Orhan Türkdoğan Hoca’ya Sonsuz Rahmetle – Efendi BARUTÇU

Tam boy görmek için tıklayın.

“Bir iyi insan vefat edince onun arkasından üzülmeyin, onu kaybeden topluma üzülün”
Farabi

                                                                                       

Bir Şahsiyet Abidesi Olarak Orhan Türkdoğan

“Şeyh Edebâli’nin dediği gibi “İnsanlar vardır, şafak vakti doğup, akşam ezânında ölürler…  Kendilerine tahsis edilen ömrü tamamladıktan sonra, bu fânî dünyadan göç edip, bâkî âleme vâsıl olurlar… Bu insanların büyük çoğunluğu, hayata ve topluma dâir önemli izler bırak/a/madıkları için geceye misafir olan akşamla birlikte unutulup giderler.

Bir kısım insan da vardır ki; yaptıkları, yaşadıkları, yaşattıkları ve yazdıklarıyla tarihe, topluma ve insanlığın hafızasına derin izler bırakır; geceye karışıp gitmez, nisyana terk edilmez, geceleri yırtan müjdeli bir şafak gibi hayatiyetini devam ettirir, hatırlanır, aranır ve yâd edilirler…

 Onlar, mukaddes inançların, büyük dâvâların, ulvî hedeflerin ve soylu mefkûrelerin müntesibi olup, bu yüce değerlerin gölgesinde şekillenen eşsiz bir mücâdelenin, tâvizsiz bir tavrın ve şâhikalaşmış bir şahsiyetin sahibi olan müstesnâ kimselerdir. Onlar, hayatlarını Hakk’a göre tanzim eden, çizgilerinde aslâ kırıklık olmayan, etrafı birer meşâle gibi aydınlatan, yollara ışık serpen, toplumlara hedef ve istikâmet veren, pek çok nesle örnek olabilmeyi başarabilen âbide şahsiyetlerdir…”*

İşte Orhan Türkdoğan Hocamız da bu âbide şahsiyetlerden birisiydi. O,  îman ve inancı, ilim ve kültürü, kararlılık ve cesâreti, ahlâk ve fazileti, tevâzûu ve vefâsı, tavır ve duruşu, ferâgat ve hasbîliğiyle nesiller boyu anlatılması gereken ve mutlaka anlatılacak olan örnek bir davâ adamıydı. Türkdoğan, gençliğe yeni ufuklar açan bir mütefekkir, gelecek nesillere idealizm aşılayan bir gönül eriydi… Orhan Türkdoğan, Türk milliyetçilik tarihine ve bütün ülkücülerin kalbine altın harflerle yazılan büyük bir ilim ve dava adamıydı.

1970’li yılların kaotik ortamında üniversite ve yüksekokullarda aşırı solcu, devrimci ve bölücü unsurların kendileri gibi düşünmeyen insanlara hayat hakkı dahi tanımadığı bir dönemde bir insan düşünün ki, fikir ve inançlarından başka silahı olmadan, kendisini sosyoloji ilmine ve Türk milletinin büyük geleceğini inşa davasına adamış olsun.

Yine bir insan düşünün ki hayatı boyunca hiçbir dünya malı, mevki, makam ve rütbe için iktidar sahiplerine tabasbus(yaltaklanma) etmemiş, ilim hayatındaki her mevkiini alın teri, göz nuru ve emeğiyle kazanarak hocaların hocası olmuş ve Türk sosyolojisinin zirve isimlerinden biri olma mevkiine ulaşmıştır.

1970’li yıllar, Türkiye’mizin ekonomik, sosyal ve kültürel geri kalmışlığı karşısında değişik kurtuluş reçetelerinin çok yoğun şekilde tartışıldığı yıllardı.

O günün Türkiye’sinde gençlerimiz, aydınlarımız yabancı kurtuluş reçetelerinin kafaları, gönülleri işgal ve ifsad ettiği karanlık bir zaman dilimini yaşıyor ve bu yabancı ideolojilerin yoğun propagandalarına karşı korumasız kalıyorlardı.

Bu zararlı fikirlerin savunucuları arkalarını dünyanın süper güçlerine dayayarak çok yoğun propaganda ve beyin yıkama metotlarına başvuruyorlardı.

Üniversite ve yüksek okullar aşırı solcu-devrimci militanlar tarafından “halklara özgürlük” teraneleriyle işgal ediliyor, fakülte koridorlarında devrimci marşlar söylenip yaşlı başlı hocalar bile tehdit edilerek devrimci bildirilerinin altına imza atmaya zorlanıyordu.

Kendilerinden olmayanlara okuma ve hayat hakkı tanımayacak kadar bir gözü dönmüşlükle üniversite ve yüksek okullar kan deryasına döndürülmeye çalışılıyordu.

Şehirlerde kurtarılmış bölgeler ihdas ediliyordu. Üniversite işgalleri, fabrika işgalleri, banka soygunları, fidye için adam kaçırmalar, Türk askerine ve Türk polisine silahlı saldırılar günlük hayatın sıradan hadiselerine dönüşmüştü.

Fikir tartışmaları ile sistem ve kurtuluş reçeteleri arayışlarının yoğun yaşandığı bu yıllarda; Türk Milliyetçisi-Ülkücü aydınlar ve gençler Türkiye’nin temel meselelerine çözümler üretiyor, “yabancılaşmadan çağdaşlaşmak” şiarı ile Türk tarihinin engin tecrübelerinin ışığında Milletimizin iman ve ruh köküne bağlı kalarak maddi-manevi kalkınmamızın mümkün olacağına inanıyor ve bunu savunuyordu.

O çalkantılı kan ve barut kokan günlerde, Anadolu’nun dört bir tarafından büyük şehirlere üniversite tahsilleri için gelip bir an önce hayata atılmaya çalışan gençler ve dönemin ülkücü aydınları canlarından aziz bildikleri vatanları, ebed-müddet bildikleri devletleri ve mukaddesleri uğruna bütün varlıklarını gözlerini kırpmadan feda ettiler. Devletin namusunu, Türklüğün mukaddeslerini çiğnetmediler.

Orhan Türkdoğan Hocamız da-fikir ve hizmet planında-bu ülkücü milliyetçi mücadele neslinin öncülerindendi.

Orhan Türkdoğan Hoca kendi döneminde sosyoloji ilminin üstadı ve bilgesiydi. Sosyoloji bilimine bir kaynaktı. Türk kültürüne ve Türk tarihine, Türk diline ve eğitimine dost-düşman herkesin takdirine ve hayranlığına mazhar olacak derecede kalıcı ve değerli hizmetler vermişti. Sosyoloji ilminde Ziya Gökalp geleneğini devam ettirmesinin yanı sıra dünyadaki tüm sosyolojik cereyanları ve yayınları yakinen takip ederek derlediği bilgileri Türk sosyolojisinin görüşleri doğrultusunda harmanlayarak öğrencilere ve Türk bilim dünyasına aktaran müstesna ilim adamlarından biriydi.

Onu tanıyan herkesin hiç tereddütsüz kabul edeceği gibi, bugün Erzurum başta olmak üzere, Bolu’da, Kocaeli’nde ve İstanbul’da, Anadolu sathına yayılmış üniversitelerimizde hizmet eden çok sayıda sosyoloji hocasının hocası, yani “hocaların hocası” olmak sıfatıyla daima saygıyla ve hayırla yâd edilecek hizmetlere imza atmış büyük bir isimdi.

Bir Abide Şahsiyet 

Bir insanın kendinden beklenenleri yapacak, beklenmeyenleri ise, hiçbir zaman yapmayacak şekilde organize olmuş ruh ve beden yapısı sahipliğine şahsiyet (kişilik) diyoruz. Şahsiyet, oluşumunu tamamlamış bir benlik ve kimlik toplamıdır.

Şahsiyet, kazandığı değer ve davranışlarla yapılandırdığı duygularıyla, düşünceler arasında anlamlı ve sürekli bir diyalog kurabilen, kendinden beklenenleri elinden geldiği ölçüde yapan, kendinden beklenmeyenleri hiçbir şart altında yapmayan, kendi içinde bütünlüğe kavuşmuş insandır.

Hem tek tek kişilerin hem de topluluk ve toplumların benliğini, kişiliğini kuran veya geliştiren unsurlardan en önemlisi şahsiyetlerdir.

Toplumlar şahsiyetlerin üzerinde taşınan birer özel dünyadır. Toplumların tarih içinde aldıkları yer ve tesirleri, yetiştirdikleri etkili şahsiyetlerin nüfuzu ile doğru orantılıdır.

Şahsiyetler tarihin ruhundan aldıkları ilhamla yönetim, askerlik, edebiyat, fikir-sanat, ticaret ve bilim alanlarında öncülük yapan kişilerdir.

Şahsiyetler insanlara, duygusu, düşüncesi ve davranışıyla öncülük ve önderlik ederken, gerekiyorsa canını ortaya koyarken, geniş kitlelerden farklı olduğunu bilir. Tarihin ruhuna karşı sorumluluk duygusuyla, sağlığını, huzurunu, maddi hayatını yeterince düşünmeyen hatta hiçe sayan şahsiyetler, kalabalıklar ortasında bile derin bir yalnızlık içerisinde yaşarlar.

Şahsiyetlerin yalnızlığına ve her şeyden vazgeçmesine sebep olan onlardaki bütünlüktür. Şahsiyetler, iç bütünlükleri tamamlanmış kimselerdir.

Büyük şahsiyetler tarihin ruhuna, toprağın altındaki uğultuya kulak kabartabilen, Milletin öz benliğine sahip çıkarak milli kıyama hazırlanması için önderlik eden insanlardır.

Yine insanlar vardır ki, ulu çınarlar misali, ona yaklaşmaya başladığınızda ne kadar heybetli olduğunu görürsünüz. Bu heybeti sadece boyundan posundan değil duruşundan, vakarından, ilmi ile amil yaşayışından, her şart altında hakk ve hakikatin savunucusu oluşundan, müstesna ahlâk ve karakterinden kaynaklanmaktadır.

Şahsiyet sahibi olmak, ahlâk ile kazanılan bir mücadeledir. Ahlâklı olmak ise her şeyden önce “cesaret” ve “dirayet” de gerektiren, oldukça muhataralı bir inşa sürecidir. Çünkü bir ahlak içinde bir şahsiyet inşa etmek ve icapları hususunda kararlı olmak dünyanın her yerinde, tarihin her devrinde “mütehakkim statüko” mensupları tarafından bir “tehdit” olarak algılanmıştır.

Orhan Türkdoğan Hocamız da bu ahlak, inanç, ideal ve ülkü içinde yoğrulmuş; vatana, millete sahip çıkmak için hiçbir şeyden çekinmeden hayatını bu yolda amade kılmış bu “abide şahsiyet”lerdendi.

O, Türk-İslam fikrinin cihanşümul bir dava olduğunu yazan, anlatan ve aydınlatan, tarihi bir bilgeydi. Duruşu, tavrı ve edasıyla insana güven veren müstesna bir kişiliğe sahipti.

Genç nesillerin Orhan Türkdoğan Hoca ve benzerleri gibi, milli şahsiyetlerin elinde yoğrulma imkanını bulmasını tarih ve talihin bu nesillere bahşetmesi olarak görmek lazımdır. Bu insanlar yeni nesiller üzerinde daha tanışmadan bile büyük tesirler icra ediyorlar, onların insan, millet, dünya, kâinat, din, yaratılan, yaratan hakkındaki düşüncelerinin sağlıklı bir istikamet kazanmasında önemli roller oynuyorlardı.

Orhan Türkdoğan Hoca ve benzeri Türk milliyetçisi alimler bizzat yüksek Türk kültürünün bütün değerlerini üzerinde taşıyan abide şahsiyetlerdi. Bir ayakları tarihte ve bir ayakları gelecekte, geçmişin ve çağın kıymet hükümlerini kavramış, yaşamış, yeni nesillere örnek olmuş, her insana değer veren ve onları yüce Allah’ın bir emaneti olarak gören abide şahsiyetlerdi.

Bizler Orhan Türkdoğan Hoca ve benzerlerinden öğrendik ki bilgi eğer vatan sevgisiyle yoğrulmazsa kısır kalır ve aynı derecede vatan sevgisi bilim ve bilgiyle silahlanırsa bizi, biz kurtarabiliriz. Bizler gördük ve öğrendik ki büyüklerimiz bizim geleceğe doğru yürüdüğümüz yolda beyin ve kalbimizin gücüdürler.

Anladık ki çoğu insan akademik yüksek tahsil alabilir, çoğu insan büyük iddialarda bulunabilir ama her insan nesilleri aynı davada birleştirebilecek kadar vatan sevgisini bunca mütevazı ve muhteşem yaşayabilemez. Çünkü Türkdoğan Hoca ve benzerleri kendi alanlarında üstad oldukları kadar vatan sevgisinin de üstadıdırlar…

Orhan Türkdoğan Hoca öğrenciliğinin ilk yıllarında tanıdığı Remzi Oğuz Arık’ın mücadele üslubundan çok etkilenmişti. Nurettin Topçu “Millet Mistikleri” isimli kitabında Arık’ı anlatırken onun eşine imzaladığı bir fotoğrafının üzerine yazdığı “Bütün bir ömrü bir cephedeymiş gibi geçireceğiz aziz eşim” ifadesini nakleder.

O büyük mücadele adamından etkilenen Türkdoğan Hoca da ilim aleminde bütün bir ömrünü bir cephedeymiş gibi geçirmiştir. Onun en büyük hasımları cehalet, ideolojik bağnazlık ve Türk düşmanlığı idi. Orhan Hoca’nın bu büyük mücadeledeki cephanesi ise sağlam karakteri, yüksek ahlakı, ilim aşkı ile kalemiyle kelamı idi… Kendisine düşman olanlara bile bu silahlarla cevap verirdi.

Türkdoğan Hoca ve benzerleri, kimliksiz bireylerle, fikri sefalete düşmüş bir düşünceyle, toplumsal cinnete mahkûm edilmiş bir yapıyla mücadele ederken ömürleri boyunca hep dik durmuş, sadece alemlerin Rabbine kulluk şuuruyla hareket etmiştir. Hiçbir dünyalık için, mevki-makam için, hiçbir faninin önünde eğilmemiştir.

Türkdoğan Hoca ve benzerleri, sağ partilerin iktidarlarında devlet imkanlarından yararlanıp, durumunu sağlamlaştırıp makam-mansıp sahibi olmak yerine Türk milletinin meseleleriyle dertlenip, milletimizin geleceğini emanet edeceği talebelerin milli tarih şuuru doğrultusunda ve çağdaş bilgilerle donanmış olarak yetişmelerine ağırlık vermişlerdir.

Devam edeceğiz…

Yazar
Efendi BARUTÇU

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen