Çingiz Hân oğlu Cuci Hân’ın oğlu Batu Hân, Hazar Denizi ve Karadeniz’in kuzeyinde, çok geniş topraklara sâhip, Arapların ve Avrupa’lıların, Altın ordu, Rusların Zolotai Orda dedikleri Kök Orda Devletini kurdu. Kısa zaman sonra ölünce, kardeşi Burkâ Hân 1255 yılında Altınordu hükümdârı oldu. Çingiz oğlu Cuci’nin oğlu Burkâ, daha önce, bir sûfî vâsıtasıyle Müslüman olmuştu, ve adı Bereke(t) olmuştu. (Bazı oryantalistlerin, kültürümüze yabancılıklarından dolayı Berke diye YANLIŞ okumalarından ötürü, kimi âilelerce çocuklarına bu yanlış okuyuş biçimi ad olarak konulmuştur.)
Bereke(t) Hân, Altınordu Hükümdârı olunca, Müslümanlığını ilân etti ve bu devletteki çoğunluğu teşkil eden Kıpçak Türkleri de İslâm’la şereflendiler. Bereke Han, Anadolu Selçuklu hânedânından bir hanımla evlendi, bu evlilikten doğan oğlu İzzeddîn’e, Kırım’da Solhat ve Sudak şehirleriyle yörelerini verdi. İzzeddîn ve annesi, binlerce Müslüman Oğuz Türkünü Anadolu’dan Kırım’a getirip yerleştirdiler.
Altınordu’da hânedân, Çingiz Hân soyundandı, yöneticiler, ileri gelenler gerçek Tatar, yâni Mongol idiler. (On üçüncü yüzyılda Mongollara, Tatar deniliyordu: Arapça kaynakların hepsinde, 1258 yılında Mongolların Abbâsî Hilâfetini yıkmaları: “İstiylâu Tatar alâ Bagdâd” (Tatarların Bağdâd’ı işgali) diye anlatılır) (Tatar sözünü, Mongol’a, daha sonra Çingiz Hân çevirmiştir (W. Barthold, “Tatar” maddesi, Encyclopaedia of Islam, Leiden, 1934, IV, 701.) Altınordu, kuruluş bakımından bir Mongol devletiydi, “fakat Türk unsuru o kadar kuvvetliydi ki, on dördüncü yüzyıl başlarında Altınordu bu unsurun tesirine direnemedi ve bir Türk Devleti hâline geldi” (Shirin Akiner, Islamic Peoples of Soviet Union, London 1986, s.55).
Altınordu’da yaşayan, çoğunluğu Kıpçak Türkü halka, baştaki hânedândan dolayı “Tatar” deniliyordu (Altınordu’daki Türklerin ve günümüzde Kazan ve Kırım Türklerinin konuştuğu, “Tatarca” denilen kuzey Türkçesi budur); aynen, 1922 yılına kadar, Osmanlı Devleti içinde yaşayan Türk, Kürt, Çerkes, Arnavut, Boşnak, Rum, Ermeni, Yahudi, herkesin “Osmanlı” diye anılması gibi.
Mongol kuruluşlu Altınordu’da, dil ve kültür Türkleşti ve Altınordu, bir Türk Devleti hâline geldi, tıpkı; (batı parçası 476 da yıkılıp doğu’da devâm eden) Roma (Rûm) imparatorluğunda, Mîlâdî altıncı yüzyılda dil ve kültürün yunanlılaşarak bu kuruluşun artık bir Yunan varlığı hâline gelmiş olması gibi oldu.
Bu iki mühim olayda, nüfûs sâyesinde, sosyo-politik kuruluşların nasıl kimlik değiştirdiği açıkça görülmektedir. Böyle kimlik değiştirtecek kadar büyük etkisi olan: nüfûstur, insanların çokluğudur.
Bundan ayrı olarak, bir topluluğun, kavmin, milletin, varlığını devâm ettirebilmesi, nüfûsunun -hiç olmazsa- eksilmemesi, aynı kalmasıyla DOĞRUDAN ilgilidir. Nüfûs azalıyorsa, o toplum, YOK OLMAYA doğru gidiyor demektir.
Son yıllarda, ülkemizde, doğurganlık nisbetinin azaldığı görüldüğüne göre, durum, iç açıcı olmaktan uzaktır. Bu konuda, ülke ferdlerinin okumaya yönelmiş olması, öğrenim yıllarının uzun olması dolayısıyla evliliklerin daha geç olması bir sebep olsa gerektir, ancak, zihinlerde de evliliğin değeri, getirdiği bazı yükümlülükler gibi konular da küçümsenmeyecek etkiye sâhiptir. Medya, filmler, gençleri; cinsî arzularını ahlâka uygun olarak, nikâhla, evlilik yoluyla tatmin etmek yerine, Batı’nın, artık çâresiz kalarak havlu attığı, engellemeğe gücünün yetmediği, kantarın topuzunun çoktan kaçmış olduğu duruma özendirmektedir, bu çürümüş gidişi modernite vb laflarla süslü göstermektedir. İçki belâsından kurtulamayan zavallının; rakı yerine aslan sütü, demesi gibi, veya uyuşturucu batağındakinin, o mahvedici maddeye başka isim takması gibi…
Yönetim, evlenecek olanlara 150 000 lira fâizsiz borç veriyor, dahası; bu evlilikten ÇOCUK doğunca, borç siliniyor. Çok güzel, pek isâbetli… yazarlar, sanatkârlar da bu konuyu işlemeliler; varlığımız, devâm etmemiz için, bu güzel hareketler desteklenmeli.
“Milliyetçiyim” diyene; ilk sorulması gereken soru şu olmalı değil midir:
“kaç çocuğun var”?
İkinci soru:
“bu konuda NE yapıyorsun? Çevrendekileri, sözünü dinleyecek durumda olanları, bu konuda teşvik ediyor musun”?
***
Tahsîl sûresi denilince akla şunlar geliyor:
*Lise üçüncü sınıfa geçtiğim 1955 yılında, 4 yıl olan lise öğrenimi, 3 yıla indirildi. Benim durumumda olanlar, liseyi 3 yılda bitirerek 1956 da mezun oldular. Bir yaş büyük olanlar da, Liseyi 4 yıl okumuş olarak aynı yıl, 1956 da mezun oldular (kabahatleri neydi?) Üniversitede birinci sınıfta iken, benden birkaç yaş büyük sınıf arkadaşlarım olmuştu.
*İngiltere’de, Şarkıyat Fakültesi’nde lisans eğitimi 3 yıl idi, bizde ise, Doğu dilleri bölümü, Edebiyat Fakültesi, oldum olası 4 yıldır.
*28 Şubat 1997 örtülü darbesi devrinde İlköğretim 8 yıla çıkarıldı; 15 yaşına gelen çocuğu, İmam-Hatip Lisesine göndermek zorlaşsın, diye. Olan, ustalara oldu; 15 yaşına gelen çocuk, çıraklığa da gitmiyordu. Neyse ki, sonradan meslek liseleri teşvik edildi, kaliteli ustalarımız olacak inşallah.
*Sekiz artı üç tuhaf durumundan kurtulmak için dört artı dört artı dört formülü getirildi, o da eleştiriliyor. Olması gerekenin şu olduğu beliriyor:
İlkokul: 6 yıl
Orta-lise 4 yıl.
Yüksek Öğrenim: 3 yıl
Tıp gibi, özel konular, erbâbının takdîrine göre, 7 yıl, 6 yıl.
Böylece, okumuş olanlar hayata biraz erken başlarlar, çırak sıkıntısı da çekilmez.
*Sorumluluk yaşı, bizde 18 iken, 60 yıl önce İngiltere’de 17 idi. Rahmetli Üçüncü Selîm’in döşediği, isâbetli olmadığı (o zaman görülemezdi) günümüzde, Japon vâkıası görülerek anlaşılan (bizim gibi “her bakımdan Avrupa’lı olmak” değil; (sâdece teknolojiyi almak) yoldan ARTIK vaz geçilerek, BAĞIMSIZCA düşünülerek karar vermek. Bu yanlış yolda devâm edilirse, bir müddet sonra Avrupa, sorumluluk yaşını 16 yaparsa, biz de öyle yaparız, 15 yaparsa, biz de taklîd ederiz.
YAKIŞIYOR MU?
Erken evliliğe karşı çıktılar, bu yüzden hapiste olanlar var. Onlar, vakit geçirilmeden çıkarılmalı. Halbuki, genç okumayacaksa, âile durumu elverişli ise, âilelerin ortak karar vermesiyle evleniyordu, âileler, yardımcı oluyordu. Çok şükür âile kurumunun bizde de zayıfladığı ülkemizde, işler, Batı’daki kadar çığırından çıkmış değil henüz.
*Genç yaşta anlaşamayıp da boşanan çiftler oluyor. Toplum, o insanlarımıza ilgisiz kalmamalı, aracılık ederek yeni yuvalar kurmalarına yardımcı olmalıdır; bu, fark etmediğimiz, ORTAK SORUMLULUĞUMUZDUR.
Sonuç olarak: Nüfûs çok mühimdir (Almanya’da bir bahâne ile işçilerin çocuklarını âilelerinden alarak, 18 yaşına kadar da HİÇ göstermeyerek o çocukları almanlaştırıyorlar, Uğur Dündar, bu durumu çok güzel anlatır) onun için ÇOĞALMALIYIZ, birliğimizi korumalıyız ve gençlerimizi, iyi, kendi değerlerimizi benimsemiş olarak yetiştirmeliyiz.
*** *** ***
25 Mayıs 2025