Müslümanlar neden ikili bir hayat yaşamak zorunda kaldı?

Tam boy görmek için tıklayın.

Oysa bir rahmet dini olan İslam’ın sunduğu bilgiler sadece inanmak için değil, bireysel ve toplumsal hayatımızı, toplumsal ilişkilerimizi güzelleştirmek için vazedilmiştir. “Ama kadim dönemlerde dinin asıllarını merkeze alarak üretilen o zengin bilgi birikimini bizler, bugün yenileyip günlük hayata cevap verir kıvama getiremediğimiz için aldatmacalı bir yol seçtik: birine inandık ötekini yaşadık. Geçmişe özlemimizi dile getirirken günün gereklerine göre davrandık. Dünyevileşirken şekilci ve görsel bir dindarlıkla yetinir olduk.” (Ali Bardakoğlu, Yüzleşme, s.83)

*****

Mehmet OCAKTAN

Yeni dünyayı okumakta başarısız olan Müslüman dünya, geleneksel kültürden devraldığı bütün bilgileri dinin esası olarak bellediği için modern zamanların getirdiği şartlarla yüzleşerek yeni çözümler üretemedi ve ne yazık ki ayakta kalmayı başaramadı.

Maalesef Müslümanlar, yüzyıllar içinde oluşan hayat tarzları, gelenekler, din ile iç içe geçmiş kültürler harmanlanarak din gibi sunulduğu için yaşanan hayatın gerçekliği ile din arasında tereddütler yaşamış ve ikili bir hayata mahkûm olmuştur. Bir taraftan dini geleneğe bağlı kalmayı önemseyen insanlar, içinde bulundukları hayatın başka türlü aktığını gördükçe tercih yapmakta zorlanmış ama fiili anlamda o güne kadar kendisine sunulan din tasavvurunun dışında bir hayatı yaşamak durumunda kalmışlardır.

Çünkü dinin özüne vakıf olması gereken günümüz uleması, İslam’ı modern zamanların diliyle yorumlayıp çözümler üretememiştir. Bu yüzden de Müslüman bireyler, ticari hayatta nasıl davranacaklarını, kamusal hayatta hangi kurallara göre hareket edeceklerini, mesela kredi alırken faiz meselesine nasıl bakacaklarına karar vermekte tereddütler yaşamışlar ama sonunda pratik hayattaki problemlerinin çözümü için reel hayatın kurallarına uymayı tercih etmişlerdir. Ancak bir taraftan da faizin konusundaki inandıklarına sadakat göstermeye devam etmişlerdir.

Oysa bir rahmet dini olan İslam’ın sunduğu bilgiler sadece inanmak için değil, bireysel ve toplumsal hayatımızı, toplumsal ilişkilerimizi güzelleştirmek için vazedilmiştir. “Ama kadim dönemlerde dinin asıllarını merkeze alarak üretilen o zengin bilgi birikimini bizler, bugün yenileyip günlük hayata cevap verir kıvama getiremediğimiz için aldatmacalı bir yol seçtik: birine inandık ötekini yaşadık. Geçmişe özlemimizi dile getirirken günün gereklerine göre davrandık. Dünyevileşirken şekilci ve görsel bir dindarlıkla yetinir olduk.” (Ali Bardakoğlu, Yüzleşme, s.83)

Oysa İslam bir yönetim modeli, hukuk sistemi değil, bir dindir ve özellikle insanları bu rahmet dininin güzellikleriyle buluşturmayı hedefler.

Nitekim Hz. Peygamberden sonra iş başına gelen halifeler, o günün yürürlükte olan devlet mantığını takip ederek pragmatik bir şekilde hukuki ilkeleri hayatın pratikleri karşısında değiştirerek dönemin şartlarına uyarladılar.

Dört halife döneminin uygulamalarından da anlıyoruz ki İslami pratikler, ilk geldiği dönemdeki uygulanan haliyle dondurulup çağlar ötesine motomot aktarılan bir din değildir.

Yine biliyoruz ki İslam farklı dönemlerde dinin ana kaynaklarına dayanan sahih bilgiler ışığında yeniden yorumlanmış, iyinin, doğrunun ve güzelliğin mesajını insanlığa sunmaya devam etmiştir.

Dolayısıyla bir dönemin uygulamalarını aynen alarak farklı kültürel iklimlerde yaşayan insanlara “İşte din budur” anlayışıyla, dini dogmatik bir karaktere mahkûm etmek, dine yapılan büyük bir haksızlıktır.

İşte bu zihniyet yüzündendir ki zaman içinde Müslüman toplumlarda oluşan hanedanlık, dini retorik kılıfı giydirilmiş halifeler ve baskıcı zorbalar, hayatın gerçekliğine tekabül etmeyen ütopik bir “İslam devleti” modeli dayatmışlardır.

Ayrıca hemen hatırlatmakta yarar var; Sami Zubaida’nında altını çizdiği gibi, İslam devleti için tarihsel veya metinsel bir dayanak bulunmamaktadır. Dolayısıyla günümüz Müslümanları, dinlerinin temel prensipleriyle uyum içerisinde bulunan adil ve demokratik bir devlet arayışı içinde olmalıdırlar. Zaten şeriat da büyük oranda tarih içerisinde evrimleşen insan yapımı kanunlar içermektedir ve fıkıh içerisinde vahye dayalı çok az şey bulunmaktadır. Daha önceki Müslüman nesiller hukuku, toplumsal ihtiyaçlarına ve adetlerine göre yorumladılar ki günümüz Müslümanlarının da yapması gereken budur. (İslam Dünyasında Hukuk ve İktidar, s.275)

Kısacası dinin bütün dünya meselelerini çözen projelendirilmiş sihirli bir “devlet modeli” olmadığı gibi, dünyadaki mutluluğumuzu garanti altına alan hazır reçeteleri de bulunmuyor. Yüce yaratan insana iyinin ve kötünün ne olduğunu bildirerek doğru yolu gösteriyor. Sonrasında Allah’ın hitabına muhatap olan insan, bu dünyadaki yolculuğuna akıl ve iradesiyle devam etmek durumundadır. Zaten ilahi hitabın tabiatı da insana bireysel ve toplumsal hayatında doğru istikameti göstermeyi, gözetilmesi gereken değerleri öğretip hatırlatmayı gerektirmektedir.

YAZININ TAMÂMINI OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYINIZ

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen