O; Türk diline, Türk kültürüne ve Türk Dünyası’na büyük hizmetleri dokunan;
“Ben Altay dağlarından koparak geldim
Yüreğimde Türkistan’dan bin bir nakış var
Çok şükür aslım da neslim de belli
Türk’üm, Müslümanım o dağlar kadar…
Ben Türkmen’im, Özbek’im, Kazak’ım, Kırgız’ım ben
Azerbaycan Türkleriyle aynı kandanım
Kıpçakları, Uygurları aşkla duyanlardanım
Ben ki Tatarlardan, Gagavuzlardan
Çuvaşlardan, Bozkurtlardan, Oğuzlardanım.”
diyen, hâlis bir Türk, kâmil bir mü’min, kadim bir Türk milliyetçisi, samîmi bir vatanperver ve medeniyet değerlerimizin hâdimi olarak gök kubbede bir değil birçok hoş sadâ bıraktı.
O; “Anamızın ağzımızdaki ak sütü” olan güzel Türkçemizi şiirlerinde çok nâzenin bir biçimde kullandı ve
“Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik
Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden
Martılar konuyor omuzlarıma
Gözlerin İstanbul oluyor birden
Akşamlardan, gecelerden senden uzağım
Şiirlerim rüzgardır uzak dağlardan esen
Durgun sular gibi azalacağım
Bir gün birdenbire çıkıp gelmesen”
dizeleriyle hissiyâtını çok duygulu ve unutulmaz mısralarla kaleme aldı.
O; “Dîn ü devlet mülk ü millet” aşkını her şeyin üstünde tutarken;
“Ben Antepliyim, Şahin’im ağam.
Mavzer omuzuma yük.
Ben yumruklarımla dövüşeceğim.
Yumruklarım memleket kadar büyük.”
mısralarıyla Türk’ün mücâdele azmini anlattı ve inandığı doğruları hiç kimseden çekinmeden, sözlerini eğip bükmeden dosdoğru ortaya koydu.
O; vatan gibi kutsal, ekmek gibi mübârek, Türkçe gibi leziz, su gibi aziz, gün ışığı gibi tertemiz, gökyüzü kadar engin bir yüreğin sahibi olan analarımız için;
“Ne güzel hayatı analarla yaşamak
Yürekleri temiz, alınları ak
Duyguları bile haramdan uzak
Sıcak analar bilirim.
Yurdumuzun, yuvamızın orta direği
Dünyadaki varlıkların en mübareği
Elimize diken batsa yüreği;
Yanacak analar bilirim.
Bendedir öksüzlerin çektiği çile
Gözyaşımı oya yaptım mendile.
Ağlasam sesimi yattığı yerden bile
Duyacak analar bilirim...”
şiirini yazarak, insanımızın yüreğindeki anne sevgisini damıtılmış dizelerle şâhikalaştırdı.
O; “Yalnızlık”, “Duvak”, “Seninle” ve “Harman” isimli şiir kitapları; “Türkistan Türkistan” ve “Üsküpten Kosova’ya” isimli eserleri ve zihinlerde iz bırakan esir Türk illerine dâir;
“Bizim türkümüzde gurbet var artık.
Hasret var, yürek var, toprak var balam
Gönlümüzü sımsıcak alan topraklar
Tiyan-Şan, Kadır-Gan Dağları’na dek uzar
Kim demiş vatanımız Edirne’den Kars’a kadar.
Kerkük’te kurşunlar ansızın bizi vurur
Sürüklenir sokaklarda başsız cesetlerimiz
Zulüm bir hançer gibi içimize oturur
Bir mağara devrinden arta kalan insanlar
Kerkük’te kan kusturur…
Uzar gider bir sessizlik içinde
Bir uçtan bir uca Türkistan toprakları
Beyaz altın dediğimiz pamuk tarlalarına
Çöreklenir yedi başlı kızıl yılan
Baş kaldırsa esârete yeni bir Osman Batur Han
Bebekler bile vurulur beşiklerinde
Kana boyanır Türkistan.”
dizelerini yazdı, yıllar yılı Türklüğü ve Tûran ülküsünü gönüllerde bayraklaştırdı…
O; gönül seferberliğini Yesevî erenlerinin irfanıyla,
“Yeniden cemre gibi düşmek toprağa
Yeniden haram etmek gece gündüz uykuyu…
Yûnus Emre gibi atsız-pusatsız
Yeniden fethetmek Anadolu’yu.”
diyerek kıt’a kıt’a terennüm etti ve Anadolu’nun çektiği çileleri, “ölüm yataklarında ne doktor yüzü ne ilaç gören hastalarının” dertlerini ve öz vatanında gurbeti yaşamanın elemini de
“Gittim, yiğitçe döğüştüm gazâ meydanlarında
Ne tak-ı zaferler istedim, ne taç…
Savaşta çiğnetmedim hilâli düşmanlara
Barışta düştü üstüme gölge gölge haç…
Ben Anadoluyum, acılı, mahzun;
Bende bitmez tükenmez dert kulaç kulaç…”
diyen beyitlerle, en hüzünlü gerçekleri çok çarpıcı ifâdelerle anlattı.
O; kelimelerin tarifte âciz kaldığı “üç harf – beş nokta” diye vasfedilen ve “lambada titreyen alevi üşüten” duyguları;
“Sözde senden kaçıyorum dolu dizgin atlarla
Bazen sessiz sevdasın ipekten kanatlarla
Ama sen hep bin yıllık bilenmiş inatlarla
Karşıma çıkıyorsun en serin imbatlarda
Adını yazıyorum bulduğun fırsatlarla
Yüreğimin başına noktalarla, hatlarla
Başbaşa kalıyorum sonunda heyhatlarla
Sözde senden kaçıyorum dolu dizgin atlarla…
Şaşırdım kaldım işte, bilmem ki n’emsin?
Bâzen kız kardeşimsin, bâzen öp öz annemsin
Sultanımsın susunca, konuşunca kölemsin
Eksilmeyen çilemsin
Orada ufuk çizgim, burda yanım yöremsin
Beni ruh gibi saran sonsuzluk dairemsin
Çaresizim çaremsin
Şaşırdım kaldım işteBilmem ki n’emsin?
çok lirik mısrâlarla kaleme aldı…
O; “Gittikçe Artan Yalnızlığımız’a” yeni bir yalnızlık eklerken, eserleri ve gönül zenginliğiyle gönüllerimize taht kurdu ve şâir, yazar, fikir adamı olarak Türk edebiyatının ve düşünce dünyamızın mümtaz şahsiyetleri arasında yer aldı. O;
“Bir Peygamber sofrasıydı soframız:
Biraz tandır ekmeği, biraz çökelik…
Yoksulluğunla da bağlandım kaldım sana
Mecnunlar gibi üstelik.
Türkiye’m! Hasretim! Kınalı türküm!..
İçiçe güzellik, uç uca kahır
Yüreğimi bin parçaya bölseler
Her parçası yine seni çağrışır.”
dedi ve şiir tadında bir ömür yaşadı, hayatı şiirlerinden daha duygulu, şiirleri hayatından daha güzel ve daha anlamlıydı…
O, 28 Eylül 2025 günü;
“Gelir bir bir, gider bir bir, kalır BİR,
Gelen gider, giden gelmez bu bir sır…”
hükmünce fânî dünyadaki misâfirliğini tamamladı ve emânetini “Sonsuzluğuın Sâhibi”ne teslîm etmek için Bâkî Âlem’e sefere çıkan “Sessiz Gemi”ye bindi,..
Ve Türk şiirinin son dönem şahdamarlarından Yavuz Bülent Bâkiler de dünya sürgünü tamamladı, Âlem-i Cemâl’e vuslat için Hakk’a yürüdü.
Yüce Rabbimiz rahmet ve mağfiretiyle, Efendimiz Aleyhisselâtü Vesselâm’da şefkat ve şefâatiyle sarıp sarmalasın. Rûh-i revânı şâd ü handân, mekânı Cennet, makâmı âlî olsun. …
Azîz rûhu için el-Fâtiha…
28 Eylül 2025
Dr. Mehmet GÜNEŞ