Kur’an, bilginin peşinden koşmayı, onu öğrenip öğretmeyi ve biriktirmeyi, zaman ve mekân sınırlaması yapmaksızın bireysel ve toplumsal yükümlülük kılıp, araştırmaya, incelemeye, akletmeye ve düşünmeye ibadet olarak bakar ve ona eşdeğer ahlaki ve dini bir anlamı verir. Bilgi, insan için bir erdem ve kalite işaretidir ve daima değişmeye ve gelişmeye müsait olduğundan dolayı her bilenden daha iyi bir bilen vardır.( 12.Yusuf, 76 ) Bu sebeple toplumun bütün bireylerinin ve katmanlarının bilginin üretilmesinde ve faydalı bir şekilde kullanılmasında etkin bir rol almaları istenmektedir.
*****
Prof.Dr. Sönmez KUTLU
İlim, sözlükte, bilgi, bilim, marifet ve haber anlamlarına gelir. İslam düşüncesinde, ilim kelimesi, ilk dönemlerde Kur’an ve Sünnette, tekil olarak kullanılmıştır. Bu kullanımlarda, ilim ile sistemli bir bilgi veya bir disiplin değil, daha çok dini hususlara ilişkin münferit bilgi veya tek tek noktaları araştırmaya yönelik bilgi kastedilmiştir. İlmin, özel bir disiplin anlamında kullanımı sonraki tarihlere rastlamaktadır. Somut ve özel bir öğrenim dalı anlamında ya da belli alanlara ait bağımsız disiplinler anlamında çoğul olarak ilimler (ulûm) kavramının ne zaman kullanıldığı bilinmemektedir. Çok erken dönemlerde din hakkında ortaya konulan zengin bilginin belli bir bölümünü bilgi olarak algılayan ve daha çok hukuk veya kelamın münferit noktalarıyla ilgili bir ilim algılamasının oluşmaya başladığı söylenebilir. Bu konularda düzenli bilgi üretilmesiyle birlikte bir bilim dalı ya da eğitim disiplini anlamında ‘ilim’ kullanılmaya başlanmıştır.
Kur’an-ı Kerim, inmeye başladığı ilk günden itibaren, insanları ilme, bilmeye, öğrenmeye, varlıklar üzerinde düşünmeye ve düşüncelerini sağlam delillere dayalı olarak ortaya koyup tartışmaya davet etti. Bu tür ayetlerin sayısının 700’den fazla olduğu görülmektedir. Kur’an’a göre, bilgiye veya sağlam bilgiye dayanmayan, her hangi bir aklî veya vahyî temeli bulunmayan söz, fikir ve davranışlar geçersiz ve gerçek dışı kabul edildi. (25.Furkan, 5; 68.Kalem, 15; 83. Mutaffifin, 13) Kur’an, “Hiç bilenlerle bilmeyenler birbirine eşit olurlar mı?” (39. Zümer, 9) ayetiyle, bilgiyi başta insan olmak üzere bütün varlıklar ve toplumlar arasında en önemli güç ve üstünlük ölçütlerinden biri olarak kabul eder. İnsanın bilme yeteneği ve bu konudaki başarısı, onu melekler de dâhil bütün yaratıkların üstüne çıkarmıştır. Kur’an, pek çok ayette özellikle bilen, düşünen, akleden, ibret alan toplumları, düşünen toplum ve akleden toplum olarak övmektedir. (Örneğin bkz.: 30. Rûm, 21; 2. Bakara, 164)
Kur’an, bilginin peşinden koşmayı, onu öğrenip öğretmeyi ve biriktirmeyi, zaman ve mekân sınırlaması yapmaksızın bireysel ve toplumsal yükümlülük kılıp, araştırmaya, incelemeye, akletmeye ve düşünmeye ibadet olarak bakar ve ona eşdeğer ahlaki ve dini bir anlamı verir. Bilgi, insan için bir erdem ve kalite işaretidir ve daima değişmeye ve gelişmeye müsait olduğundan dolayı her bilenden daha iyi bir bilen vardır.( 12.Yusuf, 76 ) Bu sebeple toplumun bütün bireylerinin ve katmanlarının bilginin üretilmesinde ve faydalı bir şekilde kullanılmasında etkin bir rol almaları istenmektedir.
Başlangıçta ilimle ilgili tartışmalar, hadis koleksiyonlarında daha çok hadis tahsilinde takip edilecek uygun usûl ve eğitim yöntemini belirlemek ve bilgi dinin temel bir parçası olarak görüldüğünden, bilgi ile dine inanma arasındaki temel ilişki çerçevesinde sürdürülmüştür. Hz. Peygamber, Kur’an’ın ilme verdiği öneme uygun olarak, ilmi, ilim öğretmeyi, ilim öğrenmeyi, bilgi aramak için seyahat etmeyi, ilim adamını, ilim öğrenmek isteyen öğrencileri ve bu yolda çekecekleri sıkıntıları öven, her yaştaki insanı ilme teşvik eden sözler söylemiştir. İlk hadis külliyatının hemen hemen hepsinde İlim Kitabı adıyla bir bölüm konularak, bilginin dini değeri ve incelenmesi yüceltilmiştir. Bu bölümlerde âlimler övülür. Bilginin hukuki, dini anlamı ve önemi gösterilir. Ders verme zorunluluğu, ders verme usulü, yazılı rivayet karşısında hıfzın rolü, bilgi ve amel arasındaki ilişki ve benzeri konular ele alınır. Hz. Peygamber’in hadislerinde ilim, her hangi bir konuya veya disipline hasredilmemiştir. Ancak bilgiyle amel/eylem arasında bir ilişki kurulduğu için, bazı bilginler hadislerde geçen ilmi belli alanlara hasretmek istemişlerdir. Bu yüzden ilk dönemdeki fıkıh ve hadis koleksiyonlarında, genelde ilim/bilgi daha çok hadisler ve hukuk ilkelerinin tesisi anlamlarında ve takva ve dindarlık doğuran dini bilgi için kullanılır. Bazı hadis bilginleri, her ne kadar ilim kelimesiyle, hadis öğrenmeyi ve onunla ilgili bilgi alanlarında derinleşmeyi anlamak istemişlerse de, genel kanaat ilmin belli bir alanın bilgisiyle sınırlandırılmayıp her çeşit bilgiyi içerdiği şeklindedir.
İslam düşüncesinde sonraki asırlarda ilim, bir terim olarak, kendine özgü hedefleri, temel önermeleri, araştırma alan ve yöntemleri olan ve bir disiplini oluşturan düzenli bilgi şeklinde tanımlanır. İlk dönemlerde Müslümanlar tarafından başlangıçta parça parça ve belli konularda düzensiz bir şekilde ortaya konulan bilgilerin veya ilmi faaliyetlerin, daha sonra kendine özgü hedefler ve temel önermeler oluşturarak ve belli yöntemler kullanarak düzenli bilgiye veya bağımsız ilmi disiplinlere dönüştüğü görülmektedir. Müslümanların, sadece İslam’ı anlamaya, yorumlamaya, savunmaya ve yaşamaya yönelik ilmi faaliyetlerde bulunmadıkları, buna ilaveten insan kapasitesinin kavrayabildiği bütün bilgi alanlarına yöneldikleri ve her alanda ilmi faaliyette bulundukları bir gerçektir. İslam düşüncesinde “bilginin bir değer olduğu” ve “bilenle bilmeyenin bir olmayacağı” gibi Kur’anî ilkelerinden hareketle doğru ve kesin bilgi üretmeye yönelik her çeşit ilmi faaliyet bir çeşit ibadet olarak algılanmıştır. Her bir Müslümanın, yaşı ve cinsiyeti ne olursa olsun, bilgi üretme süreçlerinin dışında kalmayarak âlim/öğretici, öğrenci, dinleyici veya bunlara destek veren, sevip sayan birer özne olarak rol üstlenmeleri istenmiştir.
————————————-
Kaynak:
http://www.sonmezkutlu.net/?Syf=22&Mkl=101453&pt=Prof.Dr.%20S%C3%B6nmez%20%20Kutlu&M%C3%BCsl%C3%BCmanlarda-%C4%B0lim-Alg%C4%B1s%C4%B1