Neoliberalizm ve Sosyal Darwinizm

Tam boy görmek için tıklayın.

Neoliberal politikaların, toplum çoğunluğunu yoksulluğa ve işsizliğe mahkûm eden başarısızlığına rağmen, tuhaf bir propagandayla olup bitenlerden hâlâ millî devlet olgusu sorumlu tutuluyor.

Prof.Dr. Feyzullah EROĞLU

Küresel güçlerin, bütün dünya kaynaklarını ve toplumlarını kontrol etme çabası, büyük ölçüde Batı dışı toplumların millî devlet yapılarının zayıflatılması ve millet bütünlüklerinin parçalanması üzerinden yürütülüyor.

Klasik liberalizm ve Batı toplumlarında toplumsal gelişme

Çağdaş Batı uygarlığının, önemli bir ilerleme ve gelişme göstermesinde “liberalizm” önemli bir rol oynamıştır. Liberalizm, siyasi, ekonomik ve kültürel bir öğreti olarak, bireylerin içgüdüleri ve çıkarlarıyla ilgili konularda sınırların genişletilmesi, devletin ve toplumun belirlediği sınırların daraltılmasını temsil eden bir anlayıştır (Bolay, 1996, 359).

Klasik liberalizm, ‘bireyi’ esas alır ve özel girişimcilik gücüne inanır. Klasik liberalizme göre bireyler, kendilerine keyif veren ve kâr getiren her davranışı, serbest bir biçimde yapabilmelidir. ‘Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler.’ mottosuna uygun olarak ekonomik işleyişin, hiçbir kamu ve toplum müdahalesi olmaksızın tamamen serbest olması istenir.

Çağdaş Batı uygarlığının, 19. yüzyıldan itibaren büyük bir ilerleme göstermiş olmasında, ‘evrim teorisinin’ çok etkili bir rol oynadığı kabul edilir. Liberal ekonomi görüşü, evrim teorisinin ‘kısıtlı kaynaklar için hayat mücadelesi’, ‘doğal seçilim yoluyla ayıklanma’ ve ‘en uygun olanın hayatta kalması’ biçimindeki üç temel ilkesini benimser. “Doğadaki yaşam yasası buysa, o zaman ekonominin işleyişine müdahale etmemek ve işleri kendi akışına bırakmak gerekir.” tezini ileri sürer (Özakpınar, 2002, 31).

Batı uygarlığı, akıl ve bilimin ışığında kendi toplumsal yapıları içinde evrimci düşünce üzerinden, yüksek eğitim ve kültür destekli evrimci bakış açısıyla etkili bir toplumsal gelişme sağlamış oldu.

Küreselleşme ideolojisi olarak neoliberalizm

Çağdaş Batı uygarlığı, kendi içinde evrimci ve gelişmeci bir liberal ekonomi ve siyaset uygularken, Batı dışı toplumlara çoğunlukla neoliberal bir anlayışı dayatıyor. Neoliberal yaklaşım, kitleleri yoksulluğa ve işsizliğe mahkûm ederek başarısız olan serbest piyasa ekonomisini yeniden yapılandırma programı kapsamında ‘düzenleyici devlet’ olarak adlandırılan yeni bir devlet biçimini hedefliyor. Düzenleyici devlet modeli, serbest piyasa ekonomisini devletin müdahalesiyle biçimlendirme maksadıyla ‘özelleştirme ve yerelleştirme’ gibi kavramları ön plana çıkarıyor. Kısacası, neoliberalizm, tamamen liberal bir düzen kurmak için devlet gücüyle yerleşik rejimi değiştirmeyi amaçlıyor. Neoliberalizm, tamamen özel girişimciliği esas aldığı için vatandaşlar için eğitim ve sağlık gibi kamu hizmeti üretilmesine karşıdır. Bu kapsamda, çok şeyi değiştirmeyi göze alan bir ekonomi politiği temsil eder (Bozan, 2018, 27-40).

Neoliberalizm, liberal düzenlemelerin çeşitli kültürel şartlardan dolayı oluşamadığı toplumlarda, liberal şartların hükümet eliyle oluşturulmasıdır. Söz gelimi, Türkiye’de 12 Eylül 1980 Amerikancı askerî darbe ve sonrasındaki hükümetler tarafından, ‘serbest piyasa ekonomisi’ şartlarını oluşturma örtüsü altında, ekonominin ve toplumun ‘kapitalistleştirilmesi’ ekonomi politiği ısrarla işletiliyor.

Bu yönüyle neoliberalizm ile ‘sosyal darwinizm’ büyük ölçüde birbiriyle örtüşüyor. ‘Sosyal darwincilik’, güçlü ve yüksek yetenekte olanların, görece zayıf ve düşük yetenekli olanları kullanmasını meşru sayar. Hatta, insanlığın ilerlemesi için bunu gerekli de görür (Özakpınar, 2002, 31). Aynı şekilde, Batı uygarlığı, sosyal darwinist bir yaklaşımla aşağı ve geri gördüğü toplumların, ileri toplumlar tarafından sömürülmesinde herhangi bir ahlaki sorun görmez. Neoliberal politikalar, bu amacın en güçlü ekonomik, siyasal ve kültürel kaldıraçları sayılır.

Batı uygarlığı, liberal düşüncenin itici gücünden esinlenerek, sömürgecilik ve teknolojik gelişme yoluyla elde ettiği sermaye birikimi sayesinde güçlü bir ekonomik sistem kurmuş oldu. Bu durum, başta İngiliz- Amerikan ve AB’nin çekirdek ülke ekonomileri olmak üzere, dünya ekonomisinde büyük bir egemenlik kurmalarına imkân sağladı. Ayrıca, güçlü kültürel sistem aracılığıyla başat bir yaşam biçimi hâline gelen Batı kültürü, diğer kültür sistemlerini büyük ölçüde etkiledi. Böylece, toplumsal süreçlerde güçlü olanların zayıf olanları dönüştürme veya etkisiz bir hâle getirme biçimindeki ‘sosyal darwinizm’ açıkça kendini siyaset ve kültür alanında da göstermiş oldu. Günümüzdeki küreselleşme dayatması, bir anlamda Batılı ülke yöneticilerinin, öteki toplumlar üzerindeki ekonomik, siyasal ve kültürel alanlarda sosyal darwinizm uygulaması olarak okunmalıdır.

Küresel güçlerin tetikçi ideolojileri

Klasik liberalizm teorisinde, ilk bakışta herkesin özgürlüğü savunuluyor gibi görünüyor. Uygulamada, yalnızca güçlü ve egemen yönetici sınıflar ile servet sahibi kapitalistler, düşünce ve eylemlerinde özgür olabildiler. Bu yüzden, liberal düşüncenin ilk uygulanmaya başlandığı yıllarda, entelektüel çevrelerde ilgi çekici bir metaforla eleştirilmişti: ‘Liberalizm, kümesteki özgür tavukların arasına özgür tilkilerin girmesi’ gibi aşırı güç dengesizliğini meşrulaştırma ve normalleştirme kurnazlığı olarak tanımlanmıştı.

Zengin ve güçlü toplumlar, eskiden dünya ekonomik kaynaklarını paylaşma ve ticaret yollarını kontrolleri altına alma amaçlarını, daha çok askeri müdahalelerle gerçekleştirirlerdi. Günümüzde, hedef ülke ve bölgelerdeki toplumları, çeşitli sahte siyasal akımlar ile siyasal dincilik ve etnik bölücülük üzerine kurdurulan örgütler aracılığıyla çözüyorlar. Bu örgütlenmeleri, kendilerinin sömürü yollarını açacak bir tür ‘yol açıcı’ ve ‘mıntıka temizleyici’ siyasal mekanizmalar olarak kullanıyorlar. Hedef ülkelerin yönetim ve halkını, düşünce kuruluşları ve terör temelli tetikçi örgütler aracılığıyla yönlendirmeye ve yıldırmaya çalışıyorlar.

Batı dışı ülkelerin yönetim ve halklarına yönelik olarak üç ideolojik aygıt kullanılıyor. Bunlardan birisi, liberal solcu anlayış; diğerleri siyasal dincilik ve etnik ayrılıkçı hareketlerdir. Her üçü de insani ve toplumsal değerler açısından yeni bir düşünce ve yaklaşım getirmiyor. Toplumsal gelişme ve bütünleşme bakımından birçok tehlikeler içeren bu üç akım, hedef ülkelerde gerileme ve parçalanmalara yol açan fosilleşmiş birtakım düşünce ve eylemleri yeniden yüceltiyor. Bu üç ideolojik akım, İngiliz- Amerikan, AB ve İsrail çıkarlarının küresel ölçekte egemenliği için millî, üniter ve laik devlet yapısına karşı farklı kulvarlarda mıntıka temizliği yapmaya çalışıyor. Görünürde olmasa bile, çok ‘derin’ bir iş birliği içinde bulunuyorlar.

Hedefteki ülkelerin, sözde akademisyen, aydın, siyasetçi, gazeteci ve sanatçı gibi toplumsal aktörleri üzerinden, artık pörsümüş liberal düşünceler ‘yeni’ adıyla yeniden gündeme getiriliyor. Ayrıca, toplumun genelinde yaşanılan birçok eksiklik ve aksaklığın, sanki yalnızca belirli bir dinsel ve etnik topluluk için geçerliymiş algısı yaratılarak, bu hissiyata kapılan insanlara -eğilimlerine göre- ya siyasal dincilik ya da etnik bölücülük eylemleri yaptırılıyor.

Postmodern bir tutumla güya her türlü inanca serbestlik ve özgürlük veriliyor propagandasıyla siyasal dinciliğin ve cemaatçi oluşumların önü açılıyor. Gerçekte, dayatılan siyasal dinci liberalizm yoluyla her türlü inancın ve semavi dinlerin -söz gelimi, Kur’an’daki İslamiyet’in- özü yerine, siyasallaşan popülist/cemaatçi ve sözde tarikatçı türevleri yaygınlaştırılıyor. Sonra da hedef ülkelerde, devlet yönetimi ve toplumun, din sömürücüleri ve etnik bölücü çevrelerin kışkırtıcı söylem ve eylemlerine karşı rıza göstermesi veya kayıtsız kalması bekleniyor.

Tek yanlı küreselleşme karşısında millî direnç alanları

Küresel güçlerin, bütün dünyayı yeniden kendi çıkarlarına göre şekillendirme projelerine en büyük engel, hiç kuşkusuz yeryüzündeki ‘millî devlet’ olgusudur. Kimisi bağımsız kimisi yarı sömürge şeklinde de olsa, daha önceki dönemlerde kurulan millî devlet yapıları çözülerek, yoksul ve zayıf toplumlar etkisiz hâle getirilmek isteniyor. Küresel güçlerin dayattığı neoliberal ekonomi politikası, aslında önündeki ‘yeni’ sıfatının tam aksine, kapitalist sistemin ilk vahşi dönemine ‘geri dönüş’ taktiklerini kapsıyor.

Neoliberal anlayış, söylem olarak bütün ekonomik ve toplumsal aktörlere neredeyse sınırsız bir serbestlik vadediyor. Bir yandan da yoksul ülke hükümetlerini ‘özelleştirme’ yapmaya zorluyor. Bu yüzden, neoliberal anlayışın, hedef ülkelerin hükümetlerine zoraki dayatılan özelleştirmeler sonucunda, yönetici -yönetilen zıtlaşması giderek artarken geçmişin otoriter yöneticilik olgusu yeniden üretiliyor.

Neoliberal politikaların, toplum çoğunluğunu yoksulluğa ve işsizliğe mahkûm eden başarısızlığına rağmen, tuhaf bir propagandayla olup bitenlerden hâlâ millî devlet olgusu sorumlu tutuluyor. Tam bu noktada, liberal solculuk, liberalizmin âdeta paradoksal olarak savunuculuğunu yapıyor. Liberal ekonomi politikalarının, dünya ekonomisinde doğurduğu dengesizlikler, doğa katliamları, çevre felaketleri, kitlesel yoksulluk gibi ağır sorunlar ortada iken; sorumluluğu millî devlet yapısında arıyorlar. Söz gelimi, Türkiye’deki liberal solculuğun, küresel ve yerel sömürücü şirketlere, uyuşturucu baronlarına ve özellikle Güney Doğu’da etnik ayrılıkçılık yapan feodal ağalar ve uzantılarına fazla bir itirazı olmuyor. Toplumsal kalkınma ve gelişmeyi ülkü edinen millî devlet gerçeğine karşı var güçleriyle saldırıyorlar. Küresel kapitalizmin teorik tetikçiliğini liberal solculuk yaparken, millî devleti fiilen yıkmak ve millet bütünlüğünü parçalamak görevini de siyasal dinci ve etnik ayrılıkçı örgütler yerine getiriyor.

Sonuç olarak, neoliberal politikalar ve bu kapsamda tetikçilik yapan ideolojik akımlar, çağımızın sosyolojik bir gerçekliği olan millî, üniter ve laik devlet olgusunu aşındırıyor. Bir defa, devlet ‘devlet’ olmaktan çıkınca, her türlü dış müdahaleye, terör örgütlerine ve çetelere alan açılmış oluyor.

Süleyman Hayri Bolay (1996): Felsefi Doktrinler ve Terimler Sözlüğü, 6. Baskı, Akçağ Yayınları: 182, Ankara

Yılmaz Özakpınar (2002): İnsan Düşüncesinin Boyutları, Ötüken Yayın No:520, İstanbul

Mahmut Bozan (2018) : Liberalizm ve Neo-Liberalizm Bir Kriz Döngüsü Mü, Yoksa Siyasi Bir Kurgu Mu?, Uluslararası Politik Araştırmalar Dergisi, Nisan, Cilt:4, Sayı 1, ss.27-40

—————————————–

Kaynak:

Neoliberalizm ve Sosyal Darwinizm

Yazar
Feyzullah EROĞLU

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen