O Günler Dile Gelse Ve Baba Fuat…

Şoför edebiyatı yolculuğuna “Baba Fuat bir fazla” ile başladım Bu sözü 1980’li yıllarda Mersin Halk Eğitimi Merkezinde Müdür Yardımcısı olarak çalışırken derlemiştim. O zaman Mersin’in Bahçe Mahallesi Soğuksu Caddesinde oturuyordum. Soğuksu Caddesi o dönemde mahalle arasından geçen caddelerin en işleklerindendi. Ehliyetsiz sürücülerin kaçak yolu… Bisikletlisi, motorlusu, tablacısı hepsi bu caddeden geçer. Hatta tablacıların akşam buluşma noktası. Sıra sıra dizilirler. Elmacısı, üzümcüsü, mevsimine göre ne ararsan bulursun. Onun için de çok gürültülü bir cadde. O caddede Zubaroğlu Apartmanına taşındığımda gürültüden günlerce uyuyamamıştım. Daha çok yerli Arapların yaşadığı bir mahalle idi. Caddedeki Yazlık Atlas Sineması caddenin yakışığı. Yazın seyircilerle dolar taşar. Sinema gişesinin hemen bitişiğinde Erciyes Bakkaliyesi. Adından da anlaşılacağı gibi sahibi Kayserili Mustafa Yalçınkaya. Mustafa Tevfik Sırrı Gür Lisesinde öğretmendi. Dükkânda daha çok sucuk ve pastırma satardı. Caddede o işi yapan başka kimse yoktu. Yolumun üstündeydi. İş dönüşü muhakkak karşılaşırdık. Sonra borca alış veriş yapmaya başladık. Alış veriş ilerleyen zaman içinde dostluğa dönüştü. İyi de dost olmuştuk.  Dostluk ipi ben Mersin’den ayrıldıktan sonra koptu. Ama biz, aradan çok zaman geçmesine rağmen pastırma satan Mustafa Yalçınkayakirmizilar.com’ı hiç unutmadık.  

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu Baba Fuat’ın ilk pikabı. 

Maalesef bi o zaman kırmızı pikabın fotoğrafını çekememiştik. 

Zubaroğlu Apartmanındaki evim iş yerine çok yakındı. Her gün yaya gidip geli-yorum. Zaten evi de iş yerine çok yakın diye kiralamıştım. Gide gele caddedeki kişilerle tanıştık. Selâm alıp vermeye başladık. Bisikletçi Diyap, Darbukacı Derviş apartman kapısından çıkarken karşılaştığım ilk kişilerdi. İşe gidiş gelişlerimde çevredeki insanları inceler neler düşündüklerini merak ederdim. O meraklı geliş gidişlerim de gözüm bir gün yol üstünde kırmızı bir pikaba ilişti. Arkasın da Baba Fuat bir fazlayazılı. Sözü repertuvarıma aldım. Fakat demek istediğini bir türlü çözemiyordum. Söz, dilime tespih oldu. Çok düşündüm. Maalesef sonuç yok. Çaresizim. Sahibine soracağım. Sabah erken işe gittiğim için o saatte sormak uygun olmaz diye düşünüyorum. İş dönüşünde de pikap olmuyor. Fakat ne olursa olsun kafaya koydum. Yazının mahiyetini öğreneceğim. 

Günlerden bir gün pikabın durduğu evin önünde birisine rastlar mıyım düşüncesiyle işe geç gittim. Gerçekten istediğim oldu. Bir teyze pikabın hemen yanı başında oturuyor. Tersler diye de korkuyorum. Çekine çekine yanına yaklaştım. 

—Günaydın teyze.

—Günaydın.

            —Nasılsın iyi misin?    

—Aman bire oğlum bu yaştan sonra iyi olsak ne olacak. Yaş geldi sona dayandı. Öyle böyle ömür bitip gidecek. 

—Hayırlısı olsun teyzeciğim. Öyle böyle derken bir gün ömür bitecek. Onun için hayırlısı diyelim. Teyzeciğim izinin olursa bir konuda yardımını isteyeceğim. Ama kızmayacaksın. 

—Kızıp kızmayacağım ne istediğine bağlı. Meramını anlatmadan pazarlığa başlama yavrum. Ne isteyeceksin bilemiyorum ki… Haydi, söyle bakalım.

—Teyze bu pikap sizin mi?

Evet… Eşimin pikabı.

—Eşiniz ne iş yapar?

—Balıkçıdır.  Usta bir balıkçı. Mersin de: “Baba Fuat bir fazla” dedin mi herkes bilir. Mersin balıkçılığı ondan öğrendi. 

—Peki, teyze kızma ama arabanın arkasına neden “Baba Fuat bir fazla” yazıldı.

—Aman bire yavrum senin ki de sorumu Allah aşkına? İş bulamadın it mi taşlıyorsun. Ne yapacaksın. Git işine Allah’ını seversen. Öğrendiğinde ne işine yarayacak. Kimin derdine derman olacak. 

—Bana kızma diye sizinle pazarlık yapmamda ki sebep bu idi. Ben çok merak ettim. Sakıncası yoksa söyler misin?

Teyze önce nazlandı tuzlandı. Kafasını bir sağa bir sola çevirdi. Lâ havle çekti. Baktı ki ben ısrarla konunun üstünde duruyorum. Dayanamadı başladı anlatmaya: 

Eşim balıkçıdır. Söylediğim gibi Mersin’in en ünlü balıkçısıdır. Kalender bir yapısı vardır. Kendine göre çok özel bir adamdır. Lacivert takımının yakasından kırmızı gülü hiç eksik olmaz. Ona göre kim ne derse, kim ne yaparsa Baba Fuat bir fazlasını yapar. Bir kişi on çay ısmarlamışsa Baba Fuat on bir çay ısmarlar. Herkes bir evlidir. Baba Fuat’ın bir fazla olması için iki evli olması gerekir. Ve nitekim evlilikte de Baba Fuat bir fazladır. Kısaca kim ne yaparsa Baba Fuat bir fazladır.  İşte Baba Fuat’ın hikâyesi böyle yavrum, oldu mu? Amacına ulaştın mı?

Oldu teyzeciğim. Baba Fuat’ın hikâyesini anlatarak beni mutlu ettin. Sağ olasın, çok yaşayasın. Ömrün uzun olsun. Baba Fuat’a da bizden selam olsun dedikten sonra elini öptüm. Vedalaştıktan sonra da ayrıldım. Hem gidiyor, hem gülüyorum. Muamma çözüldü. Sabırla koruk helva oldu.  

Kamyon Edebiyatıyla ilgili Rüzgâr Özür Dilese de / Dal Kırıldı Bir Kere adlı kitabı 

mın ortaya çıkmasına Baba Fuat bir fazla sözünün sebep olduğunu duyan ve Mersin’de ikâmet eden değerli dostum Kemal Öğretmen (TRT Çukurova Radyosu THM Müdürlüğünden emekli) Baba Fuat’la ilgili birtakım tespitlerinin olduğunu kendisinin de dost olduğunu bir telefon görüşmesinde söyledi… Tespitlerini de bir şekilde bana ulaştırdı. İşte bana ulaştırdığı tespitlerinden bir bölüm:

“Ünü şehrin sınırlarını aşmış, adeta şehrin sembolü haline gelmiş kişiler vardır. O şehrin adı geçtiğinde akla ilk gelen onlar olur. Baba Fuat bir fazla da Mersin için öyle bir kişiliktir. Onun gerçek adı Fuat Diler’dir. Fakat gerçek adıyla onu hiç kimse tanımaz. Hatta 60 küsur yıldır balıkçılık yaptığı Mersin balık halinde bile gerçek adını kimse bilmez. 

Mersin’de göreve başladığım l973 yılından itibaren ben de onu gerçek adıyla değil, mahlasıyla tanıdım. Sevgili dostum Halil Atılgan, şoför edebiyatıyla ilgili bir kitap hazırladığını, yıllar önce Mersin de Fuat Diler’in arabalarının arkasında gördüğü “Baba Fuat bir fazla” yazısı nedeniyle kitabında ona da yer verdiğini söyleyince, ben de bu kişiyle ilgili bildiklerimi aktardım. Halil Bey, bu kişinin aslında müstakil bir kitaba konu olabileceğini, ancak şimdilik yaşamından kesitler vermenin uygun olacağını,kendisinin Ankara’da olması nedeniyle konuyla benim ilgilenmemi istedi.

16. 07. 2011 tarihinde saat 09.00 da Mersin Balık Halindeki dükkânında Baba Fuat’la buluşup konuştuk. Önce “Baba Fuat bir fazla“ mahlasının nasıl ortaya çıktığını sordum. 

Baba Fuat 1928 Mersin doğumlu. Önce değişik iş yerlerinde çalışmış; fırın, kasap, bakkal, manav vb. Herhangi bir eğitimi, hatta okuması yazması dahi olmadığı için başka şansı da yokmuş. Kendi deyimi ile hayat mektebinden mezun olmuş.Üstün zekâsı, cesareti, çalışkanlığı, sevimliliği, espri yeteneği sayesinde kısa zamanda ekonomik güç ve sosyal statü kazanarak sivrilmişÖte yandan engin hoş görüsü, babacan tavırları nedeniyle kendisine önce “Baba” mahlası takılmış. Devlete olan bağlılığını oğlunun adını Devlet ve Hükümet koyarak ifade etmişVali, komutan, hâkim, savcı, emniyet müdürleriyle arkadaşlıkları meslektaşları tarafından kıskanılmaya, hatta küfre varacak sataşmalara muhatap olmuş. Onları Kim ne söylüyorsa bir fazlası diyerek susturmuşAncak “Bir fazla” sözcüğü kendisine öylesine yapışmış ki, Baba Fuat altta kalmaz, iyiliğine ya da kötülüğüne kim ne derse, her sözün bir fazlasını söyler anlamında “Bir fazla” demeye başlamış. Böylece uzun uzun konuşmaya gerek kalmadan, övgüye de yergiye de “Bir fazla” diyerek cevap vermiş.

Bir fazla mahlası kendisine bu türden kolaylık sağlarken, çoğu zaman zarar da vermiş. Dükkânına gelip üç, beş kilo balık alan bazı müşteriler, balığı tarttırdıktan sonra tezgâhtan bir de fazla balık almış. İşçiler buna karşı çıktığında, müşteri: “Dükkânınızın önünde bir fazla yazıyordu, ben de onun için bir fazla balık aldım” cevabını vermiş: Ancak bu durum, Baba Fuat’ı üzmek yerine mutlu etmiş. Ününü daha geniş kitlelere duyurmuş. Sadece balıkta değil, sözde de hep bir fazla olmuş.  

Baba Fuat günlerden bir gün: Mersin’in sevilen hâkimlerinden, Asliye Ticaret Mahkemesi Başkanlığı da yapmış Sn. Şemsettin Karahan’ın duruşmasına girer bir işi için. Şemsettin Bey Baba Fuat bir fazlayı görünce duruşmayı aralar, iki elinin parmaklarını havaya kaldırarak: ”Baba Fuat on milyon” der. Baba Fuat hiçbir sözün altında kalmaz, ama saygıda da kusur etmez. Hâkime saygısını göstermek için önce düğmesini ilikler, sonra esas duruşa geçer ve: “On bir milyon hâkim bey” der. Baba Fuat’a göre hâkim bey sülalesine on milyon kez küfretmekte. Baba Fuat da on bir milyon diyerek bir fazlasını hâkim beye iade etmektedir. Baba Fuat her zaman olduğu gibi yine bir fazladır. 

            Baba Fuat bir gün Kuzey Kıbrıs’ta kızının işlettiği lokantada otururken, kadınların oturduğu masada Kastamonulu bir Bayan Baba Fuat bir fazlayı kastederek: “Sor bakalım baban hiç Kastamonu’ya gitmiş mi?” Baba Fuat: “Sarımsağı severim ama hiç oraya yolum düşmedi” cevabını vermiş. Tabi masada bir alkış tufanı kopmuş. Kastamonulu Hanım: ”Anam kurtuldu, babama söyleyeyim de içi rahat etsin “ demiş.

            Mersin de Baba Fuat’ın adresi için öyle mahalle, cadde, sokak, apartman adı, yazmaya gerek yok. Bu durumu yine Baba Fuat’ın Ankara Ulus Postahanesi’nde görevli Perihan adında telefon arkadaşlığı yapan bir bayanla ilgili anısını naklederek anlatmaya çalışalım. O dönemde şimdiki gibi telefonu çevirerek kişiye ulaşmak mümkün değil. Ancak bir görevlinin bağlamasıyla görüşme gerçekleşiyor. İşte o dönemde Baba Fuat geç vakitte Perihan Hanımı arar. Görevli telefonun bağlanmasını sağlar ve Baba Fuat’la Perihan Hanım konuşmaya başlar. Ancak Perihan Hanımın sesi değişik gelmektedir. Baba Fuat şaşırır.

-Sesin niye bozuk geliyor”?

Perihan Hanım:

Pekiyi senin sesin niye bozuk geliyor.

Baba Fuat;

Ben gece kuşuyum da ondan.

Perihan Hanım;

Ben de gece kuşuyum deyince Baba Fuat hayatında hiçbir fırsatı kaçırmadığı gibi, bu

fırsatı da kaçırmaz. 

Mersin’in geceleri güzel olur sizi Mersin’e davet ediyorum der. 

Perihan Hanım bu daveti geri çevirmek istemez. Adresini ver geleyim deyince, Baba Fuat da hemen adresini verir: ”Baba Fuat Bir Fazla-Mersin”. Perihan Hanım davetin ciddi olmadığını düşünüp böyle adres olmaz, davetin ciddi değil diye çıkışır. Baba Fuat: Perihan Hanımı ikna etmek için, Mersin’in küçük bir şehir olduğunu, herkesin bir birini tanıdığını, kendisinin Mersin’de bilinen bir kişi olduğunu, otogardan hatta Adana Hava alanından bindiği bir taksinin Mersin’de kendisini hemen bulabileceğini, eğer tersi olursa o taksi şoförünün sorumlu olacağını belirtir. Bu kadar açıklamadan sonra Perihan Hanım Mersin’e gelmeye karar verir. Ancak iki gün sonra Perihan Hanım yerine Ankara Bahçelievler Postahanesinden gönderilmiş, Baba Fuat Bir Fazla-Mersin adresiyle bir zarf gelir. İçinde de bir milli piyango bileti vardır. Perihan Hanım, gönderdiği mektupla adresin doğruluğunu test etmek istemektedir. Nitekim daha sonra Baba Fuat’ı arayarak mektubunu alıp almadığını sorar ve aldı ise içindeki milli piyango biletinin numaralarını okumasını ister. Numaraların doğru söylediğini görünce, adresin doğruluğunu anlar ve Baba Fuat’a Mersin’e geleceğini söyler. Baba Fuat da, Mersin’de Mersin oteli yanında Sahil Lokantasına gel, üzerinde televizyon ve kırmızı güller olan masada beni bulursun der. Nitekim öyle de olur ve bir Cuma günü Perihan Hanım konuştukları gibi Mersin’e gelir Baba Fuat bir fazlayı dediği yerde bulur. Böylece uzun sürecek bir dostluğun da temeli atılmış olur. Perihan Hanım Mersin’in küçük bir şehir olmadığını, Baba Fuat’ın ününün büyüklüğünü, PTT’ci olarak en kısa adrese sahip olduğunu öğrenir ve daha sonra hep aynı adresle yazışır: Baba Fuat bir fazla-Mersin.

Böylece “Baba Fuat bir fazla nın Şoför Edebiyatına nasıl girdiğini de öğrenmiş olduk. Bu tespitimiz bazı sözlerin de nasıl ortaya çıktığının belgeseli oldu. İşte bundan sonra başladık kamyon arkası yazılarını derlemeye. Az gittik uz gittik. Her yolculuk bizi yeni yeni kamyon yazılarıyla buluşturdu. Şehirlerdeki kamyon garajları, şehirlerarası yolculuklar birimizi beş etti. Her kamyon benim için önemli bir kaynaktı. Onun için istemesek de gördüğüm her kamyona gözüm takılıp kaldı. Kimisi boş kimisi dolu. Ulaşabildiğimizin fotoğrafını çektik. Ulaşamadığımızı yazıya geçtik. Her uzun yolculuğa çıkışımız çok değişik sözlere ulaşmamı- zı sağladı. Bulduğumuz her güzel söz bizi galeyana getirdi. 

Bu sözlerin nasıl ortaya çıktığını düşündüm. Duygulu bir millet olduğumuzu biliyordum. Şoför Edebiyatı yazılarına ulaştıkça, onlarla ilgili tespitlerim arttıkça duygularım katmerlendi. Bu duyguları yaşadıkça Topuz Eşe ile Goca Anşa’nın Abdal Süslü Hasan Ağaya yaktığı ağıtlar geldi aklıma. Abdal Süslü Hasan Ağa: Boyu posu, heybetli yapısıyla, davul zurna çalmadaki ustalığıyla ünlüdür Çukurova’da. Günlerden bir gün Süslü Hasan Ceyhan’da, Ceyhan nehri kenarındaki çadırında vefat eder. Hasan Ağanın vefatını duyan eş dost ve tüm yakınları yas yerine gelirler. Ağıtlar yakılır. Özellikleri dile getirilir. Topuz Eşe ile Goca Anşa’da Hasan Ağanın özelliklerini ağıtla dile getirenlerdendir. Ellerinde Hasan Ağanın soykaları. (Hasan Ağanın üstünden çıkan elbiseleri.) Karşılıklı söylerler ağıtlarını. Bir Topuz Eşe, bir Goca Anşa. Tıpkı âşıkların atışması gibi. 

Goca Anşa ( Koca Ayşe):

Kele eşe kele Eşe

Süslü Hasan ölmüş taman

Davuluyla zurnası 

Bak asılı kalmış taman

Topuz eşe:

Hasta Süslü Hasan hasta

Kuşburnu ezmesi tasta

Davran da kalk Hasan ağam

Bizi koyup gitme yasta

Goca Anşa:

Melekleri türbe yapsın

Cenneti âlânın katına

Ağam gitmesin hacetsiz

Davulu asın tabutuna

Topuz eşe:

Davulu ceren derisi

Yerini tutmaz birisi

Bizler kaldık gözü yaşlı

Gelir ağıtın gerisi

Goca Anşa:

Süslü Hasan zurna çalar

Soluk yetmez soluğuna

Azrail mi girmiş taman

Düdüğünün deliğine

Topuz Eşe:

Öldüyüse uğur ola

Varsın gitsin güle güle

Genç ömrünü heder etti

Boz kasnağı çala çala

diyerek Topuz Eşe ile Goca Anşa arı duru bir dille Hasan Ağaya olan duygularını dile getirirler. Eee… Topuz Eşe, Goca Anşa duygusunu dile getirir de şoförler dile getirmez mi? Elbette getirir. Onlar da yürekten söyler sözlerini. Sözcükler kelebek gibi uçuşur: “Çölde kalan tek çiçek sen olsan / Seni yaşatmak için her gün ağlardım. Adı sevdaysa bu cehennemin, sen yaktın da ben yanmadım mı? İnat etme gökyüzü benim kadar ağlayamazsınBalıkların gözyaşı denizde belli olmaz” diyerek aşk ve sevda konusundaki düşünceleri işte böyle dile gelir.  Her bir söz şiir gibidir.  Burcu burcu sevgi kokar. 

Aşk onlar için: Hayat lokantasında yenen büyük kazık / Hayatımda öyle bir cümlesin ki sana nokta koyamıyorum” diyen çaresizliktir. Ya da kamyon arkasına düşen arabesk bir şarkı sözü,“Batsın bu dünya” diyerek Orhan Gencebay’a arka çıkan bir düşüncedir. Onlar bu düşüncelerini: “Eğil ama kırılma. Erenler nutkunu açıkta söyler. Gurbet kuşunun kanadı kırık olur. Güzeli göz, yiğidi söz öldürür. Karanlığın efendisi olacağıma, aydınlığın kölesi olurum. Doğruysan kimse hatırlamaz. Dost ararsan cebine bak. Dosta kaşımı / Düşmana başımı eğmem” diyerek ortaya koyar. Deyişler atasözü niteliğindedir. Onlar arı gibi her çiçekten bal alır. Okkalı sözler söyleyerek insanı kendisine hayran bırakır. “Cahille sohbeti kestim / Aydınları görünce içim kararıyor. İnsanları tanıdıkça hayvanları daha çok seviyorumİnsanlık bugün de para karşısında çok değer kaybetti. Köprüden geçerken gördüm / Ayı senin gerçek dostun olabilir” kamyon arkası yazıları bahsettiğimiz gölgesi ağır sözlerden sadece bir kaçıdır. 

Türküler milletimizin edebiyatı, sözlüğü, mizahı, aşkı gurbeti, tabiatıdır. Türk milletinin dili türkülerde yaşar. Aradığınız tüm güzellikleri bulmak mümkündür. Sabahınan erken çifte giderken / Öküzün torbadan düşmesi. Estergon Kalesi, Karacaoğlan, Emrah Köroğlu, Pir Sultan türkülerimiz sayesinde varlığını korumuş ve günümüze ulaşmıştır. Şoför Edebiyatındaki sözlerde aynı türkülerimiz gibidir. Arı duru bir Türkçe ile söylenmiştir.  Dil, mizah, hiciv, aşk, gurbet, memleket onların öz Türkçe söyleyişiyle renk şekil bulmuş, türkülere öykünerek varlıklarını korumuş, yeni bir anonim halk edebiyatının oluşmasına vesile olmuştur. Bu edebiyatın içinde aradığınız her konuda söz bulmak mümkündür. Hatta: Hey! You didnt understand me i burned for it. (Hey! Sen beni anlamadın onun için yanıyorum.) No woman no drive. (Kadın yoksa sürüş de yok.) diyerek İngilizce modasına bile uymuşlardır. Her ne kadar İngilizce modasına uysalar, moda sözcükler kullansalar da: “En asil intikam af etmektir” diyerek bayrağı burca dikerler. 

Bunlar bizim uzağımızı yakın eden kahramanlardır. Sevgileri sahte değildir. Hayatının çoğu yollar da geçer. İçten pazarlığı yoktur. Duygu ve düşüncelerini kamyon arkasına özgürce yazdıkları yazılarla ifade ederler. İşte ben; duygularını özgürce ifade eden bu yazıları yıllarca derledim, toparladım, Rüzgâr Özür Dilese de / Dal Kırıldı Bir Kere adıyla kitaplaştırarak da toplumun hizmetine sundum. Dilerim ki Toplum Bilimciler konuyu sosyolojik ve psikolojik bakımdan araştırır, inceler. Şoför Edebiyatın kahramanları hakkında son sözü söyler. Bu olgunun nedenini, nasıl ortaya çıktığını bilimsel olarak ortaya koyar, merak ettiğimiz bir takım konuları açıklığa kavuşturur diyor, seçtiğim okkalı birkaç kamyon arkası yazısıyla sözlerimi noktalıyorum. 

Aşkın bir sabun ise köpürt beni Pakize.

 Âlem kaşar olmuş tost yapan yok. 

            Bakmakla âşık olunsaydı öküz trene âşık olurdu.

Nokta kadar menfaat için virgül kadar eğilirsen / Sonunda ünlem gibi baş aşağı düşersin.

Kader seni yenerim / Ah şu felek zar tutmasa.

            Söz var iş bitirir / Söz var baş yitirir.

            Kadın dediğin İstanbul gibi olmalı / Fethi zor fatihi tek.

Yazar
Halil ATILGAN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen