılması gibi türlü meseleler sebebi ile memleket evladının ileri gelenleri harcanmış, memlekete hizmet demlerinde, elleri kırılmak sureti ile, hizmet edemez hale getirilmişlerdir. Bu, mahsulü eken, biçen, tam kaldıracağı zamanda bir yangınla mahsulü heba olan ve elleri koynunda kalan çiftçinin mahzun ve mükedder haline pek benzer.

[3] 16 Şubat 1919 tarihli Zaman gazetesi.

[4] Mustafa Kemal İstanbul’da iken, 3.11.1918-24.12.1918 arasında Cevat Paşa, 24.12.1918-15.5.1919 arasında Fevzi Paşa, 14.5.1919-2.8.1919 arasında tekrar Cevat Paşa Genelkurmay başkanlığı etmişlerdir.

[5] Rauf Orbay, “Yakın Tarihimiz”, Sayı: 27, sayfa: 16 ve “Anadolu İhtilali I”, sayfa: 110

[6] H. Edip Adıvar, Türkün Ateşle İmtihanı, Sayfa: 17 ve 40.

[7] Anadolu İhtilali, 1/177

[8] Büyük Cihat Dergisi, Sayı: 21

[9] Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, Sayı: 1 ve 2

[10] Atatürk Anadolu’da, sayfa: 11

[11] Yukarıda zikredilen konuşma, aynı zamanda Mustafa Kemal’in müfettişliğe tayin edilmesinin sebeplerinden birini daha ortaya koymaktadır.

[12] İki Devrin Perde Arkası, sayfa: 30, 32-33

[13] Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, sayı: 1. V. 1.

[14] Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, sayı: 1. V. 2.3.4. Bütün muamelelerde Mustafa Kemal’in tayini “İrade-i seniyye ile, Cenab-ı Padişahinin tensibi ile, zatı hazreti Padişahinin tasvibi ile” diye geçmektedir.

[15] 5 Mayıs 1919 tarihli Takvim-i Vekayi Gazetesi.

[16] Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, Sayı: 2. V. 27. Mustafa Kemal Sivas’ta dâhiliye nazırlığının tamiminden kendisinin azledildiğini öğrenince, umum vilayetlere ve kolordular ile II. Ordu müfettişliğine yazdığı 27 Haziran 1919 tarihli telgrafında “Acizlerini bu memuriyete nasb ve tayin buyuran Zat-ı hazreti Padişah” ibaresini kullanıyordu ki, bu onun padişah tarafından tayin edildiğinin açık delilidir. (Söylev ve Demeçler, 1/19).

[17] Fevzi Paşa 23.12.1918 – 14.5.1919 tarihleri arasında Erkânı Harbiye U. Reisi idi.

[18] F. R. Atay, Atatürk’ün bana anlattıkları, dayfa:111-112

Yazar
Kenan EROĞLU

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen